Değerli mü’mine bacım, bir önceki yazımızda İslam’a göre ‘Ziyaretleşme Âdabı’nın nasıl olması gerektiğini ve arkadaşlarınla bir araya geldiğinde hangi ilkelere riayet ederek oturmalarını gerçekleştirebileceğini anlatmaya başlamış ve bu konuda tam dört kuralı şerh ederek yazımızı sonlandırmıştık. Bu yazımızda ise inşâallah bu konuyu sürdürerek yine maddeler hâlinde nasihatlerimize kaldığımız yerden devam edeceğiz. Yardım ve başarı yalnız Allah’tandır.
Beşinci Kural
‘Meclislerde konuşulan, yaşanan ve görülenlerin bir emanet olduğunu bilmeli ve bunları oradakilerin rızası olmadan ifşâ etmemelisin.’
Değerli bacım, ziyaretine gitmiş olduğun yerlerde arkadaşların arasında yapılan konuşmalar, görüşmeler, şakalaşmalar, üzerlerinde gördüğün kıyafet türü ziynetler ve bilumum oralarda cereyan eden hadiseler, asıl itibariyle tıpkı eline teslim edilmiş bir emanet hükmündedir ve mutlaka muhafaza edilmesi gerekmektedir. Sahiplerinin izni veya rızası olmadan bu emanetlere hıyanet etmek, onları ifşâ etmek asla caiz değildir. Nasıl ki emanet mala hıyanet edenler insanlar nazarında değer kaybediyorlarsa, meclislerdeki gizliliklere hıyanet edenler de Allah nazarında değer kaybederler.
Meclislerde vuku bulan şeylerin emanet hükmünde olduğunu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu sözleriyle ifade eder:
الْمَجَالِسُ بِالْأَمَانَةِ
“Meclisler(de vuku bulan şeyler) emanettir.” (Ebu Davud rivayet etmiştir. Elbanî hadisin ‘hasen’ olduğunu söylemiştir.)
Diğer bir rivayette ise şöyle buyurur:
“Şu üç yer hariç, meclislerde vuku bulan şeyler emanettir: Haram bir kanın akıtıldığı meclis, haram olan zinanın yapıldığı meclis, haksız yere bir malın alındığı meclis.” (Ebu Davud rivayet etmiştir. Elbanî hadisin ‘zayıf’ olduğunu belirtmiştir.)
Hadiste zikredilen haramların işlendiği meclislerdeki şeyleri anlatan birisi, İslam nazarında emanete ihanet etmiş sayılmaz. Ama bu günahların işlenmediği, aksine müslümanların özel hâl ve durumlarının ele alındığı veya mahrem olan vaziyetlerinin söz konusu olduğu meclislerdeki şeyleri ifşâ edip yayanlar, İslam nazarında hıyanet ehli kabul edilirler. Emanetleri zayi ederek hıyanet ehli olanların ise imandan daha çok, nifaka yakın oldukları herkesin malumudur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (Buhari, Müslim)
Müslim’in aktardığı bir rivayette ise şöyle buyurur:
“Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mümin zannetse bile!” (Müslim)
Eşinin Mahremini Koru!
Ziyaretine gitmiş olduğun yerlerde mahremini ve kusurlarını en çok korumakla görevli olduğun kimse öncelikle senin eşindir. Ama bacılarımız, maalesef bu konuda sınıfta kalmakta ve oturumlarında eşlerinin –tabir yerindeyse– tüm kirli çamaşırlarını meydana saçmaktalar. Oysa bu, müslüman kardeşin olarak eşinin haklarını ihlal olmasının yanı sıra, aile ilişkilerinin temeline kezzap suyu dökmek anlamına da gelir.
Niye mi?
Çünkü kendisinin eksik, kusurlu ve mahrem hâllerinin senin tarafından gündeme ge-tirildiğini duyan bir eş, bunu duyduğu ilk andan itibaren sana karşı içinde nefret besleyecektir. Neticesinde de aranızdaki sevgi ve muhabbet bir anda yok olma düzeyine gelecektir. Sonuçta geriye ya yıpranmış ilişkiler içerisinde ite-kaka zorla giden huzursuz bir aile kalacak ya da birbirlerinden nefret eden iki insanın kopma seviyesine gelmiş kötü ilişkisi…
Sonrası mı?
Sonrası, ya zehir zemberek zoraki yürütülen bir evlilik ya da sonu hüsranla noktalanmış bir boşanma!
İşte bacım, bu nedenle eşinle aranda Allah’ın sizin için belirlediği haklara azami derecede dikkat ederek aileni korumaya çalışmalısın. Basit nedenlerle onu yıkmaktan uzak durmalısın. Hele boş ve gereksiz laflarla onu yıkmada temel rol oynayan taraf sen olmamalısın! Aksi hâlde pişman olur ve yaptıklarına iç çekerek bir başına kalakalırsın.
Ziyaretleşmelerinde veya oturmalarında eşinle alakalı arkadaşlarından gizlemen gereken iki münasebet vardır:
1. Cinsî münasebet
2. Ailevî münasebet
Cinsî münasebeti, bu münasebetin şeklini ve o esnada vuku bulan mahrem hâlleri insanlara anlatmak kesinlikle caiz değildir, haramdır ve insanın mürüvvetini bozan en iğrenç hasletlerden biridir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu tür insanların ne kadar şerli ve habîs olduklarını şu sözüyle bizlere bildirir:
“Kıyamet gününde Allah katında konum bakımından en şerli insan, karısıyla mahremiyetini paylaştıktan sonra onun sırrını ifşâ eden kimsedir.” (Müslim, Nikâh, 123.)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem eşlerinin mahrem hâllerini genellikle erkekler ifşâ edip anlattığı için burada tağlîben erkeği söz konusu etmiştir. Asıl itibariyle bu hüküm kadınlar için de aynen geçerlidir. Biz bu hadisi kadınlara uyarladığımızda aynen şöyle tercüme edebiliriz:
“Kıyamet gününde Allah katında konum bakımından en şerli kadın, kocasıyla mahremiyetini paylaştıktan sonra onun sırrını ifşâ edendir.”
Kadınlar, kocalarıyla aralarında geçen cinsî münasebetleri veya bu noktada sır olabilecek bazı bilgileri arkadaşlarıyla paylaşmada erkeklerden daha gevşektir diyebiliriz. Çünkü kadınlar dillerine sahip olma yönünden erkeklere nispetle çok daha gevşektirler. Bu nedenle daha fazla dikkat etmeleri ve ağızlarına daha sıkı sahip çıkmaları gerekmektedir.
Ailevî münasebetleri anlatmaya gelince, bunda bir takım detaylar vardır. Bunların bir kısmı haram iken, diğer kısmı zaruret miktarınca caizdir. Ama bunda da asıl olan zaruret olmadığı sürece sırrı saklamak ve ailevî sıkıntılarımızı gündem yapmamaktır. Ne zaman ki mesele halledilmediğinde evliliğimiz zora girecekse, o zaman sadece meseleyi halledebilecek olan âlim, hoca ve tecrübeli bilge kişiler gibi yetkin kimselere; meseleyi halledecekleri miktarda anlatmamız caiz olur. Meseleyi halledemeyecek insanlara veya meselenin detaylarını haddinden fazlasıyla anlatmak yine caiz değildir.
Bugün bazı bacılarımızın, eşleriyle yaşadıkları problemleri, halletmeleri şöyle dursun daha da kötüye götürebilecek kadınlara anlattıkları kulağımıza gelmektedir. Bu bacılarımıza Allah için empati yapmalarını ve bir anlığına eşini kendi yerine koymalarını tavsiye ederiz. Allah için söyleyin, eşiniz sizi ve ailevî mahremiyetlerinizi böylesi kimselere anlatsa ne düşünürsünüz? Veya yanlarında kaç paralık olursunuz? İtibarınız ne hâle gelir? Hele bir de bu kimseler akrabalarınız ise onların yanında ne duruma düşersiniz? Tüm bu anlatılanları iyi tahlil etmeli ve ağzımıza sahip çıkarak mahremiyetlerimizi muhafaza etmeyi bilmeliyiz.
Arkadaşlarının da Mahremini Koru!
Ziyaretine gitmiş olduğun yerlerde eşinin mahremini ve özel hâllerini arkadaşlarına karşı koruduğun gibi, oralarda arkadaşlarından gördüğün özel hâlleri de eşine anlatmamak suretiyle onların mahremlerini koru. Zira bu da meclislerde muhafaza edilmesi gereken emanetlerdendir.
Arkadaşlarından birisi yeni bir elbise alınca veya saçlarını boyatınca kadın hemen eve geliyor ve kocasına ‘Falancanın hanımı şöyle kıyafet almış, saçlarını şu şekilde boyatmış’ şeklinde arkadaşını sanki karşısında duruyormuşcasına kocasına tasvir ediyor… Bunu yapan kadın, aslında hem arkadaşları hem de eşi hakkında toplamda iki suç birden işlemiş oluyor. Arkadaşları hakkındaki suçu, gıybet ve emanetleri ifşâ suçudur. Çünkü onları, onların razı olmayacağı şekilde eşine anlatmıştır. Kocası hakkındaki suçu ise, harama teşvik suçudur. Çünkü arkadaşlarını uygunsuz vaziyette düşünmeye kendisini sevk etmektedir. Bunun her ikisi de İslam nazarında haramdır ve asla caiz değildir.
Yaşadığımız şehirdeki bacılarımızdan birisi, bir arkadaşının güzel hasletlerini, davranışlarının hoşluğunu, kibarlığını ve benzeri güzel vasıflarını hiçbir art niyet taşımaksızın eşine anlatırmış… Beyinin yanında ara sıra onu övermiş. Tabi tüm bunları en ufak bir art niyet taşımaksızın yaparmış. Aradan belirli bir süre geçtikten sonra adamda kadına karşı bir sempati oluşmuş. Hiç görmediği halde sırf eşinin sâfiyane anlatmaları, kalbini kadına meylettirmiş.
Sonrasında ne mi olmuş?
O kadın, adamın ikinci eşi, eşinin de kuması olmuş…
İşte böylesi neticelere gebedir gereksiz ve boş konuşmalar. Safiyâne niyetlerle bile yapılsa, sonunda mutlaka hoş olmayan veya moral bozan bir takım sıkıntıları getirir beraberinde. Bu nedenle mutlaka sakınılmalıdır.
Bir erkek, karısının anlatımlarından hareketle falanca kadını hayal etmeye başladığı anda fitne baş göstermiş ve şeytan devreye girmiş demektir. Böylesi bir fitneye kapı aralamamak için biz erkeklere çok büyük iş düşmektedir. Erkekler, eşleri bir kadını anlatmaya başladığında hemen müdahale etmeyi ve ‘Başkalarını bana anlatma!’ diyerek tepkilerini koymayı bilmelidir. Eğer böyle yapmazlarsa günaha kendi elleriyle ortam hazırlamış ve kadınlarının suçlarına ortak olmuş olurlar. Ama maalesef bizim erkekler de kadınlar kadar meraklı olunca, kadın ‘a’dan ‘z’ye her şeyi sayıp-dökse bile erkek sabırla(!) dinliyor ve tepki vermeden iyi bir muhabbete ortak oluyor! Ne diyelim, Allah hepimizi ıslah etsin.
Oturup-Kalktığın Kadınlara Dikkat Et!
Rabbimiz Nur suresinin 31. ayetinde kadınların süs ve ziynetlerini kimlere gösterebileceğini anlatırken şöyle buyuruyor:
“Mümin kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakındırsınlar, ırzlarını korusunlar. (çarşaf gibi irade dışı) görünen kısımlar müstesna, ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Ziynetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kayınbabalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut kendilerinden olan kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!”
Rabbimiz bu ayette kadınların, ziynetlerini kendilerine gösterebileceği tam on iki sınıf insan saymaktadır. Bunların dokuzuncu sırasında yer alan ‘kendilerinden olan kadınlar’ ifadesinde bacılarımızın dikkat etmesi gereken bir incelik vardır. Rabbimiz neden ‘kadınlar’ dememişte ‘kendilerinden olan kadınlar’ diyerek bir inceliğe işaret etmiştir? Mevdudî, ‘Tefhimu’l-Kur’ân’ adlı eserinde bu inceliği şöyle açıklamaktadır:
‘Arapça ‘/nisâihinne’ kelimesi, ‘onların kadınları’ demektir. Burada tam olarak hangi kadınların kast edildiğine geçmeden önce, burada geçen ‘/en-nisa’ kelimesinin yalnızca kadınlar, ‘/nisâihinne’nin ise ‘onların kadınları’ anlamına geldiği belirtilmelidir. İlk durumda, müslüman bir kadının tüm kadınlar karşısında peçesiz görünüp, süslerini gösterebileceği anlamına gelir. Fakat ‘en-nisa’ yerine ‘nisâihinne’nin kullanılışı bu serbestiyi belli bir çevreyle sınırlandırmıştır. Bu belli kadınlar çevresinin ne olduğu konusunda müfessirler ve fakihler farklı görüşler belirtmişlerdir.
– Bir gruba göre ‘kendi kadınları’ sözünden kasıt yalnızca müslüman kadınlar olup zımmî veya başkası tüm gayr-i müslim kadınlar bu çevrenin dışındadır ve erkekler gibi onların karşısında da örtüye bütünüyle riayet edilmesi gerekir. (…)
– İmam Razi’nin de içinde bulunduğu bir diğer grup ‘kendi kadınları’ndan kastın istisnasız tüm kadınlar olduğu görüşündedir. Fakat böyle olsaydı ‘/nisâihinne’ yerine ‘/en-nisa’ kelimesinin kullanılması yeterli olacağından, bu görüşü kabul etmek mümkün değildir.
– Üçüncü ve daha akla yatkın, Kur’an’a daha yakın görünen görüş ‘kendi kadınları’ndan kastın, müslüman bir kadının, müslüman olsun-olmasın günlük hayatında yakından ilişki içinde bulunduğu ve her günkü ev işini paylaştığı tanıdık-bildik kadınlar olduğudur.
Burada amaç, kültürel ve manevi kökenleri bilinmeyen veya geçmişleri şüpheli görünen ve dolayısıyla güvenilemezlik arz eden yabancıları çevrenin dışına çıkarmaktır. Bu görüşü, zımmî kadınların Peygamber’in hanımlarını ziyarete geldiğini ifade eden sahih hadisler de desteklemektedir. Bu bağlamda göz önünde bulundurulması gereken ana nokta, dini inanç değil, ahlâkî karakterdir. Müslüman kadınlar gayr-i müslim de olsalar tanınmış ve güvenilir ailelerin soylu, iffetli ve faziletli kadınlarıyla görüşebilir ve içten sosyal bağlar kurabilirler. Fakat Müslüman da olsalar, iffetsiz, ahlâksız ve âdi kadınlar karşısında örtüye riayet etmelidirler. Bu kadınlarla bir arada bulunmak ahlâkî açıdan erkekle bir arada olmak kadar tehlikelidir. Bilinmeyen ve tanıdık olmayan kadınlara ise, en fazla mahrem olmayan yakınlar gibi davranılır. Bunlar karşısında yüz ve eller açılabilir, fakat vücudun kalan kısmı ve ziynetler kapatılmalıdır.” (Tefhîmu’l-Kur’ân, 3/528, 529.)
Mevdudî’nin dikkat çektiği nokta günlük hayatta vakıası olan önemli bir noktadır ve mutlaka dikkate alınmalıdır. Bugün nice akidesi bozuk kadınlar var ki, mahrem şeyler hakkında ağzından tek bir kelime almak dahi mümkün değildir. Ahlakları güzel, karakterleri düzgün, ağızları sağlamdır. Nice müslüman kadınlar da var ki, mahrem şeyleri konuşmada çok maharetliler! Daha kendilerinden istenmeden püskül gibi hemen dökülürler. Ahlakları kötü, karakterleri bozuk, ağızları açık kapı gibidir. Dillerini tutmayı bilmezler.
İşte bu tür müslüman kadınlara karşı son derece temkinli ve ihtiyatlı olmak gerekir.
Bu gerçeği göz önünde bulundurduğumuz zaman ayette geçen ‘kendi kadınları’ ifadesini bunlar gibi kötü karakterli kimselere hamletmemiz çok da tutarlı gözükmemektedir. Bu ifadeyi kendileri gibi aynı karakterde olan, ahlakı ve şahsiyeti düzgün kadınlar olarak anlamak –Allahu a’lem– daha yerinde olacaktır.
Dolayısıyla meclislerde bir araya gelen müslüman kadınlar, ahlakı düzgün olmayan, kendilerini kocalarına anlatması muhtemel olan ve ağzını tutmayı bilmeyen diğer müslüman kadınlara karşı ziynetlerini göstermemeli, onlara karşı ihtiyatı elden bırakmamalıdırlar. Müslümandır diye yanlarında açılıp saçılmamalıdırlar. Bu nedenle ey bacım, kiminle oturup kalktığına azamî derecede dikkat et!
Altıncı Kural
‘Meclisten kalkarken dua etmeyi ve Allah’tan af dilemeyi unutma’
Ziyaretine gitmiş olduğun yerden ayrılacağında, mecliste işlediğin hatalara kefaret olması için mutlaka Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve selem yaptığı dualardan bir tanesini yapmayı âdet edinmelisin. Sen bunu yaptığında bu, hem senin affedilmeni hem de bir sünneti hayata geçirmeni sağlayacaktır.
Bilindiği üzere Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem oturduğumuz meclislerden kalkarken dua etmeyi bizlere tavsiye etmiş ve bunun meclislerdeki günahlarımıza kefaret olacağını bildirmiştir. Ebu Hureyre’den radıyallahu anh rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur:
“Kim bir mecliste oturur ve orada bir sürü faydasız ve manasız sözlerle vakit öldürür de o meclisten kalkmadan önce şöyle derse, o mecliste yapmış olduğu hataları bağışlanır:
سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وبَحَمْدكَ أشْهدُ أنْ لا إلهَ إلا أنْتَ أَسْتَغْفِرُكَ وأتُوبُ إِلَيْكَ
Subhânekellahumme ve bihamdik, eşhedu en lâ ilâhe illâ ente, estağfiruke ve etûbu ileyke/Allah’ım! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ve hamdinle tesbih ederim. Senden başka (hak) bir ilâh olmadığına kesinlikle şehadet ederim. Senden bağışlanmamı diler ve sana tövbe ederim.” (Tirmizi)
İbni Ömer radıyallahu anh şöyle demiştir:
Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem şu duaları yapmadan önce bir meclisten kalktığı pek az olurdu:
الَّلهمَّ اقْسِم لَنَا مِنْ خَشْيَتِكَ ما تحُولُ بِه بَيْنَنَا وبَينَ مَعصِيتِك، ومن طَاعَتِكَ ماتُبَلِّغُنَا بِه جَنَّتَكَ، ومِنَ اْليَقيٍن ماتُهِوِّنُ بِه عَلَيْنا مَصَائِبَ الدُّنيَا. الَّلهُمَّ مَتِّعْنا بأسْمَاعِناَ، وأبْصَارناَ، وِقُوّتِنا ما أحييْتَنَا، واجْعَلْهُ الوَارِثَ منَّا، واجعَل ثَأرَنَا عَلى مَنْ ظَلَمَنَا، وانْصُرْنا عَلى مَنْ عادَانَا، وَلا تَجْعلْ مُصيَبتَنا في دينَنا، وَلا تَجْعلِ الدُّنْيَا أكبَرَ همِّنا ولا مبلغ عِلْمٍنَا، وَلا تُسَلِّط عَلَيَنَا مَنْ لا يْرْحَمُناَ
“Allah’ım! Bize, günahla aramıza engel olacak kadar korkundan hisse ver. Bizi, cennetine ulaştıracak kadar tâatini nasib eyle. Dünya musibetlerini hafifletecek güçlü iman ver. Allah’ım! Bizi yaşattığın müddetçe kulaklarımız, gözlerimiz ve kuvvetimizden faydalandır; ölümümüze kadar da onları devamlı kıl. Bize zulmedenlerden öcümüzü sen al. Bize düşmanlık edenlere karşı bize yardım et. Bizi dinimizde musibete uğratma. Dünyayı en büyük düşüncemiz ve gayemiz, ilmimizin sonu (Yani bütün ilmimizi dünyayı elde etmek için sarf etmemeliyiz.) kılma. Bize acımayanları üzerimize musallat etme.” (Tirmizi)
Bugün oturum ve ziyaretleşmelerimiz maalesef ve maalesef bir hayli boş konuşmalara ve bizlere cennet kazandırmayıp cehennemden uzaklaştırmayan gereksiz sözlere sahnedir. Selef dönemindeki gibi, imanların artırıldığı, hayırlı işlerin konuşulduğu, Allah’ın rızasının öncelendiği meclislerimiz azalmış durumdadır. İnsanlar hep boş ve yararsız şeylerle vakitlerini katletmekte, falancanın veya filancanın meseleleriyle güzel sermayelerini eritmektedirler. İşte meclislerimizde vuku bulan bu tür eksikliklerimizin affedilmesi için Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem mezkûr tavsiyesine uymayı ihmal etmemeli ve her meclisten ayrılırken mutlaka bu duaları okumayı kendimize görev bilmeliyiz.
Yedinci Kural
‘Meclislere girerken verdiğin gibi çıkarken de selam vermelisin.’
Ziyaretine gitmiş olduğun yerdeki arkadaşlarının yanına girerken selam verdiğin gibi işin bitip gitmek istediğinde de aynı şekilde onlara selam vermelisin. Unutma ki bu, ilk verdiğin selam kadar önemli ve gereklidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kişi bir meclise geldiği zaman selam versin. Eğer oturması gerekiyorsa otursun. Kalkması gerekirse (ayrılmadan önce) yine selam versin. Zira ilk verilen selam son verilenden daha evlâ değildir.” (Beyhakî, Şuabu’l-İman)
Yani ilk verilen selam ne kadar önemli ve gerekli ise, son verilen selam da aynı şekilde önemli ve gereklidir. Bu nedenle meclislerden ayrılırken en son kelam olarak selam vermeli ve kardeşlerine Allah’ın selam, rahmet ve esenliklerini dilemelisin.
İslam medeniyetinden uzak insanların yaymaya çalıştığı kültürün bir neticesi olarak ‘Hoşçakalın, sağlıcakla kalın, bay bay!’ gibi kelimeleri selamlaşmaya alternatif olarak kullanmamamız gerekmektedir. Bir önceki yazımızda söylediğimiz gibi, bu tür kelime ve ifadeler giriş ve çıkışlarda Allah’ın emri olan selamı unutturmak için yaygınlaştırılmaktadır. Müslüman, İslam kültürüne sahip çıkmalı ve Peygamberinin yaptığı gibi hayatının her alanına selamı yaymalıdır.
“Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız…” (Müslim)
Değerli bacım, bu yazımızda da sana ziyaretleşmelerinde dikkat etmen gereken bazı hususları hatırlatarak nasihat etmeye çalıştık. Rabbimiz imkân verirse, bir sonraki yazımızda ‘Ziyaretleşme Âdabı’na ilişkin konumuzu devam ettirmeye çalışacağız. Rabbim bizi ve seni bu nasihatlerden en güzel şekilde faydalanan kullarından eylesin.
Bir sonraki yazımızda tekrar buluşmak dileğiyle, fî emânillâh…
İlk Yorumu Sen Yap