يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ * كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ
“Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız/yapamayacağınız şeyleri (yapacakmış gibi) söylersiniz? Yapmayacağınız/Yapamayacağınız şeyleri (yapacakmış gibi) konuşmanız, Allah katında büyük bir öfke nedenidir.”[1]
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın (cc) adıyla,
Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
İslam, selamet dinidir. İnsanlara/İnsanlığa huzur ve esenlik getirir. Bu huzur hem kişisel hem de toplumsaldır. Ancak, toplumsal huzurun yerine gelebilmesi için fertlerin İslam ahlakıyla ahlaklanması gerekir. Tefsirini konu edindiğimiz Hucurât Suresi’nin 11 ve 12. ayetlerinde İslam toplumunu oluşturan Müslimlerin hem gıyabında hem de yüz yüze geldiklerinde birbirlerine karşı nasıl bir muamele sergilemeleri gerektiğini izah etmeye çalıştık. Bu iki ayetin hedef aldığı ortak noktanın Müslimlerin konuşmalarını ıslah etmek olduğunu gördük.
Bu konuyla ilgili olarak Rabbimiz, Saff Suresi’nin 2 ve 3. ayetlerinde mümin kullarının hem kendilerine hem birbirlerine ve en önemlisi de Rabblerine karşı verdikleri sözlerini disipline eder, dilin afetlerinden onları sakındırır. Söyledikleri sözlere dikkat etmeleri ve ne dediklerinin farkında olmaları gerektiğini, bunun hem dünyada hem de ahirette bir karşılığının olacağını bildirir. Bu, bilinçli olma hâlidir.
İnsanın sözleri ve üslubu çok önemlidir. Zira kişinin dili, kalbinde ne olduğunun ciddi bir yansımasıdır:
“Şayet dilesek elbette onları sana gösterirdik, sen de onları simalarından tanırdın. Muhakkak ki sen, onları konuşma üsluplarından (dil sürçmelerinden) tanırsın. Allah, amellerinizi bilir.”[2]
“Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız/yapamayacağınız şeyleri (yapacakmış gibi) söylersiniz?”
Ayetin nüzul sebebi hakkında zahiren farklı gibi görünse de anlam olarak birbiriyle aynı rivayetler aktarılmıştır.
Abdullah ibni Selâm’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Biz bir topluluk olarak oturmuş hâlde kendi aramızda konuşuyorduk. Dedik ki: ‘Eğer biz Allah’ın (cc) en sevdiği ameli bilseydik onu yapardık.’ Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu, Resûlullah (sav) bizi çağırdı ve Saff Suresi’ni okudu.”[3]
Muhammed ibni Ka’b’dan (ra) ise şöyle aktarılmıştır:
“Allah (cc), Resûlullah’a (sav) Bedir şehitlerinin ecirlerini aktardığında sahabeden bazıları şöyle dedi: ‘Allah’ım, şahit ol! Eğer bir daha savaşla karşılaşırsak bütün çabamızı ortaya koyacağız!’ Uhud Savaşı’nda yenilgi esnasında kaçtıkları için Allah (cc) bu ayetle onları ayıpladı.”[4]
Ayet-i kerimede kullanılan üslup; ayıplama ve azarlama niteliğinde olan bir soru kalıbıdır. Yani cevabı beklenen bir soru değildir. Cevabını soranın da sorunun muhatabının da çok iyi bildiği ve muhatabın vereceği cevap ile mahcup olduğu bir kullanımdır.
Rabbimiz (cc) kullarından, konuşmalarında ciddi ve ne söylediklerinin farkında olmalarını istiyor. Böyledir. Mümin kulun, yüklendiği bu dava ciddi bir davadır. Laubali ve gereksiz konuşmalara müsait değildir. O kadar ciddi ve sorumluluk gerektiren bir davadır ki Rabbimiz en seçkin kulları olan peygamberlerine dahi bu davanın ağır bir sorumluluk olduğunu bildirmiş ve bunun üzerine onlardan söz almıştır:
“(Hatırlayın!) Hani: ‘Size Kitap ve hikmet verdikten sonra, sizin yanınızda olanı doğrulayıcı bir resûl gelirse ona iman edecek ve yardımcı olacaksınız.’ diye Allah nebilerden söz almıştı. Demişti ki: ‘Bunu ikrar edip bu sözün ağırlığını kabul ettiniz mi?’ Dediler ki: ‘İkrar ettik.’ Dedi ki: ‘Şahit olun! Ben de sizinle beraber şahitlik edenlerdenim.’ ”[5]
“Yapmayacağınız/Yapamayacağınız şeyleri (yapacakmış gibi) konuşmanız, Allah katında büyük bir öfke nedenidir.”
Rabbimiz (cc); kullarının konuştuklarına, temennilerine ve vaadlerine dikkat etmelerini, küçük büyük ne olursa olsun konuştuklarının karşılığını ve gerektirdiğini yerine getirmelerini; aksi takdirde insan için önemsiz bir konu bile olsa ahirette karşılığının büyük bir öfke olduğunu bildiriyor.
Ayetin Arapça lafzında geçen “مقت” kelimesi, gördüğü çirkin bir durum karşısında kişinin şiddetli bir şekilde öfkelenmesi manasına gelir.[6]
İslam’da söz vermek ve verilmiş sözlere vefa göstermek çok önemlidir. Bundan dolayı söz bozmak nifak alameti olarak addedilmiştir. Bu sözlerin çok büyük “vaadler” olmasına gerek yoktur. Kişinin “Şu saatte şuraya geleceğim.” demesi ve söylediği saate riayet etmemesi söz bozma kapsamına girer ve yapmayacağı bir şeyi yapacakmış gibi konuşması kapsamında ele alınır.
Abdullah ibni Ömer’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Dört şey var ki kimde bunların hepsi bulunursa münafığın ta kendisidir, kimde de bunlardan biri varsa bırakıncaya kadar kendisinde nifak alameti vardır: Verilen emanete ihanet etmek, konuştuğunda yalan söylemek, söz verdiğinde yerine getirmemek ve düşmanlığında aşırı gitmek.”[7]
Bir insanın başka bir insana verdiği sözü bozmasının durumu böyleyken ve Allah’a (cc) karşı verilen sözlere hepsinden daha fazla vefa gösterilmesi gerektiğinden sözün lüzumunu yerine getirmemenin karşılığı çok büyük bir günahtır ve Allah’ın (cc) öfkesine neden olur.
Kul, Rabbine pek çok defa söz vermiş olabilir. Örneğin, Allah’tan (cc) istediği bir nimet karşılığında şükür edeceğine dair söz verir:
“Şayet bize salih (bir evlat) verirsen andolsun ki şükredenlerden olacağız.”[8]
Allah’tan (cc) zenginlik isteyip bu zenginlik karşılığında sadaka vereceğine dair söz verir:
“İçlerinden kimi de Allah’a şöyle söz vermişti: ‘Andolsun ki Allah bize lütuf ve ihsanından verirse hiç şüphesiz Allah yolunda sadaka verecek ve salihlerden olacağız.’ ”[9]
Yine bir örnek olarak Enes ibni Nadr (ra), “Allah (cc) beni başka bir savaşa yetiştirirse benim ne yapacağımı herkes görecek!”[10] diyerek Rabbine söz vermiş ve sözünü tutmuştur:
“Müminlerden öyle yiğitler vardır ki; Allah’la yaptıkları sözleşmeye sadık kaldılar. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi (şehit oldu), kimisi beklemektedir. Kesinlikle (sözlerini) değiştirmemişlerdir.”[11]
Tüm bunların yanında kişinin, “Keşke medreseye gidebilsem, orada ne güzel ilim talebesi olurdum. Keşke malım olsa da infak edebilsem. Bir çalışma alanı olsa da İslam için hizmet edebilsem. O imkânlar bende olsaydı çok daha güzelini yapardım.” gibi düşünce ve sözlerle niyetini ifade etmesi de Allah’a (cc) verilmiş sözlerdendir ve gereğinin yerine getirilmesi gerekir.
Bu örneklerden sonra Allah’a (cc) söz verip de sözlerini bozanların durumlarını okuyarak meselenin önemini kavramaya çalışalım:
Yahudilerin sözlerini bozmaları
“Sözlerini bozmaları sebebiyle onlara lanet ettik ve kalplerini katı kıldık. Kelimeleri yerinden oynatarak tahrif ediyorlar. (Ayrıca) emrolundukları şeyden paylarına düşen (ameli) terk ettiler. Onların azı hariç sürekli olarak onlardan ihanet görürsün. (Buna rağmen) affet ve hoş gör. (Çünkü) Allah, muhsinleri/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanları sever.”[12]
Yahudilerin sözlerini bozmalarının karşılığı olarak lanetlendiklerini, yani Allah’ın (cc) rahmetinden uzaklaştırıldıklarını, kalplerinin katılaştığını ve bunların bir sonucu olarak Kitaplarını tahrif ettiklerini, sorumluluklarını yerine getiremediklerini ve hainliğin onlarda bir karakter özelliği olarak vücut bulduğunu görüyoruz. Hem uzak hem yakın Yahudi tarihine kısa bir bakış attığımızda bu hâllerine somut ve canlı bir şekilde fazlasıyla tanıklık edebiliyoruz.
Hristiyanların sözlerini bozmaları
Yukarıda zikrettiğimiz ayetten bir sonraki ayette Rabbimiz (cc), Hristiyanların da verdikleri sözleri bozmaları karşılığında ne ile karşılaştıklarını anlatıyor:
“ ‘Şüphesiz ki bizler, Hristiyanız.’ diyen kimselerden kesin bir söz aldık. Emrolundukları şeyden paylarına düşen (ameli) terk ettiler. (Ceza olarak) kıyamete kadar aralarında sürüp gidecek bir düşmanlık ve kin ile (onları birbirlerine düşürdük). Allah, yaptıklarını onlara haber verecektir.”[13]
Hristiyanlar da verdikleri sözleri bozmalarının sonucu kendi aralarında bir kin ve düşmanlığa mahkûm edilmiştir. Elbette ki kendi aralarındaki bu düşmanlık; birbirlerine karşı yeryüzünde üstünlük kurma mücadelesi hâline gelmiş ve bunun sonucunda da yeryüzünü arkası kesilmeyen bir kaosa sürüklemiştir. Onların bu hâllerini de tarih sayfalarında açık seçik bir şekilde okuyabiliriz. Paylaşım savaşları, sömürge yarışları… Bunların hepsi onların kendi aralarındaki kin ve çıkar kavgasının bir sonucudur.
Müslimlerin sözlerini bozmaları
“İçlerinden kimi de Allah’a şöyle söz vermişti: ‘Andolsun ki Allah bize lütuf ve ihsanından verirse hiç şüphesiz Allah yolunda sadaka verecek ve salihlerden olacağız.’ Onlara lütfundan ve ihsanından verince de cimrilik ettiler ve ilgisiz bir hâlde yüz çevirip gittiler. Allah’a verdikleri sözü bozmaları ve yalan söylemelerine karşılık, onunla karşılaşacakları güne kadar kalplerinde var olacak olan bir nifakla onları cezalandırdı.”[14]
Tebuk Gazvesi, zorluk savaşıydı. İnsanların genel olarak seferberliğe çağrıldığı bir savaştı. Zengin olanlar ellerinde ne var ne yok verirken fakir olanlar, “Malımız olsaydı biz de verirdik.” dediler. Allah da (cc) onları bu sözleriyle imtihan etti ve onlara infak etme imkânı sunarak zenginlik verdi. Onlar ise bu sözlerini bozdular ve hiç söz vermemiş gibi yollarına devam ettiler. Bunun üzerine Rabbimiz (cc) onların kalplerine kıyamete kadar bir nifak mührü vurdu. Bundan dolayı Rabbimiz, kullarına, verdikleri sözlere dikkat etmelerini ve sözlerini yerine getirmemelerinin hem bu dünyada hem de ahirette bir karşılığı olacağını bildirdi. Yahudilerin lanetlenmeleri, kalplerinin katılaşması ve kitaplarını tahrif etmeleri; Hristiyanların aralarına giren ebedî kin ve savaş; Müslimlerin kıyamete kadar kalplerine vurulan nifak damgası sözlerini bozmalarından dolayı Allah’ın (cc) onlara
[1] 61/Saff, 2-3
[2] 47/Muhammed, 30
[3] Tirmizi, 3309
[4] El-Lubâb fî Ulûmi’l Kitâb, 19/44
[5] 3/Âl-i İmrân, 81
[6] bk. Müfredat, Çıra Yayınları, s. 918-919, m-k-t maddesi
[7] Buhari, 2459; Müslim, 58
[8] bk. 7/A’râf, 189
[9] 9/Tevbe, 75
[10] bk. Buhari, 2805; Müslim, 1903
[11] 33/Ahzâb, 23
[12] 5/Mâide, 13
[13] 5/Mâide, 14
[14] 9/Tevbe, 75-77
İlk Yorumu Sen Yap