Zindandan Mektup

Allah’ın Adıyla…

Bizleri yoktan var eden, İslam nimetiyle şereflendirip Rasûllerin mücadele metoduna muvaffak kılan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam; bu yolu bizlere aydınlatan, irşad ve nush görevini en güzel şekilde yerine getiren Muhammed’e, pak ailesine ve ashabının üzerine olsun.

Kıymetli kardeşim,

Allah subhanehu ve teâlâ seni avf ve afiyette kılsın, derecelerini yükseltsin. Bu mektubu sana Van F tipi cezaevinden yazıyorum… Allah’a hamd olsun ben çok iyiyim… Sana ve diğer tüm kardeşlerime duacıyım. Eminim mektubumu alınca ‘Yine mi?’ diyeceksin! Yapacak bir şey yok… Allah subhanehu ve teâlâ takdir etmişse; ben bu mekanlara, sen de ‘Yine mi?’ sözüne tekrar döneceksin.

Dava arkadaşım!

Sen de biliyorsun ki başımıza gelenler Allah’ın subhanehu ve teâlâ dilemesi ve izni dahilindedir.

“İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelenler Allah’ın izniyle olmuştur. Ve Allah, müminlerle münafıkları açığa çıkarmak istemiştir…” (3/Âl-i İmran, 166-167)

“Gaybın anahtarları O’nun katındadır. O’ndan başka kimse bilmez. Karada ve denizde olanı da O bilir. Bir yaprak düşmez ki; onu bilmesin. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru müstesna olmamak üzere her şey apaçık bir kitaptadır.” (6/En’am, 59)

Rabbimize hamd olsun. Öyle bir Allah’a subhanehu ve teâlâ inanmış ve teslim olmuşuz ki; O, Et-Tayyib (Temiz) ve El-Cemil (Güzel) olandır. O’ndan gelenler de bizler için temiz ve güzeldir.

İnanıyoruz ki O subhanehu ve teâlâ El-Hakim’dir… Her şeyi bir hikmetle takdir eder. Zahiri şer olan nice mesele, içinde sonsuz hayırlar barındırır. Bu zindan süreci de böyledir. Dostları üzmüş, düşmanları sevindirmiştir. Ancak akıbet muttakilerindir. Musibet ve imtihan sayfaları dökülüp akıbet yani hayırlar ortaya çıkınca dostların yüzü aydınlanacak, düşmanlarınki kararacaktır. Dünyada da, ahirette de…

Kralın biri sevdiği bir dostuyla sürekli ava çıkarmış. Yine avlandıkları bir gün, dostu kralın tüfeğine barutu yanlış doldurmuş. Tüfek kralın elinde patlamış. Kralın parmakları kopmuş. Kral acılar içinde kıvranırken arkadaşı ‘Üzülme kralım! Her işte bir hayır vardır’ diye onu teselli etmeye başlamasın! Kral öfkeden kudurmuş. ‘Hem parmaklarımı kopardın hem de bunu mu söylüyorsun?’ diyerek onu zindana attırmış.

Kral av hastası… Başka arkadaşlar bulup ava devam etmiş. İnsan yiyen bir kabileye esir düşmüşler. Bu kabile tam bunları yiyeceklerken kralın parmaklarının kopuk olduğunu fark etmişler. Kıssa bu ya, kabile özürlü insanların uğursuz olduğuna inandığı için kralı serbest bırakıp yememişler.

Kral soluğu zindan kapısında almış.

Arkadaşından özürler dileyip onu kendi eliyle oradan çıkarmış. Arkadaşı ‘Üzülme kralım! Bunda da bir hayır vardır’ deyince kral köpürmüş. ‘Seni zindanlara attım, yıllarca burada kaldın. Hâlâ bu işte bir hayır vardır, diyorsun’ demiş.

Adam da krala dönüp ‘Senin parmaklarının kopmasına sebep olmasam, ava beraber çıkacaktık. Kabileye ikimiz beraber esir düşecektik. Ve bedenlerimiz sağlam olduğundan beraber yenecektik. Şimdi bu işte hayır yok mudur?’ demiş.

Dava arkadaşım,

Böyle işte… Bu süreçte de hayırlar vardır inşallah. Sadece biz kısıtlı bir ilme sahip olduğumuzdan göremiyoruz. Fakat olaylar, ilmi sınırsız ve hikmeti mutlak bir Rabbin eliyle icra oluyor. Rahatlığımız ve mutmainliğimiz bundandır.

Bu tip olaylar sürekli yaşanacaktır. İçindeki bazı hikmetlere muttali olmak insanın imanını arttırır, musibetin yükünü hafifletir. Allah’ın kitabına dikkat edersen zorlu süreçlerin ardından müminlere olaylardaki hikmetleri detaylandırmıştır. Ben de bir Kur’an talebesi, sünnet taklitçisi olarak bazı hikmetlere değinmek istiyorum.

Bunlar vahiyden ve salihlerin tecrübelerinden topladığım bir demettir…

Musibetler İnsanın Günahları Sebebiyledir…

Günahlar… İnsanın kara ve denizi kendisiyle ifsad ettiği şeydir. İnsanın kendi hayatını da ifsad eder günahlar… Aslında Allah’ın subhanehu ve teâlâ sıfatları; ihsan etmek, lütufta bulunmak, insana rıfk ile muamele etmek üzere kuruludur. Ancak günahlar bu sıfatların tecelli etmesine engel olur. Bu engel ve beraberinde yaşanan mahrumiyetlere biz ‘imtihan’ diyoruz. Bunun en hayırlı şahidi Uhud günüdür.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ bir ismi En-Nasır (Yardım eden), bir diğer ismi ise El-Veli’dir (Dost). Bu iki isim O’nun zatına delalet ettiği gibi, birtakım sıfatlarına da delalet eder. Allah subhanehu ve teâlâ her daim müminlere yardım eder, onların dostudur. Kafirler karşısında dostluğu gereği taraftır. Allah subhanehu ve teâlâ ve onun sayısız orduları müminlerin tarafındadır. Bu asıldır… Ancak günahlar bu iki sıfatın tecelli etmesine engel olmuş ve müminleri bu sıfatlardan elde edecekleri hayırlardan mahrum bırakmıştır.

“İki topluluğun karşılaştığı gün; içinizden geri dönenleri, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan yoldan çıkarmak istemiştir. Bununla beraber Allah onları bağışladı. Gerçekten Allah, Gafur’dur, Halim’dir.” (3/Âl-i İmran, 155)

“Onları iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca; ‘bu nereden?’ dediniz. De ki: ‘O, kendinizdendir.’ Doğrusu Allah her şeye kadirdir.” (3/Âl-i İmran, 165)

Evet, konumuza dönecek olursam; musibetler günahlar sebebiyledir. Yaşadığımız bu olaylar da muhtemelen elimizle kazandığımızın karşılığıdır.

Bunları seni üzmek için yazmadım. Bilakis gözlerini aydın kılmak için yazdım. Sen de biliyorsunki günahkârlar iki kısımdır.

1. Allah’ın günahlarına müdahale etmediği, kendi haline terk ettiği insanlar…

Bunlar Allah’ın buğzettiği, azgınlaşmaları için müreffeh bir hayat sunduğu insanlardır. İçinde oldukları nimetlere aldanıp düşünmez ve hallerinin muhasebesini yapmazlar.

“…Onlara mühlet veririm. Şüphesiz ki Benim tuzağım çetindir…” (7/Araf, 183)

Bunlardan olmaktan Allah’a sığınırız.

2. Allah’ın merhamet ettiği kullarıdır. Allah
subhanehu ve teâlâ
onları hallerine terk etmez. Musibetlerle onları sarsar. Düşünüp öğüt almalarını, muhasebe ve tevbe ile ıslah olmalarını ister… O’nunla karşılaştıkları günde tertemiz olmalarına imkan tanır.

Sahihte varid olduğu üzere Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bela, müslümanın nefsinde, malında ve evladında sürekli vardır. Ta ki Allah’la karşılaştığında üzerinde hiçbir günah kalmasın.” (Hakim)

Başka bir hadiste:

“Müslüman’a isabet eden dert, hüzün, keder, yorgunluk; mutlaka onun bazı günahlarına kefaret olur. Ayağına batan diken dahi böyledir…” (Buhari, Merdâ 1; Müslim, Birr 52)

İnsan dahi sevdiği insanların kusurlarını gizler. Dostunun kendi yanında mahcup olmasını istemez. Bu insanların dostluğunda dahi erdem iken, bir de Allah’ı düşün…

Dostlarının utanmasını hiç ister mi? Bu onun kemal sıfatına yakışmaz. Bundan dolayı onları dünyada musibetlerle temizler.

Ben inanıyorum ki dostum; bu musibetler günahlarımız sebebiyledir. Ancak Rabbime hamd ediyorum. Bizlere tevbe imkanı sunan, her saniyesiyle günahlarımızdan bizleri arındıran bir musibetle imtihan ettiği için.

Allah’a sığınırım! Ya bizi günahlarımızla baş başa bırakıp yüz çevirseydi!

Rabbimize hamd olsun.

Musibetler İnsanın Derecelerini Arttırır…

Bu, Rasûllerin aleyhimusselam ve salihlerin imtihanıdır. Allah subhanehu ve teâlâ hususi sevgisi, daimi beraberliği ile onların yanındadır. Sürekli daha iyi olmalarını ister. Onların imtihanı, sadıkların imtihanıdır. Öyle ki Rabbleri ile karşılaştıklarında onlar için hazırlanmış ve Rahman’ın arşının gölgesinde, nehirlerin fışkırdığı cennetler onları bekler.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İnsanların bela yönünden en çetini Rasûllerdir. Sonra sırasıyla onlara en yakın olanlar gelir.” (Ebu Davud, Ahmed, Buhari, Tirmizi)

Başka bir hadiste:

“Kişiye isabet eden bela, imanı ölçüsündedir.” (Tirmizi ) buyurmuştur.

Bu tür bir imtihan bizden uzaktır. Ancak salihlerin imtihanı bu cinstendir.

İmtihan Sadık Olanlar ile Nifak Ehlini Ayırır…

Müslümanlar için en ciddi tehlike, safların arasında bulunan yalancılardır. Onlar evin içine yerleştirilmiş mayın gibidirler. Ne zaman infilak edip harekete zarar verecekleri bilinmez. Öyle yerlerde tıynetleri açığa çıkar ki, Müslümanları yapabileceklerinden alıkoyarlar.

Bunların bazısını tanımak kolaydır. Hizmette yıllarını geçirmiş tecrübe ve hikmet sahibi insanlar bunların bazısını kolaylıkla tanır. Ancak bunlardan bir sınıfı tanımak mümkün değildir. Nifakta öyle ustalaşmışlardır ki Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dahi bazılarını tanımakta zorlanmıştır.

“İnsanlardan öylesi vardır ki; dünya hayatına dair sözü senin hoşuna gider. Ve Allah’ı kalbinde olana şahid tutar. Halbuki o, düşmanların en yamanıdır. Ve o, yanından ayrılınca yeryüzünde fesad çıkarmaya, harsı ve nesli yok etmeye çalışır. Allah fesadı sevmez. Ona; ‘Allah’tan kork’ denilince, gururu kendisini günaha sürükler. İşte ona cehennem yeter. O; ne kötü bir yataktır.” (2/Bakara, 204-206)

“Onlara baktığında; gövdeleri hoşuna gider, konuşurlarsa; sözlerini dinlersin. Onlar giydirilmiş odunlar gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar. Düşman onlardır, onlardan sakın. Allah, canlarını alsın. Nasıl olup da döndürülüyorlar.” (63/Münafikun, 4)

Bu sınıfı tanımanın yolu imtihanlardır. Nifakta ustalaşmış olsalar dahi Allah’ın imtihanlarıyla açığa çıkarlar. Ve müminler onları tanır.

“Elif, Lam, Mim. Yoksa, insanlar; inandık demeleriyle bırakılıvereceklerini ve kendilerinin denenmeyeceklerini mi sandılar. Andolsun ki; Biz, onlardan öncekileri de denedik. Allah; elbette doğruları bilir ve elbette yalancıları da bilir.” (29/Ankebut, 1-3)

“Allah; müminleri oldukları halde bırakacak değildir. Nihayet murdarı temizden ayıracaktır. Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, Peygamberlerinden dilediğini seçer. Bunun için siz, Allah’a ve Peygamberlerine inanın. İnanır ve sakınırsanız; size çok büyük bir mükafat vardır.” (3/Âl-i İmran, 179)

İmtihanın bir türü bireyi günahlardan temizlerken bir diğer türü safları günahkar/mücrimlerden arındırır. Sen de biliyorsun ki nice imtihanlar atlattık… Bu imtihanlar esnasında dökülenler oldu. İlk etapta üzüldük, belki yıprandık. Ancak sonuçta hep hamd ettik. Sonrasında öyle şeyler yaşadık ki Allah subhanehu ve teâlâ bizlere ‘falanca şuan olsaydı çok kötü olurdu’ dedirtti. Rabbimize hamd olsun.

Davet İmtihanlar Aracılığıyla Yayılır…

Mekkeli müşrikler Müslümanlara çeşitli şekillerde engel olmaya çalıştılar… Davetlerini insanlara ulaştırmasınlar diye ellerinden geleni yaptılar. Onlar tuzak kurdu, Allah subhanehu ve teâlâ da tuzak kurdu… Onların daveti engelleme girişimleri davetin daha fazla yayılmasına sebep oldu. Yaptıkları baskılar davetin Habeş ülkesine taşmasına neden oldu. Yerlerinde duramadılar… Onları engellemek için oraya adam yolladılar. Bu engelleme hamlesi daveti saraya taşıdı… Devletin en üst mercilerinde Kur’an ayetleri okundu. Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem daveti kulaklarda çınladı…

Sonra ekonomik boykot… Farkında olmadan üç yıl boyunca tüm Arap kabilelerinin gündemini İslam davetiyle meşgul ettiler. Oraya gelenlere Müslümanlarla ilişki konusunda alınan kararları hatırlatıp uyarıyorlardı. Tabi doğal olarak bu kararların gerekçelerini yani tevhid akidesini de anlatmış oluyorlardı…

Bu engelleme çabaları Müslümanları arayışa sevk etti. Davet Medine’ye yani İslam’ın devletleşme sürecine taşındı.

Günümüz de düne ne kadar benziyor. Onlar tevhid davetini engellemeye çalışırken kendi televizyon, gazete ve radyolarında sürekli yayın yapıyorlar. Diyebilirsin ki: ‘Fakat karalayıp iftira ediyorlar.’

Müşrikler de aynısını yapıyordu. Günümüz insanı araştırıyor. Birçok insan bu vesileyle hakka ulaşıyor. Müslümanların yıllarca uğraşıp elde ettiklerini Allah subhanehu ve teâlâ imtihanlar vesilesiyle kısa zamanda onlara nasip ediyor.

Hususen zindanlar… Buralarda tevhid davetine muhtaç o kadar insan var ki… Muvahhidler bu mekânlara uğramasa onların tevhidi duyması mümkün olmayacak. İlk zindan sürecinde beni tekli odalara götürmüşlerdi, orada adli suçtan yatan bir mahkumla komşuydum. Allah’a hamd olsun davete icabet etti. Bana şöyle bir şey demişti:

‘Hocam, neden buraya düştüm diye düşünüyor musun?’, ‘Hayır’ demiştim. ‘Allah’ın şer’i hükümlerine teslim olup iman ettiğim gibi kevnî hükümlerine de teslim olmuşum.’ O da bana cevaben demişti: ‘Günün birinde böyle bir şey düşünürsen bil ki burada Allah’ın ………. kulu hidayete muhtaçtı. Allah subhanehu ve teâlâ seni gönderdi ve bu kul teslim oldu…’

İmtihan İnsanları Büyük Merhalelere Hazırlar…

İnsan önünde ne olduğunu bilmez. Bir sonraki merhaleye hazırlığı nakıstır. Allah subhanehu ve teâlâ ise başı ve sonu elinde tutandır. O, El-Evvel olduğu gibi, El-Ahir’dir aynı zamanda. Müslümanın önündeki merhale daha çetinse Allah subhanehu ve teâlâ onu daha küçüğüyle hazırlamış olur.

Mesela, Peygamberler genelde çobandır. Çobanlık o dönemde gözde bir meslek değildi. Oysa kader onları bir şeylere hazırlıyordu. İleride Peygamber olacaklarını biliyordu Allah subhanehu ve teâlâ. Ve onlara kalabalıkları yönetmeyi, bunun için gerekli olan sabrı öğretiyordu.

Rabbimizin bizleri neye hazırladığını bilmeyiz. Musa’sını aleyhisselam denize atıp Allah’a tevekkül eden anne, ne kaybetti ki? Nil’e bırakıp Allah’a teslim ettiği o çocuk zamanın tağutunu Allah’ın izniyle tarih sahnesinden sildi.

Bizim kendimizi kadere teslim edip sonuçları beklememiz de böyledir. Kaderin sahibi olan ne dilemişse bizim için hayırlıdır.

Yol arkadaşım, değerli kardeşim!

Biliyorsun ben meramımı kısa cümlelerle anlatamıyorum. Allah’ın subhanehu ve teâlâ öğrettiği kadarıyla bazı hikmetleri zikrettim. Hikmetler ashabın imanını artırıp musibetin yükünü hafiflettiği gibi umuyorum bizde de aynı etkiyi yapar.

Evet, Allah’a hamd olsun ki her halûkarda biz kârlıyız. Nimet halinde de, bela halinde de kazanan müminlerdir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“Müminin işi ne tuhaftır. Ve bu durum sadece onun için vardır. Musibet ona isabet eder, sabreder ecir alır. Nimet elde eder, şükreder ecir alır.” (Müslim)

Ne tuhaf! Ne büyük bir nimet! Hayat ya nimetlerle ya hikmet/belalarla kuşatılmıştır. Bu durum mümini olumsuz etkilemez. Bir durumda sabreder, diğerinde şükür. İmanı; her hali hayra çevirir. İkisinin de Allah’tan subhanehu ve teâlâ olduğunu bilir. Nimetin onu azdırıp unutturmasına, musibetin onu gevşetip umutsuzluğa sevk etmesine müsade etmez. İki duruma karşı kalkanı sabır ve şükürdür.

Sen de biliyorsun ki yeryüzü Allah’ındır. Allah subhanehu ve teâlâ bu mülkünde vâris ve sahip olarak Müslümanları görmek istiyor:

“Musa kavmine dedi ki: Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Yeryüzü muhakkak ki Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar ve akıbet muttakilerindir.” (7/Araf, 128)

“Andolsun ki; Zikir’den sonra Zebur’da da yazdık ki: Yeryüzüne ancak salih kullarım vâris olur.” (21/Enbiya, 105)

Yeryüzünde yaşayan insanlar da Allah’ın mülküdür. Allah subhanehu ve teâlâ ümmetlere müminlerin imamlık etmesini istiyor. Yeryüzünün ıslahı da ancak bununla mümkündür.

Biz ise istiyorduk ki; güçsüz sayılanlara iyilikte bulunalım, onları önderler kılalım ve onları vârisler yapalım.” (28/Kasas, 5)

Yeryüzüne imam olmanın yolu sabır ve yakînle mümkündür.

“İçlerinden de sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola götürecek kılavuzlar tayin ettik. Ve onlar ayetlerimizi çok iyi biliyorlardı.” (32/Secde, 5)

“Hor görülmüş olan kavmi de, bereketlendirdiğimiz yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğulları’na vuku bulan güzel sözü de onların sabretmelerinden dolayı yerini buldu. Firavun’un da, kavminin de yapmakta ve yükselmekte oldukları şeyleri harap ettik.” (7/Araf, 137)

Zindan ise sabır ve yakîn mektebidir. Nakış nakış işler kalbine imametin köşe taşlarını… Yeryüzüne vâris olabilmenin abc’si bu mektepte talim edilir.

Kardeşim,

Buralar küçüktür hacim olarak… Ancak çok şey sığar bu küçük dünyaya… Sadece kardeşlik, sabır, yakîn değildir bu dünyaya sığan. İnsanlık tarihi sığar buralara… Tarihin birçok sayfasını bir günde yaşarsın buralarda…

Kâh Yunus aleyhisselam olur günahlarına ve taksiratına ağlarsın… Gecenin karanlığını balığın karnına benzetirsin ve:

“Senden başka ilah yok tüm eksiklerden münezzehsin, ben nefsime zulmettim.” (21/Enbiya, 87) dersin.

Kâh Eyyub aleyhisselam olur içinde bulunduğun acziyeti Rabbine şikayet edersin.

“…Bana bir sıkıntı dokundu. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.” (21/Enbiya, 83) dersin…

Kâh Musa aleyhisselam olur kavminin eziyetini, arkadaşlarının vefasızlığını, yolda bırakılmışlığın öfkesini Rabbine arz edersin…

“Sana, nefsime ve kardeşime sahibim. Bizimle bu kavmin arasını ayır…” (5/Maide, 25)

“Allah’ım! Benim ve kardeşimin günahını bağışla. Bizi rahmetine dahil et. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.” (7/Araf, 151)

Kâh Yakub aleyhisselam olursun özlemler depreşir yüreğinde. Gözlerin yaşarır ve lisanın onun lisanıyla konuşur:

“Hüznümü ve sıkıntımı Allah’a şekva diyorum.” (12/Yusuf, 86)

Öyle yalnız kalırsın ki bazen fiziki şartlar, bazen manevi sebepler seni yapayalnız kılar. O an Zekeriyya’nın aleyhisselam dilinden duaya başlarsın:

“…Rabbim beni tek bırakma, sen vâris kılanların en hayırlısısın.” (21/Enbiya, 89)

Kimi zaman çaresiz kalırsın yapılacak hiçbir şey kalmamıştır. Zindan yangın yeri oluverir, sen de içinde İbrahim aleyhisselam

“Allah bana yeter O, ne güzel vekildir.” (3/Âl-i İmran, 173) der dillerin…

Bazen tüm kapılar kapanır yüzüne. Yardım isteyebileceklerin insanlıklarından sıyrılmıştır. Taif dönüşünde tüm kapılar yüzüne kapanmış yetimin sözleri dökülür dilinden:

“Allah’ım! Kuvvetimin tükendiğini sana arz ediyorum. Gücümün azaldığını, insanların gözünde küçük düştüğümü sana şikayet ediyorum! Ya Erhame’r Rahimîn! Sensin ezilmişlerin Rabbi! Sensin benim Rabbim! Beni kimlerin eline bıraktın? Bana gaddarlık yapan yabancıların eline mi? Yoksa davamı ipotek edecek bir düşmana mı? Eğer sen bana gücenmedinse, kesinlikle bunlara aldırmıyorum. Lakin iyiliğin beni rahatlatacaktır. Senin nuruna sığınırım, karanlıkları aydınlatan nuruna… Gelecek azabın, bana ulaşacak öfkenden kaçıp kurtulacak bir sığınak arıyorum. Sana sığındım, yeter ki razı ol. Güç ve kuvvet Sendendir, yalnız Senden.” (İbni Hişam, Sîre II/29-30)

Ve en önemlisi…

Niye burada olduğunu bilirsin. Ne yapacağın taktirde çıkabileceğini de… Üzerinde olduğun akide, takip ettiğin menhecdir seni buralarda kılan. Şeytan bir yandan, nefis diğer yandan zorlar… Belki biraz taviz ya da pazarlık… Hatta hiçbir şeyi terk etmeden sadece içinden yaşamak… Etliye-sütlüye karışmadan, ailen-i nefsini ıslah… Yani inancı bozmadan mücadeleyi terk… İşte o an bu imtihanın serdarı olan Yusuf’un diliyle Rabbine teveccüh eder, insî ve cinnî şeytanların şerrinden Rabbine sığınırsın…

“Rabbim zindan beni çağırdıkları şeyden daha hayırlıdır. Onların tuzağından alıkoymazsan beni, onlara icabet eder cahillerden olurum” (12/Yusuf, 33) dersin.

Can kardeşim!

Durum böyle… Her sabah ve akşam Allah’ı zikrettiğimiz gibidir halimiz:

“Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Peygamber olarak Muhammed’den razı olduk.” (Ahmed, Nesai)

Razı olduğumuz Allah subhanehu ve teâlâ bizim için bunu dilemiştir. Ve en hayırlısı da budur…

Anlatılır ki; Mısır’da birtakım olaylar olur. Halid El İslambuli ve arkadaşları şehid olur. Abbud Ez Zümer ise zindana düşer. Morali bozuktur. Arkadaşları teselli etmeye çalışsa da nafile, etki etmez. Gelip durumu Şeyh Ömer Abdurrahman’a iletirler. Abbud Ez Zümer’i yanına çağırır. ‘Hayırdır ey Abbud. Neden moralin bozuk?’ Abbud durumu anlatır. ‘Ben bu yola şehid olmak için girdim, ancak benim payıma zindan düştü arkadaşlarım şehid oldu’ der.

Ömer Abdurrahman aldığı cevaptan memnun olmaz. Ve ona şu tarihî sözlerle karşılık verir:

‘Ey Abbud! Sen cennet karşılığında bu canı Allah’a sattın. Dilersen seni saraylarda padişah, dilerse şehid, dilerse de zindanlarda çürütür. Satılmış ve karşılığı alınmış malın pazarlığı olmaz.’

İşte böyle bra-i aziz…

Kur’an, Peygamberler kıssalarını anlatıyor. İmkanım olsaydı sana tümünü anlatacaktım. Fakat son iki haftada bidat ehlinin müşrikleri müdafaa sevdasına gem vurmak adına tevhid müdafaası dersleri araya girdi. Bu hafta ve sonrasında gelen haftalarda ise zindan…

Nuh’un aleyhisselam kıssasını bitirmiştim. Devam etmek nasip olmadı.

İmkanım olsaydı şayet anlatacaktım. Süleyman aleyhisselam gücün zirvesine ulaştı. Cinler dahi ona asker oldu… Nuh aleyhisselam için kainat sünneti değiştirdi. Allah subhanehu ve teâlâ tüm yeryüzünü bir avuç Müslümana teslim etti. Onlara olan vaadini gerçekleştirmek için insanların tümünü helak etti… Yusuf aleyhisselam zindanlardan saraylara bir hayat yaşadı… Yakub aleyhisselam geç de olsa muradına erdi. Hasreti son buldu… İsa aleyhisselam bir firari gibi yaşamak zorunda kaldı… Musa aleyhisselam kendi kavminden çok eziyet gördü. Hiçbir şeyde sonuna kadar onun yanında yürümediler… Eyyub aleyhisselam hastalıklarla boğuştu. Ashab-ı Uhdud diri diri ateşe atıldı… Kucağında anneler hendek başlarında ciğerparelerinin yanışını izledi… Ashab-ı Kehf sadece uyutuldu…

Bu çeşitlilik niye biliyor musun?

Cevabı Ömer Abdurrahman’ın Abbud Ez Zümer’e söylediği cevapta saklı. Bu canlar Allah’a subhanehu ve teâlâ satılmış. Akid gerçekleşmiş. Kul canını, Rabb cennetini teslim etmiş. Canın kahren de rızayla da sahibi Allah’tır. Canını rızayla değil de kahren Allah’a subhanehu ve teâlâ verenler şikayet edebilirler, üzülüp kederlenebilirler. Çünkü onlar canın Allah’ın mülkü olduğuna inanmıyorlar. Ya rızayla canını Allah’a satıp teslim olanlar… Onların böyle bir hakkı kalmamıştır. İşte Rasûllerin hayatı… Onların çeşit çeşit imtihanları… Bu yolun tüm yolcuları böyledir. Allah dilerse onları saraylara sultan kılar dilerse de işkenceye devam eder.

Dilerse Uhdud ashabı gibi ateşte yakar, dilerse İbrahim aleyhisselam gibi ateşi ona serin ve selamet kılar. Dilerse Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gibi en hayırlı insanları ona yol arkadaşı kılar. Dilerse Musa’nın aleyhisselam etrafında olduğu gibi yeryüzünün en çirkin insanlarıyla muhatap kılar.

Her şey O’nun mülkü ve O’nun iradesine bağlı…

Aziz kardeşim,

Durum böyle, kelimeler tükendi. Sen, benim meramımı anladın. Seni El-Hafız olan Allah’ın hıfzına emanet ediyorum.

Tüm kardeşlerimi hasret ve muhabbetle kucaklıyorum. Bilmeni isterim ki her Pazar sabahı saat 09.00’da yüreğimde bir burkuntu oluşacak. Bu mektubu yazdığım Pazar gününde olduğu gibi…

Selam ve Dua ile…

Kardeşin Ebu Hanzala

Van F Tipi Kapalı Cezaevi

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver