YANLIŞ VE EKSİK BİR ŞEYLER VAR!

Benim hayatımda dönüm noktam lise üçüncü sınıfta okurken başladı. Grafik ve tasarım bölümünde okuyordum. Bölümüm resimle alakalı olduğu için çok fazla canlının resmini çiziyordum.

O dönem -yeterli bilgiye sahip olmadığım için, bir dönem gerçekten tevhid ehli oldu da sonradan mı ayağı kaydı, net kestiremediğim- abim, tevhid ile yeni tanışmıştı ve hiç anlaşamıyorduk. Abim, okula gitmemi istemiyordu. Ben de anlam veremiyordum. Çünkü bana hep, “Sen okuyacaksın. Zekisin, gerekirse seni ben okutacağım.” derdi. Bunu kendisine hatırlattığımda, “Tamam oku ama en azından böyle bir bölümde değil, imam hatipte oku.” demişti. Yani bana hiçbir zaman tevhidi anlat(a)madı. Sadece kafamı karıştırıyordu.

O dönem hayatım günah içinde geçiyordu. Geceleri, bu hâlim içimi sızlatıyordu. Cennete gitmek istiyordum, cehennem beni korkutuyordu. Hayatımda ise cennete gidebilecek tek bir amelim yoktu. Dua ediyordum: Rabbim sen merhametlisin, affı seversin, hak etmesem de beni cennetine koy diye dua ediyordum.

Kendi kendime karar aldım, yaz tatilinde bir kursa gidip dinimi öğrenecektim. Abim beni, tasavvufun İstanbul merkezli meşhur gruplarından birine bağlı bir kursa yazdırdı. Kursa yazıldıktan sonra namazlarımı düzenli kılmaya başlamıştım. Namaz kılarken, yarım kalan lise eğitimim aklıma geliyor, ağlamaktan namazı bitiremiyordum. Bir yandan hayallerim, okuyup resim öğretmeni olacaktım. Bir yandan da ahiretim derken bocalayıp duruyordum. Bir gün toplu sohbette hocalardan birisi ahiretten bahsetti. O sohbetten sonra okulu tamamen bırakmaya, bir daha o okula dönmemeye karar verdim. Ya ben lise okurken kıyamet kopsa ve o hâl üzere ölsem… Bunlar beni korkutuyordu ve okulu bırakıp o kursta okumaya karar verdim. Başta orayı çok seviyordum. Sanki dünyadaki bütün insanlar yanlış ve bir tek onlar doğru gibime geliyordu. Yaşımın ilerlediğini, her şeye geç kaldığımı düşünerek dersler dışında sürekli hadis ve meal okuyordum. Bir meali bırakıp diğerine geçiyordum. Ben meal okudukça, içinde bulunduğum kursta yanlış olan bir şeyler olduğunu fark etmeye başladım. Hocaların kibri gözüme batıyordu. Orayı bırakıp, aynı yapının farklı bir kursuna gitmeye karar verdim. Bu yeni kurstaki hocalar daha samimiydi. Fakat, başta rabıta olmak üzere bağlı oldukları ritüeller bu kez gözüme batmaya başladı. Okuduklarıma uymayan şeyler vardı. Bu kadar önemli ve kesin olan şeyler neden Kur’ân’da geçmiyordu? Daha da önemlisi Kur’ân ve Sünnette geçmiyorsa biz nasıl bunları ibadet adı altında yapıyorduk? Bu sorular, artık gittiğim kursu değil, içerisinde bulunduğum yapıyı sorgulamama sebep olmaya başladı.

O dönem Filistin yine karışık, İsrail tarafından bombalanıyordu. Kurstaki kızlardan birisi, gazeteden bir haber kesip ajandasına yapıştırmış; dikkatimi çekti. Haberde bizim cemaatimizin şeyhine hediye edilen villa ve özellikleri yazıyordu. Çok şaşırmıştım. Ümmet ne hâldeydi ama âlim olduğunu iddia eden ve kerametleri(!) anlatmakla bitmeyen bu zat, villada yaşıyordu. O kıza, bu düşüncelerimi belli eden cümleler kurdum ve “Bu nasıl şeyh?” diye sordum. Kız bana bir şey diyemedi ama gidip beni kursun baş hocasına şikâyet etmiş. Hoca beni çağırdı ve bana direkt olarak ne okuduğumu sordu. Ben de “meal ve hadis okuyorum” dedim. Hangi meali okuduğumu sordu. O zaman Mevdudi’nin mealini okuyordum. Mevdudi’yi duyunca, “Onlar sapık, Vehhâbi.” diye söze başladı ve bir daha şeyhe laf söylersem beni kurstan atacağını söyledi. Ben de sustum ve odadan çıktım. Daha çok araştırmaya başladım. Çünkü artık bu yapının doğru bir yolda olmadığını biliyordum.

Hafta sonu eve gittiğimde internette araştırmalarıma devam ediyordum. Karşıma bir video çıktı. Bu videoda şeriat kötüleniyordu. Ben de bildiğim kadarıyla bu videoya yorum yaptım. Şeriatın hak olduğunu anlatmaya çalıştım. Fakat ne doğru dürüst bir ilim vardı ne de bir akidem. Yaptığım yorum bir Müslimin dikkatini çekmiş. Bana tevhidi anlatmaya başladı. İlk yazdıklarında ne demeye çalıştığını anlayamadım. Daha sonra ayetler ile anlatınca, işte dedim benim aradığım buydu. En son bana Feriduddin Aydın Hoca’nın videolarını tavsiye etti. O da tarikat hocasıymış ve tevhidi bulmuş. Hocanın videolarını izleyince artık dedim ki benim bu tarikatlar ile işim bitmiştir. Tevhid dinini araştırmalıyım; hakiki yol budur dedim. Araştırmaya ve okumaya devam ettim. Kitapları okuduktan sonra tevhidi daha iyi anladım. Ama hiç tanıdığım Müslim yoktu çevremde. Dünyada kendimi yapayalnız hissediyordum. Bir tek abim vardı ama onun da görüşlerini çözemiyordum.

Kendi kendime bu böyle olmaz deyip insanlara bu dini anlatmaya karar verdim. Mahalleyi gezdim, herkesin kapısını çaldım ve belirli bir gün ve saat vererek sohbet yapacağımı söyledim. Ne anlatacağımı dahi bilmiyordum. Direkt tevhidi anlatsam tepki toplar, hem ben ne kadar biliyorum ki diye düşündüm ve tefsir sohbeti yapmaya karar verdim. Nüzul sırasıyla başlayıp arada da tevhidî hakikatlere değinecektim. Anlatmaya başladım, hamdolsun insanlar da dinliyorlar, devam ediyorlardı. Fakat mahallede tarikat ehli olan, sohbet yapan bir kadının dikkatini çekmiş bu durum. Tabiri caizse adam kaybetmeye başlayınca bana karşı bir propaganda oluşturdu. Gelenler azalmaya başladı. Beş altı kişi de olsa bırakmadım. Bir yandan öğrenip bir yandan da anlatmaya çalışıyordum. Bu dönemde derse gelenlerden birisi şimdiki kayınvalidemdi ve bu vesileyle eşimle evlilik görüşmesi yaptık. Eşim tevhidle yeni yeni tanışmış birisiydi. Onun da benim de çok eksiklerimiz vardı. Başta en büyük eksiğimiz bir yapının içerisinde olmamaktı. Eşime görüşlerimi anlattım; onun görüşlerini dinledim. Anlaştık ve evlendik.

Evlendikten sonra akşamları sohbet oturmalarına katıldık. Başta bu insanlar tevhid ehli idiler ama zamanla kimisi çocuğunu okula gönderdi kimisi tamamen tevhid akidesinin dışına çıktı. Dönem dönem tevhid ehli kişiler bulup sohbete başlıyorduk. Fakat hep bir engel çıkıyor ve çok fazla devam etmiyordu. Bu süre zarfında eşim cuma namazlarına gitmeye başladı diyanet camisine. Çocuğumuzu da diyanetin kreşine göndermeye başladık. Bazı Müslimlerin bizi tekfir ettiğini fark ettim. Ben onlara yakınlaşmaya çalıştıkça onlar benden uzaklaşıyordu.

Konya’da bilinen bir hocanın, kendisi de hoca olan eşiyle görüştüm. Çocuğumu onun kursuna göndermeye başladım. Hatta ben de orada hocalık yaptım. Başta küçük bebeğim var diye yapamam demiştim ama gördüm ki hamdolsun üç çocuklu ablalar bile dinine hizmet ediyordu. Hâlime üzüldüm, başlamaya karar verdim. Bir süre devam ettim fakat oğlum beni sınıfta hoca olarak kabul etmedi. Böylelikle hocalığı bıraktım. Ama hizmeti bırakmak istemiyordum “Temizlik olsun, mutfak olsun, ben çalışmak istiyorum.” dedim.

Bir gün, bayan hoca ile eşimin durumunu istişare ediyorduk. Bana, Tevhid Dergisi’ne gitmemi ve oradaki ablalardan yardım talep etmemi söyledi. Dergiye gittim ve ablalara meramımı söyledim. Bir akşam ablalar ve abiler bizi ziyaret edip eşime yanlış olan görüşlerini anlattılar. Hamdolsun eşim de kabul etti.

Ben anladım ki insanın bir cemaati olmayınca, tevhid elinden kayıp gidiyor. Eşime, Dergi’nin cumartesi seminerlerine devam edeceksin ve programlarını aksatmayacaksın; Seninle ilgilenilmesini talep edeceksin yoksa kayıp gideceğiz, dedim. Ben bir süre daha Dergi’nin programlarına katılmadım, aynı yerde devam ediyordum. Fakat Tevhid Dergisi’nin programları çok hoşuma gitti. Hocama bu konuyu açtım. Kardeşlerimizin yanına gitmenden rahatsız olmayız, dedi. Akideniz sağlam olur gözümüz arkada kalmaz, dedi. Ben de Dergi’ye gelmeye başladım. Hamdolsun hemen hemen dört senedir programlara katılmaktayız. Neredeyse on iki, on üç yıldır tevhid ehliydim fakat bu üç sene dışında hep sağlam bir yapının içerisinde bulunmamanın eksikliğini hissettim. Yeri geldi yapayalnız kaldım; İbrâhîm (as) gibi tek başıma mücadele ettim. Yeri geldi ayaklarımız kayacak noktaya geldi. Bayramlarımız hiç Müslim bayramı gibi değildi. Sevinçlerimiz hep eksikti. Burada bu eksikliğimiz tamamlandı. Rabbim bu nimetin şükrünü eda edenlerden eylesin bizleri.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver