Bağımsızlık İhtiyacı

Es-Selamu Aleykum Kıymetli Müslimler,

Bizleri tekrardan bu köşede buluşturan Rabbimize (cc) hamdederiz.

Derdimiz evlatlarımızdı, yolumuz ise işe kendimizden başlamak. Önce kendi gençliğimizi, ardından evlatlarımızın gençliğini ele alıyoruz. Ve burada ergenlik döneminin zorluklarını/güzelliklerini fark etmek, anlamlandırmak, empatiyle yaklaşmak ve etkili bir iletişimle muamelede bulunmak için bir uğraş veriyoruz. Biyolojik değişimler sonrasında bu yazıda ergenlik döneminde yaşanan psikolojik değişimlerden “bağımsızlık ihtiyacı” konusunu ele alacağız.

İnsanoğlu yaşamı boyunca birçok gelişimsel dönemden geçer. Bu gelişimsel dönemlerin insan bedenine, psikolojisine ve sosyal çevresine pozitif etkiler yaratan hediyeleri ve zorlantılı durumlar yaşatan sancıları vardır. Bu zorlantılı durumlar gelişim ve dönüşüm için zaruridir. Tüm doğumlar sıkıntı sonrası gerçekleşir. İçinde bulunduğumuz hangi dönem olursa olsun önemli olan bizim davranışlarımızdır. Zira Rabbimiz (cc) hangimizin daha iyi amel yapacağını sınamak/görmek için imtihanları (burada ergenlik döneminde yaşadığımız zorlukları düşünelim) yaratmıştır. Peki, evlatları ergenlik döneminde olan ebeveynler olarak biz bu dönemde neler yapmalıyız? Onları davranışlarında serbest mi bırakmalı, yoksa kısıtlayıcı mı olmalıyız? Bunun dozu nedir? Yaptıklarımız evlatlarımıza nasıl gelir, neler hissettirir? Bu çerçevede yaptıklarımızı evlatlarımız ne kadar kabul edici bir hâldedir? Muamelemize karşı tutumları reddedici de olabilir, memnuniyet/hoşnutluk da içerebilir. Evladımız muamelemizden memnun değilse ne yapmalıyız? Amacımız, “hak ve sorumluluklar üzerinden tesis edilmiş sağlıklı bir ilişki” diye her sayıda tekrarladığım gibi yineliyorum. Bundan dolayı ilk adımımız her zaman farkındalık demiştik. Bu dönemlerin zorlu durumlarına önce farkındalıkla yaklaşacağız, daha sonrasında gerekli amelleri yapacağız. Sonrasında sadece bununla kalmayıp o dönemin bize getirdiği güzellikleri/nimetleri/güçlü yanları/becerileri/yetenekleri fark edip onları güçlendireceğiz.[1]

Ergenlik dönemi “kimlik oluşumu”nun en belirgin olduğu dönem. Birey, kimliğini oluştururken birçok psikolojik değişim yaşamaktadır. Bunlardan biri bağımsız olmaya duyulan ihtiyaçtır. Özgür olmak isterler. Kimse onlara karışmasın isterler. Bu olmadığı zamanların çoğunda da artık söz dinlememeye başlarlar. Ve ebeveynlerin rahatsız olduğu davranışlara başvururlar.[2] Peki, bu bağımsız olma ihtiyacı nereden gelmekte ki karşılanmayınca bunca şeye sebep oluyor? Gençler önce kimlikleri hakkında düşünmeye başlarlar: Ben kimim? Nasıl biriyim? Başarılı mıyım, başarısız mı? Değerli miyim, değersiz mi?.. Bu durum bazen daha karmaşık bir formdadır: Ne yapacağımı, ne yapmak istediğimi bilmiyorum. Kafam çok karışık. Bilmem ki, hiç düşünmedim ne yapmak istediğimi… Bu karmaşa sizin zihninizde olsa şu ân size neler hissettiriyor olurdu? Evet, onlar da bu nedenle iç dünyalarındaki karmaşayı çözmek ve soruların cevabını bulmak için bir arayışa girerler. Bu arayış yolcuğunda birçok rolü deneme ihtiyacındalardır. Kimliklerine dair bir şeyler bulmak zorundalardır. Burada bağımsız olmak bir ihtiyaçtır. Bağımsızlık bu arayış için gençlere bir zemin sağlayacaktır. Evet, doğru okudunuz, bağımsız olmak bir ihtiyaçtır. Tamamıyla mı? “Ne yani, çocuğu başıboş[3] mu bırakalım?” mı diyorsunuz bize? Elbette hayır. Sınırları doğru çizilmiş ve evladınızla anlaşarak çerçevelendirdiğiniz bir bağımsızlık alanı; gençlerin kendilerini tanımaları, denemeler yapmaları, kendi kararlarını vermeleri, sorumluluk almaları, kendi deneyimleriyle öğrenmeleri ve sonunda kendilerine en uygun gelen yolu bulmaları için onlara imkân sağlar. Yani bizim korktuğumuz bağımsız olma hâlleri doğru koşullar altında çok sağlıklı bir şey. Peki, ya gerçek hayatta durum nasıl? Evladını korumak isteyen anne babaların çoğu çocuklarının yanlış davranacağından korkar ve onlara doğruyu göstermek için onları uyarırlar.[4] Bu sözlü uyarılar dikkate alınmayıp tersi yapıldığında daha sert müdahalelere geçiş yapılır. Ve böylelikle daha ilk sözlü uyarıyla başlayan kısıtlama eylemi giderek şiddetlenir. Ve istenilen sonuç itaat iken ebeveynler tam tersiyle karşılaşır: İtaatsizlik, asilik vb. (ebeveynlerin deyimiyle). Bu durumu aşağıdaki örnekle daha iyi anlayabiliriz.

Varsayalım ki bir odaya kilitlendiniz. Size hapsedilmenizin ve kontrol altında tutulmanızın sebebi açıklanmıyor. Bu kontrol isteğinin sebepleri sizce neler olabilir? Bu sebepleri anlamlı bulur musunuz? Bu odada kilit altındayken kendi kararlarınızı almanız mümkün olur mu? Yanlışınızla, eksiğinizle yeni bir şeyleri deneme imkânınız olur mu? Sorumluluk ve risk alabilir misiniz? Peki, diyelim ki kilit altında tutulmanızın haklı bir gerekçesi var. Buna rağmen, sizde oluşturduğu etkiler kabul edilebilir mi? Bunlarla yaşamaya tamam mısınız? Yoksa bunları hayatınızdan çıkarmak mı isterdiniz? Buradaki örnekteki hapishane/bir odaya kilitlenme metaforu sınırları doğru çizilmemiş bağımsızlık alanını temsil ediyor. Anlaşmayla, netlik ve esneklikle, haklar ve ihtiyaçlar ele alınarak çizilmemiş bir bağımsızlık alanı gençlere kaotik, değişken, tutarsız, güvensiz gelecektir. Örnekteki durumun oluşturduğu atmosferin evinizde oluşmasına sebep olacaktır. Belki de bunu sizler de ebeveynlerinizle yaşadınız. Bu durumun sizi nasıl etkilediğini ve gençlerde neler hissettirdiğini yine kendi gençliğinizden bakarak ele alalım. Dışarı çıkmanıza karışılıyordu, kiminle görüşeceğinize, hatta bazen nereye gideceğinize izin verilmiyordu. Fikrinizi söylediğinizde aileniz tarafından değerlendirmeye bile alınmıyordu, bazen sanki kimse duymamış gibi muamele görüyordunuz. Yediğinizden içtiğinize, giydiğinizden taktığınıza kadar her şeye dair anne babanızın mutlaka bir yorumu vardı. Tüm bu cümleler bir sesi/bir dili oluşturur: Büyüdüğünüz ailenin dili. Ebeveynlerinizin o dönemde size en sık söylediği beş cümleyi aşağıya yazmanızı istiyorum.

1.

2.

3.

4.

5.

Bu cümleleri ve belki de benzeri olan birçok cümleyi sesli bir şekilde art arda kendinize söyler misiniz? Ve burada kendimize kulak vererek şu soruları düşünelim:[5]

1. Bu cümleleri bir şeye benzetecek olsanız neye benzetirdiniz?

2. Peki, bu şey size neler söyler?

3. Benzettiğiniz bu şey ne kadar zamandır sizinle?

4. Ne zamanlar ortaya çıkar? Ne kadar yanınızda kalır?

5. Söylediği şeyler size neler hissettirir?

6. Bu şeyin size söylediği ve hissettirdiği şeylerden hoşnut musunuz?

7. Hoşnutsanız veya hoşnut değilseniz neden hoşnutsunuz/hoşnut değilsiniz?[6]

Şimdi size daha da önemli birkaç soru soracağım. Kendi kararlarınızı kendiniz almak, dilediğinizi yapmak istediğiniz; fikirlerinizin değer görmesini, davranışlarınızın ciddiye alınmasını, sınırlarınıza saygı duyulmasını beklediğiniz o gençlik döneminiz geçti. Sizler şimdi ebeveynlersiniz. Fakat şu ân, o zamanlardaki Erdal, o zamanlardaki Melis olsaydınız;

1. Size nasıl davranılmasını isterdiniz?

2. Size alan tanımaları ve doğru sınırlar altında özgür bırakmaları size iyi gelir miydi? Veya bağımsızlıkla alakalı size ne iyi gelirdi?

3. O zamanlar buna sahip olsaydınız hayatınızda ne gibi şeyler değişmiş olurdu?

Eğer bu soruları cevaplandırabilirseniz, “E, bu durumda ne yapmalıyız?” sorunuza dair bizim tavsiyemize çok fazla ihtiyacınız kalmayacak. Bu serimizde sorularımız üzerine bol bol düşünmenizin sizi değişime götüreceğini vurgulamak isterim. Gelecek sayıda psikolojik değişimler başlığından devam ediyor olacağız Allah’ın izniyle.

Selam ve dua ile…


[1]. Burada aklınıza nimete şükür ve imtihana sabır kavramları gelebilir. Aslında bahsettiğimiz tam olarak budur.

[2]. Herkes için bu böyledir demiyoruz. Çoğunlukla bu durumu yaşayanlara hitap etmek için bu şekilde ifade ediyoruz.

[3]. Halk arasındaki bu yaygın ifadeye bir bakalım. Çocuklara sanki sürekli başında durulması gereken ve bırakırsak hemen sapıtacak kadar habis bir fıtrattalarmış gibi bir bakış ifadesi içermiyor mu sizce de? Oysaki dinimiz yüce İslam’a göre her çocuk temiz/hanif bir fıtrat üzeredir. Onun başını boş bırakmayan ebeveynleri “Onu Yahudileştirir, Hristiyanlaştırır ve Mecusileştirir.”

[4]. Burada “uyarı” ile kastedilen sağlıklı sınırlar, hak ve sorumluluklar üzerine kurulmuş bir ilişkiye sahip değilken evladınıza uyarılarınızı eleştirel, yargısal veya dışlayıcı, kabul edici olmayan bir üslupla yapıyor olmanızdır.

[5]. Soruların yanındaki boşluğa not almanızı rica ediyorum.

[6]. Soruları okurken zihninizde bir şey belirmediyse kişisel bir deneyimimden bahsederek size bir örnek vermek isterim: Dayılarım bana sürekli kızların her şeyi yapamayacağını söyler ve bizi kısıtlamaya çalışırdı.

           1. Ben dayımın cümlelerinin sesini bir kargaya benzetiyorum.

           2. Bana, “Otur oturduğun yerde, sen ne anlarsın, yapamazsın.” derdi.

           3. Çocukluğumdan beri benimle.

           4. Bir şeyi denemeye çekiniyorsam bu karga ortaya çıkar. Ve o işe başlayana kadar kulağımın dibinde ses çıkarır.

           5. Söylediği şeyler beni mutsuz, huzursuz, gergin, bunalmış, yıpranmış hissettirir.

           6. Bu karganın varlığından ve sesinden hiç hoşnut değilim.

           7. Çünkü bu ses benim başarısız olmamı istiyor, ona uyunca yapabileceğim şeylerden geri çekiliyorum.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver