Allah’a Adanmış Gençlikler – 3

Allah’a subhanehu ve teâlâ hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.

Gençlik çağından ve bu dönemin âlemlerin Rabb’ine adanmasından konuşmaya devam ediyoruz. İnsanın üç dönemi vardır. Bu dönemlerin ilki olan çocukluk döneminde, Allah subhanehu ve teâlâ katında mes’ul değildir. Yaşlılık ise zorunluluklar dönemidir. Yaşlılık, iradeyle seçilmiş bir yaşam değil de, gençlikte tercih edilmiş yaşam tarzının devamı niteliğindedir. İnsanı eşref-i mahluk yapan da, esfeli safiline düşüren de gençlik dönemidir. Gençlikte insanlar üçüncüsü olmayan iki hayatla karşı karşıyadır. Ya gençliği Allah’a subhanehu ve teâlâ adayacaktır veya şeytana. Ya Rabb’ine kul olacaktır ya da dinara, dirheme, kadifeye… Çünkü Rahmani ve şeytani tercihler, insanın mes’ul olmadığı çocukluk dönemi ya da zorunlulukların tercihleri belirlediği yaşlılıkta değil, gençlikte anlamlıdır.

Bundan olsa gerek küfür, gençleri ifsad ediyor. Küfür patentli ürünler, sapık ve küfri ideolojiler, ahlaki tercihler, tüketim, eğlence vs. hep gençleri zehirlemeye yöneliktir.

Allah subhanehu ve teâlâ bir kavim için hayır diledi mi, onların gençlerine hidayet eder. Çünkü hakkın ikamesi güce muhtaçtır. Gençler hakkın ikamesi için gerekli olan güç ve cesaret potansiyelidir. İslam tarihi, adanmışlık tarihidir. Kadını, çocuğu, genci ve yaşlısıyla Allah’a subhanehu ve teâlâ cennet karşılığında satılmış tablolarla süslüdür sicil kaydımız.

Bugün, gençliğini Rabb’ine adamaya talip bir nesil var, Allah’a hamd olsun. Önceki yazımızda belirttiğimiz gibi: ‘Gençliğini Allah’a adamış ve Allah’ın adaklarını kabul ettiği’ genç sahabeler vardır. Onlar bu özelliklerle süslenince, netice aldılar. Adlarına ayetler indi ve Allah onlardan razı olduğunu beyan etti. Bugünün gençlerine düşen geçmişteki, emsallerini tanıyıp onları taklit etmek, onların süslendiği özelliklerle süslenmektir.

Onların en belirgin vasfı Rabb’lerini tanıyor olmalarıydı. Rabb’lerine, O’nun isim ve sıfatlarıyla kulluk ettiler. Herşey onlara hizmetkar oldu. Fıtratlarında yaratılmış duygular, Allah’ın şer’i ayetleri ve kainat kitabıyla terbiye edildi. Hissettikleri herşey kulluk yolunda onları bir adım ileri taşıdı. Bu yazımızda ikinci özelliklerini ele alacağız.

2. Allah Rasûlü’ne Olan Sevgileri Ve Bağlılıkları

Sahabe gençleri Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem yürekten sevmişti. Bu sevginin menbaı Allah sevgisiydi. Onlar Rabb’lerini tanıdıkça, O’nun isim ve sıfatlarını müşahede ettikçe, sevdiler. Karşılarında Allah’ın isim ve sıfatını itikadında, ahlak ve yaşantısında en güzel temsil eden insanı buldular. O Allah Rasûlü’ydü. O sallallahu aleyhi ve sellem adeta Allah’ın kitabıydı. ‘İşte kul’ denilecek tüm sıfatlar, onda mevcuttu ve onlara Rabb’lerini en güzel şekilde tanıtıyordu… Onunla olmak, onun sohbetiyle müşerref olmak demek, Allah’ı daha iyi tanımak O’na subhanehu ve teâlâ yakınlaşmak demekti. Nasıl sevmeyeceklerdi onu? İnsana Rabb’ini tanıtan bir kişi sevilmez miydi?

Onu seviyorlardı, çünkü onunla sallallahu aleyhi ve sellem anlam bulmuştu hayatları. Sokak aralarında, eğlence meclislerinde, içki ve zina, kof kahramanlık gösterilerinde heba olan bir gençlik vardı çevrelerinde. Kimsenin değer vermediği ve günümüzde olduğu gibi sorun kelimesiyle anılan gençler.

Oysa Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onlara değer veriyordu. Onları en mühim görevlerde istihdam ediyor, onları kitap ve hikmetle ihya ediyordu. Emsalleri sokakları arşınlarken; onlar Allah yolunda at koşturuyordu. Emsalleri ‘kimse beni anlamıyor, herşey beni bunaltıyor, herşey beni sıkıyor’ bataklığında yüzerken; onlar Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber ‘Allah’a subhanehu ve teâlâ kulluk ve tağutlardan içtinap’ etmek gibi ulvi bir hedef için yaşıyordu. Emsalleri ecdadlarının olmayan kahramanlık hikayeleri ve hurafelerle mutlu oluyorken; onlar İbrahim’i, Musa’yı, İsa’yı ve kendileri gibi adına Kur’an inen gençleri öğreniyordu. Emsalleri; falancanın kızı, iki çocuk, deve şeklinde sıralarken hedeflerini; onlar tüm yeryüzünde İslam’ın hakim olacağı noktayı hedefliyordu. Nasıl sevmesinler Allah Rasûlü’nü? Emsalleri şer, zillet ve cahiliye içinde heba olurken; onlar hayır, izzet ve İslam’la âbad oluyorlardı Allah Rasûlü’nün yanında.

Onların Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem olan sevgisi ‘lidere bağlılık’ veya ‘grup taasubu’ menşe’li bir sevgi değildi. Böyle bir sevgi insanı ancak zelil kılar, kendi gibi kul olana kul yapar. Onların sevgisi Rahmani bir sevgiydi. Allah’ı sevdikleri için Rasûlü’nü sevmişlerdi. Onlar bu sevgiyi Allah Rasûlü’nden sonra aynı misyonu yüklenenlere de devam ettirdiler. Onları Rabblerine yaklaştıran, hayırla aralarında vesile olan anlamsız bir hayattan kurtarıp, İslam gibi ulvi bir davaya adanmayı sağlayan herkesi aynı şekilde sevip, bağlı kaldılar.

Örneklerimize bir göz atalım; sahabenin en gençlerinden olan Enes radıyallahu anh ile başlayalım.

“Adamın biri Allah Rasûlü’ne ‘Kıyamet ne zaman?’ diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘Sen onun için ne hazırladın?’ diye cevap verdi. Adam ‘Hiçbir şey, ancak ben Allah’ı ve Rasûlü’nü seviyorum’ dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ‘Sen sevdiklerinle berabersin.’ dedi. ‘Sen sevdiklerinle berabersin’ sözüne sevindiğimiz kadar hiçbir şeye sevinmemiştik. Enes: ‘Ben Rasûlullah’ı, Ebu Bekir ve Ömer’i seviyorum, onlara olan sevgimden dolayı, onlarla beraber olmayı umuyorum.’ ” (Buhari, Müslim)

Bu rivayet üzerinde düşünmeli genç kardeşim. Bunu rivayet eden Enes radıyallahu anh henüz çocuk yaşta Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem hizmetine verilmişti. Emsalleri sokaklarda oyun oynayıp, ‘çocukluğunu yaşama’, ‘gençliğin keyfini çıkarma’ aldatmacasıyla meşgulken, o Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem hizmet ediyordu. Onun suyunu taşıyor, ayakkabılarını koyuyor, ihtiyaç için çıktığında temizlik malzemesi elinde onun peşinde dolanıyordu. Ki o ne şerefli bir hizmet, ne şerefli bir takipti! O Allah Rasûlü’nü, Ebu Bekir’i ve Ömer’i seviyordu. Ve Rasûl’ün sevgisinin insanı onunla beraber yaptığını duyunca ‘hiç sevinmediği kadar sevinmişti’. Ebu Bekir ve Ömer’i de radıyallahu anhum seviyordu. Çünkü Allah Rasûlü’nden kimi, neden sevmesini gerektiğini öğrenmişti. Allah için… O’nu hatırlatıp, O’nun dinine hizmet eden ve O’na kulluk etme yollarını açan herkesi. Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhum Peygamber değillerdi ama onlar da aynı görevi görüyordu. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem gölgesi gibiydiler, mallarıyla, canlarıyla onun etrafında etten duvar gibi duruyorlardı. Onlar konuşmuyordu. Zaten Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem olduğu bir ortamda nasıl konuşacaklardı. Ama duruşları ve yaşantılarıyla olması gerekeni insanlara hatırlatıyorlardı. İşte sahabe Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem sevdiği gibi hayatında da, vefatından sonra da Ebu Bekir ve Ömer’i radıyallahu anhum hep sevmişlerdi.

Talha bin Bera radıyallahu anh Medine’de yaşayan gençlerdendi. Allah Rasûlü’yle sallallahu aleyhi ve sellem yolda karşılaşmış ve onun ayaklarını öpmüştü.

“ ‘Ey Allah Rasûlü bana istediğini emret, sana isyan etmem’ demişti. Yaşı küçük olunca Rasûlullah şaşırdı, denemek için: ‘Git babanı öldür’ buyurdu. Hemen yola koyuldu. Allah Rasûlü: ‘Dön, ben akrabalık bağını koparmak için gelmedim.’ ” dedi. (Taberani)

Daha önce Muaz bin Cebel’i radıyallahu anh yazmıştık. Onsekizli yaşlarda İslam’la tanışan ve Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem en önemli görevlerde istihdam ettiği genç… Öyle ki onu ehli kitabın yoğunlukta olduğu Yemen’e muallim ve davetçi olarak yollamıştı. (Buhari, İbni Abbas’tan radıyallahu anh rivayetle)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Kur’an’ı dört kişiden öğreniniz” buyurdu. Bunlardan biri de en gençlerinden biri olan Muaz’dı. (Buhari, Abdullah bin Amr’dan radıyallahu anh rivayetle)

Muaz’ı Muaz yapan Allah Rasûlü’ne olan sevgisiydi. Bu öyle bir sevgiydi ki Allah tarafından kabul edilmiş, Allah ve Rasûlü’nün sevgisi olarak ona geri dönmüştü. Zaten sevginin en büyük mükafatı da buydu. İnsanın sevgisinin kabulü ve Allah ve Rasûlü’nün insanı sevmesi…

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Muaz’ın radıyallahu anh elinden tuttu ve “Vallahi ben seni seviyorum ey Muaz! Her namazdan sonra şu sözleri söylemeyi bırakma: ‘Allah’ım seni zikretmem, şükretmem ve en güzel şekilde ibadet etmem için bana yardım et.’ ” (Ebu Davud, Nesai, İbni Huzeyme, İbni Hibban)

Henüz yirmili yaşlarında bir genç… Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem elinden tutuyor ve “Ben seni seviyorum” diyor, bu ne büyük şeref.

Bir diğer genç Ali radıyallahu anh idi. O en tehlikeli günlerde Allah Rasûlü’nün yanında bulunmuştu. Canını Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem uğruna feda etmeyi göze almış ve sonunda ölüm olacağı ihtimali de olsa suikast yatağına yatmıştı.

Onu tanımayan, ismini duyduğunda yüreğinde sevgi ve saygı oluşmayan bir Müslüman var mı? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem henüz yirmili yaşlarda olan bu gence: “Seni ancak mümin sever ve sana ancak münafıklar buğz eder.” (Müslim) demiştir.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onu Medine’ye vali olarak bırakıp savaşa çıkıyordu.

“Ali: ‘Ey Allah Rasûlü beni kadın ve çocuklarla mı bırakıyorsun’ dedi. Allah Rasûlü: ‘Sen Musa’nın yanında Harun neyse, benim yanımda o mertebede olmak istemez misin? Ancak benden sonra Nebi olmayacaktır.’ buyurdu.” (Buhari, Müslim)

Bu nasıl bir şereftir? Tebuk gibi Kur’an’ın zorluğunu ve meşakkatini tescil ettiği bir sefere bu ne iştiyak. Ve bu ne şerefli bir övgü. Musa aleyhisselam için Harun aleyhisselam neyse, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem için Ali’de radıyallahu anh odur. Tek fark Ali’nin radıyallahu anh Nebi olmayışıdır. Ali’yi genç yaşında Ali yapan ne acaba?

Sehl b. Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: ‘Allah Rasûlü Hayber gününde şöyle dedi: “Bu sancağı yarın bir kişiye vereceğim. Allah onun elleriyle fetih nasip edecek. O Allah’ı ve Rasûlü sever, Allah ve Rasûlü’de onu sever.” İnsanlar gece boyunca bu meseleyi konuştu. Sabah olunca Allah Rasûlü’ne gittiler. Her biri o kişi olmayı umuyordu. Allah Rasûlü: “Ali b. Ebi Talib nerede?” diye sordu.’ (Muttefekun Aleyh)

O şahıs Ali radıyallahu anh idi, sahabenin gençlerinden Ali… Bu rivayet bize Ali’nin radıyallahu anh güzelliklerinin ve adanmışlığının sırrını da veriyor, Allah ve Rasûlü’nü sevmek.

Tarihe ismini yazdırmış bir diğer genç, zannediyorum sahabe ve fedakarlık denilince ilk akla gelenlerden biri de Mus’ab b. Umeyr’dir radıyallahu anh. Çocuk denecek yaşta İslam olmuş ve Allah yolunda her türlü eziyete katlanmıştı. Mekke’nin en yakışıklı ve refah içinde yaşayan genci, tüm imkanlardan mahrum kalmış, bununla beraber işkencenin her türlüsünü tatmıştı. Bugün onun yaşıtları bir semtten bir semte tek başına gitmeye cesaret edemezken, o Habebişistan’a hicret etmişti. İslam tarihinin en şerefli görevlerinden olan ‘Medine elçisi’ olarak yola koyulmuş, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem hicretinden önce Medine’yi İslam’a hazırlamıştı. Evet, bir genç ve İslam devletinin temellerini atma görevi… Peki Mus’ab’ı bu kadar fedakarlık yapmaya, dünyadan ve imkanlardan yüz çevirmeye iten neydi? Aslında geçen bölümde satır aralarında bu noktaya işaret etmiştik. Yineleyelim. O, Allah Rasûlü’ne selam verip onun yanına girmişti. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem orada bulunanlara:

“Ben Mekke’de Mus’ab gibi zarif, yakışıklı ve rahat içeresinde olan başka bir genç bilmiyorum. Onun bunlardan uzak olmasının tek sebebi Allah ve Rasûlü’nün sevgisidir” buyurdu. O şahitlik Mus’ab’ı Mus’ab yapan sırrı da veriyordu.

O gençlerden biri de Usame bin Zeyd’di radıyallahu anh. Henüz onsekiz yaşındayken Bedir ashabına, Rıdvan biatine katılmışlara, Ebu Bekir ve Ömer’e radıyallahu anhum komutan tayin edilen genç. Kalbinde hastalık bulunanlar bu durumdan hoşnut olmamıştı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu duruma kızmış ve:

“Siz onu eleştirdiğiniz gibi babasının (Zeyd b. Harise’nin) emirliğini de eleştirmiştiniz. Allah’a yemin olsun ki, o emirliğe uygun biriydi ve o insanların içinden bana en sevimli olanlardandı, bu da (Usame b. Zeyd) bana insanlardan en sevimli olanlardandır.” (Muttefekun Aleyh)

Sevgi de ikinci mertebeye, ‘kabul’ nimetine erişmiş bir genç. Onun Allah Rasûlü’ne olan sevgisi kabul görmüş ve o Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem en sevdiği insanlardan olmuştur.

İbni Ömer radıyallahu anh şöyle anlayıor: ‘Babam Ömer bana birşey vereceği zaman, ondan Usame bin Zeyd’e daha fazlasını verirdi. Bu hususta babamla konuştum. Bana; ‘Allah Rasûlü onu senden, babasını da babandan daha çok seviyordu’ dedi.’

Gençliğini Allah’a Adamaya Talip Kardeşim!

İşte örnekler… Fazla söze ne hacet. Onların Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem olan sevgisi bu örneklerle sınırlı değildir. Onların Rasûle olan sevgisini hayranlıkla ikrar etmiş ve en azılı düşmanları dahi ‘Ben Muhammed’in ashabının onu sevdiği kadar kimsenin, kimseyi sevdiğini görmedim’ demiştir. (Zeyd b. Desine şehadetinde Ebu Süfyan)

Sahabenin hiç tereddüt etmeden, onun için ölecek kadar onu sevdiğini de düşmanları ikrar etmişti. Urve b. Mes’ud onların Allah Rasûlü’ne olan bağlılık ve sevgilerinden, onun huzurunda edeple duruşlarından etkilenmiş ve bunu aktararak kavminin kalbine korku salmıştı.

Savaşta babası, kocası ve oğlu ölmüş olan bir kadını düşün! Beklenen feryat, figan, vaveyladan eser yok. Ona ölüm haberini zikredenlere: ‘Bana Allah Rasûlü’nü gösterin, onun iyi olduğunu göreyim’ diyordu. Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem görünce ‘Sen iyi olduktan sonra her musibet kolaydır’ diyordu. (Siyer, İbn İshak, el-Bidaye ve’n-Nihaye) Kalbindeki sevgi inci olup dilinden kelime kelime akan şu kadın… Acaba tarih böyle bir sevgi gördü mü? Bu söz kandil olup semaya asılsa güneş doğmaktan hicap eder. Örnek çoktur. Ben gençlerden örnekleri vermek istedim, yoksa ashabın Allah Rasûlü’ne olan sevgi rivayetleri anlatmakla bitmez. Onları, ancak onlar gibi seven insanlar anlayabilir.

Genç Kardeşim

Sevgi böyle birşeydir işte. O dilin telaffuz ettiği beş harflik bir kelimeden çok daha ötedir. O ağızla ispatı mümkün olmayan bir haldir. Kalplerde yer edinen ve sahibini sevgili yönünde harekete geçiren bir etkendir. Sahabeler gibi, bize örnek gençler gibi… Onları Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem etrafında etten duvar kılan, onun bir sözüyle geçmişi silip geleceği yok sayarak beldelerini terk ettiren bu sevgidir işte. Gençliğin hırçınlığı, hızlılık ve menfi yönlerini terbiye eden, hatta o menfi yönleri Allah’a ve Rasûlü’ne amade ederek onları tarih yapan sevgileriydi… Bu da diğer tüm özellikler gibi sadece onlara has olmayıp, herkes için geçerlidir. Onlar bu mertebelere Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem gördükleri için değil, sevdikleri için ulaştılar. Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem görüp onun arkasında beş vakit namaz kılıp, onunla cihada çıkmış olmasına rağmen helak olan nice genç münafık vardı. Çünkü kalpleri bu sevgiden yoksundu. Kalp sevgiden yoksun oldu mu, sevgiliyi görmüş olmanın faydası yoktur. Dün, bugün ve yarın Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem seven her genç, Allah’ın subhanehu ve teâlâ fazlına mazhar olacaktır. Onların ulaştığı mertebelere ulaşacaktır. Yeter ki sevgisinde samimi olsun. Sevgi, dilin iddiası olmaktan öteye geçebilsin, İslam her sevgi iddiasını kabul etmez. Sevgi iddia edenleri şu ayetlerle imtihan etmiştir:

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin.” (3/Âl-i İmran, 31)

Hasan-ı Basri ve seleften bazı imamlar: ‘Bir kavim Allah’ı sevdiklerini iddia ettiler, Allah da onları bu ayetle imtihan etti.’ (İbni Kesir, ilgili ayet).

Sevginin ispatı ittibadır. Seviyorum demekle sevgi ispat edilmez. Sevgi, insanın hevasına ve nefsinin isteklerine değil, sevgiliye tabi olmaktır.

Genç Kardeşim

Sakın sevgiyi küçümseme. Nice insanın yorulmayla ulaşamadığı mertebelere, sevgi ehli samimi ve ispatlanmış sevgileriyle ulaştılar. Dünya cenneti olan iman lezzetine bakmaz mısın? Ne acıdır ki iman edenlerin çoğu, imanlarının gereğini yaşamak için çalışır, yorulur ancak imanından lezzet almaz. Oysa imanla lezzet almak ne büyük nimettir. Can bedenden ayrılmadığı müddetçe o lezzet eskimez. Çünkü o lezzetin sebebi olan iman mevcuttur. Bu lezzeti sağlayan unsur sevgidir. Enes radıyallahu anh Rasûlullah’tan sallallahu aleyhi ve sellem şöyle rivayet etti:

“Üç şey vardır ki kimde bulunursa imanın tadını alır. Allah ve Rasûl’ünü herşeyden çok sevmesi, sevdiği kişiyi ancak Allah için sevmesi, imandan sonra küfre girmeyi ateşe girmek gibi kerih görmesi.” (Buhari, Müslim)

İmanın lezzetini almak, sevgiye mebnidir. İnsan sevdikçe imanından tat alır, tat aldıkça sevgisi artar. Fedakarlık, itaat, adanmışlık sürekli artan ve sahibine huzur veren bu sevginin eseridir. Dünya ehli, ashabın fedakarlığına neden çok şaşırıyordu? Bir insanın ölümü arzulaması, tek bir sözle malını, yurdunu bilinmeze doğru terk etmesini anlayamıyorlardı. Neden bir insan kurulu düzenini, yurdunu ve aşiretini hiç bilmediği bir yer için terk eder ki? Olsa olsa bunlar büyülenmiş olmalıydılar. İnsan canını bir başkasına siper yapar mıydı? ‘Ona gelen oklar bana gelsin’ diye kollarını açarak oklara hedef olur muydu? Ancak bir kahin onları cinlerle etkisi altına almış olmalıydı… Hayır! Ka’be’nin Rabb’ine yemin olsun ki bu sevgiden başka birşey değildi. Bir kadına sevgiyle bağlananlar dahi ‘aşk’ diye akıl almaz işler yaparken, o gençlerin Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem için yaptıklarını çok görmemeli. ‘Seviyorum’ diye ölenler, öldürülenler, kendine ve çevresine sıkıntı veren, müzmin hastalıklara yakalananlar… Gazete sayfaları, haber bültenleri bu garabetlerle dolu. Batıl olan ve sahibine dünyada ve ahirette hüsran olacak şeytani sevgi, insanlara bunları yaptırıyorsa, Rahmani olan ve insana huzur veren sevgi neler yaptırmaz ki?

Genç Kardeşim

Adanmışlık önce kalpte başlar. Onu başlatan, devam ettiren, engelleyicilere karşı sabit kılan da kalp amelleridir. Bunun başında da sevgi gelir. Hayra ilk adımı atmak çok zordur. Sen ‘bu gençlik boşa gitmemeli, ben de Mus’ab’lar, Usame’ler, İbni Abbas’lar radıyallahu anhum gibi Allah’a adak olmalıyım’ diye niyetlendiğinde, şeytan ve nefis seni her yandan kuşatır, kah işin zorluğunu, kah senin alışkanlıklarını, kah eski günahlarını hatırlatır, ‘sen olamazsın diye’. Allah’ın rahmet ettikleri müstesna çok kişi bu aşamada takılır. Bu noktayı atlatanları yeni sıkıntılar bekler. ‘Bu kadar yeter’ vesvesesi tüm kalbi kuşatır. İnsana şerrin çoğu az görünür fakat hayrın azı ile yetinmeye yatkındır. Dağlar kadar günahı ‘Allah’ın rahmeti geniş’ diyerek önemsemez de, iki günlük amelini ‘Allah’ın eksikliklerden münezzeh ve herşeyin en güzeline layık olduğunu’ unutarak büyütür de büyütür. Bu aşama da ‘bu kadarı bana yeter’ hilesini, Rabb’inin lütfuyla aşanları yeni engeller bekler. Şeytan dünyayı, rahatı, lezzetleri süsledikçe süsler. Normal zamanda insanın aklına dahi gelmeyecek şehvetler ve heva, insanı meşgul eder. Gözün gördüğü, kulağın duyduğu herşeyi insanı alıkoymak için kullanır şeytan ve nefis. Başlaması zor, devamı zor, sebat etmek zor… Allah’a adanmak, bir hayatla iki hayatı birden ihya etmektir. Hangi güzelliğe kolay ulaşılmış ki, adanmışlık kolay olsun. Hangi hazine orta yere konup umuma arz edilmiş ki, adanmışlık herkesin kârı olsun. Bu zorlukları aşacak yegane azık, Allah ve Rasûlü’nün sevgisidir. Sevgi tercihtir, sevilenin rızasını, onun hoşnutluğunu kendi rahatına tercihtir. Şeytan ve nefsin vesveselerine karşı Rabb’ini ve rızasını tercih etmek istiyorsan –ki istediğin için şu an bu yazıyla meşgulsün- önce sevgiyi elde etmelisin. Daha önce de belirtmiştim. Sakın, o gençlerin hiçbiri sıkıntı duymadan gençliklerini Rabb’lerine adadıklarını düşünme. Öyle olsa adanmışlık nefes almak, yemek yemek gibi sıradan ve herkesin ortak olduğu birşey olurdu. Bilakis onlar da zorlandılar, sıkıldılar, yapamayacağız endişesine kapılıp yapamadıklarını düşündüler. Ancak sevgileriyle yola devam ettiler. Kimisi o kadar sevdi ki ne yaparsa yapsın hakkını veremediğini düşünüyordu. Enes’e radıyallahu anh bakar mısın? Tarih böyle bir genç gördü mü? O ne çocukluk ne de gençlik gördü. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem yanında, onun hizmetindeydi. Ama şunu diyordu ‘Ben Rasûlullah’ı, Ebu Bekir ve Ömer’i seviyorum. Onlara sevgimden, onlarla olmayı umuyorum’ diyordu.

Genç Kardeşim

Sevgi senin elindedir. Sen, sevmek istediğin şeyi seversin. Zihin ne ile meşgulse kalp onu sever… Ve kalp muhakkak bir sevgi ile hayat bulur. Çünkü sevgi hareketin esasıdır. İster hak, ister batıl olsun hareket ve yaşamın devamı için sevgi şarttır. İnsan neyi sevmek istiyorsa onu sever. Ancak şu bir gerçektir ki, temiz olan sevgiyle, kirlenmiş ve pis sevgi aynı kalpte toplanmaz. Allah sevgisi esastır. O’na bağlı ve en direkt sevgi Rasûl’ün sallallahu aleyhi ve sellem sevgisidir. Sonraki sevgiler bu iki sevgiye tabidir. Kaynağı bu olmayan her sevgi kirlenmiştir. Sahibine yük ve utançtır. Zahiri ameller sevgiye tabidir, onun için zahiri amellerle meşgul olmak yerine onun aslı olan sevgiye yönelmen gerekir. Allah’ın subhanehu ve teâlâ sevgisi, O’nu tanımaya bağlıdır. Buna geçen yazımızda değinmiştik. Allah sevgisi ve korkusu O’nu isim ve sıfatlarıyla tanıma ve o şekilde kulluk etmenin semeresidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sevgisi de böyledir. Onu sevmek isteyen önce Rabb’ini tanımalı ve O’na, O’nun isim ve sıfatlarıyla kulluk etmelidir. Rabb’ini tanıyan, O’na en iyi kulluk edenin, isim ve sıfatların yaşantısında açığa çıkan en mükemmel şahsiyetin Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu görecektir. Bu da, ona olan sevgisini arttıracaktır.

Rasûlullah’ı sallallahu aleyhi ve sellem gündem etmeliyiz. Meclislerimizde, evlerimizde, arkadaş sohbetlerinde o olmalı. İnsanlar gereksiz sohbetlerle bizleri meşgul ederken, hem onu sevmek hem de meclislerin kıyamet günü pişmanlık olmaması için onun anlatılmasını talep etmeliyiz. Zihin ne ile meşgulse kalp onu sever. Biz kendimizi Allah Rasûlü’nün sevgisiyle meşgul etmezsek, şeytan bizi en deni ve sufli sevgilerle meşgul etmeyi başaracaktır. Kalp sevgisiz yaşayamaz. Ya hayır ya da şer… Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem düşünmeliyiz, onun siretinden bildiğimiz sahneleri canlandırmalı, orada olmayı hayal etmeliyiz. Bu, sevgiyi arttıran en güçlü etkenlerdendir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem böyle bir zümrenin varlığından haber vermiştir, biz neden onlardan olmayalım. Ebu Hureyre radıyallahu anh rivayet ediyor:

“Ümmetimden beni en çok sevenler, benden sonra gelecek olanlardır. Onlardan biri beni görmek için tüm malını ve ehlini feda etmeyi göze alır.” (Müslim)

Sahabe onu, onunla beraberliği o kadar düşünüyordu ki, evlerine gittiklerinde dahi ondan ayrılmanın hüznünü hissediyorlardı. Bu konuda öyle hassas sahabeler vardı ki, işin ahiret boyutunu düşünmeye başlamışlardı.

Said bin Cubeyr radıyallahu anh şöyle rivayet etti:

“Ensardan bir adam Allah Rasûlü’ne geldi, mahzun görünüyordu. Allah Rasûlü: ‘Ey falanca neyin var, seni üzgün görüyorum.’ Adam: ‘Birşey vardı düşündüğüm, ondandır’. Allah Rasûlü: ‘Nedir o?’ dedi. ‘Ey Allah’ın Rasûlü biz seninle beraber oturuyor, sana bakıyor, yanına girip çıkıyoruz. Yarın sen (kıyamet günü) Peygamberlerle beraber yüksek mertebelerde olacaksın, biz sana ulaşamayacağız.’ Rasûlullah ona cevap vermedi. Cibril şu ayetlerle geldi: “Kim Allah’a ve Rasûl’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehitler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar. ” (4/Nisa, 69) ”

Derdi bu olan Allah Rasûlü’nü nasıl sevmesin?

Sen de bunları düşünmelisin, onun sallallahu aleyhi ve sellem senin gibi gençlere iltifatlarını okumalısın. Onların yerine kendini koymalısın. O an orada olduğunu hayal etmelisin ve kıyamet günü aynı iltifatlara mazhar olmak için ona, sünnetine, da’vasına ve bıraktığı emanete sahip çıkmalısın. Rabb’ine yalvarıp yakarmalısın. O yiğitlerden İbni Ömer’in radıyallahu anh dua ettiği gibi dua etmelisin.

‘Rabb’im beni, meleklerini, Rasûllerini, salih müminleri sevenlerden kıl.’

Şu dünya ehlinin batıl sevigisine baksana! En denî şeyleri seviyorlar. Yapamıyorum, unutamıyorum, onsuz yaşayamıyorum, herşey onu hatırlatıyor… Ağızlardan bu cümleler dökülüyor. Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem bu kadar da mı sevmeyelim?

Genç Kardeşim

Allah Rasûlü’nü sevmenin yolu, onu seven ve insanlara onu anlatan, ona sallallahu aleyhi ve sellem varis olanları sevmekten geçer. Sahabe sadece onu sevmemişti, ondan sonra Ebu Bekir’i, Ömer’i ve onun arkadaşı olup onu hatırlatan herkesi sevmişti. Bugün Allah’a adanmak istiyorsan, onu sevenlerin ve sana onu anlatan, seni ona çağıranların yanında saf tut. Onları sev… Onları herhangi bir sebepten değil, Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem sana hatırlattıkları ve gençliğini onun dinine hizmetle şereflendirme fırsatı sundukları için sev.

Aksi Halde

Sen de elbiseyi, kadını, arabayı, müziği sevenlerden olursun. Beğenilmeyi, gülmeyi, konuşunca insanlar tarafından dinlenilmeyi… Sevilmeyecek ne kadar geçici ve sana pişmanlık olacak şey varsa, onu severek gençliğini heba edersin.

Rabb’im beni ve seni habibini hakkıyla seven ve sevgisiyle davaya, Rabb’ine adanan yiğitlerden eylesin, Allahumme Amin

Selam ve Dua ile Ebu Hanzala…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver