Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Allah (cc) her birinize iyilik, afiyet ve esenlik ihsan eylesin. Müstekbir tağutların sömürü ve talanı, insanların da bu din ve emek sömürüsüne teslimiyeti nedeniyle yaşanan ekonomik musibetlerin şerrinden sizleri korusun. Her birinizi helal, temiz ve geniş rızıklarla rızıklandırsın. Şimdi müsaadenizle bu ayki hasbihâlimize başlayalım.
Malumunuzdur ki İslam, her meseleye bir sınır çizdiği gibi kadın erkek ilişkilerine de bir sınır çizmiştir. Bu sınırlardan biri de kadın ve erkeğin sır/gizli denebilecek bir ilişki içinde olmamasıdır.
“(Henüz iddet bekleyen) kadınlara, evlilik talebinizi ima yoluyla belirtmenizde ya da gönlünüzde gizlemenizde bir sakınca yoktur. Allah sizin onları anacağınızı bildi. Meşru ölçülerin dışına çıkıp (gözlerden uzak, güven zedeleyecek şekilde) gizlice sözleşmeyin/flörtleşmeyin. (Örfe uygun bir şekilde evlilik talebinizi iletin). İddet müddetini tamamlayana dek kadınlarla evlenmeye azmetmeyin. Bilin ki Allah içinizde olanı bilmektedir. O’ndan sakının. Bilin ki Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kulların hak ettikleri cezayı erteleyen) Halîm’dir.”[1]
Ayet-i kerime, boşanan veya eşi vefat eden kadınla evlenme hükümlerini düzenliyor. Onlara evlilik talebinin iletilmesinin veya onlarla evliliği arzulamanın normal olduğunu belirttikten sonra gayet net bir sınır çiziyor ve gizlice sözleşmeyi yasaklıyor. Kimsenin bilmediği, gözlerden uzak, kısaca gizlilik/sır içindeki kadın erkek ilişkilerini, yaklaşılmaması gereken sınır olarak belirliyor. İlahi yasaları düstur edinen biz Müslimler, bu yasaları güncellemek zorundayız. Okuduğumuz yasak; geçmişte samanlıklarda buluşmak, gece karanlığında bir araya gelmek veya gizlice mektuplaşmak… şeklindeydi. Ya bugün? Gizlice sözleşmenin günümüzde en belirgin karşılığı sosyal medya arkadaşlığı, yani sanal flörttür.
İslam, evlilik teklifi aşamasından düğüne varana dek kadın erkek ilişkisinin her aşamasında aleniyet istemiştir. Yukarıda okuduğumuz ayet, teklif aşamasında dahi gizliliği yasaklamış, aşağıda okuyacağımız hadisler de düğün aşamasında aleniyeti emretmiştir.
Muhammed ibni Hâtib El-Cumahî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Haram ve helal evlilik arasındaki fark, def çalmak ve nikâhı duyurmaktır.”[2]
Abdullah ibni Zubeyr’den (ra) rivayet edildiğine göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:
“Nikâhı ilan edin/duyurun!”[3]
Âişe Annemizden (r.anha) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kıymış olduğunuz şu nikâhları ilan edin! Bunu mescid gibi kalabalık yerlerde yapın ve nikâh kıyıldığı belli olsun diye def çalın.”[4]
Enes’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü (sav) Abdurrahman ibni Avf’ın üzerinde (damat olduğunu gösteren) izler görünce, ‘Bu nedir?’ diye sordu.
O, ‘Çekirdek ağırlığınca altın mehir vererek bir kadınla evlendim.’ deyince Allah Resûlü (sav), ‘Allah sana mübarek eylesin. Bir koyunla dahi olsa ziyafet ver.’ diye buyurdu.”[5]
Nikâhı ilan etmek, sesli eğlence oluşturmak ve yemek/velime vermek emredilmiştir. Neden? Nikâhın alenileşmesi, tüm toplumun sürece dâhil edilmesi için. Zira kadın erkek ilişkisinde gizlilik/kapalılık bir bataklıktır; şeytan ve nefs-i emmare bu bataklıktan beslenir. İslam bu bataklığı aleniyetle kurutmak istemiştir.
İslam’ın kadın erkek ilişkilerine getirdiği bir diğer sınır, halvettir. Halvet, bir kadın ile erkeğin başkaları tarafından görülmediği ve duyulmadığı bir ortamda baş başa kalmalarıdır.
İbni Abbâs’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü (sav) hutbede şöyle buyurdu: ‘Sakın bir adam yanında mahremi bulunmayan bir kadınla baş başa kalmasın! Kadın yanında mahremi bulunmadıkça yolculuğa çıkmasın!’ ”[6]
Câbir ibni Abdullah’tan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman eden kimse, yanında mahremi olmayan bir kadınla baş başa kalmasın. Şüphesiz bu kişilerin üçüncüleri şeytandır.”[7]
Halvetin yasaklanma nedeni, halvet esnasında şeytanın oynadığı roldür. Allah Resûlü’nden öğrendiğimiz kadarıyla İblis, halvete vesveseleriyle eşlik eder. İki tarafın şehevi duygularını kamçılar; duyguların, dolayısıyla da konuşmaların seyrini etkiler. Peki, şunu soralım: Bir kadın ile bir erkek sosyal medya üzerinden yazıştığında/konuştuğunda halvet olur mu? Soruyu zahirî yaklaşımla ele alırsak, “Hayır, halvet olmaz, zira ortak mekânda bir araya gelmiyorlar.” diye cevap veririz. Ancak Nebevi yasağın hikmetini gözeterek cevap verirsek, “Evet, bu halvettir.” deriz. Neden? Çünkü sosyal medya üzerinden gizli ilişki kuran kadın ve erkek, farklı mekânlarda olsalar da ilişkilerine gizlilik hâkimdir. Şeytan, o gizlilik üzerinden halvet esnasında oynadığı rolü oynar, şehveti kamçılar.
Sınırları Çiğneyince Ne Olur?
Kadın erkek ilişkilerine dair sınırları çiğnemek, şahsiyetimize ve evliliklerimize zarar verir, dedik. Şimdi bu cümleyi açıklayalım. Yüce Allah, insanı onurlu yaratmış ve onun kişilik haklarını koruma altına almıştır:
“Andolsun ki, insanoğlunu onurlu/değerli/izzetli kıldık. Onları karada ve denizde (farklı araçlarla) taşıdık, onları temiz şeylerden rızıklandırdık. Ve onları, yarattığımız birçok varlıktan (belirgin şekilde) üstün kıldık.”[8]
İslam hukukunda insana dair emir ve yasakların tamamı onun din, can, mal, akıl ve namus/kişilik haklarını korumak içindir. Yüce Allah, insanı onurlu yarattığı gibi ona, onurunu koruyacak bir şeriat/yasa da indirmiştir. Ne ki insan zalimdir, hem de çok zalimdir.[9] İnsanın en tehlikeli zulmü de öz nefsine ettiği zulümdür.[10] Allah’ın sınırlarını çiğneyen insan da öz nefsine zulmeder. İşlediği masiyetler nedeniyle fasık ismini hak eder; sözünün ve şahitliğinin hükmü kalmaz. Yüce Allah’ın ona bahşettiği onuru/şahsiyeti kendi elleriyle berhava eder. İnsanın en önemli sermayesi olan “güvenilirlik” sıfatını yitirir. Ne büyük nankörlük değil mi? Hiçbir emek harcamadan elde ettiğimiz, tamamen Yüce Allah’ın ikramı olan bir onurumuz var. İnsan olmamız hasebiyle onurluyuz veya İslam olduğumuz ânda İslami şahsiyete sahip oluyoruz. Yüce Allah, mücerred insanlığımız ve İslam’ımızla bizi tertemiz ve güvenilir kabul ediyor, tüm haklarımızı koruma altına alıyor. İnsana düşen, bu nimete şükretmektir. Her nimetin şükrü de kendi cinsindendir, dolayısıyla insanlık onuru ve İslami şahsiyetin şükrü de onları korumaktır.
Evlilik meselesine gelince; İslam nezdinde aile, toplumun en önemli kurumudur. Öyle ki Yüce Allah, insanı aile olarak yaratmış, aile olarak cennette iskân etmiş, aile olarak imtihan etmiş, aile olarak cennetten yeryüzüne indirmiş ve aile olarak tevbelerini kabul etmiştir.[11] Aile, insanlık onurunu ve İslami şahsiyeti koruyan sığınaklardan biridir. İnsanın ruhsal dengesi için gerekli olan sükûnet, merhamet ve sevginin membası ailedir.[12] Şeytan; ailenin, insanın din ve ruh sağlığı üzerindeki etkisinin farkındadır. Bu nedenle tüm imkânlarını aile kurumunu yıkmaya teksif etmiştir.[13] Şeytanın aileye yönelik tuzaklarından biri de Yüce Allah’ın kadın erkek ilişkilerine dair sınırlarının çiğnenmesi, hususen sosyal medya üzerinden oluşan çarpık kadın erkek ilişkileridir.
Mezkûr tuzağın bir yönü de yuva kurma aşamasındaki gençlere yöneliktir. Bu sınırı çiğneyen genç, evleneceği her insana “potansiyel suçlu” gözüyle bakmaktadır. “İnsan, dünyaya kendi penceresinden bakar.” fehvasınca, her insanın -kendisinin yaptığı gibi- sınırı çiğnediğini düşünmekte, evlilik gibi temelleri güven üzere kurulu bir müesseseye ilk adımı güvensizlik üzere atmaktadır. Ve ne yazık ki arayan belasını bulmakta, şeytanın da özverili dayanışmasıyla şüphelerini besleyecek kanıta ulaşmaktadır. Böylece ya evlilik girişimi akamete uğramakta ya da bir ömür sürecek güven krizlerinin temeli atılmaktadır. Sükûnet, merhamet ve sevgi için meşru kılınan evlilik; bir ömür sürecek stres, azap ve nefret kamburuna dönüşmektedir.
Mezkûr tuzağın bir diğer yönü, kurulu aile düzenine yöneliktir. İstatistik verilerine göre evlilik oranları sürekli düşmekte, boşanma oranları ise hızla artmaktadır. Boşanma nedenleri arasında yüzdelik payı en yüksek iki madde sorumsuzluk/ilgisizlik ve aldatmadır. Her iki nedeni besleyen en önemli kaynak da sosyal medya aracılığıyla inşa edilen sosyal ilişkiler, sanal arkadaşlıklardır. Şöyle ki insan, rahata düşkün ve tembel bir varlıktır. Sorumluluk isteyen gerçek ilişkilerdense sorumsuz ve zahmetsiz ilişkileri tercih etmektedir. Sanal ilişkiler asli sorumlulukları ihmal ettirmekte, ekran başında israf edilen ilgi, alaka ve şefkat nedeniyle yuvanın payına yorgunluk, şikâyet ve öfke düşmektedir. Sanal flört de en nihayetinde bir aldatmadır. Ekran başında geçirilen keyifli saatler(!) aile içinde güven krizine neden olmakta, üç beş günlük sanal keyif(!) için bir ömür sürecek keyifsizliğe zemin hazırlanmaktadır.
Neden Bu Hataya Düşüyoruz?
İnsanoğlu Maymun İştahlıdır
Her şeyden önce kendimizi tanımalı, içimizde taşıdığımız çamurun/fücurun/bataklığın farkında olmalıyız. Biz, insan türü, maymun iştahlıyız. Elimizdekiyle yetinmeyi, onunla mutlu olmayı bilmez, hep daha fazlasını isteriz… “Daha fazla”ya olan arzumuz, her seferinde bizi utandırır, çoğu zaman eldekinden eder; ne ki yine de akıllanmaz, ders almayız. Neden? Zira Allah (cc) bizi katman katman yaratmıştır. En altta dürtülerimiz vardır. O hep daha fazlasını, farklı tatları isteyen arzularımız bu katmandadır. Bu yönüyle bir aslandan veya eşekten hiçbir farkımız yoktur. Hatta hayvanlar bu yönleriyle insandan daha makbuldür. Hiçbir eşek/aslan karnı doyduktan sonra diğer eşeğin/aslanın payına göz dikmezken insan göz dikmekle kalmaz, elini de uzatır. Bu katmanın üstünde akıl vardır. İşte insanı hayvandan ayıran yer tam da burasıdır. İnsan aklıyla düşünmeli, iyi ile kötüyü ayırt etmeli, eylemlerinin sonucunu hesaplamalıdır. Hesaplamalıdır ki, hayvandan farkı olsun. Akıl katmanının üstünde ise hidayet, yani İlahi rehberlik vardır. İnsanın, ölçülerini âlemlerin Rabbinden alması, şer’i şerife göre yaşamasıdır. Hidayete göre yaşamak insanı insanlıktan bir üst mertebeye; insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet olmaya,[14] yeryüzünde Allah’ın şahidi olmaya[15] ve seçilmişlik düzeyine[16] çıkarır.
Bir şeyi arzulayan insan, o arzusuyla hayvandan farksız olduğunu hatırlamalı, aklını devreye sokarak arzusunun sonuçlarını hesaplamalıdır. Aklın işleyişinde en basit ilke empati, Allah Resûlü’nün (sav) daha güzel isimlendirmesiyle “kendisi için istediğini karşısındaki için de isteme” ölçüsüdür.[17]
Kiminle iletişime geçmek istiyorsak onun yerine eşimizi, annemizi, yavrumuzu koyup bir başkasının benzer arzu ve niyetlerle onlarla iletişim kurduğunu düşünmeliyiz. Bu ölçüyü kullanmak için zeki olmaya gerek yoktur. En basit, iptidai insan dahi kendisine neyin yapılmasını neyin yapılmamasını istediğini bilir. Bundan daha güzeli, İlahi rehberliğe başvurmalı, arzumuzun şer’i hükmünü, dünya ve ahiretteki karşılığını tespit etmeliyiz. Tüm bunları yapmalıyız ki gördüğü her karşı cinse hallenen maymundan farkımız olsun. Yapmalıyız ki, her arzunun aşk, sevda veya bağımlılık olmadığını bilelim. Evet, insan bu, her şeyi ister. Zira insan maymun iştahlıdır. Zaten din (ve dine öykünen ideoloji, felsefe ve yasalar) insanı kendi maymunluğundan korumak için yok mudur? Akıl ve İlahi rehberlikle maymunluğumuzdan korunmazsak (maymundan insana evrim yoktur ama) madden veya manen insandan maymuna evrileceğimiz kesindir.[18]
Şehvet Aklı Örter!
Aklı kullanmak, yani insan olma çabası öyle kolay değildir. Bu nedenle insanların çoğu hayvandan daha aşağı bir seviyede yaşar.[19] Çünkü aklı kullanmak çaba gerektirir. Karşı cinse duyulan ilgi (şehvet) ise insanın özünde vardır ve hiçbir çabaya gerek duymadan açığa çıkar. Tembelliğe teşne olan insan da çoğunlukla tercihini şehvetten yana kullanır, düşünüp taşınmaktansa şehvetin peşinden sürüklenmeyi yeğler. Örneğin insan asla düşünmez; Shakespeare gibi konuşan bu ince ruhlu kadın/erkek, sosyal medya gibi ruhsuz bir mecrada ne arıyor? Bu takva edebiyatı yapan adam/kadın, içinde bulunduğu gayrimeşru ilişkiyi hangi takva duygusuyla devam ettiriyor? Beylik laflar eden dava adamı/kadını, nasıl davasından vakit buluyor da saatlerce sosyal medyada laklak ediyor? Hepsinden öte benimle gayrimeşru ilişki içinde olan adam/kadın, bir başkasıyla neden aynı şeyi yapıyor olmasın? Şehvet şarap gibidir, aklı örter. İnsan ne tümden gelebilir ne tüme varabilir ne de kıyas yapabilir. Akıl felç olmuş gibidir, çalışmaz…
Oluşturulmuş Kimlikler
Yazı içinde çokça tekrar ettik, edeceğiz; insan tembeldir, emek isteyen zahmetli işlerden kaçar. Örneğin her insan daha iyi, daha faziletli ve takdir edilen bir insan olmayı ister. İsteğini gerçekleştirmenin iki yolu vardır; ya bin bir zahmetle bazı davranışlarını değiştirecek ve yeni alışkanlıklar kazanacaktır ya da “mış gibi” yapacak, olmadığı biri gibi görünecektir. Birinci yol zahmetli ve yorucu, ikinci yol ise zahmetsiz ve konforludur. Allah’ın (cc) rahmet ettiği azınlığı istisna tutarsak insanların çoğu ikinci yolu tutmaktadır. İkinci yolu tercih edenlerin en fazla rağbet ettiği yer, sosyal medya platformlarıdır. Zira bu platformlar, kullanıcısına “oluşturulmuş kimlik” imkânı tanımakta, özcesi en zahmetsizinden ne olmak istiyorsanız o olmanızı sağlamaktadır. Sanal flörte müptela olan insan; karşısındakini tüm kusurlardan azade, dürüst, sorumluluk sahibi, nitelikli bir insan zannetmektedir. Oysa gerçek çok farklıdır. Yüce Allah, sanal flörtçüyü amelinin cinsinden cezalandırmakta, oluşturduğu sanal kimlikle insanları aldattığı gibi kendisi de başka bir oluşturulmuş kimlik tarafından aldatılmaktadır.
Sosyal medya idealize edilmiş tipler pazarıdır. İnsanlar bu pazarda en sağlam akide, en güzel ahlak, en ölçülü davranış ve en ince ruhlarıyla arz-ı endam etmektedir. Hayatlarında eksik olan ne varsa klavye ve filtre marifetiyle törpülemekte, cennet erkekleri ve kadınları gibi kusursuz görünmektelerdir. Bu yanılgının bir nedeni de yine insanın o ilk katmanda kalması, akıl ve İlahi rehberlikten uzak durmasıdır. Zira akıl, kusursuzluğun Allah’a (cc) mahsus olduğunu ve insan denen mahlukun birkaç damla kan, birkaç batman kusur olduğunu bilir.
Viran Olmuş Haneler!
Ev, insanın meskeni; mesken ise içinde sükûnete erilen yerdir. Şayet insan huzur, sevgi, güven gibi ruhun ve estetik, cinsellik, rahatlık gibi bedenin sükûnetini evde bulamazsa ruh da beden de arayış içine girer. Susuz bir beden nasıl su arıyorsa, bulamadığında hayali sular oluşturuyorsa (serap gibi), sükûnete susuz ruh da öyle sükûnet arar. Bulamadığında da en olmadık şeyi/kişiyi sükûnet sanar, serap görür.
Evinde aradığını bulamayan nice kadın/erkek, ihtiyacı olanı dışarıda arar. Bu arayış gayrimeşru olduğundan her adımında şeytan vardır ve şeytanın işi insanı gülünç, aşağılanmış ve kovulmuş hâle düşürmektir. Yani Âdem (as) vesilesiyle başına ne geldiyse aynısını Âdem’in (as) çocukları -hususen de iman çocukları- yaşasın ister. Böyle bir arayış içine giren insan şunu bilmelidir ki; insanın sükûnet arayışı evini ıslah etmeye yönelmeli, kendisinin ve eşinin ahvalini düzeltmeye yoğunlaşmalıdır. Evlerin harap olmasında iki tarafın da payı vardır. Ne ki insanın terazisi bozuktur; kendisine tam tartarken muhatabına eksik tartar, evde kaybolan sükûnetin faturasını eşine kesmeye meyleder… Aslında bu da şeytanın oyunudur ve insanın gayrimeşru arayışını meşrulaştırmaya matuftur. Bu nedenle bir evde sükûnet yoksa, yani o ev harap olmuşsa bunun nedenlerine dair bir uzmana, bir bilene danışılmalıdır.
Öyleyse Ne Yapmalı?
Tevbe Etmeli ve İslam Toplumuna Tutunmalı!
Allah (cc) Et-Tevvâb’tır; tevbeleri kabul eder, çokça tevbe edenleri ve temizlenenleri sever. Böyle bir hataya düşen kadın ya da erkek her kul, Allah’a (cc) çokça tevbe etmeli, üstüne sıçrattığı ahlaki çamurları istiğfar pınarında yıkamalıdır. Kadın erkek ilişkilerinde ölçüsüzlük, bugünün sorunu değildir; en hayırlı çağda, en hayırlı insanlar arasında dahi bazı ölçüsüzlükler yaşanmış, insanlar tevbeyle arınarak kulluk yürüyüşünü sürdürmüşlerdir. Küçükten büyüğe doğru üç örnek okuyalım:
Abdullah ibni Abbâs’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Fadl, Allah Resûlü’nün (sav) terkisine binmişti. Bu sırada Has’an Kabilesi’nden bir kadın geldi. Fadl kadına, kadın da Fadl’a bakmaya başladı. Bunun üzerine Nebi (sav) Fadl’ın yüzünü diğer tarafa çevirdi.”[20]
Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir adam, kadının birini öpmüş, sonra da Allah Resûlü’ne gelip bu durumu haber vermişti. Bunun üzerine şu ayet indi:
‘Gündüzün iki ucunda ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, (Allah’ı) ananlar için bir öğüttür.’[21]
Adam, ‘Bu hüküm, yalnız benim için mi geçerlidir?’ diye sordu.
Allah Resûlü (sav), ‘Ümmetimden kötülük işleyenler için geçerlidir.’ cevabını verdi.”[22]
Ebû Hureyre’den ve Zeyd İbni Hâlid el-Cüheni’den (r.anhuma) şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir bedevi, Allah Resûl’üne (sav) gelerek, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Allah’a ant veriyorum. Allah’ın Kitabı’yla benim için hüküm vereceksin.’ dedi.
Öteki şahıs -ki ilkinden daha anlayışlıydı- ‘Evet, aramızda Allah’ın Kitabı’na göre hüküm ver ve müsaade et, sözümü söyleyeyim.’ dedi.
Allah Resûlü (sav), ‘Söyle.’ dedi.
Adam dedi ki: ‘Oğlum bunun yanında işçiydi. Hanımıyla zina etmiş. Bana oğlumun recmedilmesi gerektiği haber verildi. Ben de onu kurtarmak için yüz koyun ve bir cariye verdim. Sonra bilenlere sordum. Onlar oğlumun cezasının yüz sopa ve bir yıl sürgün olduğunu, bunun karısının cezasının ise recmedilmek olduğunu söylediler.’
Allah Resûlü (sav), ‘Nefsim elinde olana yemin ederim ki sizin aranızda Allah’ın Kitabı’na göre hükmedeceğim. Cariye ve yüz koyun sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa vurulacak ve bir yıl sürgün edilecek.’ dedi. Sonra ‘Uneys! Yarın sabah şu adamın karısına git ve sor. İtiraf ederse onu recmet.’ dedi.
Uneys ertesi sabah kadının yanına gitti ve kadın zina ettiğini itiraf etti. Bunun üzerine kadın, Allah Resûlü’nün (sav) emriyle recmedildi.”[23]
En hayırlı çağda ve en hayırlı insanlar arasında bu örnekler yaşandıysa bugün de yaşanacaktır. Zira dün günaha giden tüm yollar kapalıydı, buna rağmen, okuduğumuz örnekler yaşandı. Bugünse harama giden tüm yollar açık, insanlar sürekli cinsel uyarılmaya maruzdur. Bu kaygan zeminde her erkek ya da kadının ayağı kayabilir, üzerine çamur sıçratabilir. Üzerimize sıçrayan hiçbir çamur, Allah’ın (cc) Et-Tevvâb ve El-Ğafur isminden daha büyük değildir.
Bununla birlikte okuduğumuz örneklerde ince bir nokta vardır: Üzerine çamur sıçratan sahabiler Allah Resûlü’ne, mescide geldiler. Yani şeytan onları düşürse de kendilerini kovdurmasına/yalnızlaştırmasına müsaade etmediler; İslam toplumuna tutunup İslam toplumuna sığındılar. Şeytanın çamura düşürmesi asli hedef değildir, yalnızca asli hedefe giden bir adımdır. Peki, nedir asli hedef? Kendisi İlahi huzurdan kovulduğu gibi mümini de kovulmuş hâle getirmek, toplumdan ayırarak yalnızlaştırmak ve av hâline getirmek!
Muâz ibni Cebel’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki şeytan tıpkı koyunun kurdu gibi insanın kurdudur. Yalnız ve uçta olan koyunu yakalar. Sizi patikalara çekilmekten sakındırıyor; size cemaati, topluluğu ve mescidleri emrediyorum.”[24]
Günah işleyen insanlarda iki duygu açığa çıkar: Biri rahmetten ümit kesmek, diğeri hatasını bilen insanlardan uzaklaşmaktır. Her iki duygu da hatayı yaptıran şeytanın oyunu, yapay duygularıdır. Kişi ancak çokça tevbeye sığınarak ve kardeşlerine tutunarak bu iki duygunun esaretinden kurtulabilir. Aksi hâlde rahmetten ümit kesmek ve İslam toplumundan uzaklaşmak itikadi, ahlaki ve menhecî hatalara sebep olur.
Yanlışa İten Sebepleri İzale Etmek!
Yanlış veya masiyet, sebep değil sonuçtur. Şayet o yanlışı/günahı var eden sebepler ortadan kaldırılmazsa sorunu var eden zemin yeni günahlar üretmeye devam edecektir. Bu noktada mutlaka bir bilenden, akil insandan veya uzmandan yardım alınmalıdır. Yukarıda bizi bu hataya iten bazı genel sebeplere işaret ettik. Hatamızın nedeni bu sebeplerden biri olabileceği gibi, bize özel sebeplerden de kaynaklanabilir. Önemli olan doğru tespitte bulunup iradeli davranmaktır. Gerekirse radikal adımlar atmaktır. Örneğin interneti veya akıllı cihazları kullanma fıkhı geliştirememişsek bu araçları hayatımızdan çıkarmalıyız. Aksi hâlde ateş ile barutu yan yana koyup her patlamada şaşkınlık yaşayan sefih insan durumuna düşeriz! Şayet sebep, yaşadığımız hayat ile umduğumuz hayat arasındaki farksa ve bu durum bizi farklı arayışlara itiyorsa, hayalimizdeki hayat ile yaşadığımız hayat arasındaki farklılıkları izale etmeli, ıslah çabası içinde olmalıyız.
Şunu unutmayalım: Çoğu zaman, insanı kalbindeki hayır arzusu, dilindeki mahçup niyaz ve değişim iradesi kurtarır.
“Allah kalplerinizde hayır olduğunu bilirse, sizden alınan (fidyelere) karşılık size daha hayırlısını verir. Günahlarınızı bağışlar. Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[25]
“Kullarım sana, benden soracak olurlarsa, şüphesiz ki ben onlara yakınım. Dua edenin duasına icabet ederim. (Öyleyse) onlar da benim davetime icabet etsinler ve bana iman etsinler ki (akıl, doğruluk ve olgunluk sahibi olan) rüşt ehlinden olsunlar.”[26]
“Şüphesiz ki bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah, onların durumunu değiştirmez. Allah bir topluluk için kötülük diledi mi, onun geri çevrilmesine imkân yoktur. Onların (Allah’ın) dışında bir koruyanı/idare edeni de yoktur.”[27]
İnsan zayıftır, evet, ancak samimiyet, niyaz ve irade İlahi yardımı yanına almasına sebep olur. Bu üç azığı yanına alması, kulluk yürüyüşünü kolaylaştırır.
Sakladığımız Her Şeyden Sakınalım
En-Nevvâs ibni Sem’ân El-Ensârî’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Ben Allah Resûlü’ne (sav) iyilik ve kötülüğe dair sordum. Bana şöyle karşılık verdi: ‘İyilik, güzel ahlaktır. Kötülük ise nefsinin kerih görüp seni rahatsız ettiği ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.’ ”[28]
El-Haşenî’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü’ne (sav), ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bana, benim için helal olan ve haram kılınan şeyleri haber ver!’ dedim.
Nebi (sav) kafasını benim için kaldırdı, bakışlarını doğrudan bana çevirdi ve şöyle dedi: ‘İyi olan şeyler nefsinin sessiz kaldığı ve yaptığın takdirde kalbinin mutmain olduğu amellerdir. Günah ise nefsini rahatsız eden ve kalbine tatminlik vermeyen amellerdir. Müftüler sana aksine fetva verse de…’ ”[29]
Allah Resûlü (sav) bize bir ölçü veriyor: Sakladığımız ve bize huzursuzluk veren her şeyin sakınmamız gereken tehlikelerden olduğunu söylüyor. Sürekli cihazlarımızı şifreliyor, farklı hesaplar kullanma ihtiyacı hissediyor, arama geçmişlerimizi temizliyor, yalan söyleme ihtiyacı duyuyor… sözün özü bir şeyler saklıyorsak, sakınmamız gerektiğini anlayacağız. Bu, her insanın anlayabileceği bir masiyet ölçüsüdür. Konuya dair detaylı şer’i bilgimiz olmasa da sakladığımız ve bize huzursuzluk veren her şey, ya bizzat masiyettir ya da masiyete giden yoldur.
Eşimizin veya Arkadaşımızın Sezgilerine Güvenelim!
Bir hakikati tekrar hatırlayalım: İnsanın terazisi bozuktur; kendine dair meselelerde tartıda hile yapar, hâl ve gidişatına dair yorumları taraflıdır. Çoğu zaman dışarıdan bir göz, özellikle de insanın eşi veya arkadaşı gibi yakınları daha objektif değerlendirme yapar. Şayet bunlardan biri bizi uyarıyorsa yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlayalım. Uyarılara kulak tıkamak, sorunlu ergenler gibi göz devirmek, uflayıp puflamak, kimse beni anlamıyor triplerine girmek… yalnızca bataklığımızı derinleştirir. Kadın veya erkek, eşinin sezgilerine güvenmeli, eşinin uyarılarını kıskançlık olarak etiketleme kolaylığına kaçmamalıdır. Eşler birbirinin örtüsüdür.[30] Örtü ayıpları örter, iki ayrı bedeni bir çatı altında toplar, insanı soğuk ve sıcak gibi dış tehlikelerden korur… Çoğu insan bu İlahi lütfun kıymetini bilmez, eşinin kendini korumasına müsaade etmez.
Kibirden, İnsanları Aşağılamaktan Sakınalım!
Yazıyı sonlandırmadan önce şahsi bir tecrübemi paylaşmak istiyorum ve bu tecrübeden ortaya çıkan sonucun, yazıya konu olan hatadan korunma vesilesi olmasını umuyorum. Evlilik görüşmesi yapan insanlar, muhataplarını beğenmeyebilir, taliplerini reddedebilirler. Buraya kadar her şey normal, sonuçta şeriatın verdiği bir hakkı kullanıyorlar. Ancak bazı insanlar muhataplarını küçümsüyor, kendilerine layık görmüyorlar. Böyle insanların çoğunun da akıbeti pek hayır olmuyor. Yaşadığım tecrübeler gösteriyor ki ya küçümsedikleri insanlardan çok daha beter, hakiki anlamda küçük/aşağılık birine tutuluyorlar ya da sanal flört gibi insanı küçülten bir hataya düşüyorlar. Yuva kurmak her birimizin hakkı, insanları beğenmek veya beğenmemek de öyle… Ancak insanları küçümseme hakkımız yok. Bu, gayretullaha dokunur; musibet olarak bize geri döner. Ceza, amelin cinsinden olduğundan insan küçümsemenin cezası da değersiz insanlara mahkûm olmak oluverir.
Sonuç;
Her çağın kendine özgü toplumsal sorunları vardır. Bu çağın toplumsal sorunlarından biri de İslami kimliklerimizi ve evliliklerimizi tehdit eden sanal flört problemidir. Umarım bu yazı konuya dair farkındalık oluşturur, sorunun çözümüne katkı sunar.
[1]. 2/Bakara, 235
[2]. Tirmizi, 1088; Nesai, 3369
[3]. Ahmed, 16130
[4]. Tirmizi, 1089; İbni Mace, 1895
[5]. Buhari, 5155; Müslim, 1427
[6]. Müslim, 1341
[7]. Ahmed, 14651
[8]. 17/İsrâ, 70
[9]. “Şüphesiz ki insan, çokça zulmeden ve pek nankör bir varlıktır.” (bk. 14/İbrahîm, 34)
[10]. “Onlar (haddi aşarak), bize zulmetmiş olmadılar. Lakin onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.” (bk. 2/Bakara, 57)
[11]. bk. 2/Bakara, 35-38; 7/A’râf, 19-25
[12]. “Kendilerinde sükûnet bulup (huzura kavuşasınız diye) sizin için nefislerinizden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet kılması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir topluluk için ayetler vardır.” (30/Rûm, 21)
[13]. Câbir’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“İblis, arşını suyun üzerine kurar ve askerlerini gönderir. Bu çetelerin içinde İblis’e en yakın olan, en büyük fitne çıkarandır. O askerlerden biri gelir ve der ki: ‘Ben şöyle şöyle yaptım.’
İblis ona, ‘Sen hiçbir şey yapmamışsın.’ der.
Sonra onlardan biri daha gelir ve der ki: ‘Ben bir kişinin peşini onunla eşinin arasını açıncaya kadar bırakmadım.’
İblis onu kendisine yakınlaştırır ve ‘Sen ne iyi birisin!’ der.” (Müslim, 2813; Ahmed, 14377)
[14]. “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar ve Allah’a iman edersiniz. Şayet Ehl-i Kitap iman etmiş olsaydı, onlar için daha hayırlı olurdu. Onlardan müminler olmakla birlikte, çoğunluğu fasıklardır.” (3/Âl-i İmran, 110)
[15]. “Siz insanlara şahit olasınız, Resûl de size şahit olsun diye sizi vasat/seçkin/hayırlı bir ümmet kıldık.” (2/Bakara, 143)
[16]. “Allah yolunda hakkıyla/Allah’ın şanına yakışır şekilde cihad edin. O sizi seçti. Dinde size bir darlık/güçlük yüklemedi. Atanız İbrahim’in milletine (uyunuz)! O (Allah) sizleri bundan önce de bunda da Müslimler/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullar diye isimlendirdi ki, Resûl size, siz de insanlara şahitlik edesiniz. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a tutunun. O, sizin Mevlanızdır. Ne güzel bir dost ve ne güzel bir yardımcı!” (22/Hac, 78)
[17]. Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:
“Sizden biri kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhari, 13; Müslim, 45)
[18]. “Andolsun, içinizden Cumartesi Yasağı konusunda haddi aşanları biliyordunuz. Biz onlara: “Alçak/Aşağılık maymunlar olun.” dedik. Bu (cezayı) kendilerinden önce ve sonra gelecek olanlara ibretlik bir ceza, muttakiler için de bir öğüt kıldık.” (2/Bakara, 65-66)
[19]. “Andolsun ki cehennemi, kalpleri olup da onunla (hakikati) anlamayan, gözleri olup da onunla (hakikati) görmeyen; kulakları olup da onunla (hakikati) duymayan insanlar ve cinlerin çoğunluğu için yarattık/hazırladık. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta (hayvanlardan) daha sapkınlardır. Bunlar gafillerin ta kendileridir.” (7/A’râf, 179)
[20]. Buhari, 1513; Müslim, 1334
[21]. 11/Hûd, 114
[22]. Buhari, 4687; Müslim, 2763
[23]. Buhari, 2724; Müslim, 1697
[24]. Ahmed, 22029
[25]. bk. 8/Enfâl, 70
[26]. 2/Bakara, 186
[27]. bk. 13/Ra’d, 11
[28]. Müslim, 2553
[29]. Ahmed, 17742
[30]. “Onlar sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtüsünüz.” (bk. 2/Bakara, 187)
Allah sizden razi olsun hocam..Allah c.c sizi bu esaretten kurtarsin.yaziyi baştan sona okudum ne kadar açiklayıcı ne kadar ilham verici maşallah.nokta atışı yapmışsiniz adeta
Allah razı olsun hocam.
Selamun aleykum dergiyi PDF olarak nasıl indirebiliriz?