İslam Şeriatı Kamil Bir Şeriattır

 

Rabbi’miz izin verirse bu ay menhec notları köşemizde Ehli Sünnet ve’l Cemaat’in menhecinin en büyük esaslarından biri olan ‘İslam şeriatı kâmil bir şeriattır’ esasını izah etmeye çalışacağız.

Herkesin malumudur ki geçtiğimiz Ramazan ayı Müslümanlar için fırsat ayıydı. Allah subhanehu ve teâlâ bu ay vesilesi ile Müslümanlara bütün bir senenin günahlarından kurtulma fırsatı vermiştir. Bu da Rabbi’mizin çok geniş olan merhametinin bir tecellisidir. Ramazan ayı fırsat ayı olmakla beraber, maalesef bugün içinde yaşadığımız coğrafyada en fazla bidatin icra edildiği aylardandır. Toplum, Allah’ı subhanehu ve teâlâ en güzel bir şekilde razı etmeyi bilen ve bu razı etme şeklini insanlığa öğreten Rasûlullah’ın yapmış olduğu amelleri bir kenara bırakarak, lisanı halleriyle ‘Allah öyle razı edilmez böyle razı edilir’ dercesine bir bidat yarışına girmişlerdir. Hâlbuki Allah ve Rasûlü bu dine bir eklemenin artık söz konusu olmayacağını bizlere bildirmiştir. İşte bizler de bu gerçeği hatırlatmak kastı ile bu köşemizde bu konuya yer verme ihtiyacı duyduk. Söylemiş olduğumuz doğrular Allah subhanehu ve teâlâ ve O’nun Rasûlü’ne ait olup yanlış ve hatalar ise şeytandan ve günahkâr nefsimizden kaynaklanmaktadır. Allah subhanehu ve teâlâ bizleri doğruya ve hayra isabet eden kullarından eylesin.

Allah subhanehu ve teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlara bir nimet olarak şöyle buyuruyor;

“Bugün sizin için dininizi tamamladım.” (5/Maide, 3)

Allah’ın subhanehu ve teâlâ dinini tamamlamış olması iki manaya gelmektedir:

Birincisi: Dinin tam kemale ulaşması ile beraber en üstün dinin İslam dini olması.

İkincisi: Bundan sonra bu dinde bir yeniliğin olmaması veya dine herhangi bir eklemenin ve dinden herhangi birşey çıkarmanın yapılamaması.

İmam Buhari, Tarık bin Şihab’ın şöyle dediğini rivayet eder:

“Yahudilerden bir adam Ömer İbnu’l Hattab’a şöyle dedi: ‘Ey müminlerin emiri; ‘Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım’ ayeti bize indirilmiş olsaydı, o günü biz bayram edinirdik.’ Ömer şöyle dedi: ‘Bu ayetin indiği günü biliyorum. Cuma gününe denk gelen Arefe günü indi.’ “

Maalesef o gün bir yahudinin bile gıpta ettiği, ifade ettiği manayı anladığı gibi bugün Müslümanlar bu ayetin ifade ettiği manayı anlamak bir yana Allah’ın subhanehu ve teâlâ bu dini tamamlamasının nasıl bir nimet olduğunu idrak edememişlerdir. Şüphesiz bu nimet öyle bir nimet ki, Allah subhanehu ve teâlâ sadece bu ümmete lütfetmiştir. Diğer semavi dinlere baktığımızda bunu görmek mümkün değildir. Bugün Hristiyanlığın temel olarak kabul ettiği İncil, dörtbin tane el yazması İncil arasından seçilen dört İncil’dir. İşte Allah’ın bizlere bahşettiği en büyük nimet budur. Allah’ın subhanehu ve teâlâ dini tamamlamış olması, bizi kimsenin aklına, heva ve hevesine muhtaç bırakmaması anlamına gelir. Allah’a subhanehu ve teâlâ hamdolsun ki O, subhanehu ve teâlâ dini kimsenin tekeline bırakmamıştır. Şayet bu dini insanların aklına bırakmış olsaydı ortaya dörtbin tane farklı dinin çıkması kaçınılmaz olurdu. Çünkü her insanın akli seviyesi, fıtratı, yetiştiği ortam, aldığı eğitim ve kültür seviyesi farklıdır. Ama yarattığını en güzel şekilde bilen Allah subhanehu ve teâlâ dini kimsenin eline bırakmayıp tamama erdirmiştir. Müslümanların bu ayete bu perspektiften bakmaları gerekmektedir. Aksi taktirde Allah’ın subhanehu ve teâlâ tamamladığı dine, ekleme yapmaları veya dinden işlerine gelmeyen hususları çıkarmaları kaçınılmaz olacaktır.

İslam Allah’ın subhanehu ve teâlâ tamama erdirdiği bir dindir. Önümüzde dolu olan bir bardak var. Bardağı dolduran kişi diyor ki; ‘Ben bu bardağı doldurdum. Sen bu bardağa su ekleme.’ Biz buna rağmen bu bardağa su ekliyorsak; ya biz bu bardağı dolduran kişinin bu bardağı doldurduğuna inanmıyoruz ya da bu şahıs bizim pek de kaale aldığımız bir şahıs değildir. İşte Allah’ın subhanehu ve teâlâ bu ayetine rağmen bu dine bir şey ekleme yarışında olanlar, lisanı halleriyle bu konumdadırlar. Ya Allah’ın subhanehu ve teâlâ bu dini tamamladığına inanmıyorlar; ya da Allah’ın subhanehu ve teâlâ sözü onlar için bir şey ifade etmiyor demektir.

O halde Müslümanlar olarak bizlerin aşağılık kompleksinden kurtulmamız gerekmektedir. Bizler Allah’ın nimeti sayesinde tamamlanmış olan bir dinin, ne Aristo’nun ne de başkasının mantıksız mantık kurallarına göre şekillenmiş, tamamen ilahi olan bir dinin mensuplarıyız. Müslümanlar kurtuluşu, daha tamamlanmamış olan, eksik beşer aklının ürünü olup, dünün doğrularının bugün yanlış olarak addedildiği dinlerde aramamaları gerekmektedir.

Ehli Sünnet’i diğer fırkalardan ayıran en temel özelliği Kur’an’ı ve sünneti selefin anlayışı üzerine anlamalarıdır. Buradan hareketle selefin yukarıda zikredilen ayetten ne anladığına bakabiliriz. İmam Malik rahimehullah şöyle demektedir; ‘Kim İslam dininde olmayan bir şey çıkarır ve bunun güzel bir amel olduğunu iddia ederse; bu hareketiyle Rasûlullah’ın kendisine gönderilen risalete ihanet ettiğini iddia etmiş olur.’ Yani dinden olmayan birşeyi dine dahil etme çabası içerisinde olan insanlar aynı zamanda şunu iddia etmişlerdir; ‘Allah dini tamamladığını söylüyor ama Rasûlullah bize dini eksik ulaştırdı.’ Subhanallah… Bu ne büyük bir iftiradır. Demek ki bidat meselesi hafife alınacak bir mesele olmayıp ciddi boyutlara varan, dini yavaş yavaş kemiren bir meseledir. Çünkü bidat ekleyen veya işleyen kişi şunları iddia etmektedir;

‘Rasûlullah dini tam bir şekilde bize ulaştırmadı.’

‘Allah subhanehu ve teâlâ dini kemale erdirmemiştir.’

‘Ben bu dini Rasulullah ve sahabesinden daha iyi yaşarım.’

‘Rasûlullah ve sahabesi dini benim anladığım gibi anlamadılar. Onların yapamadıklarını ben buldum.’

‘Sahabe kutlu doğum haftası diye bir organizasyon neden düşünemedi. Rasûlullah’a bu kadar mı değer veriyorlar.’

‘Sahabe Regaip kandilini bilmiyordu.’ vs. vs.

Lisanı hal sonucu ortaya çıkan bu iddiaların tümü, insanın kanını donduran türden iddialardır. Demek ki bidat meselesi, içerisinde ciddi tehlikeleri barındıran önemli bir meseledir.

Bidatin en büyük tehlikelerinden birisi de şudur; bidat işleyen veya bidat ihdas eden kişinin tevbe etmesi çok zordur. Yani bu, geri dönüşü zor olan habis bir ameldir. Çünkü bidati işleyen veya ihdas eden kişi yapmış olduğu veya çıkarmış olduğu şeyin güzel olduğuna inanıp bunun dinden olduğunu iddia eden kimsedir. Böyle bir kişinin de hatasını anlayıp geri dönüş yapması Rabbi’mizin dilemesi müstesna çok zordur. Mesela içki içen veya zina yapan bir kimsenin tevbe etmesi beklenebilir. Çünkü bu amellerin haramlığı herkes tarafından aşikârdır. Ama bidat böyle değildir.

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor;

“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Şayet tebliğ etmezsen Allah’ın elçiliğini yerine getirmiş olmazsın.” (5/Maide, 67)

İmam Buhari Aişe’nin radıyallahu anha şöyle dediğini rivayet ediyor; “Rasûlullah’ın vahiyden bir şey gizlediğini söyleyene asla inanma. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor…” deyip yukarıda zikrettiğimiz ayeti kerimeyi okuyor. Biz Müslümanlar olarak Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem risaleti tam bir şekilde yerine getirip, dini en ince ayrıntısına kadar bizlere tebliğ ettiğine iman etmek zorundayız. Lakin kendini İslam’a nispet eden tasavvufi topluluklarda bu esasa muhalif şeylere rastlamak mümkündür. Bir takım şeyleri Rasûlullah’ın herkese söylemeyip sadece seçkin sahabelerine söylediği tarzda olaylara ve iddialara bu cenahta sıklıkla rastlayabiliriz. Mesela tarikat fikri, Rasûlullah’ın mağarada sadece Ebu Bekir’e radıyallahu anh söylediği; Ebu Bekir’in de radıyallahu anh sadece faziletli gördüğü kimselere söylediği bir fikir olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gibi iddialar hep bu kesim tarafından dillendirilmektedir. Ancak yukarıda da dediğimiz gibi bu anlayışa sahip olan insanların, Rasûlullah’ın tebliğ görevine ihanet ettiğini söyleyen insanlardan farkları yoktur. Rasûlullah’ın dinden olan birşeyi birisine tebliğ edip, başka birisine tebliğ etmemesi gibi bir şey mümkün değildir. Bu Rasûlullah’a atılmış çirkin bir iftiradan başka bir şey değildir.

İslam’ın tam ve eksiksiz olması, neshedilmiş başka dinlere veya beşeri sistemlerin kanun ve kurallarına ihtiyacının bulunmadığı anlamına gelir. Rasûlullah ve sahabesi, onlardan sonra gelen en hayırlı üç nesil, onlardan sonra da diğer Müslümanlar on dört asır boyunca dünyanın dörtte birini bu şeriat ile yönettiler ve girdikleri her yerde oranın halkı Müslümanlardan memnun vaziyetteydiler. Neden? Çünkü Müslümanların elindeki şeriat beşer aklına dayanan bir şeriat değildi. Aksine tamamen Allah’tan gelen bir şeriattı. Allah subhanehu ve teâlâ kulları yaratan olduğu gibi, onların hayatı için en uygun kanunları da belirleyecek olan yine O’dur. Çünkü yaratan yarattığı varlıkların neye ihtiyaç duyduğunu, hangi kuralların onun fıtratına uygun olduğunu en iyi bilendir. Yaratılmış olan varlıkların diğer yaratılmışların hayatı hakkında söz sahibi olması ise fesattan başka bir şey getirmeyecektir. Bunun en güzel örneğine günümüzde şahit olmaktayız. Beş yüz elli yaratılmış olan insan topluluğu, yetmiş küsür milyon insanın hayatı hakkında söz sahibi olmaya çalışmaktadır. Ama daha birbirlerine bile söz geçiremeyen bu beş yüz elli yaratığın, bu kadar insanın hayatına ve fıtratına en uygun hükümleri çıkarmaları gibi bir şey mümkün değildir. Ama yarattığının fıtratını en ince ayrıntısına kadar bilen Allah subhanehu ve teâlâ şüphesiz ki onun için en uygun hükmü indirmiş olduğu kitabında ortaya koymuştur. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ bu gerçeği şu şekilde ifade etmiştir;

“Yoksa onlar cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre hükmü Allah’tan daha güzel olan kim vardır?” (5/Maide, 50)

O Allah ki yeri, göğü ve ikisi arasındakileri kimsenin eleştiremeyeceği güzellikte yaratmıştır. Allah’ın kanunlarını hiçe sayıp kendi yanlarından kanunlar çıkaran insanların bir kere olsun güneşin konumunun düzeltilmesi, yıldızların durumunun iyileştirilmesi hakkında konuştuğunu göremezsiniz. ‘Bu gökyüzü tepemizde çok tehlikeli duruyor, üstümüze düşebilir. Bir kolon atmak lazım’, ‘Yıldızlara bir halat mı atsak ne yapsak acaba?’ diyerek endişe ettiklerine rastlayamazsınız. Çünkü düzen veren öyle güzel düzen vermiş ki, kimse dönüp bakmıyor bile. İşte Allah subhanehu ve teâlâ bu cansız cisimlere böyle eşsiz bir düzen vermiştir. Cansız varlıklara eşsiz düzen veren Allah subhanehu ve teâlâ elbette ki insanların yaşantıları içinde en uygun olan hükümleri verecek olandır. İnsanı eşsiz bir şekilde yaratan Allah subhanehu ve teâlâ onun hayatı içinde eşsiz kanunlar belirlemiştir. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor;

“Yaratmak ta emretmekt e yalnız O’na aittir. Alemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı ne yücedir!” (7/A’raf, 54)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver