İhlassız Olmanın Davaya Yansımaları

 

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Bir önceki yazımızda ihlasın faydaları üzerine muhabbet etmiştik. Bu yazımızda ise ihlassız olmanın davaya nasıl yansıdığından bahsedeceğiz. Rabbim hepimizi ihlaslı kullarından kılsın. Allahumme âmin.

Kıymetli Kardeşim,

Şeytan hannastır, sinsi ve gizli tuzaklar kurar. Bununla, kulun Allah (cc) için yaptığı amellerini boşa çıkarmayı murat eder. Bu tuzaklara düşenler, dünya ve ahirette de hüsrana uğramış olurlar. Müsaaden olursa, şeytanın ihlasa zarar verecek tuzaklarını sana hatırlatmak isterim:

1. Beğenilme Duygusu

Her insan yaptığı amellerin veya ortaya koyduğu hizmetlerin beğenilmesini ister. Şeytan, insanın bu zaafını bildiği için beğenilme duygusu üzerinde yoğunlaşır ve tuzaklar kurar. Ta ki Allah adına yapılan ameller boşa gitmiş olsun.

Örneğin, bir kardeşimiz bu davaya hoca olarak hizmet ediyordur. Görevi icabı ders yapıyor, nasihat ediyor, yazı yazıyordur… Veya başka bir kardeşimiz davasına; temizlik yapmak, çay dağıtmak, şoförlük yapmak, kitap satmak ya da eğitim vermek gibi amellerden biriyle hizmet ediyordur. Hangisi ya da ne şekilde olursa olsun kardeşimiz, amellerini Allah (cc) için yapmalı ki o amellerin ecrini alabilsin. İşte tam bu evrede şeytan, beğenilme duygusunu devreye sokar.

Eğer yaptığı hizmetlere dair etrafındaki kardeşlerinden beğeni bekliyorsa, onların görmesi çabasına girmiş bir hâlde yaptığı işi övüyorsa veya yaptığı hizmete dair övgü gelmediğinde o görevi terk ediyorsa işte o zaman bu amelini ihlas üzere yapmamıştır. Hizmeti, Allah katında geçersizdir.

Değerli Kardeşim,

İnsan beğenilme duygusunu ıslah etmezse bütün amellerini insanların görmesi ve beğenmesi için yapma tehlikesine düşer. Yani övgü varsa hizmet vardır, hastalığına yakalanabilir. Bu hastalıkta olan kişi, davasına hizmet edemez. Verilen görevleri hakkıyla yerine getiremez ve bir yerde sabit kalamaz. Bu tür insanlar, egosunu tatmin edemediklerinde egolarını tatmin edecekleri yerler ararlar.

Hakeza bu tür insanlar, eleştiriyi kabul etmedikleri için kendilerini de geliştiremezler. Beklentileri hep övgüdür. Oysa insan hataya meyyaldir. Her yaptığı işte mutlaka bir eksiklik vardır. Subhan olan sadece Allah’tır (cc).

Beğenilme duygusunu ıslah etmemiş kişiler, kibir hastalığıyla iç içedir. Sürekli kendilerini, yaptığı hizmetleri över ve iyi yönlerini ön plana çıkarırlar. Olmadığı gibi görünerek hak etmediği, ehil olmadığı görevler üstlenirler. Ve netice olarak bu görevin altında ezildiği gibi ümmetin işlerini de yarı yerde, ortada bırakırlar.

Oysa Rabbimiz kendi nefsimizi temize çıkarmayı haram kılmıştır. Bırakın kendimizi övmeyi, başkasını övmeyi bile İslam yasaklamıştır ki karşı tarafı kibre sevk etmiş olmayalım. Biz Rabbimizin, hakkımızda yazdığı ameller üzerine yoğunlaşmalıyız. Kendimizi överek, yapamayacağımız görevleri talep etme hırsından şiddetle kaçınmalıyız.

İnsanın beğenmesi mi önemlidir yoksa Allah’ın beğenmesi mi?

Şeytanın, beğenilme zaafımız üzerinde kurduğu tuzağı, bu soru ile yıkmalıyız.

Elbette Allah’ın (cc) beğenmesi daha önemlidir. İnsanların beğenmesi için yaptığımız ameldeki kazancımız, sadece insanların övgüsü ve takdiridir; zararımız ise amelin ecrinden mahrum olmakla beraber ateşin odunu olmaktır!

Allah’ın (cc) beğenmesi için amel ettiğimizde Rabbimizin meleklere karşı övgüsünü aldığımız gibi amellerimizin ecrini hem bu dünyada hem de ahirette kat kat fazlasıyla almış olacağız. İşte akıllı insan, Allah’ın beğenmesi ve razı olması için çabalar, sadece onun için amel ve hizmet yapar:

“Sadakayı, iyiliği ve insanların arasını düzeltmeyi teşvik etmeleri dışında, aralarında yaptıkları fısıldaşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim de bu (iyiliğe teşvik işini) Allah’ın rızasını elde etmek için yaparsa, ona büyük bir ecir vereceğiz.”[1]

2. Karşılık Beklemek

Müslim, davasına hizmet ettiği zaman karşılığını sadece Allah’tan (cc) beklemelidir. Çünkü ihlas, Allah için amel yapmak ve ecrini Allah’tan beklemektir. Nitekim kavimlere uyarmaları için gönderilen bütün peygamberler, yaptıkları davetin karşılığını Allah’tan beklediklerini dile getirmişlerdir:

“Şayet yüz çevirirseniz, sizden bir ücret istemiş değilim. Benim ücretimi yalnızca Allah verecektir ve ben Müslimlerden/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullardan olmakla emrolundum.”[2]

Kalbinde ihlas olmayan insanlar, yaptıkları hizmete dair sürekli beklenti içerisindedir. Kimisi maddiyat bekler kimisi konum kimisi de hatalarına karışılmamasını…

Örneğin, davasına infakta bulanan bir kişi, ihlas üzere tasaddukta bulunmamışsa paranın nereye harcanacağı konusunda söz sahibi olmak ister. Hakeza bu kişi İslami davada atılacak adımlarda karar veren konumda olmayı da ister. Daha tehlikeli olan ise hayalini kurduğu bu durumlar gerçekleşmediğinde “Paramızla yardım yapıyoruz, bizi adam yerine koymuyorlar! Bize ayrıcalık tanımıyorlar!” diyerek minnet altında bırakır. Velhasıl sonuç olarak İslami yapıdan uzaklaşıp gider.

Oysa ihlaslı olan kişi, infakta bulunurken Allah’ın ahirette ona vereceği karşılığı umarak infakta bulunur. Bu nedenle infak ederken bir beklentiye girmez. Hakeza infakını gizli yapar, kimseyi minnet altında bırakmaz.

İnfak etmekle emir olduğunu düşünen, infakıyla bütün işlere müdahale etme yetkisini kendisinde görenler, parası kadar Allah katında da ümmet karşısında da düşerler. Bunlar, ameliyle cehenneme giden insanlardır. Bunlardan olmaktan Allah’a sığınırız.

Başka bir örnek olarak şunu söyleyebiliriz: Allah (cc), bir kardeşimize ümmete faydalı olacak bir yetenek lütfetmiştir. Davanın da bu yeteneğe ihtiyacı vardır. Eğer kişinin kalbinde ihlas yoksa zamanla “Ben olmasam, davanın işleri sıkıntıya girer. Bana ihtiyaçları var. Bu nedenle benim hatalarımı görmezden gelsinler, bu kadar önemli iş yapıyorum.” diye düşünecek, beklentiye girecek ve bunu ara ara belli edecektir.

Oysa davanın bize ihtiyacı yoktur. Bilakis bu davaya her yönüyle muhtaç olan bizleriz. Allah (cc), El-Ğaniy, kulları ise O’na muhtaç olandır:

“Ey insanlar! Sizler, Allah’a muhtaçsınız. Allah ise (kimseye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu) El-Ğaniy, (her daim övgüyü hak eden ve varlık tarafından övülen) El-Hamîd’in ta kendisidir.”[3]

Kıymetli Kardeşim,

Davamıza yaptığımız her hizmetin karşılığını Allah’tan (cc) beklemeyi kendimize şiar edinmeli ve çocuklarımıza da bu ahlakı kazandırmalıyız. Hiç kimse bu davaya hizmet etti diye hak ettiğinden fazlasını göremez, kendisine bir ayrıcalık tanınamaz.

Ebu Zerr (ra), Peygamberimize (sav) gelip emirlik istediği zaman Peygamberimiz, “Ebu Zerr bu davaya çok fedakârlık yapıyor, emirlik görevini ona verelim.” dememiş, bilakis bunun bir sorumluluk olduğunu hatırlatarak ona görev vermemiştir. Ebu Zerr de yaptığı fedakârlıkları öne sürerek minnet etmemiştir.

Aziz Kardeşim,

Rabbim bizleri, Allah’a (cc) ihlas üzere kulluk etmeyi, davamıza da ihlas üzere hizmet etmeyi nasip etsin. Minnet etmek ve kibirlenmek gibi, amellerimizi boşa çıkararak kötü hasletlerden bizleri korusun. Allahumme âmin.

Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.

Bir sonraki yazımızda görüşme ümidi ile…


[1] .4/Nîsa, 114

[2] .10/Yûnus, 72

[3] .35/Fâtır, 15

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver