Zor Günlerin Adamı Sadık İnsan Peygamberin Kendisinden Sonra Ebu Bekir’i Bıraktığının İşaretleri

 

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendisinden sonra halifenin kim olacağı konusunda açık bir ifade kullanmamıştır. Şayet net bir ifade kullanmış olsaydı, vefatından sonra sahabe bu konuyu kendi aralarında tartışmazdı. Her ne kadar açık bir ifade kullanmasa da birçok hadiste kendisinden sonra Ebu Bekir’in halife olmasını istediğine dair bazı beyanlarda ve uygulamalarda bulunmuştur.

Aişe radıyallahu anha anlatıyor:

“Rasûlullah hastalığı esnasında bana şöyle dedi: ‘Bana Ebu Bekir’i ve kardeşini (onun oğlunu) çağır, onlara bir şey yazdıracağım. Zira birilerinin temennilerinin olmasından ve herhangi birinin (hilafete) ben daha layığım’ demesinden korkuyorum. Allah da müminler de Ebu Bekir’den başkasını kabul etmez.” (Buhari)

Cübeyr b. Mutim radıyallahu anh babasından şöyle rivayet eder;

“Bir kadın Nebi’nin yanına geldi ve Nebi, ona daha sonra tekrar gelmesini söyledi. Kadın, ona: ‘Gelir de seni bulamazsam ne olacak’ dedi. -Sanki onun ölümünü kastediyordu- Nebi: ‘Beni bulamazsan Ebu Bekir’e gidersin’ dedi.” (Buhari)

Abdullah bin Zem’a radıyallahu anh anlatıyor:

“Nebinin ölüm döşeğinde hastalığı şiddetlendiğinde, ben bir grup Müslümanla onun yanındaydım. Bilal onu namaza çağırınca Rasûlullah: ‘Birine söyleyin insanlara namaz kıldırsın’ dedi. Abdullah bin Zem’a çıktığında Ömer’i insanlar arasında gördü. Ebu Bekir ise ortada yoktu. Ömer’e: ‘Ey Ömer, kalk ve insanlara namaz kıldır’ dedim. O da öne geçti ve tekbir aldı. Nebi, onun sesini işitince ‘Ebu Bekir nerede?’ diye sorarak ‘Allah ve Müslümanlar bunu reddeder, Allah ve Müslümanlar bunu reddeder’ dedikten sonra Ebu Bekir’e birini gönderdi. Ömer bu namazı kıldırdıktan sonra Ebu Bekir geldi ve artık namazları o kıldırdı.” (Ebu Davud)

Ebu Musa El-Eşari radıyallahu anh anlatıyor:

“Nebi hastalanıp da hastalığı şiddetlenince ‘Ebu Bekir’e söyleyin insanlara namaz kıldırsın’ dedi. Bunun üzerine Aişe: ‘O yufka yürekli bir insandır; senin yerine geçip namaz kıldıramaz’ dedi.”

Başka bir rivayette Aişe radıyallahu anha şöyle der:

“Hafsa’ya dedim ki: ‘Ona; ‘Ebu Bekir senin yerine geçerse ağlamaktan sesini kimseye duyuramaz; en iyisi Ömer’e emret de o kıldırsın’ desen.’ O da dediğimi yaptı. Bunun üzerine Rasûlullah: ‘Sus, siz Yusuf’un yanındaki kadın gibisiniz. Ebu Bekir’e söyleyin namazı o kıldırsın.’ ” (Buhari)

Not: Nakiller, Mahmud El-Mısri’nin Hayatu’s Sahabe kitabından alıntı yapılmıştır.

Öncüler Her Zaman Önceliklidir…

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem her ne kadar açık bir şekilde kendisinden sonra Ebu Bekir’in halife olması gerektiğini söylemese de hadislerden anlaşıldığı üzere isteği bu doğrultudaydı. Çünkü Ebu Bekir radıyallahu anh bu davaya en çok hizmet eden kişiydi. Canıyla, malıyla ve ailesiyle her zaman Peygamberin sallallahu aleyhi ve sellem yanında olup ona destek verdi. Zor zamanlarda; birilerinin yaptığı gibi, onu terk etmedi. Bundan dolayı da Allah Rasûlü, kendisinden sonra onun halife olmasını istiyordu.

Fedakârlıkları, hizmetleri çok olan kişileri diğerlerine tercih etmek hem şer’an hem de aklen olması gerekendir. Çünkü bu adaletin gerektirdiği bir şeydir. Adalet herkese hak ettiğini vermektir. Bu sebepten ötürü Allah subhanehu ve teâlâ Kitabında Rasûlü de Sünnetinde her zaman öncü olanları diğerlerine tercih etmiştir. Kur’an ve Sünnet’ten bazı örnekler zikrederek, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayalım.

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“…Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir. Onların derecesi sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vadetmiştir. Allah’ın yaptıklarınızdan haberi vardır.” (57/Hadid, 10)

Ayetten anlaşıldığı üzere Mekke’nin fethinden önce özellikle de Hudeybiye’den önce harcayan ve savaşanlar, fetihten/Hudeybiye’den sonra savaşan ve harcayanlardan daha faziletlidirler. Zira kutsal çağrının açıktan yapılmaya başlandığı dönem ile Hudeybiye arasında birçok önemli olay yaşanmıştır. O yıllarda müşriklerin Müslümanlara yönelik baskı ve işkenceleri nedeniyle Habeşistan’a yapılan iki hicret, zulüm belgesi ve genel boykot, Taif hadisesi, Akabe biatı, Medine’ye hicret, büyük Bedir Gazvesi, Uhud Gazvesi ve bazı Müslüman büyüklerinin şehitliği, Raci’ ve Maune kuyusu faciaları, Ahzab Savaşı ve arada yapılan birçok seriyye ve gazvelerin İslam ümmetinin omurgasını oluşturan öncü neslin oluşumunda kuvvetli bir etkisi ve katkısının olduğu şüphesizdir.

Bu süreçte Müslüman olup, davanın yükünü sırtlayanlar ile; baştaki devenin Kızıldeniz sahilinde, sondakinin ise Kahire’den çıktığı ganimet kervanlarının Medine’ye yöneldiği dönemde Müslüman olanların dereceleri, ayetin de delaleti ile elbette bir olmaz.

Ebu Derda radıyallahu anh anlatıyor:

“Rasûlullah’ın yanında oturuyordum. Baktım ki Ebu Bekir, elbisesinin eteklerini dizleri görünecek kadar kaldırmış olarak geldi. Rasûlullah dedi ki:

— Bu arkadaşınız biriyle çekişmiş olmalı.

Ebu Bekir selam verdi ve şöyle dedi:

— Ömer’le aramızda bir şey geçti, üzerine yürüdüm, sonra pişman oldum. Kendisinden af diledim ancak kabul etmedi. Onun için koşup sana geldim.

Bunun üzerine tam üç kere:

— Ey Ebu Bekir, Allah seni bağışlasın, dedi.

Bilahare Ömer pişman olup (özür dilemek için) Ebu Bekir’in evine geldi. Dedi ki:

— Ebu Bekir evde mi?

— Hayır, dediler.

Bunun üzerine hemen Rasûlullah’a geldi. Rasûlullah’ın yüzü, öfkeden dolayı iyi görünmüyordu. Bu hâl, Ömer’i korkuttu, hemen diz çöküp şöyle dedi:

— Ya Rasûlullah! Ben kalbimden iki kere vuruldum…

Bunun üzerine Rasûlullah (iki kere) şöyle buyurdu:

— Allah beni size Peygamber olarak gönderdi de başlangıçta bana ‘Sen yalancısın’ dediniz. Ama Ebu Bekir: ‘O doğru söylemiştir’ dedi ve gerek canı, gerekse malı ile bana yardımcı oldu. Bu arkadaşımı rahat bırakacak mısınız?

Allah Rasûlü’nün bu sözünden sonra ona artık hiç eziyet edilmedi.” (Buhari)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İslam’a ilk olarak giren ve her halükârda kendisini ve getirdiklerini tasdik eden Ebu Bekir’i Ömer radıyallahu anhuma gibi bir sahabeye takdim etmekte, faziletli olduğunu beyan buyurmaktadır.

Buna benzer bir başka örnek de Aişe radıyallahu anha validemizden nakledilen şu hadistir:

“Rasûlullah’ın hanımlarından hiçbirisini Hatice kadar kıskanmadım. Aslında onu görmüş de değilim. Ama Rasûlullah, durmadan onun adını anardı. Çoğu kez koyun kestiğinde, ondan bir parça kesip ayırır ve Hatice’nin dostlarına gönderirdi. Bazen ona şöyle derdim:

— Sanki dünyada Hatice’den başka kadın yok.

O da:

— Onun gibisi var mıydı? O şöyleydi, o böyleydi. Çocuklarım ondan olmuştur, derdi.” (Buhari, Müslim)

Tevhid davetinin açıkça yapılmaya başlandığı ilk dönemlerde bu kutlu çağrıya icabet edenlerin Nebi’nin gönlündeki yeri ve değeri, her daim müstesna olmuştur. Ömer radıyallahu anh devrinde de bu örnekleri görmek mümkündür. Fetihten sonra Müslüman olmuş Mekke eşrafı da, çocuklarıyla aynı mecliste bulunmalarına rağmen eskiden köle oldukları hâlde davete ilk icabet ederek Müslüman olanları diğerlerine takdim etmiş ve onları kendine yakın tutmuştur. Yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimede de beyan buyrulduğu üzere Allah subhanehu ve teâlâ hepsine de cenneti vadetmiştir. Bununla beraber aralarındaki derece farkı da açıklanmıştır.(‘Müslümanların Allah’a Karşı Sorumlulukları’ kitabından alıntı yapılmıştır.)

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Fedakârlıklarına göre insanlara değer vermek, insanları kayırmak olarak algılanmamalıdır. Özellikle günümüzde hizmet alanında yaşanan sıkıntılardan biri budur. Öncü olan insanlar, İslam’a her şeyleriyle hizmet eden kardeşleri bazı mevkilere getirince, o mevkide gözü olan kişiler bunu kıskanıyor ve bunu, adam kayırma olarak algılayabiliyor. Bu doğru değildir. Herkes Allah’a kulluğu ve İslam’a hizmeti oranında değer görür. İslam için hiçbir şey yapmadan hiçbir şey feda etmeden bir yerlere gelmeyi istemek, kolaycılıktan başka bir şey değildir.

Davamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver