Lügat olarak riddet, dönmek anlamına gelir.
Riddetin şer’i anlamı da lügat anlamına yakındır. İmam Nevevi riddeti şöyle tarif eder: ‘Niyetle, küfür sözle ya da küfür fiille İslam’dan bağı koparmaktır…’
Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem vefatından sonra birçok kişi dinden irtidat etti. Kimisi putperestliğe geri döndü, kimisi peygamberlik iddiasında bulundu, kimisi yalancı peygambere tabi oldu, kimisi ise namaz ile zekâtın arasını ayırıp zekât vermemeye başladı. Hattabi şöyle der:
‘Dinden dönenler iki gruba ayrılmaktadır. Birinci grup; İslam dinini terk edip küfre dönenlerdir. Bunlar da iki kısma ayrılmaktadır: Birinci kısım: Nübüvvet iddiasında bulunan Müseyleme ve ona tabi olanlar, yine nübüvvet iddiasında bulunan Esved el-Ansi ve ona tabi olanlardır. Bunlar Rasûlullah’ın nübüvvetini kabul etmiyorlar, onun yerine başkasını kabul ediyorlardı. İkinci kısım ise; İslam’ı tamamen terk edip cahiliye âdetlerine geri dönenlerdi.
İkinci grup ise; Namazı kılıyor, ancak zekâtı vermek istemiyordu. Namazı kabul ediyor, ancak zekâtın farz olduğunu kabul etmiyordu. Zekât vermeyen bu grup içinde zekâtı vermek isteyenler de vardı, ancak onları reisleri zekât vermekten men ediyordu.’ ( Ali Muhammed Sallabi)
Hattabi’nin sözünden de anlaşıldığı gibi Peygamber’in vefatıyla birlikte dinden dönenler kısım kısımdır. Bunları kısım kısım ele alıp inceleyecek olursak;
1. Zekât Vermeyenler
İmam Zehebi şöyle der:
“Nebi’nin vefat ettiği haberi çevre bölgelerde duyulunca Araplar arasından pek çok topluluk İslam’dan dönerek zekât vermeyi reddettiler. Ebubekir radıyallahu anh onlarla savaşmaya karar verdi. Ömer radıyallahu anh ve başkaları ise onlarla hemen savaşmaması konusunda uyarıda bulundular. O ise kendilerine “Vallahi Rasûlullah’a ödedikleri bir deve bağını dahi bana ödemeseler, onlarla bunun için savaşırım.” cevabını verdi.
Bu olayda Ömer radıyallahu anh Ebubekir’e radıyallahu anh şöyle der: “Rasûlullah ‘İnsanlarla la ilahe illallah diyene kadar savaşmakla emrolundum. La ilahe illallah diyen canını ve malını benden korumuş olur; İslam’ın hakkı müstesna. O kişinin hesabı ise Allah’a aittir.’ dediği halde onlarla nasıl savaşırsın?”
Ebubekir’in radıyallahu anh cevabı şu olur: “Vallahi Rasûlullah’a ödedikleri bir keçi yavrusunu (bir diğer rivayette deve bağını) bana ödemeyi reddedecek olurlarsa, onların bu reddi sebebiyle kendileriyle savaşırım. Zekât malın hakkıdır. Vallahi, namazla zekâtın arasını ayıranla savaşırım.”
Ömer radıyallahu anh şöyle demekte: “Allah’ın, Ebubekir’in kalbini onlarla savaşma konusunda rahatladığını gördüm ve doğru olan tutumun bu olacağına kanaat ettim.”
Ömer’in radıyallahu anh ona söylediği sözlerden biri de şuydu: “Ey Rasûlullah’ın hâlifesi, insanları İslam’a ısındır, onlara yumuşak davran.”
Ona şöyle cevap verdi: “Beni destekleyeceğini ümit ediyordum, sense beni yüzüstü bırakıyorsun. Cahiliyede zorbaydın, İslam’da pısırık mı oldun? Artık vahiy kesildi, din tamamlandı. Ben hayattayken din eksilsin mi? Rasûlullah ‘İslam’ın hakkı müstesna’ demedi mi? Namazın ikamesi ve zekâtın ödenmesi İslam’ın hakkındandır. Vallahi insanlar beni yüz üstü bıraksalar bile ben kendim savaşırım.” ( Hayatu’s Sahabe)
Dersler
Zekatı vermeyenlere karşı Ebubekir’in radıyallahu anh gösterdiği tavırdan çıkartılabilecek birçok ders vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Birinci ders
Ebubekir’in radıyallahu anh mürtetlere karşı göstermiş olduğu tavır gerçekten çok önemlidir. Sayıları az olmasına rağmen dinden dönenlere karşı zafer kazanmaları Ebubekir’in radıyallahu anh dik duruşu ile alakalıdır. O öyle bir dik duruş sergiledi ki Müslümanlar onun duruşu ile kendilerinin haklı oldukları konusunda emin oldular ve onlarla çok net bir şekilde mücadele ettiler. Allah’ın yardımı olmasaydı ve bu şekilde bir duruş sergilenmeseydi bu fitnenin önünün alınması mümkün olmayacaktı.
O, sahabenin tüm ısrarlarına rağmen onlarla savaşmaktan vazgeçmedi, dinden dönenlere yumuşak davranmadı. Çünkü onlar İslam’dan dönmüş, Müslümanlara ihanet etmişlerdi. Böyle bir durumda yumuşak davranamazdı elbette. Kendi hakları konusunda insan affedici olabilir ama Allah’ın hakları konusunda affedici olamaz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor:
“Rasûlullah Allah yolunda yaptığı cihad dışında hiçbir şeye eliyle vurmadı. Kadına da, hizmetçiye de vurmadı. Kendisine haksızlık yapıldığında da haksızlık yapandan intikam almadı. Ancak Allah’ın yasakladığı şeylerden biri çiğnendiğinde Allah için intikam alırdı.” ( Müslim)
Hadisten anlaşıldığı gibi Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem sünneti, kendi hakları konusunda affedici olmak, Allah’ın hakları konusunda ise sert olmaktır. Bugün kendilerini İslam’a nispet edenler ise bunun tam tersini yapıyorlar. Kendi hakları çiğnendiğinde hiçbir mazeret kabul etmezken, Allah’ın haklarını çiğnendiğinde her türlü mazereti öne sürebiliyorlar.
İkinci ders
Rivayetlerden anlaşıldığı üzere Ebubekir’in radıyallahu anh onlarla savaşma sebebi Peygamber’e vermiş oldukları zekatı kendisine vermemeleridir. Fakat kendileri ile savaşılan bu kimseler la ilahe illallah diyen, namaz kılan kimselerdir. Dikkat edilirse Ebubekir radıyallahu anh onların Kelime-i tevhidi söylemelerini İslam alameti saymamış ve onlarla savaşmıştır.
Burada özellikle bir konuya değinmek istiyorum:
Günümüz şirk toplumunda Kelime-i tevhid ve namaz, İslam alameti midir konusu sıkça gündeme gelen ve tartışılan konulardan biridir. Bazıları bunların İslam alameti olduğunu savunurken bazıları ise bunların İslam alameti olamayacağını söylemektedir.
Biz bu konuda şöyle inanıyoruz; İslam alametleri, zamandan zamana değişkenlik arz eden, Müslümanlara has olan ve yapıldığı takdirde Müslümanları küfür milletinden ayıran şeylerdir. Kelime-i tevhid ve namaz İslam’ın ilk dönemlerinde bu özelliklere sahip olduğu için İslam alametiydi. Fakat günümüzde Müslümanlara has olma özelliğini yitirdiği için, hem müşrikler hem de Müslümanlar Kelime-i tevhidi söyleyip namaz kıldıkları için bunlar İslam alameti değillerdir.
Burada belki şöyle bir soru sorulabilir: İslam alametleri değişir mi? Peygamber’in zamanında İslam alameti olan bir şey neden bizim zamanımızda İslam alameti değildir?
Evet, İslam alametleri değişir. Belli bir dönemde İslam alameti olan şeyler Müslümanlara has olma özelliğini yitirdiğinde İslam alameti olmaktan çıkar. Bunun tam zıddı da olabilir. Yani belli bir zaman diliminde İslam alameti olmayan şeyler Müslümanlara has olmaya başladığında İslam alameti kabul edilebilir. Biz bunu Peygamber’in uygulamalarından öğrenmekteyiz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem İslam’ın ilk yıllarında, Mekke’de İslam’a girmek isteyenler için şöyle demişti:
“Kim la ilahe illallah derse kurtuluşa ermiştir.”
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem İslam’ın ilk dönemlerinde bu kelimeyi söyleyenlerin İslam’ına hükmediyordu. Çünkü müşrikler bu kelimeyi söylemiyordu. Bu kelime sadece Müslümanlara hastı. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye hicret etti. Orada ehli kitap bir kavim vardı. Onlar kelime i tevhidi söylüyorlardı. Ondan dolayı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem İslam alameti için kelime i tevhid ile yetinmedi “Muhammedun Rasûlullah” şartını koştu ve şöyle dedi:
“Ben, insanlar ‘La ilahe illallah Muhammedun Rasûlullah’ deyip, namazı kılıp zekâtı verinceye kadar onlarla savaşmakla emir olundum. Eğer bunu yaparlarsa canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar.” ( Buhari, Müslim)
Biz buradan şunu anlıyoruz: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem toplumların şirkine göre İslam alametlerini değiştirmiştir. Bir toplumda İslam alameti olan bir şeyi başka bir toplumda İslam alameti saymamıştır. Bunun en güzel örneklerinden biri de hac ibadetidir. İslam’ın beş esasından biri olmasına rağmen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu İslam alametinden saymamıştır. Çükü müşrikler de hac ibadetini yapıyorlardı. Fakat daha sonra sadece Müslümanlar hac yapmaya başladıklarında İslam alimleri haccı da İslam alametlerinden saymışlardır.
Aynı uygulamayı biz Ebubekir’in radıyallahu anh hayatında görüyoruz. Ebubekir’in radıyallahu anh savaşmış olduğu insanlar Kelime-i tevhidi söyleyip namaz kılan insanlardır. Buna rağmen onlarla savaşmıştır. Çünkü hem zekatı verenler hem de zekatı vermeyenler Kelime-i tevhidi söyleyip namaz kılıyordu. İki taifenin ortak olarak yaptığı şey, İslam alameti olamayacağından dolayı zekâtı verinceye kadar onların İslam’ına hükmetmedi ve onlarla savaştı.
İslam âlimleri de buradan hareketle İslam alametlerinin değişebileceğini söylemişlerdir.
İmam Ebu Hanife’nin öğrencisi olan İmam Muhammed ‘Siyeru’l Kebir’ adlı eserinde;
‘Bir kâfir; üzerinde bulunduğu şeyin hilafına bir şeyi açığa vurursa, onun İslam’ına hükmedilir. Bu konunun temel delili ise: “… İnsanlar La ilahe illallah deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum” hadisidir. Rasûlullah bunu söylemeyen putperestlerle savaştı. Ayrıca Medine’de Yahudileri İslam’a davet ettiğinde ise “Peygamberliğinin kabulünü” imanlarına alamet saymıştır. ‘
‘Bir Müslüman, bir müşriği öldürmek istediği zaman (ona saldırınca) müşrik: Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik ederse, şayet o müşrik bunu söylemeyen (kabul etmeyen) bir toplulukta ise Müslüman onu öldürmekten vazgeçmelidir.’ ( Siyeru’l Kebir, 5/345)
İmam Beğavi rahimehullah: ‘Kâfir şayet putperest ise ve tevhidi ikrâr etmiyorsa ‘La ilahe illallah’ demesiyle İslam’ına hüküm olunur, sonra da İslam’ın tüm ahkâmını kabul edip, İslam’a muhâlif tüm dinlerden beri olmaya zorlanır. Eğer tevhidi ikrar edip risaleti inkâr ediyorsa ‘La İlahe İllallah’ sözüyle İslam’ına hükmolmaz, yani Müslüman olmaz. Ta ki ‘Muhammedun Rasûlullah’ deyinceye kadar. Eğer Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem risaletinin ‘Araplara has’ olduğuna inanıyorsa, İslam’ına hükmolunması için “Tüm insanlığa” demesi gerekir. Eğer bir vacibi inkâr etmiş veya haramı mubah saymışsa (İslam’ına hüküm edilmesi için) o itikadından dönmesi gerekir.’
İmam Nevevi rahimehullah şerhinde: ‘Hattabi dedi ki: ‘Malumdur ki burada kastedilen ehli kitap değil, putperestlerdir. Çünkü ehli kitap zaten ‘La ilahe illallah’ diyor. Buna rağmen onlarla savaşılır ve kılıç kafalarından kalkmaz.’
İmam Nevevi devamla şöyle der: ‘Kadı İyad bunu -Hattabi’nin sözünü- zikretti ayrıca üstüne şunları ekledi ve meseleyi açıklığa kavuşturdu. (Kadı İyad) Dedi ki: ‘Can ve malın korunma altına alınmasının ‘La ilahe illallah’a has olması, bu imanı kabul etmenin bir göstergesidir. Bundan kasıt Arap müşrikler ve tevhid ehli olmayan putperestlerdir. Çünkü onlar ilk olarak İslam’a çağırılıp, bunun üzerine kendileriyle savaşılanlardır. Ama onların dışındakilerden, tevhidi ikrar edenlere gelince, mallarının ve canlarının korunmasında ‘La ilahe illallah’ yeterli değildir. Zira onlar küfür hâlinde de bu sözü söylemektedirler ve ayrıca bu, onların itikadındandır. Bundan dolayı başka bir hadiste “…Ve benim Rasûl olduğuma şehadet edip, namazı kılıp, zekâtı verinceye dek” denmiştir.’
(İmam Nevevi:) ‘Bu Kadı İyad’ın sözüdür.’ Ben de derim ki: ‘Hadiste geldiği gibi bununla beraber tüm Rasûllerin getirdiğine iman da olmalıdır…’ (Nakiller için bknz: Furkan Basım ve Yayınevi, Ebu Hanzala, ‘Güncel İtikad Meseleleri’, syf 11-18.)
Sonuç olarak; Peygamber’in ve sahabesinin uygulamalarından ve İslam alimlerinin sözlerinden anlaşıldığı üzere İslam alametleri sabit değildir, zamana ve mekana göre değişebilir. Müslümanlarla kafirleri birbirinden ayıran şeyler nelerse İslam alametleri de odur. Bugün hem kafirler hem de Müslümanlar kelime-i tevhidi söyleyip namaz kıldıkları için bunlar İslam alameti olamaz.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap