ZORLUKLAR KARŞISINDA GÜÇLÜ ÇOCUKLAR YETİŞTİRMEK

Psikolojik sağlamlık, son yıllarda dikkat çeken kavramlardan biridir. Psikolojik dayanıklılık veya yılmazlık olarak da bilinir. Her ne kadar bilimsel olarak geç tanımlanmış olsa da insanın hayatta kalma ve yoluna devam etme mücadelesinde hep var olmuştur. 1950’li yıllarda Werner[1] tarafından çocuk gelişimi bağlamında tanımlanmaya başlandığı bilinmektedir. Aynı dönemin sonrasında Kobasa[2] ise yetişkin bireylerde stresle başa çıkma kapasitesini açıklamak üzere “hardiness” (dayanıklılık) kavramını geliştirmiştir. Bu kavram en temelde kişinin yaşadığı zorlu olaylar sonrasında tekrar toparlanabilme ve stresli olaylara uyum sağlayarak devam edebilme becerisini ifade etmektedir.[3]

Psikolojik sağlamlık kavramı literatürde yeni sayılabilecek bir geçmişe sahip olsa da insanlık tarihi boyunca bireylerin zorluklarla baş etme biçimlerinin her dönemde bir şekilde var olduğu söylenebilir. Ancak bu kavram, bilimsel olarak uzun yıllar boyunca göz ardı edilmiş; psikoloji disiplini daha çok bireydeki patolojilere, bozulmalara ve problemlere odaklanmıştır. Bu durum, bireyin güçlü yönlerine ve zorlayıcı yaşam olaylarına karşı gösterdiği direnç kapasitesine ilişkin çalışmaların gecikmesine neden olmuştur. Oysa tarihe baktığımızda, özellikle ilk Müslim nesilde görülen yüksek aidiyet duygusu, güçlü inanç sistemi ve topluluk bilinci gibi unsurların, bireylerin psikolojik sağlamlığını destekleyen doğal koruyucu faktörler oluşturduğu görülmektedir.[4] Günümüzde ise bireycilik, hazcılık, hızlı değişim, sosyal medya baskısı gibi etkenler karşısında bu tür doğal destek sistemlerinin zayıfladığı; bu nedenle psikolojik sağlamlığın modern yaklaşımlarla yeniden inşa edilmeye çalışıldığı bir dönem yaşanmaktadır. Bu bağlamda, geçmişten gelen değerlerin modern psikolojik bilgilerle bütünleştirilmesi, özellikle çocuk ve ergenlerde psikolojik sağlamlığın gelişimini desteklemek adına önemli bir ihtiyaç hâline gelmiştir.

Neden dayanıklı nesillere ihtiyacımız var?

Yaşam, inananlar için bir imtihan yeridir.[5] Bu imtihanlar çoğu zaman zorlu ve yıpratıcı olabilir. İşte bu gibi durumlarda, psikolojik olarak sağlam durmak ve sınavlardan güçlü çıkabilmek büyük önem kazanır. Tam da bu noktada, psikolojik sağlamlık kavramının önemi ortaya çıkar. Bizi sarsan imtihanlar, zorluklar ve acılar karşısında sabır, tevekkül ve şükürle yol almak; dayanıklılığımızı arttırmakla mümkündür. Ayrıca, İslam’ı inşa edecek nesli bu sağlamlık temelinde yetiştirmek de bizim sorumluluğumuzdur. Ne var ki, günümüzde bazı modern psikoloji yaklaşımları, çocukların psikolojisini aşırı kırılgan olarak gören uzmanlar ve helikopter ebeveynlerin[6] çocuklarını koruma çabaları, çocukların en küçük zorlukla bile başa çıkamayan bireyler olarak yetişmesine sebep olmaktadır. Bununla birlikte, çocukların yaşadığı bu zorluklar karşısında yeterince dayanıklılık geliştirememeleri, ruhsal olarak daha fazla etkilenmelerine ve ilerleyen süreçte bazı psikolojik sorunlara ya da patolojilerin oluşmasına neden olmaktadır. Bu durum hem bireysel gelişimleri hem de toplumsal sağlığı olumsuz etkileyebilir. Bu yüzden, çocuklarımızı gerçek yaşamın zorluklarına hazırlamak adına psikolojik dayanıklılığı desteklemek her zamankinden daha önemlidir.

Psikolojik sağlamlığı desteklemek için neler yapabiliriz?

1. Ailenin Rolü

Öncelikle, ailelerin helikopter ebeveynlikten uzak durmaları gerekmektedir. Aşırı koruyucu tutumlar yerine, çocuklara yaşlarına uygun şekilde bağımsızlık verilmesi ve zorluklarla mücadele etmelerine fırsat tanınması son derece önemlidir. Bu, kontrollü riskler alabilecekleri alanlar oluşturularak desteklenmelidir. Günlük yaşamda karşılaşılan stres verici olaylarda, çocukların sorun çözme becerilerini kullanabilmeleri için alan açılmalıdır. Bu beceriler, küçük yaşlardan itibaren adım adım ve sabırla kazandırılmalıdır. Zorluklar, düşüp kalkmalar ve zaman zaman yaşanan hayal kırıklıkları çocukların psikolojisini bozmaz; aksine, onların psikolojik dayanıklılıklarını geliştirir. Tam tersi şekilde, her sorunun ebeveyn tarafından çözülmesi, çocuğun öz güvenini ve başa çıkma kapasitesini zayıflatır. Örneğin; çocuk parkta düştüğünde hemen panikleyip “Aman dur, oynama!” demek yerine, “Biraz acımış olabilir ama bak, toparladın bile.” gibi sakinleştirici ve cesaret verici cümlelerle yaklaşmak daha sağlıklıdır. Ya da bir grup etkinliğinde anlaşmazlık yaşayan çocuğa, hemen müdahale edip çözüm sunmak yerine, “Bu durumda ne yapabilirsin?” gibi yönlendirici sorularla kendi çözümünü üretmesine olanak tanımak, problem çözme becerilerinin gelişmesini destekleyecektir. Unutulmamalıdır ki çocuklar, kırılarak büyür. Küçük hayal kırıklıkları, çatışmalar ve başarısızlıklar onların ruhsal kaslarını güçlendirir. Bazen kırılmak, yeniden şekillenmenin ön koşuludur. Bu kırılmalar çocuğun zarar gördüğü değil, hayata karşı esneme payı kazandığı ânlar olabilir. İşte bu yüzden çocukların karşılaştıkları zorlukları tamamen ortadan kaldırmak yerine, onların bu zorluklar karşısında şekil almasına ve direnç kazanmasına rehberlik etmek gerekir. Bununla birlikte, ailelerin çocuklarına yönelik tutumlarında duygusal destekleyicilik önemli bir yer tutar. Çocukların duygularını anlamak, onları küçümsememek ve gerektiğinde sadece dinlemek bile psikolojik sağlamlığın gelişmesinde güçlü bir etkendir. Örneğin; okuldan üzgün dönen bir çocuğa “Boşver, geçer.” demek yerine, “Bugün seni üzen ne oldu?” diyerek empati kurmak, çocuğun hem duygusal farkındalığını hem de baş etme becerisini destekler. Aile içinde duyguların konuşulabildiği bir ortam oluşturmak, çocukların kendi duygularını tanımasına ve ifade etmesine olanak tanır. Bu da ilerleyen yaşlarda karşılaşacakları zorluklarla daha sağlıklı baş etmelerini sağlar. Aileler, çocuklarının tüm sorunlarını çözen olmak yerine, çözüm yollarını onlarla birlikte düşünebilecek bir rehber gibi davranmalıdır. Bazen sadece yanında olduğunu hissettirmek, konuşmadan da güçlü bir destek sunmak anlamına gelir. Çocukların, en çok güvende hissettiklerinde ve anlaşıldıklarında direnç kazandıkları unutulmamalıdır.

2. Toplumun Rolü

İslam’ın ilk nesli olan sahabiler; cemaat ruhu, aile ve kabile desteği, inanç temelli sabır ve tevekkül gibi güçlü toplumsal değerlerle yetişmişti. Bu değerler, bugünkü anlamda psikolojik sağlamlığın doğal dayanaklarıydı. Günümüzde ise bireycilik, yalnızlık ve dijital yaşam tarzı çocukları bu dayanıklılıktan uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle, geçmişten gelen manevi ve toplumsal bağları yeniden canlandırmak önemlidir.

Topluluk ve aidiyet duygusu çocuklarda küçük yaşlardan itibaren geliştirilmelidir. Aile dışındaki bağlar -cemaat, akrabalık, komşuluk ilişkileri- yeniden güçlendirilerek çocukların kendini yalnız hissetmemesi sağlanmalıdır. Özellikle birlikte yapılan iftarlar, yardım etkinlikleri ve toplu ibadetler gibi organizasyonlar, bu duyguyu pekiştirmek için önemli fırsatlar sunar.

Manevi içerikler de çocukların anlayacağı şekilde sunulmalıdır. Peygamberimizin (sav) ve sahabilerin yaşadığı imtihanlar, sabır, tevekkül, şükür gibi kavramlarla birlikte hikâyeleştirilerek aktarılmalı; bu kavramların sadece öğretilmesi değil, içselleştirilmesi hedeflenmelidir.

Bireysel başarıdan çok birlikte başarma anlayışı ön plana çıkarılmalıdır. “Sen en iyisi olmalısın” baskısı yerine, “Hep birlikte güçlüyüz” bilinci verilmelidir. Grup çalışmaları, takım sporları ve ortak projeler bu bakış açısını desteklemek için birer fırsattır.

Dijital çağın bireyciliğine karşı, yüz yüze ilişkiler yeniden önemsenmelidir. Aile içi iletişim güçlendirilmeli; birlikte oyun oynanan, sohbet edilen, birlikte yemek yenen ortamlar artırılmalıdır.

Ve son olarak, çocuklara ilham verecek rol modeller tanıtılmalıdır. Zorluklara karşı direnen Peygamberimiz (sav) ile sahabilerden Bilâl-i Habeşî, Sumeyye, Ammâr ibni Yâsir (r.anhum) gibi şahsiyetler, güçlü duruşun en güzel örnekleri olarak aktarılmalı; çocuklara güçlü olmanın, sadece fiziksel değil, inançla da mümkün olduğu anlatılmalıdır.

3. Sosyal Medya

Dijitalleşen dünyada çocuklar artık ekranlarla büyümektedir. Sosyal medya, oyunlar ve sürekli çevrim içi olma hâli, onların gerçek yaşamla bağını zayıflatmaktadır. Anlık hazza alışan çocuklar, sabır göstermekte zorlanmakta; sosyal medyada gördükleri “mükemmel hayatlar” ise yetersizlik duygusu ve kaygı oluşturabilmektedir. Bu sebeple;

  • Ekran süresi sınırlandırılmalı, içerik kontrol edilmeli, dijital dünyanın gerçekliği sorgulatılmalıdır.
  • Yüz yüze iletişim arttırılmalı, ortak aile etkinlikleri (sohbet, oyun, yürüyüş gibi) desteklenmelidir.
  • Çocuklara takipçi ya da beğeniyle değil; karakterleri, çabaları ve değerleriyle kıymetli oldukları hissettirilmelidir.

Sonuç olarak, güçlü toplumlar, zorluklar karşısında yılmayan bireylerle inşa edilir. Bu direnç, çocuklukta yaşanan kırılmalarla değil, o kırılmalardan sonra ayağa kalkabilme becerisiyle şekillenir. İslam’ın ilk neslinde olduğu gibi, sabır, tevekkül ve aidiyetle büyüyen çocuklar, modern çağın sarsıntılarına karşı daha sağlam durabilir. Onları her düşüşten korumak değil; düştüklerinde ayağa kalkmalarını öğretmek en büyük sorumluluğumuzdur.

Selam ve dua ile…


[1] Werner, E. E., & Smith, R. S. (1982). Vulnerable but Invincible: A Longitudinal Study of Resilient Children and Youth. New York: McGraw-Hill.

[2] Kobasa, S. C. (1979). Stressful Life Events, Personality, and Health-Inquiry into Hardiness. Journal of Personality and Social Psychology, 37, 1-11.

[3] Yöndem, Z. D. ve Bahtiyar, M. (2016). Ergenlerde Psikolojik Dayanıklılık ve Stresle Başetme. The Journal of Academic Social Science Studies.

[4] İlk Müslim nesil ile günümüzün detaylı karşılaştırılması için inceleyebilirsiniz: https://drive.google.com/file/d/1RHFnL7gdwGrdO9hf_o_1wx7Q_oQFx56b/view

[5] “Andolsun ki sizleri biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve meyvelerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (2/Bakara, 155)

[6] Helikopter ebeveyn, çocuklarının hayatını aşırı kontrol eden, sürekli müdahale eden ve her durumlarını yakından takip edip müdahale eden ebeveynlere verilen addır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver