Akletmeyecek Misiniz? Acıkan Avrupa’ya Demokrasi Helvası

Allah’a subhanehu ve teâlâ hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.

Bu ay İslam aleminin gündemini Mısır’da geçekleşen darbe meşgul etti. Aslında darbenin ayak sesleri günler öncesinden duyulmuştu. Mısır’da hayat durma seviyesindeydi. Darbenin ilan edilmesi, malumun i’lamı olarak algılandı.

Demokrasi Dininin Şer’i ve Siyasi Açmazları

Mısır’da general Es-Sisi komutanlığında ilan edilen darbe, bizlere bazı hakikatleri hatırlatmış oldu. Bunların başında demokrasi denen oyunun şer’an batıl olduğu gibi, siyasi olarak da çıkmaz bir sokak olduğu gerçeğidir. Mısır’da yaşanan darbe aslında daha önce yaşanmış süreçlerin aynısıydı. Buna rağmen Allah’ın ayetlerini ve Rasûlü’nün pak siretini hakkıyla tasdik edemeyenlerin, aynı delikten iki defa ısırılma basiretsizliğine neden oldu.

1992 yılında Cezayir’de ‘İslamî Selamet Cephesi’ ilk tur seçimleri kahir ekseriyetle kazandı. Ordu askeri darbe yaptı. Bu olayın akabinde Batı, Cezayir’e milyonlarca dolar yardımda bulunarak bu darbeyi destekledi. Bundan sonra benzer bir parti programıyla Türkiye’de Necmettin Erbakan öne çıktı. Hükümet kurulunca, hepimizin malumu olan 28 Şubat süreci yaşandı. Kendini İslam’a nispet edenlerin, İslam davası adı altında enerjileri heba olduğu gibi; İslam adına yapılan birçok faaliyet de bu dönemde sekteye uğradı. Batı bu darbeyi kınamadı. Bilakis AİHM RP’nin kapatılmasını onayladı.

Daha sonra Hamas, demokratik yollarla girdiği seçimi kazandı. Ancak İsrail, Hamas milletvekillerini tutuklamak ve ambargo şartlarını ağırlaştırmak suretiyle seçimlere kısmi darbe yapmış oldu. Batı yine sessiz kalmıştı. İsrail’in zulmünü ‘meşru hak’, Filistin temsilcisi olarak da Mahmud Abbas’ı kabul ettiler.

Süreç aynıyla Mısır’da yaşandı. Muhammed Mursi oyların yüzde 52’sini almasına rağmen batı tarafından meşru Cumhurbaşkanı olarak kabul edilmedi. Göreve geldiği ilk günden itibaren ülkede kaos oluşturdular. Aleyhte yayınlar yaparak muhalif bir kesimin varlığını hep canlı tuttular. Ve nihayetinde Batı’nın ve onun maşası Arap Emirliklerinin desteğiyle bu darbeyi gerçekleştirdiler.

Demokrasi bir dindir. Her din gibi ilkeleri ve esasları, ekonomi ve yönetim anlayışı vardır. Nasıl İslam dininin esası ‘Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Allah’ındır’ kaidesi ise demokrasilerde aynı kaide ‘Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir’ ifadesini bulmuştur. Rabbanî olmayan ve İslam’ın onay vermediği hiçbir metod başarıya ulaşamadığı gibi, heva ürünü olan bu sistem de başarıya ulaşamayacaktır. Dünyevi olarak bazı kazanımlar elde etse de, uhrevi olarak hüsrana uğrayacağı için bu sözde kazanımlar da faydasızdır.

‘Allah subhanehu ve teâlâ Rasûllerini neden yollamıştır?’

Bu çok önemli bir sorudur.

“(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.” (16/Nahl, 44)

“Biz Kitab’ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik.” (16/Nahl, 64)

Ta ki insanlar Allah’ın ayetlerini kafalarına göre yorumlayıp, indi tevillerle vahyi tahrif etmesinler diye. Bundan dolayı Rasûller; sözleri, fiilleri hatta sukut etmeleriyle Allah’ın kelamını beyan etmiş olurlar. Bunun bir parçası da İslami mücadelede metodun nasıllığı konusudur. Her Peygamber kendi kavminin tağutlarına ve toplumda baş gösteren münkerlere karşı mücadele vermiştir. Allah subhanehu ve teâlâ bu mücadeleleri Rasûlü’ne kıssa olarak anlatmak suretiyle İslam toplumunun mücadelede yol haritasını çizmiştir.

Allah’ın Rasûlü’ne vahiy yoluyla bildirdiği ve Allah Rasûlü’nün siretinde somutlaşan mücadele yöntemine ‘Rabbani Metod’ diyoruz. Bunun dışında kalan ve bu ölçülere uymayan metodlar sahipleri ne diye isimlendirirse isimlendirsin heva ve hevese uymak ve batıl olan metodlardır.

“Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerine kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva (istek ve tutku)larına uyma.” (45/Casiye, 18)

“….Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, o zaman gerçekten zalimlerden olursun.” (2/Bakara, 145)

Demokrasi yasama hakkını Allah’ın subhanehu ve teâlâ dışında mercilere verir. Parlamentolar seçilmiş milletvekilleri aracılığıyla halk adına kanun yaparlar. Serbestiyet ve yasaklar belirler. Bu İslam şeriatında var olan haram ve helallere tekabül eder. Ki mevcut anayasalarda İslam şeriatının haram saydığı birçok şey serbest bırakılmış, kanunlar ve devlet ruhsatıyla korunma altına alınmıştır. Buna fuhuş evleri ve içki mekanlarını örnek verebiliriz. Hakeza Allah’ın subhanehu ve teâlâ Müslümanlara farz kıldığı sorumluluklar türlü isimlerle yasaklanmış, kanuni cezalarla önlenmeye çalışılmıştır.

Kendine Müslüman diyen ve Rabbinin sıfatlarını O’ndan başkasına vermenin şirk olduğuna itikad eden, Allah’a en sevimsiz olan küfür ve şirke ancak ikrah durumunda sınırlı olarak müsaade edildiğinin şuurunda olan insanların, aslı bu olan bir sistemde ne işi olabilir?

Özellikle demokrasi sisteminin batı menşe’li olduğu düşünülürse… Kafirler tarihin hangi sahnesinde Müslümanlar için hayır istediler ki yirminci ve yirmi birinci yüzyıl Müslümanlarına dilemiş olsunlar?

“Kitap ehlinden olan kafirler ve müşrikler, Rabbinizden üzerinize bir hayrın indirilmesini arzu etmezler. Allah ise, dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.” (2/Bakara, 105)

“Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız.” (4/Nisa, 89)

Batı, helvadan put yapan müşrikler misali yüceltip taptığı sistemini yeri gelince yiyebiliyor. Özellikle ‘İslamcı’ diye isimlendirdiği veya kendi siyasetine uygun davranmayacağını düşündüğü sistemlerde demokrasinin işlemesine darbeler yoluyla engel oluyor. Aslında bunda şaşılacak bir durum yok. Kafir Rabbine verdiği sözü bozmak suretiyle en büyük ihaneti işlemiştir. Kendi üzerinde nimetleri sayısız olan Rabbe ihanet edenlerin, insana ihanet etmesi gayet normaldir.

Asıl şaşılası durum; kendine Müslüman diyen zümrelerin İslam itikadına ve Nebevi hareket metoduna aykırı olmasına rağmen Batı’dan müstevred bir sistemle dinine hizmet etmeye çalışmasıdır. Ayrıca sayısız tecrübeyle ortaya çıkmıştır ki; Batı kendi sistemine sadık değildir. Ve bu sistemin uygulanabilirliği yoktur. Cezayir, Türkiye, Filistin ve nihayet Mısır… Her biri aynı süreçleri benzer şekillerde yaşadılar. Ve akıbetleri bir oldu. Müslüman bir delikten iki defa ısırılmaz. Bu insanlar yaşananları görmelerine rağmen neden hâlâ bu metotta ısrar ediyorlar. ‘Siyasi İslam’ dedikleri ve aslı kafirlerin yanında onlara benzemek suretiyle makam edinmek olan bu yöntemden neden vazgeçmiyorlar? İbret alıp var olanları kapatmak yerine, İslam aleminde her gün yeni partiler İslam adına kuruluyor. Bu, Rabbani olan yoldan yüz çevirmenin cezasıdır. Her isyanın ve muhalefetin cezası Allah’ın adaleti gereği amelin cinsinden olur. Allah subhanehu ve teâlâ pak vahiyle bir yol göstermiş ve insanlar bundan yüz çevirip yeni yol arayışına girmişlerse bu muhalefetin cezası basiretsizlik ve anlayışsızlık hastalığıdır.

“(Savaştan) Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalbleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp anlamazlar. Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir. Bundan dolayı onlar, bilmezler.” (9/Tevbe, 89-93)

Bu ayetlerde Allah subhanehu ve teâlâ kendi belirlediği yönteminden yüz çevirenlerin durumunu anlatıyor. Allah’ın cihadı farz kıldığı ve yöntem olarak belirlediği bir zamanda geri kalanların kalplerinin mühürlendiğini ve artık onların bilememe ve fıkh edememe hastalığına duçar olacağını söylüyor.

Bu fıkıhsızlığın en belirgini hezimetten başarı devşirmeye çalışmalarıdır. Allah’ın subhanehu ve teâlâ kaderi olarak onlarca örnekle bu yolun geçersiz bir yol olduğunu göstermesine rağmen bazıları İhvan’a yapılan darbeyi zafer olarak isimlendirdi. Devrim sürecinde sol, liberal, demokrat ve Müslümanların karışık olduğu bu süreçle, Allah’ın safları ayırmak istediğini ve devrimin gerçek sahibi olan Müslümanlara kalmasını istediğini yazıp çizdiler. Allah subhanehu ve teâlâ hepimizi hakka hidayet etsin, bizleri şeriat ve kaderini anlamaya muvaffak kılsın.

Şayet darbe ters tepse ve yönetim kayıtsız olarak İhvan’da kalsa dahi bu başarı olmaz. Bu Allah’ın kullarını kendiyle saptırdığı ve derece derece helake götürdüğü istidraç olabilir. Akıl sahipleri için bu durum birincisinden daha tehlikelidir. İnsan, Allah’ın hiçbir Peygamberi için razı olmadığı ve Müslümanların tarihinde misali olmayan bir yolla dinine hizmet ettiğine inanıyor ve dünyevi başarılar elde ediyorsa asıl üzülünmesi gereken nokta burasıdır. Örneğin, tarihte Ubeydi ve Fatimiler başarı elde ettiler ve yüzyıllarca devlet yönetme imkanına sahip oldular. Ancak tarih onları sadece lanetle anıyor. Veya Karamita denilen çete Kabe’yi de ele geçirmek dahil bir çok zahiri başarı elde etti. Ancak övülmediler. Çünkü inanç ve amelleri problemliydi. Her dünyevi başarı insanın muvaffak olduğuna alamet olmaz. Ancak akide ve amelin sahih olduğu yerlerde elde edilen başarılar insanın muvaffak olduğunu gösterir. Allah’ın subhanehu ve teâlâ bu kavimlere musibet vermesi, ibret alacakları olaylar takdir etmesi onlar için hayır dilediğine alamet olabilir. Rüştlerine dönmeleri ve saptıkları sırat-ı mustakime nasuh bir tevbeyle dönmeleri için bir fırsat olabilir. Ancak itikadi ve ameli onca probleme rağmen onlara mülk ve yönetim takdir etmesi asla zafer elde ettiklerinin göstergesi olamaz. Bu istidraçtan başka bir şey değildir. Bu yolla İslam’a hizmet edenler, yaptıkları ameller içinde küfür ve haram olduğunu kendileri kabul ediyorlar. Zaruret ve maslahat babından bunları yaptıklarını söylüyorlar. Acaba Allah’ın yeryüzünde temkin vermesinin şu şartlara bağlı olduğunu unutuyorlar mı?

“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir. Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde güç ve iktidar sahibi kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.” (24/Nur, 55)

Allah subhanehu ve teâlâ yardımını dört şarta bağlamıştır; iman, salih amel, sadece Allah’a ibadet ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmama…

Acaba bu yolla İslam’a hizmet edenler bunları yerine getirdiler mi ki, Allah’ın da yardım ederek onları mülke getirdiğine inanıyorlar? Yaptıklarının küfür olduğunu ancak zaruret ve maslahat babı altında bunu yaptıklarını savunanların neticeyi Allah’ın yardımına bağlaması inanılması zor bir durumdur.

Örneğin, Emevi ailesi Allah’ın razı olmadığı bir yolla mülkü ele geçirdiler. Ve bunu Allah’ın kendilerine takdir ettiği bir nimet olarak gördüler. Ancak tarih ve ortak vicdan böyle kabul etmedi. Ve tarih sayfalarına kınanan insanlar olarak geçtiler.

İkinci fıkıhsızlık örneği ise bu durumu Allah Rasûllerinin siretlerine kıyas etme çabasıdır. Sözde Batı İslam’dan korktuğu için darbeyi desteklemiş ve bu da İhvan ve benzeri hareketlerin kafirleri korkutan sahih İslam’ın temsilcisi olmasından kaynaklanmış. Bu anlayışa göre Batı’nın Venezuella, Brezilya, Çin, Rusya, Kuzey Kore, Küba vb. ülkelerle arasındaki problemi ve desteklediği darbe girişimlerini nasıl anlamalıyız? Veya Tunus’ta bulunan Nahda Partisine neden darbe yapılmadığını?

Batı, akideden ziyade ekonomik ve siyasi çıkarlarını gözeterek bu darbelere zemin hazırlıyor. Sahih İslam’ı temsil etmek öncelikle sahih İslam akidesini temsil etmekle mümkündür. Bu da maalesef bu partilerde mevcut değildir.

Sözümüzün sonu olarak;

Şeriat ve tecrübe göstermiştir ki demokrasi razı olunan ve Rahmani netice veren bir yöntem değildir. Bu yolun sahipleri hüsran üstüne hüsran yaşamışlardır. Ancak Rabbani metottan yüz çevirmeleri nedeniyle bu durumdan ders çıkarma basiretini Allah subhanehu ve teâlâ onlardan almıştır.

Allah’tan subhanehu ve teâlâ talebimiz bu yaşananları İslamî camiaya ders kılması ve ibret almalarını sağlamasıdır. Bizleri ve İslam için çalışma iddiasında samimi niyete sahip olanları hidayet etmesi ve rüştümüze döndürmesidir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver