Salgın Hastlalıklar Tarihi: Kızamıktan Korunma

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Resûlü’ne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

Bir önceki yazımızda kızamık hastalığından ve özelliklerinden bahsetmiştik. Bu yazımızda da kızamık hastalığıyla nasıl mücadele edebileceğimizden bahsetmeye çalışacağız Allah’ın izniyle. Çaba bizden başarı Allah’tandır (cc).

Kızamık virüsü vücuda girip hastalık yaptığında, hastalığı tedavi eden ve virüsü öldüren bir ilaç henüz bulunamadı. Fakat elimizde daha güçlü bir şey var; hastalık gelişmeden önleyebiliyoruz. Koruyucu hekimlik dediğimiz bu kavram toplum sağlığı için çok önemlidir. Örneğin sigara içen bir toplumda akciğer kanserini erken tanımak, kitleyi ameliyat etmek, kanser için kemoterapi ve radyoterapi vermek, hastalığı tedavi etmeye çalışmak elbette ki değerlidir, fakat toplumun yaşamından sigara çıkarıldığında akciğer kanseri oluşmayacak ve tüm bu uğraşlara gerek kalmayacaktır. İşte koruyucu hekimlik toplumun hayatından sigarayı çıkararak insanların akciğer kanseri olmasını engellemektir. Örneğin yanlış beslenmenin yaygın olduğu ve egzersiz yapmayan bir toplum kalp ve damar hastalıkları açısından risk altındadır. Elbette ki kalp krizini tanımak, anjiyo yapmak, tansiyonun etkileriyle (felç, organ yetmezliği, kalp krizi…) mücadele etmek değerlidir, fakat toplumun doğru beslenmesini sağlamak ve hayatlarına düzenli sporu koymak tüm bu hastalıkların gelişmesini engellediği için topluma daha çok fayda verir. Koruyucu hekimlik, hastalıklar meydana gelmeden engellediği için toplumun sağlık seviyesini bir bütün olarak yükseltir. Tüm koruyucu tedbirler alınıp hastalıklar minimum seviyeye inse de yine de hastalıklar görülecektir. O zaman da hastalığı tanıyan ve tedavi eden hekimlik devreye girer.

Aşı da koruyucu hekimlik kapsamındadır. Hastalık gelişmeden bağışıklık sistemine tanıtılan hastalık yapıcı mikroorganizma, vücuda girdiğinde ya hastalık yapamaz ya da hafif bulgularla süreç atlatılır. Ciddi hastalık sonuçları görülmez, organ hasarı meydana gelmez veya ölümcül riskler oluşmaz.

Neden bir bebeğin veya çocuğun birçok mikroorganizmayla karşılaşmasına izin veriyoruz, hatta bu durumun bağışıklık sistemini geliştirdiğini söylüyoruz da kızamıkla sert bir şekilde mücadele ediyoruz, hastalığı asla istemiyoruz? Çünkü bağışıklık sisteminin bir kapasitesi vardır. Her mikroorganizmayı alt edemez ve her hastalığı yenemez. Yenemediği her hastalık organlarda hasar bırakır ve ölüm riski taşır. İnsan bedenindeki bağışıklık sistemi sonsuz kapasiteye ve güce sahip değildir. Rabbimiz (cc), insanı sınırları olan bir varlık olarak yaratmıştır. Bir insanın özellikle bebeklik ve çocukluk çağında bağışıklık sisteminin baş edebileceği mikroorganizmalarla karşılaşması bağışıklık sistemini güçlendirirken; bağışıklık sisteminin kapasitesinin üstündeki hastalık yapan mikroorganizmalarla karşılaşması bedeni yenilgiye uğratır. Beden yenildiğinde organ hasarı ve/veya ölüm görülür. Kızamık virüsü her yaş grubundaki insan için bağışıklık sisteminin kapasitesini aşan, ciddi sonuçları olan güçlü bir hastalık etkenidir. Bu nedenle kızamık virüsüyle mücadele ederken onun gücünü azaltarak vücuda verilen ve bağışıklık sistemini güçlendiren aşıları kullanıyoruz.

Kızamık aşısı iki doz uygulanır. İlk aşılama sonrası %87-95 arası bağışık yanıt elde edilir. İkinci aşılama sonrası %96 oranında bağışık yanıt elde edilir ve hastalığa karşı direnç kazanılmış olur. İlk aşı 12-15 aylıkken, ikinci aşı 4-6 yaş arası uygulanır.[1]

“Madem bebeklik döneminde kızamık hastalığı istenmiyor, neden aşı yapmak için on iki ay bekleniyor?” diye soracak olursak; bebek anne karnındayken ve doğduğu ândan itibaren bir süre anneden faydalanır.

Anne karnında göbek bağıyla bağışıklık sistemine ait etkenler bebeğe geçer. Bu etkenler annenin oluşturduğu kalıcı bağışıklığa ait etkenlerdir (antikor: IgG). Kanda ve dokularda bulunan bu etkenler hastalıklarla bir ömür mücadele eder. Anneden bebeğe geçtiğinde anneye ait bu etkenlerin ömrü altı aydır. Bebek altıncı aya geldiğinde kanındaki bu etkenler yok olmaya başlar. Bu nedenle bebeğin kendisine ait, ömür boyu onu koruyacak etkenleri (IgG antikorlarını) üretmesi beklenir. Eğer anne de aşısızsa kendisinde kızamığa karşı bağışıklık sistemi etkenleri olmadığı için bebeğini de koruyamaz.

Anne emzirdikçe, bebeğine bağışıklık sistemi etkenleri vermeye devam eder (antikor: IgA). Bu etkenler bebeği bir bütün olarak tüm hastalıklara karşı korumaz; solunum yolları, ağız ve sindirim sistemi duvarında birikir ve mikroorganizmaların bu bölgelerden vücuda girmesini önlemeye çalışır. Birçok mikroorganizmaya karşı koruyucu bir duvar oluşturur, fakat güçlü hastalık yapıcı mikroorganizmalar bu duvarı aşabilme kapasitesine sahiptir; kızamık gibi.

Eğer hâlâ annenin koruması altında olan bebeğe kızamık aşısı yapılırsa, annesinden gelen bağışıklık sistemi etkenleri aşıyla verilen zayıf kızamık virüsünü öldürür ve bebek bu virüse karşı bağışıklık sistemini geliştiremez. Burada kızamık virüsüyle mücadeleyi bebek değil, anne vermiş olur. Anneden gelen bağışıklık sistemi etkenlerinin kaybolduğu ve bebeğin bağışıklık sistemini en yüksek düzeyde geliştirdiği için kızamık virüsü için en ideal zaman 12-15 ayları arasıdır. Ülkemizde 12 aylıkken aşı yapılmasının nedeni budur. Fakat bir ülkede kızamık salgını varsa, hastalık toplumu bir bütün olarak tehdit ediyorsa kızamık aşısı bebeklere dokuzuncu ayda yapılır. Dokuz aydan küçük bebeklere kızamık aşısı yapılması güvenlidir, fakat bağışıklık sistemini yeterince uyaramadığı için etkisiz işlem yapmakla eş değerdir, bu nedenle dokuz aydan önce kızamık aşısı uygulanması -çok çok özel durumlar dışında- tıbbi açıdan önerilmez.

Kızamık aşısıyla vücuda zayıflatılmış, ama öldürülmemiş (canlı) kızamık virüsü verilir. Bağışıklık sisteminin kapasitesinin çok üstünde güce sahip olan virüsün gücü azaltılmış olur. Böylece bağışıklık sistemi kızamık virüsünün neye benzediğini, nasıl hastalık yaptığını, onunla nasıl mücadele edeceğini kendi kapasitesine uygun seviyede öğrenebilir. Öğrenme tamamlanıp bağışık yanıt geliştiğinde bir ömür kızamık hastalığına karşı koruyucu etki görülür.

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır: Aşının kendisi direkt olarak hastalığı engellemez. Aşı vesilesiyle güçlenen ve nasıl savaşacağını öğrenen bağışıklık sisteminin kendisi kişiyi hastalığa karşı korur. İki doz aşı yapıldığında insanların %96’sı bağışıklık sisteminde yeterli güçlenmeyi oluşturabilir. Yüz kişinin doksan altısı hastalığa dirençli hâle gelir. Yeterli bağışık yanıt elde edemeyen kalan dört kişi de diğerleri sayesinde korunur. Sürü bağışıklığı dediğimiz bu kavramla toplumda bağışıklık sistemi güçlenmiş kişiler, güçlenememiş kişilerin etrafında kızamığa karşı koruyucu kalkan oluşturur ve kızamık virüsü doksan altı kişiyi geçip o dört kişiye ulaşamaz, böylece toplum bir bütün olarak korunmuş olur. Bugün rutin aşılama programıyla Türkiye’de milyonlarca insan aşılanmakta ve kızamığa karşı bağışıklık elde edilmektedir. Aşı olamayan veya aşı olmak istemeyen insanlar, çevresindeki aşı olan insanların vesilesiyle korunmaktadır. Rabbimiz (cc) El-Hefîz ismiyle, inananları hiç ummadıkları -ve akıllarına dahi gelmeyecek- bir yerden korumaktadır.

Aşı olduğu hâlde kişide hastalık görülebilir mi? Kişi iki doz aşı olduğunda bağışıklık sistemi hastalık oluşmayacak kadar güçlenir. Bu güçlenme herkeste farklı seviyede olsa da herkes kızamık hastalığından ve ağır etkilerinden korunur. Bağışıklık sisteminin gücünü aşan virüs yüküyle karşılaştığında bazı insanlarda hafif ateş, birkaç kırmızı cilt döküntüsü gibi hafif semptomlar gelişebilir; fakat bu semptomlar geçicidir. Kızamık hastalığı gelişmez, organ hasarı meydana gelmez ve hastalıktan ölüm görülmez.

Aşı kimlere uygulanmaz ve aşının yan etkileri nelerdir diye bakacak olursak; öncelikle şunu çok iyi bilmeliyiz ki Rabbimizin dünyada yarattığı her şeyin faydası ve zararı vardır. Dünyanın fayda ve zarar dengesi üzerine kurulduğunun söylenmesi Allah’a (cc) eksiklik izafe etmek demek değildir. Örneğin Güneş, Allah’ın yarattığı en mükemmel kevnî ayetlerden bir tanesidir. Mevcut hâliyle dünyadaki yaşama fayda verir. Güneşin Dünya’ya yaklaşması Dünya’yı yakıp kül etmeye yeter, uzaklaşması ise Dünya’da yaşam kalmayacak şekilde soğumaya neden olur; insana ve yaşama zarar verir.

Unutmamak gerekir ki insanoğlu yaratılış itibarıyla aciz bir varlıktır; eksiktir, kusurludur, cahildir. Aciz bir varlığın mükemmel bir ürün üretmesi mümkün değildir. Her tedavinin, her ilacın, her tıbbi uygulamanın muhakkak yan etkileri vardır. Tıbbi bir ürün için “Hiçbir yan etkisi yoktur.” demek çok yanlıştır.

Sosyal medya bilgilerinin aksine bugün tıp ilmi yan etkileri gizlememektedir. Tedavide kullanılacak ilaç veya aşı çalışmalarında, ruhsat almadan önce ilk araştırılan şeylerden biri yan etkilerdir. Yan etkiler belirlenmeli ve ilan edilmelidir. Bu konuda şeffaf olunmalıdır. Hastalar her tedavinin yan etkileri konusunda bilgilendirilmeli ve bu yan etkilerle en doğru şekilde muamele edilmelidir. Hastayı yan etkiler konusunda bilgilendirmek, fayda zarar dengesini hastaya doğru anlatmak hekimin sorumluluğundadır.

Kızamık aşısı daha önce şiddetli alerjik reaksiyon geliştirmiş insanlara, yumurta alerjisi olanlara, gebelere, bağışıklık sistemi yetmezliği olan insanlara, kanser hastalarına, bazı ilaç tedavisi alan insanlara yapılmaz.

Aşı olan her kişide hafif ateş, ciltte döküntüler, eklem ağrıları, aşı bölgesinde şişme, kızarma, kaşınma, kandaki trombosit hücresinin azalması, ateşli nöbet görülebilir. Bu etkiler hastalığın kendisindeki kadar şiddetli değildir. Kızamık virüsü vücutta hastalık yaptığında şiddetli bir tablo oluşturur. Kızamık aşısı da zayıflatılmış, ama öldürülmemiş virüs aşısıdır. Hafif bir tablo oluşturması doğaldır. Önemli olan ciddi hastalık tablosu oluşturmaması, organ hasarı ve ölüm görülmemesidir.

Yan etkileri bilmek kadar, doğru değerlendirmek de önemlidir. Yan etkilerin detaylı değerlendirmesini bir sonraki yazımızda konuşacağız Allah’ın izniyle.

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.


[1]. Türkiye’de KKK aşısı ilk doz 12 aylıkken, ikinci doz 48 aylıkken uygulanmaktadır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver