IRAK: İÇ SAVAŞA YAKIN, HUZUR VE REFAHA IRAK

Irak, tarihi boyunca sayısız kez işgale maruz kalmış kadim bir coğrafyadır. Akatlardan Romalılara, Moğollardan İngilizlere kadar farklı dönemlerde işgal, katliam ve talana maruz kalmıştır. 2003 yılında ABD’nin Irak’ı, İngiltere ve Haçlı koalisyonundaki diğer güçlerle birlikte işgal etmesinden birkaç yıl sonra ülkeyi aleni bir şekilde Rafızi İran’a teslim etmesi bütün dünyada şaşkınlıkla karşılansa da medya organları üzerinden karşılıklı efelenmelerinin bir muvazaadan/danışıklı dövüşten başka bir şey olmadığı artık herkesin ezberinde olan bir husustur.

Irak, 1534 yılından itibaren 1917’ye kadar dört asırlık bir süre boyunca ilim, medeniyet, huzur ve refah yurdu olarak Osmanlı hakimiyetinde kaldı. I. Dünya Paylaşım Savaşı’nda Irak’ı işgal etmek için Almanya, Fransa ve İngiltere, kendi aralarında rekabete girerler. Almanya, kendi içerisinde birliği sağladıktan sonra, doğuya doğru emperyalist bir politika izler. Bu durum, Almanya’nın Berlin-Bağdat Demiryolu Hattı özel projesiyle kendini gösterir. İngilizler, Alman yayılmacılığının kendi çıkarlarına yönelik tehlikesini sezer ve Körfez bölgesinde İngiliz etkisindeki yerel unsurları, bu tehdide karşı durmak için harekete geçirir. İngiliz Kuvvetleri Irak’ı işgal etmek için ayrıca Hindistan’dan hareketlenmeye başlar. Osmanlı Devleti’nin Almanya ile birlik olması fırsatını değerlendirmeye çalışır. İngiliz orduları, Fau Yarımadası ve Basra gibi yerleri işgal etmeye başlar ve Irak’ın güneyini 1915 yılında aşamalı bir şekilde kontrolü altına alır. 1917 yılında Bağdat ile Musul’u işgal ettikten sonra ise İngiltere, Irak’ın Osmanlı Devleti’ne bağlılığının son bulduğunu ilan eder.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra, 18-26 Nisan 1920’de, Osmanlı topraklarının paylaşılması ve Osmanlı ile yapılacak olan Sevr Antlaşması’nın şartlarını hazırlamak için, İtalya’nın Sanremo şehrinde toplanan uluslararası konferansta Irak’ın İngiliz himayesine verilmesi karara bağlanır. İngiliz Başbakanı Lloyd George, Fransa başbakanı Alexandre Millerand, İtalya başbakanı Francesco Nitti ile Japonya, Yunanistan ve Belçika temsilcilerinin katıldığı konferansta I. Dünya Paylaşım Savaşı’ndan yenilmiş olarak çıkan Osmanlı Devleti topraklarının ve Orta Doğu petrollerinin paylaşılması görüşüldü ve Sevr (Sévres) Antlaşması taslağına son biçimi verildi.

Bu dönem, Irak Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin ortaya çıktığı yıllardır. Hareket, Şam’da bir toplantı yaparak Irak’ın bağımsızlığı ile siyasi ve ekonomik alanlarda Suriye ile birleştiklerini ilan eden Cemiyyetu’l Ahd (Ahit Teşkilatı) üyeleri tarafından başlatılır. Bir müddet sonra Suriye-Irak sınırı boyunca askerî operasyonlarda bulunurlar. Irak halkı da direniş çağrısına icabet eder. 1920 yılında, Musul’dan Basra’ya kadar uzanan ve farklı kabilelerin katıldığı bir ayaklanma başlatılır. İngilizlerin elinde Bağdat, Basra ve Musul dışında herhangi bir bölge kalmaz. Bu isyandan sonra İngilizler Irak’a yönelik siyasetlerini değiştirip ülkeyi daha dolaylı olarak yönetmeye karar verirler. Osmanlı’ya karşı isyan eden müttefiki Şerif Hüseyin’in üçüncü oğlu Prens Faysal’a Irak Kralı olarak taç giydirir.

5 Nisan 1955 yılında Irak ile Türkiye arasında “Bağdat Paktı” kurulur. Bilahare İngiltere, İran, Pakistan ve ABD de bu pakta katılır. Bu pakt, esasen Irak’ı ve diğer bazı Arap ülkelerini o dönem yükseliş trendinde olan “Arap Baharı” türünden özgürlük taraftarı akımlardan uzak tutmaya yönelik bir çabadır. “Bağdat Paktı” isimli bu oluşuma karşı durmak için sol ve milliyetçi güçlerden oluşan ulusal bir ittifak kurulur. Bu ittifakın çabaları, monarşiye son vererek Cumhuriyeti ilan eden Temmuz 1958 devrimiyle sonuç verir.

1958 Irak darbesi olarak da bilinen 14 Temmuz Devrimi, Irak’ta 1921’de İngilizlerin himayesinde Kral I. Faysal tarafından kurulan Haşimi monarşisinin yıkılmasıyla sonuçlandı. Devrim sonrasında Kral II. Faysal, Prens Abdulilah ve dönemin başbakanı Nuri Es-Said ordu tarafından idam edildi. Irak Haşimi hanedanının devrilmesinin bir sonucu olarak darbe sonrası Irak Cumhuriyeti kuruldu. Darbe, Irak ile Ürdün arasında altı ay önce kurulan Haşimi Arap Federasyonu’na son verdi. Abdülkerim Kasım 1963’te Ramazan Devrimi’nde devrildiği ve öldürüldüğü zamana kadar başbakan olarak iktidarı ele geçirdi. 1965’de “Arap Sosyalist Baas Partisi”, askerî bir darbeyle Irak’ta yönetimi ele geçirir. Ahmed Hasan El-Bekr, Irak başkanı olarak tayin edilir. Üç yıl sonra Baas Partisi’nin etkili adamı ve başkan El-Bekr’in de yardımcısı olan Saddam Hüseyin, başkanı kolay bir şekilde sahadan uzaklaştırır ve Irak devlet başkanlığına kendisi gelir. İktidarı dönemine parti ve devlet içindeki muhalif güç merkezlerini, tutuklamalar ve kanlı infazlarla tasfiye ederek başlar. Öyle ki, yönetimde tek adam konumuna geldiği gibi Arap rejimlerinin diktatörlerinin de en gaddar, en baskıcı ve en zalimlerinden biri olur.

“Romalı”larla İran Mo(ğo)llalarının Ortak Irak İşgali

ABD öncülüğündeki Haçlı koalisyonu, yönetimin baskı altına alındığı ve başta çocuklar olmak üzere on binlerce insanın hayatına mal olan uzun süreli ambargodan sonra Irak rejiminin ve devlet düzeninin zayıflamasından emin olduktan sonra önceden hazırlanmış planının ikinci ayağını uygulamaya koydu ve adına “lrak’ı Özgürleştirme Savaşı” dediği Üçüncü Körfez Savaşıyla Irak’ı açık bir şekilde tamamen işgal etti. İran’ın organize ederek yönlendirdiği Irak içerisindeki İrancı Rafızilerin ve kuzeyden laik/batıcı Barzani-Talabani peşmergelerinin de büyük desteğiyle üç haftalık sürede Irak’ın yeniden işgali tamamlanmış oldu. İşgal sonrası ABD ile İngiltere’nin, ambargo yılları boyunca özel olarak yetiştirdiği Iraklı Rafızi bazı Saddam karşıtı muhalifler, işgalcilerle yaptıkları iş birliğiyle dünya kamuoyunda Irak’ın gerçekten de özgürleştirildiği algısının oluşmasına katkıda bulundular. Bu muhaliflerin başında İran’da barındırılarak eğitilen ve örgütlendirilen Şii-Rafızi güçler vardı.

Laik/Baasçı/Sosyalist Saddam Hüseyin’in, kendi iktidarı döneminde Şiilere, Kürtlere ve diğer kesimlere yaptığı baskılar onları, kendisini iktidardan düşürmek için Haçlı-Siyonistlerle anlaşma ve iş birliği yapmaya dair isteklerini daha da kuvvetlendirerek emre amade bir kıvama getirmişti. Ülke içindeki özellikle de İslami camialara karşı zorbalıkta sınır tanımayan Saddam ve onun emrindeki ordu, polis ve istihbarat teşkilatı, ABD ve Koalisyon güçlerinin 2003 yılındaki işgali sırasında yapılan savaşta büyük bir hezimet yaşadılar. Böylelikle Saddam rejimi ve yaklaşık otuz beş yıl kadar süren sosyalist Baas yönetimi yıkılmış oldu. Irak işgali ve sonrasındaki kaotik süreçte hem “Romalı”ların hem de Rafızilerin yaptığı katliamlar sonucu en iyimser tahminlere göre bir milyona yakın “Ehli Sünnet” kimlikli insan katledildi.

Bir başka dikkat çekici husus da özellikle Saddam’ın Kuveyt işgalinin ABD ve Koalisyon güçlerince 1991’de bitirilmesi sebebiyle Körfez ülkelerinin yöneticilerinin ABD karşısında diz çökmeleri oldu. Körfez ülkelerinin ABD bankalarındaki trilyonlarca dolarlık mali kaynakları farklı manipülasyonlar ve yasal(!) kılıflarla ABD hazinesine aktarıldı. 2003’teki Irak işgali, Haçlı Koalisyonunun Rafızilerle birlikte askerî güç olarak bölgeye ayak basıp yerleşmesiyle son buldu. Bunların tamamı ise büyük emperyalist planların başlangıcına işaret olup “Romalılar” ile kadim müttefikleri Rafızilerin Irak kapısı üzerinden Ortadoğu’yu bütünüyle yutma amacına matuftur.

Irak’ta geçen yılın (2021) Ekim ayında yapılan seçimlerden bu yana hükûmet kuramayan Irak siyaseti kamplaşma, restleşme ve şiddet sarmalından halen çıkabilmiş değil. 2003’teki işgalin ardından ABD’liler ile İranlılar tarafından belirlenen mezhepçi/etnik tabanlı iktidar bölüşüm sistemi, Sünni-Şii ya da Arap-Kürt-Türkmen kavgasıyla malulken, Ekim 2021 sonrasından günümüze dek İran Mo(ğo)llalarıyla “Molla Atari”[1] namıyla meşhur Mukteda Es-Sadr liderliğindeki grup arasındaki uzlaşmazlık Irak’ı muhtemelen kapsamlı bir iç savaş sürecine sürüklemektedir. 29-30 Ağustos günlerindeki gerginliğin had safhaya çıkmasıyla yaşanan çatışmalar, ardında otuzdan fazla ölü ve yüzlerce yaralı bıraktı. Ve yine anlaşıldı ki Irak, Haçlı-Rafızi ittifakına teslim olmuşken yakın gelecekte kaostan ve karanlık tünelden çıkma imkânı bulunmamaktadır. Zira tarih göstermektedir ki Rafıziler her nereye girmişse orada bölücülük, ayrımcılık, kin, nefret, kaos, kargaşa, çeteleşme ve iç savaş baş göstermiştir.

Amerikancı ve İrancı Kuklalar Arasında İttifaklar, İhtilaflar ve Entrikalar

Bugün Irak’ta yaşanan derin kriz, ABD ve İran’ın doğrudan veya dolaylı etki ve müdahalelerinden bağımsız anlaşılamaz. Suriye ve Irak coğrafyası özellikle Şii-Rafızi unsurların varlığıyla ihtilaf, bölünme ve iç karışıklık senaryolarının her daim kolaylıkla uygulanabildiği yerlerdir. ABD ordusunun çekilmesi sonrasında Irak’ta yaşananlara bakıldığında aynı senaryonun Irak’a komşu diğer ülkelerde de harfiyen uygulanmakta olduğu görülecektir. Irak’ta tutuşturulan yangın, âdeta bir domino etkisiyle Suriye, Yemen ve Lübnan’ı da yıkım ve felaketlere sürükledi.

Irak’ta hâlihazırda yaşanmakta olan krizin bir tarafı Arap milliyetçiliği dalgası üzerinden 2021 seçimlerinden galip çıkan Mukteda Es-Sadr, diğer tarafında ise Sadr’ın ABD ve İran’ın dayattığı mezhepçi-etnik tabanlı iktidar bölüşüm sisteminin dışına çıkıp çoğunluk hükûmeti kurma çabasını bloke eden Şii partiler koalisyonlarının (Kanun Devleti Koalisyonu, Nasr Koalisyonu, Fetih Koalisyonu vd.) buluştuğu Koordinasyon Çerçevesi bulunuyor.

IŞİD’e karşı halk seferberliği olarak doğan ve süreç içerisinde sivil ve savunmasız Sünni halka karşı katliam ve tehcir mekanizmasına dönüşen Haşdi Şabi’nin siyasi kanatlarını da barındıran Koordinasyon Çerçevesi isimli ittifakın başında da İran Mo(ğo)llalarının sadık adamlarından Nuri El-Maliki var. İran’ın da yönlendirmesiyle tüm Şii partiler, Kanun Devleti Koalisyonu Başkanı Nuri El-Maliki’yi ortak başbakan adayı olarak belirledikten sonra meclis başkanlığı için Sünnilerle, cumhurbaşkanlığı için de Kürtlerle pazarlığa oturmayı planlıyorlardı. Mukteda Es-Sadr’ın ise Türkiye ve bazı Arap aktörlerin de desteklediği bir formülle Irak Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Sünni blokla anlaşma yoluna gitmek suretiyle yaptığı tercih, İran’ın güçlü nüfuzuna karşı bir meydan okuma olarak algılandı.

Sadr, Haşdi Şabi ile bağlantılı yapılarla ortaklaşma zeminine kapıyı kapattığı için Fetih Koalisyonu lideri Hadi El-Amiri ve Asayib örgütü lideri Kays El-Hazeli’yi de karşısına almış oldu. Koordinasyon Çerçevesi’nde geriye Sünniler ile Kürt çevrelerde ılımlı çizgisiyle bilinen Ammar El-Hekim’in Ulusal Hikmet Akımı ve eski Başbakan Haydar El-İbadi’nin Nasr Koalisyonu kalıyor. Mukteda Es-Sadr Ekim 2021 seçimlerinin ardından Türkiye’nin bir araya getirdiği Sünni liderler Muhammed El-Halbusi ile Hamis Harcer’le anlaştıktan sonra meclis başkanlığına Halbusi’yi seçtirerek sınavın ilk aşamasını atlattı. Sıra cumhurbaşkanlığına geldiğinde yine yeni ihtilaflar ve çekişmeler başladı.

Kürt cephesinde cumhurbaşkanlığının Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne (KYB), Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanlığı’nın KDP’de olması yönündeki mutabakat yerini bir önceki seçimden beri serbest rekabete bırakmıştı. KYB, Cumhurbaşkanı Berhem Salih’i yeniden seçtirmek isterken KDP eski Maliye Bakanı Hoşyar Zebari’yi öne sürdü. KDP Sadr ile el sıkışırken KYB, Koordinasyon Çerçevesi ile ortaklığa gitti. Koordinasyon Çerçevesi, Zebari’yi yargı yoluyla diskalifiye etti. KDP bu kez Rêber Ahmed’i aday gösterdi fakat Yüksek Yargı, meclisin toplanması için üçte iki çoğunluğun şart olduğuna hükmedince Sadr’ın planı ikinci kez akim kaldı.

Sadr’ın doğrudan İranlılardan talimat almakla suçladığı Yüksek Yargı Konseyi Başkanı Faik Zeydan’a savaş açmasının nedeni de buydu. Sadr, cumhurbaşkanı ve başbakanı seçmek üzere meclisi üç kez toplamayı denese de başarılı olamadı. Bunun üzerine topu karşı tarafa atıp âdeta “Meydan sizin” diyerek kenara çekildi. Onlar da yeterli çoğunluğu sağlayamadıkları için hükûmeti kuramadı.

13 Temmuz’da Sadr cephesinin sızdırdığı ses kayıtları Irak siyasetini yeniden alt üst ederek Nuri El-Maliki’nin de önünü kesti. Sızdırılan kasetlerde Maliki, Sadr’ı “Korkak… Hain… Vahşi… Cahil… Komplocu…” diye hakaret edip aşağılıyordu. Aslında Irak siyasi arenasındaki ihanet ve kokuşmuşluğun itirafıydı bu sözler. Kendince Şiiliğe tehdit olarak gördüğü Sadr’ı ABD işgali sırasında İranlılar tarafından silahlandırıldığını ama daha sonra İngilizlere ajanlık etmekle suçluyordu. Moğollardan sonra en büyük Sünni sivil halk katliamı sanki Maliki’nin sekiz yıllık Başbakanlığı döneminde yaşanmamış gibi Sünni halkı da “Korkunç insanlar” diye niteliyordu. Ses kayıtlarında sadece kendi kabilesi olan Beni Malik’e güvenebileceğini söyleyen Maliki, Haşdi Şabi için de “Korkaklar kümesi” ifadesini kullanıyordu. Haşdi Şabi içindeki Ketaib Hizbi ve Asaib isimli çetelerin de İran’ın devrim muhafızları ordusunun kontrolünde olduğunu itiraf ediyordu. Bu kayıtların yayınlanması üzerine Sadr, Maliki’yi tövbe edip siyaseti bırakmaya, yargıyı da gerekeni yapmaya çağırdı. Tabii iki çağrı da karşılık bulmadı.

Kendi içinde de uzlaşmazlıklar ve husumetler barındıran Koordinasyon Çerçevesinin bileşenlerinin ittifakı bu kasetlerle dağılmadı. Çünkü Irak’ta özellikle de İran’cı Şiilerin siyasete “kazandırdığı” en önemli şey, ilkesizliktir. Onlar nezdinde ilk sırada asıl olarak mezhepçilik gelir. Demokratik siyasetin uygulandığı hangi Ortadoğu ülkesi varsa dikkatle incelendiğinde tümünün siyasi arenasında benzer kepazeliklerin yaygın olduğu görülür.

Sadr, gerginlikleri tırmandırma stratejisiyle siyasi arenada hedeflediği amaca ulaşmaya çalışırken kitleleri harekete geçirebilme gücüne güvendi ancak bundan sonuç alamadı. Ağustos ayının son günlerinde siyasete veda ettiğini ilan ederek daha önce de yaptığı gibi siyaseti dokuzuncu kez yeniden bırakmış oldu. Bu sefer siyaseti bıraktığını ilan ederken bütün kurumları dağıtma kararı da almış olması ciddi bir durum. Sadr’ın tutumu siyasi kurumlara öfkeli olan taraftarlarını kontrolsüz bir sürece itebilir. Başta Bağdat olmak üzere Irak sokaklarındaki yangının Sadr’ı müdahale etmeye mecbur bırakması siyasetten çekilmenin pek de mümkün olmayacağını gösteriyor.

Sadr grubu, mezhepçilik, mezhep kotaları ve mevcut partilerin olmadığı yeni bir Irak istediklerini beyan ediyor. Bu çerçevede Sadr, Irak’ı 2003’den bu yana ülkede faaliyet gösteren siyasi parti ve şahsiyetlerin siyasetten menedildiği bir seçime götürecek anlaşma önermişti. Fakat diğer Şii gruplar bu öneriyi gerçekçi bulmadı. Koordinasyon Çerçevesi ise meclisin bir an önce toplanması, cumhurbaşkanı ile başbakanın seçilmesi ve hükûmetin kurulmasını istiyordu. Mevcut başbakan Kazımi’nin yürüttüğü diyalog çabalarının neticesinde partiler anayasal çerçevede erken seçime gitmeyi kabul etti. Fakat nasıl bir mekanizmayla seçime gidileceği konusunda fikir birliği yok.

Şiilerin ABD ile İttifakı ve “Irak’laştırılmak” İstenen Ülkeler

Sadr’ın değişmesini istediği sistemin mantığı, Şiileri Sünniler ve Kürtlerle dengeleme maksadına dayanıyor. ABD ve İranlıların birlikte hazırladığı paylaşımcı sistem belli başlı tüm partilerin iktidardan pay kopardığı ama kimsenin sorumluluk almadığı, etkili bir fren mekanizması olarak muhalefet partilerinin bulunmadığı, kimsenin hesaba çekilemediği ve mezhebi grupların rehinesi haline gelen siyasetin sandıkta gerçek bir yüzleşmeyle karşılaşmadığı açmazlar üretti. Bunu değiştirecek toplumsal baskı ya şiddetle karşılaşıyor ya da son dönemde yaşanan çatışmaların da gösterdiği gibi bizzat kendisi şiddet üretiyor.

Irak’ın iç siyasetindeki bazı krizler, dünya kamuoyuna “iki düşman güç” olarak lanse edilen İran ile ABD arasında yapılan mutabakatlarla aşıldı. İran Mo(ğo)llalarının kontrol edip yönlendirdiği Rafıziler arasındaki öfkenin muhatapları içerisinde Irak’ın kuzeyindeki üsleri, sınır bölgesine yönelik askeri operasyonları ve bazı kesimler üzerinden siyasete müdahale girişimleri yüzünden Türkiye de var.

ABD’nin Irak siyasetini şekillendirmedeki en önemli kanallarından birisi Barzani ve Talabani liderliğindeki Kürtlerdi. Kürtlerin Şiiler arasındaki bölünmede ayrı ayrı Şii kanallarına yönelmeleri, Amerika’yı müdahalede bulunabileceği etkili maşalardan mahrum bıraktı. Amerikalılar, eskisi kadar KDP ve KYB arasındaki sorunları gidermede marifetli değil. Buna benzer bir etkinlik ve ağırlık kaybını İran tarafında da gözlemliyoruz. Irak siyasetindeki kaotik durum her halükârda ABD ve İran arasındaki paslaşmanın daha yoğun bir şekilde süreceğini göstermektedir ki son gelişmeler bunu her iki taraf için de kolaylaştırıyor. Rafızi İran Mo(ğo)llalarının en çok korktukları hususlardan biri de şudur: Şiilerin kendi aralarındaki çatışmalarının Irak’ta 2003 sonrası edindiği nüfuz kapasitesine ve ticari ilişkilerine darbe vurması. ABD de bugünkü trajik durumun ortaya çıkmasının müsebbibi olmasına rağmen Irak’ın Şiilerin kontrolünden çıkmasını kesinlikle kendi çıkarına görmüyor.

Krizler ve kaoslar ülkesi Irak’ın önemli ama en az konuşulan kesimi dini merciler. Necef havzasının en büyük mercii İranlı bir Fars olan Ali Sistani sözünün dinlenmeyeceği pozisyonlara girmek istemiyor. Geçmişte işgal yıllarında Amerikalılardan aldığı 300 milyon dolar karşılığında ABD işgal ordusuna karşı savaşılmaması gerektiği fetvası, anayasa referandumu ve IŞİD’le savaş gibi kritik dönemeçlerde Şii kitlelere istikamet verdi. Ancak Irak’ta demokratik siyaset arenası, doğası gereği o kadar çok kirlendi ki Sistani’nin müdahalesi bu çirkefliği arttırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Sadr’ın bayraktarlığını yaptığı Irak’ın bütünlüğü esaslı siyaset, kaçınılmaz olarak Kum havzasına karşı Necef havzasını da öne çıkarıyor.

Bu ayki Okuma Parçası’nda ismi Irak, fakat bizden pek de ırak olmayan, ABD ve İran Mo(ğo)llalarının “kapak tutmayan kaynayan kazan” hâline soktukları Irak’ın tarihine kısaca değinip şu sıralar orada neler olup bittiğine dair gözlem, tespit ve analizlerimizi paylaşmaya çalıştık. Bu makaleyi hazırlarken Irak’ta kısa sürede değişebilen farklı siyasal ve toplumsal gelişmelere şahit olduk. Irak’ta uygulanan senaryoların bugün İslam coğrafyasının birçok ülkesinde uygulanmakta olduğunu veya tatbiki için uygun şartların oluşmasının beklendiği malumdur. Uygun şartların oluşmasında en büyük etkenin de Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de olduğu gibi Şii-Rafızi gruplar olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Sırada Türkiye’nin olmadığını da hiç kimse iddia edemez.

Bir ucundan Amerikan-Yahudi tarafının, diğer ucundan da İran Mo(ğo)llalarının tutmaya çalıştığı bu her iki ucu da sivri değnek işgalcilerin şah damarını kesecektir, inşallah. Afganistan örneğinde görüldüğü üzere daha önceki işgalcilerin oradan zelil bir şekilde kovulması gibi, bu sürecin “ceza da amelin cinsindendir” kaidesi gereği Amerikan-Rafızi ittifakının hezimetiyle sonuçlanmasını ümit ediyoruz. Bu konuyla alakalı olarak Hristiyan bir gazetecinin önemli bir tespitini de değerli okuyucuların istifadesine sunuyoruz.

Lübnanlı Hristiyan gazeteci Ziyad Noujeim 9 Mayıs 2022 tarihinde Lübnan’da yayın yapan SBI (Sawtu’l Beirud Int.) TV’de katıldığı bir programda, Ortadoğu siyasetinde uygulanmakta olan ABD-İsrail-İran ittifakına dair bundan sekiz yıl önce yaptığı tespitler[2] kendisine hatırlatıldığında şunları söylüyor:

“Sekiz yıllık süreçte saydıklarımın (ABD, İran ve İsrail) hepsinin ne kadar büyük yalancılar olduğunu gördük. İsrail’in, müttefiki İran’ı kullanmaya devam edeceğini söyleyebilirim. ABD, İsrail ve müttefikleri olan Şiilerin Suriye’de Esed’le birleşerek bölgemizde Sünni siyasete karşı nasıl savaşacaklarını göreceksiniz. Önümüzdeki süreçte bölgedeki azınlıklar ittifak yapacaktır. Farkına varacağınız en büyük yalan ise İran ve İsrail arasında düşmanlık veya savaş olduğu yalanıdır. Şiiler ve Yahudiler arasında ciddi bir ittifak var. Bizler 1200 yıldır bunun farkında değiliz…”


[1]. Mukteda Es-Sadr, 2 Ağustos 1973’te Necef’te ünlü Sadr ailesine mensup, sonraları Şii mercii olan Muhammed Sadık Es-Sadr’ın üçüncü oğlu olarak dünyaya geldi. İlk evliliğini babasının isteğiyle iki abisi gibi o da Muhammed Bakır Es-Sadr’ın kızlarından biriyle 1994’te yaptı. Başarısız olduğu ve birkaç kez sınıfta kaldığı bir ilkokul hayatının ardından Mukteda Es-Sadr babasının isteğiyle Havza’da eğitimine başlamakla beraber tüm derslerinde başarısız olarak herhangi bir ilerleme kaydedemedi. Bunda çevresinde “Molla Atari” olarak anılmasına sebep olan atari oyunlarına olan bağımlılığının etkisinin büyük olduğu belirtilmektedir.

[2]. Sekiz yıl önce Lübnan’da yayın yapan Cedid TV’deki bir programda söylediği sözlerden kısa bir kesit: “Bölge bir azınlık ittifakına doğru ilerliyor. Yahudiler, Şiiler (Rafızi İran ve onun güdümündeki bozguncu grupları kastediyor.) ve Arap dünyasındaki diğer azınlık gruplar. Bu üç grubun ömrü en az 50-100 yıl olacak yeni bir Doğu-Arap bölgesi oluşturmak için çalıştıkları görülecektir. ABD, bundan sonraki süreçte de bölgedeki en güçlü destekçisi Şiilerle ittifak yapmaya devam edecek.”

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver