Aile: Marufu Emretmenin Başlangıç Noktası

Cahiliye toplumunun içinden süzülerek Müslim bir ailenin temelini atmaya muvaffak olan eşler arasında hem Allah’a kulluğu en güzel bir şekilde yerine getirmek hem de aralarındaki ülfet ve muhabbetin artmasına vesile olacak şekilde erkeğin eşine ve ailenin diğer fertlerine hakkı ve marufu emretmesi gerekir. Bunun daha faydalı ve verimli olmasının bir yolu da aile fertlerinin katılımıyla evde düzenli bir ders programının yapılmasıdır. Böylelikle ailede her zamankinden çok daha sıcak ve samimi bir ortam oluşacaktır. Birlikte vakit geçiriyor olmaktan dolayı kalpler daha da yumuşayacak ve eşler arasındaki muhabbet daha da artacaktır.

Bunu da kadının erkek üzerindeki haklarından saymak mümkündür. Bunun terk edilmesi hâlinde kadın bu hakkını kocasından talep etmelidir. İş yoğunluğu ve yorgunluk gibi mazeretler bu hakkın ifasına mâni olabilecek geçerlilikten yoksundur. Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Ailene namazı emret, sen de onda sabırlı/kararlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Biz seni rızıklandırıyoruz. Akıbet takvanındır. (Takvalı olanlarındır.)”[1]

Ayetteki emrin muhatabı Resûlullah (sav) olsa da ayetin hükmü geneldir. Dolayısıyla en hayırlı eş ve aile babası olan Resûlullah (sav) burada da bizim için üstün bir örnektir. Ayette dikkat çekilen bir husus da şudur: Erkeğin, ailesine namazı ve takvayı emretmesi, güzel ahlak ve İslam terbiyesi üzere yetiştirmesi için çaba harcamaktan geri durmasının mazereti olarak ileri sürülecek rızık temini için duyulabilecek endişe hâli henüz dillendirilmeden ânında mahkûm edilmektedir.

Darlıkta da varlıkta da Yüce Alalh’a en iyi bir şekilde kullukta bulunmanın gayreti içerisinde olmak, Allah’a takdim edilen bir şükür ifadesidir. Şükredene arttırmak ise Yüce Alalh’ın vaadidir. O hâlde erkeğin ihmaline karşılık Müslime kadın onun bu sorumluluğunu hatırlatmalı ve müşterek ders programlarının düzenli olarak sürdürülmesi sağlanmalıdır. Erkek bu sorumluluğunu yerine getirmekten ısrarla kaçınıyorsa üzerindeki hakkı ifa edene kadar kadın şer’i olarak hüküm vermeye ehil ve yetkili merci nezdinde gerekli girişimlerde bulunabilir.

Kadının, kocası üzerindeki hakları ile ileriki sayfalarda takdim edeceğimiz “erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları” konusu bir bütün olarak ele alındığında ortaya erkeğin kadından bir derece daha ileride olduğu neticesi çıkmaktadır. Bu hakikat Kur’ân-ı Kerim’de de sabittir.

Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde örfe uygun/meşru hakları vardır. (Ancak) erkeklerin kadınlar üzerine bir derece (üstünlüğü/öncelik hakkı) vardır. Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.”[2]

“Allah’ın bir kısmını (erkekleri) diğer bir kısmına (kadınlara) üstün kılması ve mallarından harcamaları nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde idare edicidir.”[3]

Evinin Sultanı İtaatkâr Hanımlar, Cennetvari Yuvalar

Ailenin maddi gelişimindeki rolleri ile maddi ve manevi özelliklerinden dolayı erkeklerin aile reisi olmaları en hakkaniyetli olanıdır. Kamu düzeninin sağlanması için gerekli olan toplumsal nizamın tesisi ve sürdürülmesi nasıl zaruri ise aile içerisindeki ahengin devamlılığının sağlanması da hayati önem arz etmektedir. Ailede düzenin sağlanması ve sürdürülebilmesi için şer’i şerifin öngördüğü çerçevede ve güç yetirildiği şeylerde kadının, kocasına itaat etmesi gerekir. Ayetin sonraki cümlesi de konuya netlik kazandırır.

“Saliha kadınlar, gönülden Allah’a itaat eden ve gaybda (kimsenin olmadığı yerlerde) Allah’ın koruduğu (iffet, mal gibi şeyleri) koruyan kimselerdir.”[4]

Erkeğin kadın üzerinde bir derece üstün olma hususunun Müslim olmayan ya da Müslim olduğu hâlde kendisinde hayır bulunmayan kimselerce eşleri aleyhinde kullanılabildiği malumdur. Bu hakikatin hakkını ancak takva ve adalet sahibi Müslimler verebilir. Sahip olunan bu bir derecelik üstünlük konumu Müslim erkeğin hanımıyla ilişkilerinde adalet ve takva esasları üzerinde çok daha büyük bir hassasiyete vesile olmalıdır. Hanımına haksızlıkta bulunması bir yana, kendisinden bir derece üstün kılındığı “Allah’ın emaneti” olan hanımı hakkında adil ve muttakilere özgü yüksek sorumluluk şuuruyla davranmalıdır.

Üstünlük konumu hususu, efendiyle köle ilişkisi gibi anlaşılıp anlatılmamalıdır. Ümmetin en küçük topluluğu olan ailedeki düzenin sağlıklı bir şekilde devam ettirilebilmesi için bu Rabbani konumlandırmanın doğru bir şekilde anlaşılması gerekir. Bu derecede üstün tutulmak hiçbir Müslim erkeğe, eşine karşı haksızlık yapabilmesini yahut haksız da olsa her konuda baskın ve üstün olmasını gerektirmez. Her hâlükârda erkeğin adaleti, kadının da itaati terk etmemesi gerekir. Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“(Fakat) onların haklarını çiğneyip zarar vermek (kastıyla) onları tutmayın.”[5]

Erkek, eşine karşı görev ve sorumlulukları en güzel bir şekilde yerine getirdiği hâlde kadın itaatsizlikte bulunuyor ve serkeşlik ediyorsa, yani bir başka deyişle nüşûzda bulunuyorsa kendisine nasihat etmek gerekir. Nasihat fayda vermeyecekse İslam’ın erkeğe tanıdığı haklar çerçevesinde diğer müeyyidelere başvurma hakkına sahiptir.

“Serkeşliğinden korktuğunuz kadınlara nasihat edin, yataklarını terk edin, onları dövün. (Bunlardan herhangi birini yaptığınızda) size itaat eder (serkeşliği bırakırlarsa) onların aleyhine (onlara zarar verecek başka bir) yol aramayın. Şüphesiz ki Allah, (zatı ve sıfatları en yüce olan) Aliy, (en büyük olan) Kebîr’dir.”[6]

Buradaki nüşûzdan/serkeşlikten kasıt kadının kocasına itaat etmemesi, evden izinsiz bir şekilde çıkması, kocasının meşru isteklerini yerine getirmekten kaçınmasıdır. Bu durumda tedrici olarak o ânda öğüt vermeli ve tenbihatta bulunulmalıdır.

Nasihat, Aklın Aşısıdır

Erkeğin; naşize, yani serkeşlik yapan hanımına, “Senin üzerine gerekli olan, bana itaat etmendir. Şer’i şerif çerçevesinde ve güç yetirebildiğin her meselede bana itaat etmen şer’î bir zorunluluktur. Bana isyan etmekle kesbedeceğin günahı düşün. Allah’tan kork ve emrolunduğun şeye (itaate) geri dön…” ve buna benzer nasihatlerde bulunması gerekir.

Nasihat faydalı bir netice vermiyorsa yataklarında yalnız bırakılmakla cezalandırılırlar. Mürüvvet sahibi bir kadın için kocası tarafından müeyyide olarak yatağında yalnız bırakılması büyük bir mahrumiyettir. Kadın eğer bu müeyyideden sonra da durumunu düzeltmez ve serkeşliğe devam ederse ayette belirtilen sonraki aşamaya geçilir. O da kadını hafifçe dövmektir. Erkek, bunu yaparken dahi kadının fiziksel olarak narin yapısı ile duygusal olarak nazik yapısında derin tahribatlara sebep olacak bir şekilde davranmaktan menedilmiştir.

Örneğin en yakınları dahi olsa başkalarının yanında böyle bir şey yapılmamalıdır. Yüze ve kalıcı iz bırakabilecek tehlikeli yerlere vurmaktan sakınmalıdır. Haddini bilen ve izzet-i nefis sahibi mümine bir hanımefendi kendisini bu derekeye düşürmez. Ancak bu raddeye ulaşan vakalarda amaçlanan çözümün elde edilmesi umulur. Bilinmelidir ki son raddede kadını hafif bir şekilde dövme iznindeki asıl maksat onu serkeşlikten vazgeçirmeye yönelik terbiye etmektir. Yoksa kadına zarar verici veya onu aşağılayıcı şekilde darp etmek kesinlikle caiz değildir. Bu müeyyidenin uygulanmasındaki ölçüyü de Resûlullah’ın (sav) sünnetinde görebiliyoruz.

Abdullah ibni Zem’a’dan (ra) nakledildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Biriniz (sakın) hanımını köle döver gibi dövmesin. Sonra günün sonunda onunla (aynı yatakta ne yüzle) beraber olur!”[7]

Eşler arasında aslolan güzel geçinmektir. Erkekte olduğu gibi beşer olması hasebiyle kadında da kusurlar olabilir. Yeryüzünde dolaşan kusursuz insan yoktur. Erkek, hanımının haklarına riayet ederken ne kadar adil ve hassas olursa olsun, en küçük bir olumsuzlukta ummadığı tepki ve eleştirilerle karşılaşabilir. Bu kadınların fıtratında olan bir özelliktir.

Ömer’in (ra) hilafeti zamanında bir adam, davranışlarını beğenmediği karısını şikâyet etmek üzere Halifenin evine gelir. Kapının önüne oturur ve Ömer’in çıkmasını bekler. Derken içeriden bir gürültü kopar. Ömer’in hanımı koca halifeye bağırıp çağırmakta, fakat Ömer (ra) ağzını açıp da karısına tek kelime söylememektedir. Bu hâli gören kapıdaki adam boynunu bükerek, “Bütün şiddetine ve sertliğine rağmen, üstelik müminlerin emîri iken Ömer’in hâli böyle olursa benim derdime nasıl çare bulabilir?” diye düşünür ve kalkıp gidecekken Ömer (ra) dışarı çıkar. Adamın arkasından, “Hayrola, derdin neydi?” diye seslenir.

Adam da der ki: “Ey Müminlerin Emîri! Karımın kötü huylarını ve bana olan saygısızlığını şikâyet etmek üzere gelmiştim. Senin karının da sana karşı olmadık sözler söylediğini duyunca vazgeçip geri döndüm ve kendi kendime, ‘Müminlerin Emîri karısıyla böyle olunca benim derdime nasıl deva bulacak?’ dedim.”

O zaman Ömer (ra) adama şunları söyler: “Kardeşim, karımın benim üzerimdeki hakları sebebiyle ona sabrediyorum. Zira o benim hem aşçım hem fırıncım hem çamaşırcım hem de çocuklarımın süt annesidir. Hâlbuki o bütün bunları yapmak zorunda değildir. Üstelik gönlümün harama meyletmesine engel olan da odur. Bu sebeple onun yaptıklarına katlanıyorum.”

Bu sözleri duyan adam, “Ey Müminlerin Emîri! Benim karım da aynen öyle.” dedi.

Bunun üzerine Ömer (ra) adamı, “Haydi kardeşim, karına katlanmaya bak! Hayat dediğin göz açıp kapayana kadar geçiyor!” diye teselli etti.[8]

Devam edecek, inşallah…


[1]. 20/Tâhâ, 132

[2]. bk. 2/Bakara, 228

[3]. bk. 4/Nisâ, 34

[4]. bk. 4/Nisâ, 34

[5]. bk. 2/Bakara, 231

[6]. bk. 4/Nisâ, 34

[7]. Buhari, 5204

[8]. bk. Zehebî, el-Kebâir, s. 179

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver