Zor Günlerin Adamı Sadık İnsan 3

 

Kur’an-ı Kerim’i Mushaf Hâline Getirmesi

Yemâme savaşında çok sayıda hafız şehid düşmüştü. Ebubekir radıyallahu anh Kur’an’ın toplanması için Ömer’le radıyallahu anh istişare etti. Deri parçalarına, kemik parçalarına ve hurma yapraklarına yazılı bulunan metinler ve hafızalardaki metinler bir araya getirilecekti. Ebubekir radıyallahu anh bu büyük görevi Zeyd bin Sabit el-Ensari’ye radıyallahu anh verdi.

Zeyd bin Sabit radıyallahu anh anlatıyor:

“Ebubekir radıyallahu anh Yemâme savaşından sonra beni çağırdı. Yanında Ömer bin Hattab vardı. Ebubekir: “Ömer bana geldi ve Yemâme gününde çok fazla hafız şehid düştü. Ben diğer harplerde de hafızların şehid düşmesinden, bu sebeple de Kur’an’ın büyük kısmının zayi olup gitmesinden endişe ediyorum. Ben senin Kur’an’ı bir kitap halinde toplanmasını emretmeni düşünüyorum.” dedi. Ben Ömer’e Rasûlullah’ın yapmadığı bir şeyi nasıl yaparım,” dedim. Ömer: “Vallahi bu hayırdır.” dedi. Nihayet Allah benim göğsümü bu iş için açtı ve ben bu işte Ömer’in düşündüğü gibi düşünüyorum.” dedi. Zeyd devam ediyor:

Bu sözlerden sonra Ebubekir bana şunları söyledi: “Sen genç ve akıllı bir adamsın. Seni hiçbir kusurla itham etmiyoruz. Sen Rasûlullah’ın vahyini yazıyordun. Binaenaleyh Kur’an’ı araştır ve onu bir araya topla.”

Zeyd radıyallahu anh diyor ki: “Vallahi bana dağlardan birini başka bir yere nakletmemi teklif etselerdi o iş bana Kur’an’ı toplamaktan daha ağır olmazdı.”

“Bunun üzerine ben de Kur’an’ın üzerine düşüp gereği gibi araştırdım. Onu yazılı bulunduğu hurma dallarından, ince taş levhalarından ve hafızların ezberlerinden topladım. Tevbe suresinin sonunu Ebu Huzeyme el-Ensari’nin yanında buldum. O ayeti ondan başka kimsenin yanında bulamadım. Bu ayet “Size kendi nefsinizden bir elçi geldi…” sözlerinden Berae suresinin sonuna kadar devam eden ayet idi.”

Toplanan bu sahifeler Allah kendisini vefat ettirinceye kadar Ebubekir’in yanında kaldı. Sonra hayatı müddetince Ömer’in yanında kaldı. Bundan sonra da Ömer’in kızı Hafsa’nın yanında kaldı. (Ali Muhammed Sallabi)

Enes bin Malik radıyallahu anh anlatıyor:

“Şam halkı, Irak halkı ile birlikte Ermenistan ve Azerbaycan fetihlerinde savaştıkları esnada, kıraat konusunda aralarındaki ihtilafı gören Huzeyfe telaşa kapılarak Osman’ın yanına geldi ve ona: “Ey müminlerin emiri, bu ümmet kitapları konusunda Yahudilerin ve Hristiyanların düştükleri ihtilafa düşmeden sen gerekeni yap bir an önce.” dedi.

Bunun üzerine Osman radıyallahu anh (Mushaf kendisinde bulunan) Hafsa’ya birini göndererek: “Bize Mushaf’ı gönder de onu çoğaltıp sana tekrar iade edelim.” dedi. Hafsa da onu Osman’a gönderdi. O da Zeyd bin Sabit, Abdullah ibni Zübeyr, Said ibni As ve Abdurrahman ibni Haris ibni Hişam’a emretti, Mushaf’ı çoğalttılar. Osman radıyallahu anh Kureyş’ten olan diğer üç kişiye şöyle dedi: “Siz (Zeyd ibni Sabit), Kur’an’dan bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onun Kureyş’in dilindeki kullanımı nasılsa öyle yazın, çünkü Kur’an onların diliyle indi.” Onlar da öyle yaptılar. Mushaf’ı nüshalar halinde çoğaltma işlemi bitince Osman radıyallahu anh onu Hafsa’ya iade etti ve elde ettikleri nüshalardan dört bir yana gönderdiler. Bunun dışındaki tüm Kur’an sayfalarının ve Mushaflarının ise yakılmasını emretti.” (Buhari) (Mahmud Mısri/Sahabe Hayatı kitabından naklen)

Çıkarılan Dersler

1) Rivayetlere dikkat edilirse Ömer radıyallahu anh Kur’an’ın toplamasını, Huzeyfe radıyallahu anh ise Kur’an’ın çoğaltılmasını halifeden istiyor. Fakat bunu halifeye sormadan kendi başlarına yapmıyorlar. Akıllarına gelen ve İslam ümmetine faydası olan bu düşüncelerini halifeyle paylaşıyorlar. Sahabenin bu tavrı bize Müslümanların başlarında olan yöneticiden izin almadan hiçbir iş yapmaması gerektiğini öğretiyor.

Allah subhanehu ve teâla Kur’an’da yöneticiden izin alarak hareket etmeyi müminlerin; yöneticiden izin almadan hareket etmeyi ise münafıkların özelliği olarak zikrediyor.

“Mü’minler ancak Allah’a ve peygamberine inanan, onunla beraber toplumu ilgilendiren bir iş üzerindeyken ondan izin almadan çekip gitmeyen kimselerdir. O hâlde bazı işlerini görmek için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

(Ey inananlar!) Peygamber’in (sizi) çağırmasını aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. İçinizden biribirini siper ederek sıvışıp gidenleri Allah gerçekten bilir. Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” (24/Nur, 62-63)

Bu ayetler hendek savaşında olan bir durumu anlatıyor. Müminler hendek kazarken bir yere gidecekleri zaman Allah Rasûlü’nden izin alıp gidiyorlardı. Münafıklar ise sıvışarak, izin almadan gidiyorlardı. Bunun üzerine Allah bu ayetleri indirdi. Buradan anlaşılıyor ki; İslami çalışmalarda izin almadan hareket etmek münafıkların özelliklerindendir. Bu duruma düşmemek için İslami çalışmalarda bulunan Müslümanların küçük-büyük fark etmez yapacakları her şeyde sorumlularından izin almaları gerekir.

2) Sahabeyi Kur’an’ı toplamaya iten sebep; hafızların savaşlarda şehid olmaları ve onların şehid düşmesiyle birlikte Kur’an’ın kaybolmasından korkmalarıydı. Demek ki hafızlar savaşlarda ön saflarda yer almış ve şehid olmuşlar. Ezberlemiş oldukları Kur’an onları amele sevk etmiş, Allah yolunda cihada çıkmışlar.

Kur’an/İlim, kendisiyle amel etmek için öğrenilir. Bu sahabeler de okudukları ilmin gereğini yapmışlar. Kendisiyle amel edilmeyen ilim kişiye fayda sağlamayacaktır. Usame bin Zeyd’den radıyallahu anh rivayetle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem öğrenilen ilim ile amel etmeyenlerin durumunu şuna benzetti:

“Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehenneme atılır. Daha sonra bağırsakları dışarı fırlar ve onun etrafında eşeğin değirmen taşının etrafında döndüğü gibi döner. Cehennem ehli başına toplanır ve derler ki: ‘Ey falan sen bize iyiliği emredip kötülükten nehyetmez miydin?’ O da der ki: ‘Ben iyiliği emrederdim fakat kendim yapmazdım. Kötülüğü nehyederdim ama kendim sakınmaz, yapardım.’ ” ( Buhari, Müslim)

3) İslam’da güzel bidat vardır diyenlerin yapışmış oldukları delilerden biri de budur. Derler ki: ‘Sahabe faydalı gördüğü için Peygamber zamanında olmayan bir şey yaptı. Demek ki güzel olup da Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem yapmadığı şeyler ondan sonra yapılabiliyormuş.’

Bu doğru bir istidlal değildir. Bu iddiaya cevap vermeden önce ‘Bidat nedir?’ ‘İslam’ın bidate bakış açısı nedir?’ sorularını açıklığa  kavuşturalım.

Bidat Nedir?

Bidat, Arapça bir kelimedir. kökü; ‘geçmişte bir benzeri olmaksızın sonradan ortaya çıkan şey’ için kullanılır. (Lisanu’l Arab 9/135)

Arap lugatında bu kullanım, sonradan çıkanın iyi veya kötü oluşuna bakılmaksızın yapılır. Ortaya çıkanın daha önce bir benzeri yoksa buna ‘bidat’ denir.

Bidatin Şer’i Anlamı

Din dili Arapça’dır. Allah subhanehu ve teâlâ kitabını bu dil üzere indirmiş, elçi olarak seçtiği Nebi’yi Arapça bir mesajla insanlara yollamıştır. Usulî olarak biliyoruz ki İslam, Arap lugatının kelimeleri üzerinde farklı tasarruflarda bulunmuştur.

Kimi kelimeyi olduğu gibi alıp, İslami kavramlara dâhil etmiş, değişikliğe gitmemiştir. Bu tarz kelimelerde lugavi kullanım esastır. ‘Marid/hasta’ kelimesi bunlardandır. ‘Hastalık’ üzerine hüküm bina edilen kelimelerdendir. Hastanın oruç tutması meselesinde Arap lugatına bakarız. Araplar hastalık kelimesiyle neyi murad ediyorsa, ruhsat hükümlerini o kapsamda ele alırız.

Bazı kelimelerin anlamını genişletmiş, asli manasına yeni şeyler eklemiştir. Bunun misali ‘Salât/namaz’ kelimesidir. Aslı dua olan bu kelimeyi İslam genişletmiş, belli vakitlerde, belli eylem ve sözlerle ifa edilen bir ibadet kılmıştır.

Kimi kelimelerin anlamını daraltmış, öyle kullanmıştır. ‘Cihad’ kelimesi bunun örneklerindendir. Arapların her türlü çabaya ıtlak ettiği bu lafız, şeriatta İslam için sarf edilen çaba ve gayret için kullanılır.

Bu basit mukaddimeden sonra şunu söyleyebiliriz: İslam’ın, anlamını daralttığı bir kelimeyi geniş anlamıyla, genişlettiği bir kelimeyi de dar anlamıyla anlamak ‘sapıklık’tır. Dini tahrife ve Muhammedî sünnetin tağyirine yol vermektir. Namazları terk edip, buna da ‘Namaz, duadır. Ben de dua ederek namaz kılıyorum…’ diyen birini düşünelim… Ya da dünya için koşuşturup, dünyevileşme çabasına cihad ayetlerini delil getirip ‘Cihad gayrettir, ben de gayret ediyorum…’ diyen birini ele alalım.

Bu mukaddime ve örneğimizi hatırda tutup konumuza devam edelim.

Şer’i olarak bidat ne demektir?

Arap lugatından alınan bu kelimede şeriat nasıl tasarrufta bulunmuştur?

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 “…Muhakkak sözlerin en doğrusu Allah’ın kelamıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi sonradan çıkanlarıdır. Her sonradan ortaya çıkan bidat, her bidat de sapıklıktır.” (Müslim, 867; Basit lafız farkıyla Sünen ashabı da rivayet etmiştir.)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldıktan sonra ashabına döndü. Onlara gözleri yaşartan, kalpleri hüzünlendiren bir vaazda bulundu. ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Bu bir vedalaşma konuşmasına benziyor. Bize ne tavsiyede bulunursunuz?’ dedi içlerinden biri. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“Size Allah’tan korkmanızı tavsiye ediyorum. Başı üzüm tanesi kadar olan Habeşli bir köle dahi olsa işitmenizi ve itaat etmenizi tavsiye ediyorum. Benden sonra yaşayanlarınız çok ihtilaflar görecektir. Benim ve Raşid Halifelerimin sünnetinden ayrılmayın. Azı dişlerinizle/sımsıkı yapışın. Sonradan çıkan şeylerden sakının. Çünkü her sonradan çıkan, bidat; her bidat sapıklıktır” (Ebu Davud, 4607; Tirmizi, 2676.9 buyurdu.

Bu iki hadisten yola çıkarak diyebiliriz ki; İslam, bidat lafzı üzerinde de anlam daraltmasına gitmiş ve öyle kullanmıştır.

Öncelikle kapsamını daraltmıştır. Lugatta, her alandaki yenilik kastedilirken; şeriat, dinî alandaki yeniliklerle sınırlamıştır. Dinde olmayan, Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem yani din tamamlandıktan sonra ortaya çıkan her yenilik, bidattir. İki hadis dikkatle incelendiğinde önce Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem yolu ve onun sünnetinden bahsedilmiş, akabinde bidatlerden söz edilmiştir. Allah Rasûlü’nün kullanımında bidat; sünnet olmayan, sünnetin karşısındaki her türlü yeniliktir.

İkinci daraltma ise sıfatında olmuştur. Lugatta bidat, iyi veya kötü ayırt edilmeksizin her türlü yeniliğe ıtlak edilirken; şeriat, sadece kötü ve yergi anlamında kullanmıştır. “Her bidat sapıklık, her sapıklık ateştedir…” cümlesi buna işaret etmektedir. (Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi, yazısından alıntı)

Hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem iyi-kötü ayrımına gitmeden din alanında çıkarılan her yeniliğe bidat demiştir. Ve hadis ihtilafa mahal vermeyecek kadar açıktır. “…Sonradan çıkan şeylerden sakının. Çünkü her sonradan çıkan, bidat; her bidat sapıklıktır.”

Sonra gelen bazı insanlar İslam’da güzel bidat diye bir şeyin olduğunu iddia ettiler. Bu konuda bazı delillere dayanarak bu iddialarını meşrulaştırmak istediler. Dayandıkları delillerden biri de Kur’an’ın toplanıp Mushaf hâline getirilmesidir. Bu iddiaya şöyle cevap verebiliriz:

a) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem döneminde zaten Kur’an yazılmıştı fakat vahiy inmeye devam ettiği için sadece Mushaf hâline getirilmemişti. Mushaf hâline getirilseydi her inen ayetle birlikte Mushaf’ı değiştirmeleri gerekirdi ki bu da ciddi bir meşakkat olurdu.

b) Sahabe Kur’an kaybolmasın ve İslam ümmeti arasında ihtilaf çıkmasın diye böyle bir şeye başvurmuştur. Ve İslam ümmetinin maslahatı için yapıldı aksi takdirde karilerin şehid olmasından sonra İslam ümmeti kaynak konusunda ciddi sıkıntı yaşayacaktı.

c) Allah subhanehu ve teâla Kur’an’ı koruyacağını söylüyor ve bu korumayı sahabenin onu Mushaf hâline getirmesi ile yaptı.

d) Sahabeden kimse bu duruma muhalefet etmedi. Bütün sahabenin bir konu hakkındaki ittifakı bizim için hüccettir.

Sonuç olarak; Bu kıssada İslam’da güzel bidat vardır diyenlere bir delil yoktur. Bu muhkem nasları bırakıp müteşabihe sarılmaktır. Bu kıssayı muhkem nasların ışığında anladığımızda bunun doğru olmadığı açıkça görülüyor.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver