Kullukta Sakınma Hâli; Vera

Allah Resûlü’nün (sav) torunu ve reyhanesi Ebû Muhammed Hasan ibni Alî ibni Ebî Tâlib şöyle dedi:

“Allah Resûlü’nden (sav) şunu ezberledim: ‘Seni şüpheye düşüren şeyi bırak, şüpheye düşürmeyen şeye yönel.’ ”[1]

Bu hadis amel fıkhına ilişkin önemli kaidelerdendir. Nelerden yüz çevirip nelere iltifat etmemiz gerektiğini basit ve açık bir ifadeyle izah eder: “Seni şüpheye düşüren şeyi bırak, şüpheye düşürmeyen şeye yönel.”[2] Bu hadisi güzel kavramak ile rızıklanan mümin, amel fıkhında önemli bir formülü elde etmiştir. Bu formüle sahip mümin, zihni sürekli acabalarla dolu olan ve bir türlü karara varamayan ikircikli bir insan portresinin tam karşısında gönlü ve kalbi mutmain, yaptığı amellere ilişkin acabası az olan bir portre olarak yer alır.

Amel fıkhında önemli bir boşluğu dolduran bu hadisi kitabına alan İmam Nevevî (rh), bir kez daha, telif ettiği Kırk Hadis eseriyle ne kadar isabet ettiğini kanıtlamıştır. Zikrettiği her hadis dinin kaidelerinden bir kaide, imanın sıhhatine veya kemaline vasıl olmak için kestirme bir yol gibidir. Uzatmadan, muhatabı tafsilat içerisinde boğmadan mesaj ulaşır. Bu yönüyle, Kırk Hadis’in incelenmesinin ve anlaşılmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmak gerekir.

Hadisin bahsettiği temel mesele ahlak ve süluk kitaplarımızda “vera” olarak kavramlaşan kulluk kaidesidir. Her kulluk kaidesi gibi vera da bir boşluğu doldurup kulluğun kemale ulaşmasına katkı sağlar. Ubudiyette zirveyi bulan Allah Resûlü’nün (sav) bu önemli tavsiyesi üzerinde durmak elzemdir, kulak ardı edilmemelidir.

O hâlde şunu soralım: Hadis şerhlerinde bu hadisle özdeşleşen vera kavramı nedir ve hadis bağlamında mümine ne anlatır?

Vera, ahiret hayatında zarar verecek söylem ve eylemlerden kaçınmaktır. Diyebilirsiniz ki aslında takva da bu değil midir? Evet. Takvanın bu manayı ihtiva ettiği tartışılmayacak kadar açık bir meseledir. Fakat vera ve takva arasında bazı nüanslar vardır:

1. Takva Allah’ı (cc) razı etmek için hazırlık yapmak, amel ortaya koymaktır. Verada da amaç aynıdır, Allah rızasıdır. Ancak ortaya bir amel koymak yerine mevcut şüpheli hâli defetmek, şüpheliden uzak durmak vardır.

2. Takvada yerine getirilecek emir veya sakınılacak yasak kesindir. Verada ise kesinlik yoktur. Şüphe vardır. Şüpheli eylem veya söylem vardır.

3. Takva, kendisinden korkulan şeyden sakınmak ve hoşlanılmayan şeylerle araya engeller koymaktır. Vera ise, sonucundan emin olunmayan durumlardan benliği uzaklaştırmaktır.[3]

Veranın Faydası

1. Ahirette zarar vermesi muhtemel davranışlardan sakınmak diye izah ettiğimiz vera bir kulluk menzilesidir. Kulun, Allah korkusu, Allah’a saygı, ihtiram ve sevgi anlamında samimi olduğunu ispat eder. Haramları terk etmek veya emirleri yerine getirmek merhalesinin bir üst menzilesine varmıştır kul. Açık haramlar veya emirler dışında şüpheliler hususunda da tetiktedir ve hassastır. Daha evvel geçen Nu’mân ibni Beşîr hadisinde de ifade edildiği gibi bu şekilde dinini ve ırzını koruma altına almıştır.

2. İslam, kulların gönül huzuru ve mutmainlik içerisinde olmalarını arzu eder. Sürekli endişeli, kaygılı, vesveseli, kararsız, tercihte bulunamayan bir insan olmasını istemez. Yine İslam, kulların basit meselelerde keşkeleri bol olan, önemli meselelerde ise “Öyle mi yapsaydım acaba, yoksa şöyle mi olsaydı?” diye sürekli içsel bir cedel ve kavga yaşayan fertler olmasını istemez. Hayatını ikilemde kalmaya endekslemiş insanların başkalarından evvel kendilerine faydası olmayacaktır. Bu hakikatle yoğrulmuş olan İslam, şüpheli durumlardan sakınan müminin zihin dünyasını ve kalbini huzura gark eder. Geçmişe yönelik “keşke”lerin esiri olmaktan kurtarır.

3. Burada belirtmemiz gerekir ki şer’i ahkâma yönelik bilgisizliğimizden kaynaklı olarak bazı durumlar karşısında nasıl tavır almamız gerektiğini bilemeyiz. O ân için ilim ehli olan insanların yönlendirmelerinden faydalanmak da mümkün olmayabilir. Bu durumlar için önümüzü aydınlatan bir kandildir bu kaide; şüphelendireni bırak, şüphelendirmeyeni al.

Göz Kamaştıran Bir Örnekler

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Bir adam başka bir adamdan arazisini satın aldı. Satın alan adam arazinin içinde altın bulunan bir testi buldu. Araziyi satın alan kişi eski sahibine, ‘Şu altınını benden al. Çünkü ben senden araziyi satın aldım, altını satın almadım.’ dedi. Arazinin eski sahibi ona, ‘Ben sana araziyi içindekileriyle beraber sattım.’ dedi. Bir adamın hakemliğine başvurdular. Hakemliğine başvurdukları şahıs, ‘Çocuklarınız var mı?’ diye sordu. Onlardan biri, ‘Benim bir oğlum var.’ diğeri de ‘Benim de kızım var.’ dedi. Hakem, ‘Oğlanı kızla evlendirin. Bu altından onlara harcamalarda bulunun ve tasadduk da edin.’ dedi.”[4]

Günümüzdeki gibi ahlaki yozlaşmanın dibi gördüğü, ticaretin bencillik pazarı olmaya namzet olduğu bir dönemde bu örneği anlamak kolay olmasa gerektir. Onlarca yıllık ticaret hayatı içerisinde aktif olan kaç kardeşimiz hadiste bahsedilen dürüst ve adil tavra rast geldi, isar ahlakını ilke edinmiş tüccarlarla karşılaştı? Ya da kaçımız böyle insanlardan olmayı başardı? Zor ve cevapsız sorular…

Her türlü fuhşiyat ve münkeratın yaygınlık kazandığı böylesi bir dönemde hassasiyet sahibi insanlardan olmak bir yana, onları anlamak dahi bir meseledir. “Arsayı aldıysa altını da almıştır, neden eski sahibinin peşinden koşuyor ki?” de denilebilir. Haramlardan tam manasıyla uzaklaşamamış insanın şüpheliler konusunda ileri derecede hassasiyet göstereceğini beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Vera ehli selefin, gözleri yaşartan örnekleri bunlar için sıradan, anlamsız ve hatta bazen gereksizdir. Bu kadarına neden ihtiyaç var gözüyle bakarlar.

Vera ve Vesvese

Vera, Allah’a (cc) kullukta yüce bir makam ve önemli bir menziledir. Ancak vera olarak zannedilen düşünce veya davranış her zaman vera olmayabilir. Düşmanımız şeytanın her fırsattan bir kriz çıkarma yönündeki çabaları burada da kendini belli ediyor, şahitlik ettiğimiz bazı olaylar şüphelilerden sakınmak ile vesveseye uymak arasındaki çizginin bazı insanlar için silikleşmeye başladığını gösteriyor. Kimisinin, vera makamında salih bir mümin olmak umuduyla ortaya koyduğu gayretler, hakikatte kendisini şeytanın oyuncağına çevirmiştir. Örnek verelim:

Namazda yaptığı her hata nedeniyle selam verip namaza yeniden başlayan ve bunu da namazı şüpheden kurtarmak amacıyla yapan kimselerle karşılaşabiliyoruz. Oysa Allah Resûlü (sav), namazda yaptığı hatalar nedeniyle namazı bırakıp yeniden başlamazdı. Eksik bıraktığını tamamlar veya sehiv secdesi yapardı.

Abdestim bozuldu diye şeytanın oluşturduğu vesveseleri gerçek sanarak namazı bırakıp yeniden abdest alanlarla karşılaşmak da zor değildir. Oysa Peygamberimizin (sav) bu konudaki tavsiyesi de açıktır:

“Biriniz karnında bir şey hisseder ve kendisinden bir şey çıktı mı çıkmadı mı emin olmazsa ses işitinceye veya koku duyuncaya kadar mescidden çıkmasın.”[5]


[1]. Tirmizi, 2518; Ahmed, 1723

[2]. Tirmizi, 2518; Ahmed, 1723

[3]. bk. Mevsûatu’n Nadrati’n Naîm, 1/236

[4]. Buhari, 3472; Müslim, 1721

[5]. Müslim, 362

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver