MÜFTÜNÜN DİJİTAL MERCEĞİ: HÂDİM ZEKÂ

Bizlere bilmediğimizi öğreten Allah’a hamd, ilmin rehberi olan Resûl’üne (sav) salât ve selam olsun.

Bir önceki yazımızda, yapay zekânın fıkıh sahasında oluşturduğu cazibeyi ve bu parlak suretin ardındaki manevi eksikliği konuşmuştuk. İlmin, salt veriden ibaret olmadığını; takva, hikmet, basiret ve sorumluluk duygusuyla bütünleştiğinde anlam kazanabileceğini ifade etmiş, bir soru ile yazımızı noktalamıştık: Bu tespit, yapay zekâyı bütünüyle ilim dairesinin dışına mı iter, yoksa onu bir hizmetkâr olarak yeniden mi konumlandırır? Bu yazımızda bu sorunun cevabını irdelemeye çalışacağız. Çaba bizden, başarı Rabbimizdendir.

Müftünün Dijital Merceği

Bir müftü, bir meseleye eğildiğinde; kaynakları tarar, delilleri arar, hadisleri birbiriyle kıyaslar, mezheplerin görüşlerini araştırır. Bu, onun için uzun bir tefekkür yolculuğuna dönüşür. Bu amel, yani tefekkürü ve çabası haddizatında ibadet hükmüne geçer ve hatta belki uzun süre kılacağı gece namazlarından bile efdal olabilir.[1]

Bazen de bu arama ve tarama işi çok uzun zamanlara yayılabiliyor. İşte yapay zekâ tam da bu süreçte ilim ehline hız ve kolaylık sağlayan bir yardımcı olabilir. Nasıl ki gücümüzü aşan bir matematiksel işlemde hesap makinesi kullanılabiliyorsa aynı şekilde yapay zekânın da istatistiksel mukayeseli gücünden faydalanılabilir. Zira arka planında sadece matematiksel hesaplamalar ve soğuk algoritmaların yansıması vardır. Bu vesileyle âlime destek veren bir nimete dönüştürülerek süreci kolaylaştırabilir:

  • Kaynak Erişimi: Binlerce ciltlik külliyatı saniyeler içinde tarayabilir.
  • Mukayeseli Yaklaşım: Farklı görüşleri delilleriyle karşılaştırabilme imkânı sunar.
  • Hadis Tahkiki: Rivayet zincirlerini, ravileri ve değerlendirmeleri derleyebilir.

Bu yönüyle bakıldığında yapay zekâ, âlimin önündeki veri yükünü hafifleten, zamandan kazandıran bir dijital mercek gibidir. Fakat Allah’ın (cc) hükmünü tatbik eden yine âdemoğludur. Zira önceki yazımızda da uzunca değindiğimiz gibi hükmü uygulamak, sadece bilgiyle değil; iman, niyet, takva, sorumluluk veya hâl ilmine vâkıf olmakla verilebilir.

Avamın Dijital Fetvayla İmtihanı

Peki, bu teknoloji, avam (Müslim cemaat fertleri) için ne ifade eder? Bir Müslim, gündelik bir meselede yapay zekâya soru sorup onun verdiği cevaba göre amel edebilir mi? Bu sorulara, meseleyi ikiye ayırıp yaklaşmak en isabetli yol olacaktır, Allah (cc) en doğrusunu bilir.

Birinci Görüş: Mutlak Ret

Bu görüş, yapay zekânın fetva ehliyetine kesinlikle sahip olmadığını savunur. Zira önceki bölümde de değindiğimiz gibi iman, takva ve uhrevi sorumluluk gibi duygular taşımaz. Onun vereceği cevap, tamamen bir metin üretimidir; bir fetva değildir.[2] Bu sebeple ürettiği metinlere güvenilmez, kesinlikle nihai fıkhi bir hüküm yerine geçmez. En gelişmiş GPT (Transformers) modellerine bakıldığında bile üreticilerinin şu zorunlu uyarısıyla karşı karşıya kalmaktayız: Yapay zekâ hata yapabilir. Lütfen önemli bilgileri tekrar kontrol ediniz. Görüldüğü üzere bu görüş, yapay zekânın bu alanda hiçbir surette kullanılmaması gerektiğini savunur.

İkinci Görüş: Şartlı ve Sınırlı Kabul

Bu ikinci görüş ise pratik bir çözüm sunma niyetinde olmakla beraber yapay zekâdan talep edilebilecek bilgileri iki kategoride değerlendirir:

a. Genel ve Kişisellik Arz Etmeyen Hükümler:

Abdestin farzları, namazın rükünleri, zekât nisabı, orucu bozan temel hususlar gibi, özel bir duruma bağlı olmaksızın, naslarla sabit genel hükümler bu kapsamdadır. Bu tür konularda da ancak belirli şartlar çerçevesinde yapay zekâdan ön bilgi alınabileceği ifade edilir:

I. Kaynağın Güvenilirliği: Kullanılan yapay zekâ modeli, tanınmış, güvenilir ilmî kurumlar tarafından, sahih İslami kaynaklarla beslenmiş ve şeffaf bir şekilde geliştirilmiş olmalıdır. Yapay zekâ modelinin beslendiği kaynaklar açık kaynaklar olmalı (Open Source) ve şeffaf bir şekilde kullanıcılarla paylaşılmalıdır.

Bu yapay zekâ modelinin hangi fıkhi/İslami kaynaklardan istinbat edildiği ve kimin görüşüne göre tercih yapıldığı mutlaka net olmalıdır. OpenAI, Claude vb. dil modelleri hiçbir surette kaynaklarını paylaşmamakta ve bu konuda özellikle diretmektelerdir. Ayrıca yanlılık (bias), yani hangi ideolojiye/görüşe/dine göre cevapları eğip bükmesi gerektiği konusunda da mutlak bir gizlilik mevcuttur. Doğal olarak eğer cevap alınacaksa mutlaka kaynaklarını sunmuş ve tamamen şeffaf bir topluluğun geliştirdiği yapay zekâ modelleri kullanılmalıdır. Aksi hâlde günümüz GPT modellerini kullananlar için bu zorlu durumdan dolayı ikinci madde devreye girmektedir.

II. Kullanıcının Yeterliliği: Soruyu soran kişi, verilen cevabı anlayacak, içindeki teknik ifadeleri (farz, vacip, sünnet, mekruh vb.) doğru yorumlayacak asgari dinî bilgiye sahip olmalıdır. Kaynak olarak belirtilen delillerin sahih ve sarih olduğundan emin olunmalıdır. Yapay zekâ modellerindeki hızlı arama motorları kullanılsa bile -yanlış bilgi kaynağından veri getirme olasılığı da var olduğundan- mutlaka tahkik edilmelidir. Aksi hâlde kendisine verilen yanlış fetvadan dolayı guslettiği için vefat eden sahabide olduğu gibi bir durum ortaya çıkar.

III. Cevabın Tutarlılığı: Verilen cevap net, anlaşılır ve naslarla çelişiyor olmamalıdır. Zira metin/cevap üretmek sonraki kelimeyi/cümleyi istatistiksel ve matematiksel matrisleri çarpımı olarak elde etmek ciddi yanlışlıklarda da ortaya çıkarabilir. Cevabın soruyla, kendi içinde ve konuyla alakadar olması ve tutarlı olması çok önemlidir.

Dolayısıyla genel fıkhi konular olsa dahi yukarıda ele aldığımız şartlardan herhangi biri eksikse, yapay zekâya başvurmak yerine, doğrudan ilim ehline danışmak farz-ı ayn derecesinde bir vecibedir.

b. Özel, Kişiye ve Zamana Has Meselelerin Hükmü:

Zaruret, ihtiyaç, örf, kişinin psikolojik veya finansal durumu gibi faktörlere bağlı olarak hükmü değişebilen meseleler bu gruba girer. Ticaretteki bir kurnazlık, ailevi bir anlaşmazlık, bir borcun ertelenmesi gibi özel ve kişisel konularda yapay zekâya başvurmak, onun cevabına güvenmek ve amel etmek asla caiz değildir. Zira burada ancak basiret sahibi bir âlimin, meseleyi bizzat dinleyip, tüm boyutlarıyla değerlendirmesiyle ulaşabileceği bir içtihat söz konusudur.

Peygamberimizin (sav) aynı fıkhi sorulara kişilere, yaşadıkları mekâna ve içinde bulundukları hâle göre cevap vermesi bunun en açık ve önemli delilidir. Bu konudaki naslar hadis külliyatlarımızda sahih şekilde epeyce bulunmaktadır.

Resûlullah’ın (sav) Hikmetli Fetvalarından İki Misal

– Sadakanın En Faziletlisi Sorulduğunda

Bir adam Resûlullah’a (sav) gelerek, “Yâ Resûlallah! Hangi sadaka daha faziletlidir?” diye sordu.

Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Kendin sıhhatliyken, mala düşkün, fakirlikten korkan ve zenginliği umarken verdiğin sadakadır. Ölüm döşeğine geldiğinde ‘Şuna şu kadar, buna bu kadar’ demen değildir. O zaman mal zaten vârislerinden birine kalmıştır.”[3]

Ebû Hureyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü’ne (sav) ‘Ey Allah’ın Resûlü hangi sadaka daha faziletlidir?’ dedim.

O (sav) da: ‘Fakirin gücünün yettiği kadar vermesidir. Bakmakla yükümlü olduğun kimselerden başla!’ buyurdu.”[4]

Birinci rivayette, malın çokken, yani varlık ve sıhhat içindeyken Allah yolunda harcamaya teşvik vardır -çünkü o ânda insanın nefsine mal sevgisi hâkimdir. İkincisinde ise zorluktayken verme fazileti vurgulanır- zira o durumda nefis cimriliğe meyillidir. Böylece Resûlullah (sav), her bir sahabinin psikolojisini ve hâlini gözetmiş, birine varlık içinde infakı, diğerine darlıkta infakı tavsiye etmiştir.

– En Hayırlı Amel Sorulduğunda

Ebû Mûsâ El-Eş’âri’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü’ne (sav) ‘Müslimlerin hangisi daha faziletlidir’ diye soruldu.

‘Müslimlerin dilinden ve elinden emin olduğu’ diye cevap vermişti.”[5]

Abdullah ibni Amr’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir adam Nebi’ye (sav): ‘İslâm’ın hangi ameli daha faziletlidir?’ diye sordu. Nebi (sav) şöyle cevap verdi: ‘Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir.’ ”[6]

Ebû Hureyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü’ne (sav): ‘Amelin hangisi efdaldir?’ diye sordular.

‘Allaha ve Resûlü’ne iman.’ buyurdu.

‘Ondan sonra hangisi?’ dediler.

‘Allah yolunda Cihad.’ buyurdu.

‘Ondan sonra da hangisi?’ diye sordular.

‘Makbûl (olmuş içine günah, riya karışmamış) Hac.’ cevabını verdi.”[7]

İbni Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü’ne, ‘Allah’a en sevimli olan amel hangisidir?’ diye sordum.

Allah Resûlü, ‘Vaktinde kılınan namazdır.’ dedi.

‘Sonra hangisidir?’ diye sordum.

‘Anne babaya iyi davranmaktır.’ buyurdu.

‘Sonra hangisidir?’ diye sordum.

‘Allah yolunda cihaddır.’ buyurdu.

Daha fazlasını sormayı bırakmam ancak kendisine acımam nedeniyledir.”[8]

“Bir sahabi, ‘Yâ Resûlallah! Hangi amel Allah katında en hayırlıdır?’ diye sordu.

Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Namazı vaktinde kılmaktır.’

Sahabi tekrar sordu: ‘Sonra hangisi?’

‘Anne babaya iyilik etmendir.’

‘Sonra hangisi?’

‘Allah yolunda cihaddır.’ ”[9]

Bu farklı cevapların sebebi, soruyu soranların hâllerinin farklı olmasıdır. Kiminde namazda gevşeklik, kiminde aileye ilgisizlik, kiminde de öfke ve kibir temayülü bulunmaktaydı. Resûlullah (sav), herkesin kalbine dokunacak en isabetli nasihati vermiştir. Böylece “en hayırlı amel” herkes için aynı değildir; kişinin imtihanı, meyli ve zayıf yönüne göre değişir.

İşte bu örnekler bize açıkça gösteriyor ki, fetva yalnızca nasları bilmekle değil, insanı tanımakla verilir. Peygamberimizin (sav) her cevabı, muhatabının hâlini ve niyetini gözeten bir basiretle söylenmiştir. Onun ardından gelen müftüler, müçtehidler ve fetva ehli âlimler de aynı yolu izlemişlerdir; insanı dinlemeden, hâlini anlamadan, içinde bulunduğu şartları kavramadan hüküm vermekten sakınmışlardır.

Bu sebeple fetva, kitap sayfalarından veya veri tabanlarından alınacak bir bilgi değil; hikmetle, insafla ve kalp sezgisiyle verilmiş bir hüküm olmalıdır. Yapay zekâ ne kadar geniş bilgiye sahip olursa olsun, insanın acısını, pişmanlığını, niyetini, tereddüdünü ve samimiyetini anlayamaz. Onun hükmü rakamlardan, verilerden ve soğuk algoritmalardan ibarettir. Fakat fetva, bir Müslim’in başka bir Müslim’i anlamasıyla doğar. Dolayısıyla, bir âlimin insan sıcaklığıyla verdiği fetva, hiçbir zaman bir makinenin hesaplı cümleleriyle yer değiştiremez.

Bir Hatırlatma

Bu yazı dizimizin özünden süzülen ve akıldan çıkarılmaması gereken bir hususu da bu vesileyle tekrar hatırlatmak isteriz: Her teknoloji, onu üreten aklın izlerini taşır. Bugünkü büyük yapay zekâ modelleri, genellikle Batı’nın seküler, demokrat, dinsiz, liberal ve cinsiyetsiz kimlik değerleriyle yoğrulmuştur. Bu hamurun mayasını değiştirmeden “İslami” bir dil ve rol kazandırmak pek güçtür. Tek çıkar yol ise kendi verilerini düzenlemiş, algoritmasının parametrelerine vahyin ilkelerine göre ince ayar vermiş ve Müslim bir ümmetin desteğiyle mümkündür.

Böyle bir sistem, ne kadar “İslami” veri setleriyle beslenirse beslensin, temel programlama felsefesi değişmedikçe, İslami sorulara verdiği cevaplarda farkında olmadan teşbih, irca veya dinlerarası diyalog gibi itikadi sapmalara zemin hazırlayabilir. Binaenaleyh, hakka hizmet eden bir hâdim değil; fitneye kapı aralayan bir hain hâline gelir.

Netice: Araç mı, Amaç mı?

Şu hâlde temel soru şudur: Yapay zekâ bizim için bir araç mıdır, yoksa bir amaç mı?

Netice itibarıyla cevap açıktır: Yapay zekâ, asla ilmin öznesi olamaz; olsa olsa onun hizmetkârı olabilir. İlmin, hikmetin ve fetvanın kutlu emanetine hizmet eden bir araç olarak kullanılabilir ve olmalıdır da. Âlimin tefekkür ufkunu genişleten, ilim talebesinin yolunu kolaylaştıran, avamın genel meselelerde doğru bilgiye hızlıca ulaşmasına vesile olan bir hâdim olabilir.

Ancak bu araç asla amacın kendisi, nihai merci veya hüküm makamı hâline gelemez. Fetva, kalbi Allah korkusuyla atan, niyetinde ihlâs bulunan bir müminin ağır mesuliyetidir. Bu emaneti; duygusu, vicdanı ve imanı olmayan bir algoritmaya teslim etmek sadece dini değil, aklı da inkâr etmektir.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki Allah, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletli olmanızı size emreder.”[10]

Bu ayet, yalnız insanlar arasındaki idareyi değil, elimizdeki her imkân ve aracın kullanımını da içine alan bir ölçüdür. Dolayısıyla yapay zekâyı da bu İlahi ölçüyle değerlendirmek; onu ehil ellerde, ilmin ve ümmetin hayrına bir hizmetkâr kılmak bizim en büyük sorumluluğumuzdur.

Çünkü fıkıh, ruhu olmayan bir aklın değil, kalbi diri bir insanın omuzlayabileceği bir emanettir.

İstatistiksel verilerin kalıbında şekillenen yapay bir zekâ -ister insan eliyle üretilmiş bir sistem ister bir makine olsun- şahıslara özel fıkhi hüküm veremez; ancak hüküm veren müftüye bir yardımcı olabilir.

Sözlerimizde hak olan ne varsa Allah’tandır (cc); bütün hata ve kusurlar ise kendi nefsimizdendir.


[1] Ebû’d-Derdâ da (ra) şöyle buyurur: “Bir saat tefekkür kırk gece nafile ibadetten üstündür.” (Ez-Zuhd li’l İmâm Ahmed, 746; Ez-Zuhd li Ebî Dâvud, 199)

[2] Yapay zekânın görme, dinleme ve metin üretmesindeki mantığını anlamak için Tevhid Dergisi’nin 132. sayısında “Bakan Kör ve Duyan Sağır” adlı, yapay zekâ fıkhını ele adlığımız makalemize göz atılabilir.

[3] Buhari, 1419; Müslim, 1032

[4] Ebu Davud, 1677

[5] Buhari, 11; Muslim, 42

[6] Buhari, 12; Muslim, 39

[7] Buhari, 26; Muslim, 83

[8] Buhari, 527; Müslim, 85

[9] Buhari, 2782; Müslim, 85

[10] 4/Nisâ, 58

Önerilen makaleler