Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Bizleri bir Ramazan ayına daha yaklaştıran Rabbimize hamdolsun. Rabbim niyet ettiklerimizi bereketlendirsin. Hem bize, dinimize, dünyamıza, ahiretimize hem de tüm ümmete faydalı kılsın. Bizleri arınmış ve ateşten uzaklaştırılmış kullarından eylesin, Allahumme âmin.
Bu Ramazan öncesinde sizlerle, acıkmış olan insan bedeni üzerine sohbet etmek istedim. Vücudumuz bizimle nasıl konuşuyor, bize hangi sinyalleri gönderiyor ve bizden neler bekliyor gibi sorulara yanıt arayacağız.
Yediklerimiz ne kadar çeşitli olursa olsun, ne kadar farklı isimlendirilirse isimlendirilsin tüm besinler üç temel bileşenden oluşmaktadır: karbonhidrat, yağ ve protein. Çoğu besinde bunların yanında vitamin ve mineraller de bulunur, lakin yapı taşı üç tanedir. El-Hâllak -çokça yaratan Rabbimiz- bu üç ögeden sayamayacağımız kadar çok çeşitte besin yaratmış ve kullarının istifadesine sunmuş, Subhanallah!
Yediğimiz besinler vücutta birçok hücresel faaliyet sonucu enerji ve ısıya dönüştürülür. Organizmanın yaşam fonksiyonlarının devamı için, enerji olmazsa olmazdır. Yenilen karbonhidrat, yağ ve proteinlerin sağladığı enerji, vücudun çeşitli işlevleri için kullanılır ve daha sonra da kullanılmak üzere depolanır. Vücut, denge hâli ister. Beden içeriğinin uzun süre sabit kalabilmesi için kişinin enerji alımı ile tüketimi arasında denge olması gerekir. Kişi aşırı beslenir ve enerji alımı, tükettiği miktardan fazla olursa enerjinin fazlası yağ olarak depolanır ve vücut ağırlığı artar. Artan ve depolanan yağ miktarı birçok hastalığı tetikleyecektir. Buna karşılık enerji alımı vücudun metabolik ihtiyacını karşılayacak düzeyden az ise vücut kilo kaybeder ve açlık gelişir. Vücut, denge hâli ister; fazla depolardan da sürekli açlıktan da fayda görmez.[1] Rabbimiz (cc), vücutta enerji dengesindeki değişiklikleri algılayan, uygun enerji sağlayan ve sürdürülmesine vesile olan çeşitli kontrol sistemleri yaratmış, yarattığı kontrol sistemlerini de beyindeki “hipotalamus” bölgesinin idaresine vermiştir.
Hipotalamus, vücuttaki tüm hormonal sistemleri kontrol eder; açlığı, tokluğu, ısıyı, uykuyu uyanıklığı, susamayı, kan basıncını, üreme dürtülerini düzenler. Davranışlar üzerinde de etkileri mevcuttur.
Hipotalamusun bazı çekirdekleri[2] açlık merkezi olarak görev yapar. Bu bölgenin aktif olması, canlıda oburca yeme davranışını tetikler; harabiyetinde ise besinlere karşı isteksizlik meydana gelir, canlıda iştah ve lezzet duyguları ortadan kalkar.
Hipotalamusun bir kısım çekirdekleri[3] tokluk merkezi olarak görev yapmaktadır, kişi beslendiğinde tokluk hissini oluşturan bölüm, beyin bölgesidir. Beslenme sonrası tokluk hissi oluştuğunda kişide besin alımı davranışının sınırlandırılmasını sağlayan sinyalleri bedene gönderir. Çoğu zaman yediklerimizi öyle iştahla, lezzet ala ala yeriz ki beynin vücuda gönderdiği bu sinyalleri fark edemeyiz. Hatta ağzımızdan, “Doydum ama tadı çok güzel, yemek istiyorum.” cümleleri dökülebilir. Bu sinyalleri aldığımız hâlde önem vermeyip yeme davranışına devam ettiğimizde besinle ilgilenen tüm sistemlerimizi zorlamaya başlarız ve hastalık derecesinde bulgular ortaya çıkmasına sebep olabiliriz. Mide fesatları, tansiyon veya şeker krizleri ve daha birçok rahatsız edici durumla burun buruna gelebiliriz. Vücudun daha fazla dayanamayıp içindekileri dışarı attığı -kustuğu- durumlara da şahit olabiliriz. Tokluk merkezinin harabiyetinde kişi, doymak bilmeden yeme davranışına devam eder. Yediği besinler, beyinde tokluk hissi oluşturmadığı için vücuda yeterli besin alınmış olsa da kendisini hep aç hisseder ve sürekli yeme davranışı sergiler. Burada bir parantez açmakta fayda var; yemeklere düşkünlüğümüz, iştahımız ve oburluğumuz ile beynimizdeki tokluk bölgesinin harabiyeti, birbirinden doğu ile batı gibi farklı durumlardır. Bu bilgi bizi iştahımıza bahane bulmaya yöneltmemelidir. Tokluk merkezi fazla çalıştığında veya dışarıdan uyarıldığında kişi aç olsa ve önünde iştah açıcı yemekler olsa bile yemek yemeyi reddeder. Aslında beden açtır, ama beyinde tok olma duygusu hâkim olduğu için kişi, besin aramaz, beslenme davranışı görülmez.
Hipotalamusun bazı çekirdekleri[4] sindirim sistemine ve yağ dokusuna hormonlar üzerinden çok sayıda sinyal gönderen kontrol merkezi olarak görev yapar. Beyin, vücuda gönderdiği hormon elçileri sayesinde vücudun besin alımını ve enerji harcanmasını denetler, düzenler, vücudu sürekli kontrol altında tutar. Beynimiz; açlık merkezi, tokluk merkezi ve vücudun yeme içme ve enerji davranışını kontrol eden bölgeleriyle bir bütün olarak çalışmaktadır.
Rabbimiz (cc) en güzel şekilde yaratmakla kalmamış, yarattığını kaosa fırsat vermeyen tek hüküm etrafında düzenlemiş ve bu hükme uyuyor mu diye kontrol mekanizmaları da yerleştirmiştir. Vücut, fıtrat üzere çalıştığında ifrat[5] ve tefritten[6] koruyucu mekanizmalara sahip hâlde yaşamak üzerine yaratılmıştır. Dengeler fazlalık yönünde artış gösterdiğinde hemen kontrol mekanizmaları aktif olur ve azaltıcı sistemleri devreye sokar; dengeler azalma yönünde aşırıya gittiklerinde kontrol mekanizmaları, arttırıcı sistemleri devreye sokar ve her hâlükârda denge çizgisi yakalanabilir. Tabii fıtratını bozabilen insan, bu mekanizmaları da ifsad edip dengeleri altüst edebilir, bu noktada da hastalıklar kendisini gösterir.
“Anlattıklarımızın Ramazan ayı ve oruçla ilişkisi nedir?” diye soracak olursak, şu şekilde ifade edebiliriz: Kişi imsakla birlikte besin alımını keser, tâ ki akşam ezanı okunana kadar. Açlık başladığında önceden hazırlanmış enerji depoları kontrollü bir şekilde kullanılmaya başlanır. Vücuda besin alımı sonucu gerçekleşen enerji üretimi olmaz, aynı zamanda enerji depoları da kullanılmak suretiyle azalır. İnsanın günlük işlerini yapabilmesi için aktif/hareketli olması gerekir, bu da enerji gerektiren durumdur; enerji tüketimi devam ediyordur. Enerjinin üretim tüketim dengesi, tüketim yönünde ağır bastığında (açlık hâli) vücut beyne enerji ihtiyacı olduğu sinyallerini gönderir. Beyin de kişiye acıkma hissi olarak sinyal verir. Enerji depolarındaki eksiklik kişiyi besin arama davranışına iter. Genellikle öğleden sonraya doğru kendisini iyice belli eden susama ve acıkma hisleri beynimizin bizimle iletişim kurma şeklidir. Tabii Ramazan ayında olduğumuz için beslenme davranışı sergilemeyiz. Yemek yemedikçe de beynin ve bedenin koordineli çalışmasıyla “acıktığındaki sen”i tanımaya başlarsın:
Kişi yemek yedikten sonra ortalama dört saat içinde acıkmaya başlar. Yediği yemek, sindirim sisteminde sindirilmiş, bağırsaklardan emilmiş, kan yoluyla enerji depolarına taşınmıştır. Bununla birlikte kişide açlık geliştiğinde kan şekeri düşmeye başlar. Karaciğer, dengeleri korumak adına mevcut şeker depolarından kana takviye yapar. Mide ve bağırsaklar ritmik açlık kasılmaları başlatır, dışarıya gurultular olarak yansır. Beyin, kan şekerinin düşüklüğünü algıladığında açlık sinyalleri vermeye başlar. Daha birçok mekanizmanın da etkisiyle açlık hissimiz oluşur. Açlık hissi bizi besin arama davranışına iter. Bu esnada çoğunlukla mutfakta buluruz kendimizi; masadan, buzdolabından bir şeyler aranırız. Belirli tipte bir besine karşı isteği belirten iştahımız devreye girer. Canımız spesifik bazı besinleri ister olmuş, ağzımız sulanmış, iştahımız açılmıştır. Açlık aynı zamanda vücut için bir stres hâli olduğundan stres hormonları[7] artışa geçer ve biraz da huysuzlaşırız. Önce hafif hafif başlar; solgunluk, bitkinlik, hafif çarpıntı, terleme, üşüme gibi bulgular gözlenir. Açlık uzadıkça semptomlar şiddetlenir; sinirlilik, baş ağrısı, ciddi çarpıntılar, tahammülsüzlük, agresiflik, baş dönmeleri, uyuşmalar vb. rahatsızlıklar görülebilir. Halim selim insanlar en ufak şeylerde sinirlenmeye, kırıcı olmaya başlayabilir; zaten asabi olan insanlar hiç çekilmez hâle gelebilir.
Beyinde açlık ve tokluğu kontrol eden hipotalamus, duygu ve davranışla ilgili kontrol merkezlerini de içerir. Beyin bir bütün olarak kendi içinde haberleşen ve koordineli çalışan bir mekanizmaya sahiptir. Beynin bir bölgesinde oluşan durum, diğer bölgelerini de etkileyebilmektedir. Bazı hastalıkların bilişsel[8] tarafları da vardır. Açlık hâli de bu durumlardan bir tanesidir. O yüzden açlık ânında kişide duygusal çözünmeler görülebilir, anlama/kavrama/değerlendirme fonksiyonları zayıflayabilir; bedenin açlığa verdiği hormonal cevaplar sonucunda kişide olmadık davranışlar açığa çıkabilir. Bunların hepsi açlık sebebiyle insanda görülebilen bedensel tepkilerdir, derecesi ve miktarı değişmekle beraber herkesi kapsar.
Ama
İnsanda yukarıda bahsedildiği gibi bir sürü mekanizma olsa da Rabbimizin verdiği bilinç hâli, yani akıl da mevcuttur. İnsan, iradesi sayesinde tüm bu bedenî tepkileri kontrol edebilir, beynini ve bedenini terbiye edebilir. Bu sebeple açlık, ilk insandan beri hem terbiye vesilesi hem de işkence yöntemi olmuştur. Aklını doğru şekilde devreye sokamayan, açlık dürtülerini kontrol edemeyen ve açlığın getirdiği ruh hâlini dengeleyemeyen insanlar, açlık işkencesi sonucu her istenileni yerine getiren kölelere dönüşebilir. Doğru inancın inşa ettiği akıl ve irade ise kişinin açlık dürtülerini kontrol etmesine ve zor şartlarda dahi sebat etmesine vesile olacaktır. Tarih bunların örnekleriyle doludur.
Bu bilgiler ışığında; bedenini aç bırakan ama maneviyatını doyuran, imanını sağlamlaştırmaya çalışan, Rabbiyle arasındaki bağı güçlendirmeyi dert edinen insanın açlık hâli olan Ramazan orucu ile zamanında ruhunu doyurmamış, Ramazan’dan Ramazan’a Rabbini hatırlayan, günlük hayatında heva ve heveslerin peşinde koşan, yaşamında herkesin dediğine kulak kabartan ama Rabbinin (cc) ne dediğine hiç yönelmemiş, kalbi imani anlamda bomboş olan bir insanın açlık, yani işkence hâli arasında gündüz ile gece kadar fark olması kaçınılmazdır.
Yukarıda bahsettiğimiz beyin, hipotalamus, çekirdekler, hormonlar… herkeste vardır ve herkeste de aynı şekildedir. Her insanınki aynı şekilde işler, her birimizinki aynı sinyalleri verir. Rabbimiz (cc) her insanı fıtrat üzere yaratmıştır.[9] Muvahhidlerin önderi Peygamberimiz de (sav) acıktı, karnına taş bağladığı zamanlar oldu.[10] En salih nesil olan sahabiler de acıktı ve açlıkla, boykotla imtihan edildiler. Onlarda da aynı mekanizmalar aktifti. Çünkü bu mekanizmalar fıtratta, genetiğimizde, yaratılışımızda var olan bilgilerdir. Ama onlarda ne duygusal ne düşünsel ne de imani çözülmeler görüldü. Aksine, yaşadıkları imanlarını arttırdı, öyle ameller ortaya koydular ki Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular ve tüm Müslimlere de örnek oldular:
“Muhacir ve Ensar’dan öncüler, ilkler ve onlara ihsan üzere tabi olanlar (var ya)! Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlar için altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. En büyük kurtuluş budur işte.”[11]
Bugün baktığımızda ise kısa açlık zamanları dahi insanları tahammülsüz hâle getirebiliyor, imtihanlarını “dünyanın sonu” noktasına taşıyabiliyor. Ki Ramazan ayında tutulan gündüz oruçları bedenimizi ciddi kıtlık evresine getirmez. On iki ila on yedi saat arasında değişen açlığa karşı bedensel depolarımız ve koruyucu mekanizmalarımız, tek ve bir olan Rabbimiz tarafından düzenlenmiştir. İlk açlık ânında kullanılmak üzere hazırda bulunan karaciğer şeker depoları bizi yirmi dört ila otuz altı saate kadar idare eder. Şeker depoları tükenince yağ depoları devreye girer ve bir haftaya kadar kişi yaşamını devam ettirebilir, hatta yemek yemese bile su içebildiği takdirde yağ depoları insana aylarca yeter. Yağ depoları tükenmeye başladığında ise protein depoları devreye girer. Ancak protein, vücudun her hücresinin hayati işlevlerinde çok önemli roller aldığı için, vücuttaki proteinin yarısı kullanılırsa ölüm gelişir. Acıkma hâlinden ölüme giden süreç uzun solukludur ve Rabbimiz (cc) bizi buna karşı dayanıklı yaratmıştır. Belli bir noktaya kadar bedensel olarak açlıkla başa çıkabiliriz.
Tabii ki açlık sinyalleri arttıkça ve vücudun ihtiyacı olan besin karşılanmadıkça bulgular ilerler, organ hasarları gelişebilir, koma ve hatta ölüm görülebilir. Rabbim istidrac hâlinden bizleri muhafaza etsin. Günümüzde rızık, yerden ve gökten âdeta sağanak sağanak yağmaktadır. Ama dünyanın bazı yerlerinde açlıktan ölen insanlar ne yazık ki hâlâ var. Bulunduğumuz şartlarda ise açlık riski en çok doğal afetler sonrasında, uzayan kurtarma çalışmaları sonucu kazazedelerde ve yakın coğrafyadaki savaş alanlarında kendini göstermektedir.
Açlık, iştah, tokluk… beyinde hipotalamus denilen bölgeden kontrol edilir, aynı zamanda çevresel ve kültürel faktörlerden de etkilenir. Kişinin yeme davranışı, ne kadar sıklıkta acıktığı, acıktığında neler yediği, hangi besinlerin iştahını açtığı; damak zevki, dil lezzeti ve daha birçok şey kişinin yetiştiği ortamla bizzat alakalıdır. Yeme davranışının düzenlenmesi sadece Ramazan ayına has olmayıp hayatın tamamında bir bütün olarak uygulanmalı, vücuda doğru yeme alışkanlıkları zaman içinde sabırla kazandırılmalıdır.
Özetleyecek olursak açlık ânında yaşadıklarımız; bedensel tepki mekanizmalarımız, açlığa dair algımız (akıl) ve irademiz, çevresel yeme kültürümüz (alışkanlıklarımız) ve yetişme tarzımızla yakından ilişkilidir.
Kişi bedensel tepkilerinin önüne geçemez. Bunlar genetik kodlu olan yaratılışımızla getirdiğimiz bilgilerdir. Lakin insan, akıl ve iradeyle içinde bulunduğu şartlar üzerindeki algısını değiştirebilir, akıl ve iradenin kaynağı kalpteki iman oldukça, yatırım yapacağı yeri de fark edebilir. Süreç içerisinde hem kendimiz hem de neslimiz için yeme alışkanlıklarını düzenleyebilir, sağlıklı ve temiz bir yeme kültürü kazanabiliriz.
Rabbim ömür verirse sonraki yazılarda görüşmek üzere, selametle kalın.
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.
[1]. Sürekli açlıktan kasıt, Ramazan ayında tutulan oruç değildir. Nitekim Ramazan ayında sahur ve iftarla besin alımı söz konusudur. Kasıt, hastalık derecesinde bir şey yememek veya kıtlık sınırına dayanan açlıktır.
[2]. Lateral nucleus
[3]. Ventromedial nucleus
[4]. Arcuate nucleus
[5]. İfrat, herhangi bir konuda çok ileri gitme, ölçüyü aşma, aşırı davranma manasına gelir.
[6]. Tefrit, herhangi bir konuda geri kalma, yeterli ölçüde olmama durumudur.
[7]. Başta glukagon, noradrenalin ve kortizol olmak üzere kont-regülatuar hormonlar.
[8]. Bilişsel (kognitif), zihinsel işlevler (dikkati toplama, kavrama, anlama, değerlendirme vb.) ile ilgili bir kavramdır.
[9]. “…Allah’ın insanları yarattığı fıtrata (uy). Allah’ın yaratmasında değişiklik yoktur…” (30/Rûm, 30)
[10]. Hendek Gazvesi öncesinde hendekler kazılırken…
[11]. 9/Tevbe, 100