Zor Günlerin Adamı Sadık İnsan; Vefatı

 

Yüceler yücesi olan Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun…

Ebubekir radıyallahu anh hastalandıktan sonra sahabeyle istişare ederek yerine Ömer’i radıyallahu anh halife olarak atadı. Çok geçmeden de ruhunu Allah’a teslim etti. Aişe radıyallahu anha babasının hastalığının başlangıcını şöyle anlatıyor:

“Soğuk bir günde yıkanmıştı. Tam on beş gün ateşli hastalığa yakalandı. Namaza çıkamıyordu. Namazı Ömer’in kıldırmasını emretti. İnsanlar onu ziyaret ediyordu. Hastalığı şiddetlenince ona; ‘Senin için bir doktor çağıralım mı?’ dediler. O: ‘O beni gördü ve ‘ben dilediğimi yaparım’ buyurdu.’

Aişe radıyallahu anh anlatıyor:

‘Ebubekir vefat ettiği hastalığa yakalandığında yanına gittim. Son nefeslerini veriyordu. Şu şiiri söyledim:

Andolsun ki, toprak böyle bir gençten müstağni değildir… Bir gün ölüm hırıltısı gelip de göğüs daralacak olursa.

Bana kızgın bir şekilde baktı ve: ‘Ey müminlerin annesi, öyle değil. Ancak Allah’ın şu sözü en doğrusudur: ‘Derken ölüm sarhoşluğu hak olarak gelmiş olacaktır. Kendisinden nefret edip kaçtığın şey işte budur.’ (50/Kaf, 19) dedi. Sonra da;

‘Ey Aişe, ailem içinde benim için senden daha sevimli biri yok. Sana bir bahçe vermiştim. Şimdi nefsimde huzursuzluk hissediyorum. Onu miras malları arasına koy.’ dedi. Ben de ona: ‘Tamam, koyarım.’ dedim ve onu geri verdim. Ebubekir dedi ki:

‘Müslümanların işini yüklendiğimiz günden bu yana onların ne dinarını ne de dirhemini yedik. Sadece onların dövülmüş hububatını yedik ve kaba elbiselerini giydik. Şu Habeşli köleden, şu sulama devesinden ve şu eski püskü elbiseden başka onların feyinden ne azı ne de çoğu yanımızda yok. Öldüğümde onları alın Ömer’e götürün. Beni onların mesuliyetinden kurtarın.’ Ben de dediğini yaptım. Elçi Ömer’e gidince Ömer ağladı. Sonra da;

‘Allah Ebubekir’e merhamet etsin. Kendisinden sonra geleni şiddetli zora soktu. Allah Ebubekir’e merhamet etsin. Kendisinden sonra geleni şiddetli zora soktu.’ dedi.

Aişe’nin radıyallahu anh nakline göre:

Ebubekir ona: ‘Rasûlullah hangi gün vefat etti? diye sordu. O; ‘Pazartesi günü’ dedi. Ebubekir ‘Ümit ederim ki ben de bugünde ölürüm.’ dedi. Sonra da: ‘Onu ne ile kefenlediniz?’ diye sordu. Aişe ‘Onu Yemen işi, tek kat iplikten dokunmuş beyaz bezden üç parça içine kefenledik. Onlar arasında gömlek de yoktu.’ dedi. Ebubekir:

‘Bu elbiseme bak. Onda zağferan ya da kırmızı çamur lekesi var, onu yıka ve onun yanında iki parça kumaş daha ilave et.’ dedi. Ona: ‘Allah ihsan etmiş vermiş, seni yeni kumaşlarla kefenleyeceğiz.’ denildi de o: ‘Diri olan kişiler ona ölülerden daha muhtaçlar. Zira ölüler bozulup çürüyecekler.’ dedi.

Ebubekir kendisini hanımı Esma binti Ümeys’in yıkamasını ve Rasûlullah’ın yanı başına defnedilmesini vasiyet etti. Ebubekir bu dünyadan göçmeden evvel en son söylediği söz,

‘Beni Müslüman olarak öldür ve beni salihler zümresine kat.’ ayeti idi.

Ebubekir ruhunu altmış yaşında teslim etti. Vasiyeti gereği hanımı Esma binti Ümeys tarafından yıkandı. Rasûlullah’ın yanı başına, başı Rasûlullah’ın omuzları hizasına gelecek şekilde defnedildi. Cenaze namazını halife Ömer kıldırdı.”

Allah Ebubekir’e rahmet etsin. Bizi Firdevs cennetlerinde bir araya getirsin. (Nakiller Ali Muhammed Sallabi’nin kitabından yapıldı.)

Dersler

1. Ebubekir radıyallahu anh vefat etmeden hemen önce, beytu’l mala ait olup kullandığı şeylerin geri iade edilmesini istemiştir. Ve dikkat edilirse yıllarca halifelik yapmasına rağmen beytu’l mala ait çok az şey yanında var. Hem yanında az malın olması hem de vefat etmeden bunların geri iade edilmesini istemesi bu konudaki hassasiyetini göstermektedir.

İslam için çalışan bir Müslümanın ihtiyaçlarını beytu’l maldan almasında bir sakınca yoktur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Ebubekir ve Ömer radıyallahu anhuma ailelerinin ihtiyaçlarını bu şekilde karşılamışlardır. Fakat burada ihtiyaçtan fazlasını almamaya dikkat etmek gerekir. Aksi takdirde bunlar kıyamet günü pişmanlık vesilesi olacaktır.

“Bazıları hakları olmadığı hâlde Allah’ın malından harcama yaparlar. Onlara kıyamet günü ateş vardır.” (Buhari)

“Sizden birini bir işte görevlendirmiş ve o da bizden bir iğneyi dahi saklamış ise yaptığı şey ğulul’dür. Kıyamet günü Allah’ın huzuruna sakladığı şey ile gelecektir.” (Müslim) (Ğulul, ganimetten ya da beytu’l maldan izinsiz mal almaktır.)

“Kendisine görev verilen kişi ücretini aldıktan sonra fazlasına el uzatırsa şüphesiz ki ğulul yapmıştır.” (Ebu Davud)

Tirmizi’de geçen bir rivayette Muaz radıyallahu anh Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile arasında geçen diyaloğu şöyle anlatıyor:

“Allah Rasûlü, beni Yemen’e yolladı. Yola çıktıktan sonra arkamdan birini gönderip beni çağırdı. Sonra da: ‘Seni niye çağırdığımı biliyor musun? İzinsiz olarak aldığın her mal ğululdur ve ‘kim ğulul yaparsa kıyamet günü onunla beraber getirilir.’ (3/Âl-i İmran, 161) İşte bundan ötürü seni çağırdım. Şimdi gidebilirsin.’ dedi.”

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem koca bir memleketi gözünü kırpmadan emanet ettiği bir sahabeyi sırf bunu söylemek için çağırması, meselenin ehemmiyetini göstermesi açısından önemlidir.

Yukarıda zikrettiğimiz hadislerde görüldüğü gibi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem maddi hususlarda ashabını uyarmış, ganimet hırsızlığının tehlikelerini onlara arz etmiş, onları Allah’ın azabı ile korkutmuştur.

En dikkat çekici hadis ise Muaz radıyallahu anh ile alakalı olandır. Muaz ki âlimlerin öncüsüdür. Yemen gibi bir ülke kendisine emanet edilecek kadar güvenilirdir. Görevi için yola çıktıktan sonra geri döndürülmüş ve Allah Rasûlü’nün o uyarısına muhatap olmuştur.

Peki, Muaz ve böyle nasihatlere muhatap olan sahabeler nasıl tepki göstermişler? Hiç ağızlarından ‘Benden nasıl böyle bir şey beklerler?’ ‘Allah subhanehu ve teâla benden razıyken iki-üç kuruşluk mesele mi beni tehlikeye sokacak?’ gibi sözler dökülmüş müdür? Ya da zihinlerinde buna benzer düşünceler canlanmış mıdır?

Hayır! Çünkü onlar bu kötülükleri yaptıklarından dolayı değil, Allah’a hakkıyla, tevazu ile yöneldiklerinden dolayı her nasihati nefislerine arz etmişlerdir.

Nefsi ve onun kötülüğe meyyal hakikatini bildiklerinden, hatırlatma babından olan nasihatleri nimet olarak görmüşlerdir. Kalbinde hastalık bulunan, kibir ehli günahkârlar ise nasihatten ve uyarılmaktan rahatsız olurlar.

En fazla hırsızlık yapan nasihatten en çok rahatsız olandır. Müslümanların mallarında emanete hıyanet ederek haksız kazançlarda bulunmaya sevk eden kalp hastalığı, aynı zamanda nasihat dinlemeye de engeldir.

Tecrübe ile sabittir ki nasihatten, uyarılardan, hesaba çekilmekten rahatsız olanlar Allah’tan ve Allah’a hesap verme bilincinden de en uzak olanlardır. Ufak-büyük her şeyin önüne getirileceği o günden ve o günün dehşetinden korkanlar için ise bu nasihatler birer hazine niteliğindedir.

Çünkü Allah’ın “Hatırlat, hatırlatmada fayda vardır.” “Hatırlat! Çünkü hatırlatma müminlere fayda verir.” buyruklarını özümsemişlerdir.

2. Ebubekir radıyallahu anh vefat etmeden önce Allah’a canını İslam üzere alması için sürekli dua etmiştir. Ebubekir cennet ile müjdelenmiş olmasına rağmen bu duada ısrarcı olması dikkat çekicidir.

Hidayetten sonra en büyük nimet İslam üzere can verebilmektir. Çünkü İslam nimeti ancak bu şekilde kemale erer. Bütün ömrünü İslam üzere geçirip son anında dinden dönen kimse, büyük bir hüsran içerisinde olacaktır. Böyle olmaması için imanımızı muhafaza altına alacak bazı şeyler yapmamız gerekir. Bunların başında da Allah’a dua etmek gelir. Çünkü sabit kılacak olan da saptıracak olan da Allah’tır. Peygamberlere ya da salih müminlere baktığımızda bu şekilde Allah’a dua ettikleriniz görürüz.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellam, şu duayı çok yapardı:

“Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl.” (Tirmizi)

Yusuf aleyhisselam Allah’a şöyle dua ediyor;

“Benim velim sensin. Canımı Müslüman olarak al ve beni salih kullarının arasına kat.” (12/Yusuf, 101)

Salih müminler Allah’a şöyle dua ediyorlar:

“Rabbimiz bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.” (3/Âl-i İmran, 8)

Şeytanın dört bir yandan insana vesvese verdiği, dünyanın her yönden insanı çektiği bir zamanda sabit kalmamız, İslam üzere can vermemiz mümkün değildir. Bunun için bol bol Allah’a dua etmemiz gerekir. Rabbim canımızı İslam ve ihlas üzere alsın.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver