CemiA(BD) CemaA(KP) ve Cemaat

Mana yönüyle birbirine çok yakın olan camia ve cemaat terimleri, zihinlerde çağrıştırdıkları anlam itibariyle bugün olduğu gibi birbirlerinden hiç bu kadar uzaklaş(tırıl)ıp savrulmamışlardır. Uzaklaştırılıp savrulmaları bir yana, artık her bir terim birbirine hasım ve düşman tarafların kamplaşmışlık hallerini sembolize eder hale getirildi.

Kamplaşmış olan tarafların öncüleri ile sözcülerinin hezeyanlarına bakan ortalama bir vatandaş, gözlerini yaşartacak düzeyde, hak ve hakikat mücadelesi veriyorlarmış gibi bir izlenim edinebilir. Hak ve hakikatı, herkes kendi inancına ve meşrebine göre tanımladığından, doğal olarak her vatandaş da ‘Hak ettiği’ yerde konumlanacaktır.

Dünya üzerinde, eğer hâlâ varsa sağır sultanın dahi duyduğu hakikat şudur ki; ‘AK’ıyla, ‘Kamber’iyle’ girişilen kuralsız, ölçüsüz ve ahlaksız bu savaşımın asıl nedeni mülk, ikbal ve iktidarın paylaşımındaki anlaşmazlıktır.

Her iki taraf da birbirlerinin gardını düşürmeye çalışırken ‘Hak!’ diye ünlemektedir. El-Hakk olan Allah’ın subhanehu ve teâlâ hak ve adaletin kamil manada müesses nizamı olan İslam’ı ve İslami ıstılahları dahi, her türlü arsızlıklarını, hırsızlıklarını ve şirklerini örtmek için istismar etmekten de kaçınmamaktadırlar.

Değneğin İki Ucu Da…

Beyinlerindeki nöronlardan, bedenlerindeki kılcal damarlara kadar demokrasi kazuratının kirlenmediği bir milimlik yerleri kalmadığı halde, kendilerini hâlâ en hakiki Müslüman olarak ilan ve takdim eden her iki tarafın bu halleriyle dahi sahih İslam inancına karşı aynı koalisyonda oldukları apaçık ortadadır. Esasen bu durum ortaya yeni çıkmış da değildir. Her iki tarafın son on yıldaki söylem ve icraatlarına biraz dikkatlice bakıldığında birçok mesele açıklığa kavuşacaktır.

Hançerelerini yırtarcasına demokrasi ve Batılı değerler adına cazgırlık ve bezirgânlık yapan biri ruhani (!) diğeri ise siyasi her iki liderin de misyonlarının ne olduğu hakkında hakikatler ortaya çıkmış oldu: Laik-Demokratik-Kemalist sistemin payandalığı ve gönüllü savunuculuğu!

Geçmişte yaşanan askeri darbelerin, özellikle de 12 Eylül 1980 darbesi ile 28 Şubat postmodern darbesinin en önemli sebepleri arasında, Millî’ci ve Muhafazakâr cereyanların rejim için tehdit oluşturabileceği yönündeki korkular da sayılmaktadır.

Tevhid inancından uzak olmakla beraber dönemsel şartları itibariyle ve yüzeysel tanım ve algılarla rejim için en büyük tehdit olarak gösterilen millîci ve muhafazakâr camialara mensup kadrolarla, bu kadroların yetiştirdiği insanların ekseriyetinin bugün birbirlerine karşı sürdürdükleri taht ve rant kavgaları büyük bir ibret vesikasıdır. Bu manzara, onların bu hale gelmesine sebep olan dalalet yolu demokrasinin henüz giriş kapısında bulunan iyi niyetli insanlar için, paha biçilmez bir tecrübedir aynı zamanda.

Her birisi ayrı bir camia ve grup olsa da, deriniyle yahut görünürüyle, rejimin nezdinde aynı çuvaldaki birer baş kuru soğan hükmündedirler.

Bir Kamber, Bir Çelebi, İki Tağut

Cemaziyelevveli malum olan Amerikalı Kamber’in gözünde camiA(BD)’sine intisab etmemiş herkes; ötekidir, üçüncü sınıftır, tehlikedir, nefret edilendir ve hatta İslam dairesinin dışındadır! Hem kendisinin hem de müridlerinin değişik yer ve zamanlarda ortaya koydukları söylem ve tavırlarını sıradan vatandaşlar dahi bilirler.

En büyük kin ve düşmanlıkları ilim ve cihad ehli Müslümanlaradır. Vatikan ve küresel küfür güçleri ile yaptıkları işbirliği neticesinde, İslam’ın özünü nasıl tahrif etmeye yeltendilerse cemaat kavramının da özünü-içini boşaltmaya çalışmakta, hiç değilse bunun müsebbibi oldular.

İslam’ı seven iyi niyetli ve hayırhah insanlardan Allah’ın dinine yardım ve destek adına, bir elmanın kabuğunu ince ince soyar gibi İslam’ın libasını çıkardılar.

Adalet ve hürriyet adına mücadele edeceklerini beyan ederek birkaç hareket gösterir gibi yaptıktan sonra, demokrasi pistinde kendilerine tahsis edilen kulvara geçip gösterilen hedefe doğru kâh yürümekte kâh koşmaktalar, durmadan.

Bunlardan ruhani olanı, postu Pennsylvania’ya sermiş, muhtemelen Beyaz Saray’daki otoriteye yakın olmanın mülezzez ruh hali, oradan ayrılmasına mani oluyordur.

Hem muvahhidleri her çemkirdiğinde kulübesinden uzatacağı başını okşayacak böyle karizmatik otoriteyi başka nerelerde bulabilecektir ki?

Ruhani olanı da siyasi unvanı da tevhid ehline düşman olan dostlarına yaklaşıp yaranmakta, birbirleriyle ayrıca rekabet halinde oldular. Birbirlerine peşrev çekmeye başlayalı henüz üç beş ay oldu. Daha önce her iki taraf da Müslümanlara peşrev çekmede güç birliği ve işbirliği yapmaktalardı. Senenin dört mevsimi, gece gündüz, gizli açık, mahpus özgür…

Her halukârda tevhidi anlatan ve ‘Rabbim Allah’tır!’ demekten başka herhangi bir eylemi olmayan Müslümanları susturmak ve etkisizleştirmek için tecessüs ve terassut yoluyla mahremiyetlerini ihlal etmeye cür’et ettiler.

Kendi CamiA(BD)’lerini ve CemaA(KP)’lerini müdafaa etmeye çalıştıkça bencilliğin dipsiz çukurlarına yuvarlandılar.

İslam’dan ve İslam kardeşliğinden her bahsettiklerinde Çelebi’nin sözlerinden, Kamber’in de gözlerinden sağanak halinde galiz yalanlar aktı.

Ahlaktan söz ettikçe toplumu münafıklığa, emaneti ganimet addetmeye, ikiyüzlülüğe, yalancılığa, dubaracılığa, edepsizliğe, gıybete, iftiraya, sövgüye, övgüye, öfkeye, karşılıklı rızaya dayalı zinaya… Ve daha sayılamayacak bir sürü yozlaşmışlıklara ve iğrençliklere ittiler.

Kamber her ‘muhabbet’ dediğinde, muvahhid ailelerin çocukları dahi onun siyonistlerden, Evangelistlerden veya Budistlerden bahsettiğini anlayabilmektedir. Zira İslam düşmanlarına merhamet gösterip dua etmekten geri kalmamaktadır. Müslümanların payına ise kin küpü kalbinde ve sair azalarında stokladığı gaddarca düşmanlık irinini fışkırtması düşer.

‘Kardeşlik’ derken zihninde ‘ehli salîb’in suretleri canlanır. Vefa ise onun için Vatikan’daki muhitlerine karşı derûni lisanla dile getirdiği kuvvetli bir histir.

Çelebi, iktidara geldiğinde sistemin bağırsaklarında birikmiş pislikleri temizleyecekti güya! Gelinen noktada ise, o bağırsaklarda onun ve destekçilerinin pislikleri sistemin şehir kanalizasyonu gibi geniş olan bağırsaklarını dahi patlatacak neredeyse…

Mustaz’af muvahhidlere karşı her iki taraf da adeta mengenenin birer ucu gibiler. Ellerine bir geçirmeye görsünler, mengenenin dişlerini nasıl da büyük bir şehvetle sıktıklarını bilen bilir.

Sistem Davetçisi Kalemşör Mücahid(!)ler

İslam adına söz söyleyebileceğini düşünen, CV’sinden (özgeçmişinden) küçük çapta bir roman çıkabilecek bu kartvizitli abiler, hocalar ve yazarlar ciddi ciddi kafa yorup tonlarca teoriler üreterek bir sürü kitap yayınladılar. Panellerden panellere koştular. Sahici tonlamalarla İslam davasını savunduklarını höykürdüler. Yüzlerce, binlerce makaleler kaleme aldılar. Gençleri kıpır kıpır cevelâna sevk ettiler.

O dönem farklı dinî ve kabilevî gruplarla beraber onlar da bizzat aynı müzakere halkasındalarmış gibi, Medine vesikası (sözleşmesi) üzerine kendilerinin de kaybolduğu pek derin analizlere daldılar. Medine sözleşmesinden günümüz demokrasisine tekabul edebilecek minik bir referans bulabilmek için ömür tükettiler.

Dünya hayatında elde edilebilecek hayırların en büyüğü olan hidayet nimetine ulaşmaya çalışmak yerine, batılın ta uzaklardan gelen sesine kulak ve gönül vererek itikadî iflaslarını ilan ettiler. Demokrasiyi zulüm, tuğyan ve hırsızlığın maskesi olarak ilan edenlerin yıllarca süren demokrasi ve Kemalizm eleştirileri, tekfirleri ve hesaplaşma naraları hâlâ gökkubbede çınlamaktadır.

İslam davetçisi sıfatını höpürdete höpürdete kullanan mâlûmatfüruş hocalar, abiler, yazarlar ve diğer ‘İslamcı’ların bu ne sistem aşkıymış kabule sığmayıp taşan! Son seçim sonuçlarından dahi çok daha mühim olan bu gerçeğin ortaya çıkmış olması, bizim için sürpriz değil elbette. Yıllardır yeri geldiğinde bu hususları dile getirmekteyiz.

Karşıt kamplarda konuşlanmış hasımlar arasındaki kavgada, her iki tarafın neferleri de ‘Sistem sahipliği’ siperinden ateş ediyorlar birbirlerine. Trajik olan da işte budur.

Zannedersiniz ki şirk sistemini deviren tevhidî bir inkılap gerçekleşmiş. Tevhidî inkılabı gerçekleştiren devrimci kadro da şu sıralar, pek de zor durumda olan ‘İslam Devleti’ne göğsünü siper etmekte! Söz söyleyebilen ve kalem oynatabilen herkes uzman analist edâsıyla birbirlerine yol göstermekte, fetvalar vermekteler.

‘Sistemin kurumlarına sızarak bazı noktaları ‘in’ edinen meşhur masonik tarikatın müridlerini o inlerden çıkarıp atmak gerek…’

‘Sistemi ‘böcek’lerden tez temizlemelidir.’

‘Sistemi bilimum kazalardan, belalardan ve dahi kem gözlerden korumalıdır.’

‘Sistemin laik eğitimini evlere kadar yaygın hale getirmeli.’

‘Sistemin faize dayalı ekonomik çarkının sorunsuz olarak dönmesi için her tedbir alınmalıdır. Gerekirse çocukların cep harçlıkları dahi kayıt altına alınmalı, kontrol ve gözetime tabi tutulmalıdır.’

Laik-Kemalist aptalların beceremediğini yapıp bu şirk sistemini halkın her kesimi içerisinde, kendi tarihinde görmediği bir meşruiyet katına çıkarmaya azamî gayret göstermişlerdir.

Bu durumda bunların başındaki Çelebi’ye de şunu sormak gerek: ‘Ey herif-i nâ-şerif! Milyon milyon insanları demokrasi tariki ile cehennem istikametine yöneltirsin. Azılı ve yeminli İslam düşmanlarının dahi muvaffak olamadıkları böyle bir şirk cenderesine hem de ‘Hak!’ diye ünleyerek bu halkı bu hızla nasıl böyle sokabildin?’

Çelebi’nin cevabı:

‘Partini kur da gel, öyle konuşalım!’

İslam Cemaati ve Cemaat Müslümanı

Cemaatin farziyeti; cemaatin rahmet, ayrılığın ise azap olduğu hususları tüm müminlerce malumdur.

Her ne kadar içi boşaltılmaya ve anlamı dışında şeytanî faaliyetlerin kotarıldığı organize bir örgüt ile ilintilendirmeye çalışılsa da cemaat bizim için şimdi daha değerli bir nimettir. İlahi bir lütuftur. Bunu böyle biliyor ve Rabbimize hamd ediyoruz.

Cemaat her şeyden önce tevhid, iman ve Nebevî menhecin tatbik edildiği sünnet ve takva üssüdür.

Cemaat, kardeşliğin yeşerip güçlendiği ve kalplerin kaynaştığı ihlas ve samimiyet yuvasıdır.

Cemaat, namazlarda hep beraber kıyama durarak hayırları celp edip masiyetleri def etmek üzere toplanmış muvahhidler topluluğudur.

Cemaat dendiğinde bu kelime ile beraber İslam nezdinde makbul olan ‘Ehli Sünnet ve’l Cemaat’ terkibi hatırlanır. Müslüman bilir ki, Ehli Sünnet ve’l Cemaat dışında kalan ve ayrı düşen herkes ve her kesim dalalettedir.

Bir müslüman ‘Cemaat’ kelimesini her duyduğunda kalbine ılık bir şeylerin akıverdiğini hisseder. Özgüveni artar. Müminlere zerre kadar dahi zarar vermemek için dilini ve ellerinin Nebevî ahlakın ‘kontrol merkezine’ bağlar. Kardeşlik hukukunu en iyi şekilde uygulamak yönündeki iradesini güçlendirir. En azından bunun için çaba gösterir.

Müslüman bilir ki Cemaat, yüce Allah’ın hoşnutluğudur. O’nun subhanehu ve teâlâ yardımına mazhar olmaktır. O’ndan subhanehu ve teâlâ gelecek zaferin en önemli vesilelerindendir. Allah’ın subhanehu ve teâlâ, kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak kendi yolunda çarpışanları sevdiğini de bilir.

Cemaat, küfrün çok namlulu silahından çıkan ebedi azap ‘kurşun’larına hedef olmaktan kaçıp, Allah’a firar edenlerin sığındığı iman kalesidir.

Cemaat, her alışverişinde sermayesini batırma ve bir daha toparlanmayacak büyüklükte zarar riski taşıyan dünya metaına kalben bağlılık prangalarının tamamen çözüldüğü gerçek özgürlük alanıdır.

Cemaat, dalaletin kör karanlığından çıkmaya muvaffak kılınanların, hidayet nuruna doğru yöneldikleri faziletmeab ocağıdır.

Cemaat, ülkemizin ve dünyanın yapay ve kirli gündeminden Müslümanları koruyarak, onları aslî görevlerine yönelten, motive eden ve onlardan sağlam karakterli dava adamları çıkaran muttaki rehberliktir.

Cemaat, verdikleri söze sadakat gösteren ve ihtilafların saptırıcılığından korunmaya çalışarak tevhid davasına adanmışlık ruhuyla hizmet etmek isteyen ümit nesli yiğitler kervanıdır.

Şüphesiz ki: Allah’tan başkası için sevilen, bağlanılan ve itaat edilen her birşey; seven, bağlanan ve itaat eden kimse için zarar ve azap sebebi olacaktır.

“Onlar kendilerine itibar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah’tan başka ilahlar edindiler. Asla! İlah edinilenler kendilerine yapılan tapınışları/ibadetleri kabul etmeyecekler ve onlara hasım olacaklar.” (19/Meryem, 81)

Allah subhanehu ve teâlâ bizleri Nebiler, Sıddıklar, Şehidler ve Salihler cemaatiyle birlikte haşrolunmaya vesile olacak söz ve ameller üzere sebat etmede muvaffak kılsın. (Allahummeamin)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver