VAHYİ VE KAİNATI, RABBİN RIZASINA UYGUN OKUYABİLME SANATI: TEFEKKÜR

 

Siyer kitaplarında ‘Nuh kavminin putları’ diye bilinen birtakım putlar mevcuttur. Allah subhanehu ve teâlâ Nuh Suresi 25. ayette bunların isimlerini zikretmektedir.

Bir rivayette ise şöyle geçer: ‘Nuh’un aleyhisselam kavminin putlarının gömülü olduğu yeri, cinler Amr Bin Luhayy’a haber vermiş; o da onları oradan çıkartmıştır. Daha sonra da hac mevsiminde Mekke’ye gelen Arap kabilelerine bu putları dağıtmıştır.’

Ortaya çıkış şekli nasıl olursa olsun, sonuç itibari ile Araplar, İbrahim’in aleyhisselam davetinden yüz çevirmişler ve her geçen gün sapıklıklarına sapıklık ekleyip tevhitten uzaklaşmışlardı.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ dini ile aralarına mesafe girdikçe de, taptıkları şeylere niye taptıklarını bilmez bir halde hayatlarını sürdürmeye devam etmişlerdir.

Kur’an’ın bir çok yerinde “Akletmez misiniz?”, “Düşünmez misiniz?”, “İdrak etmez misiniz?” gibi ifadelerle karşılaşırsınız. Kimi yerde bunlar emir sigasıyla, kimi yerde ise tavsiye babından gelen cümlelerdir. Bazen Peygamberlerin bazen de salih insanların ağızlarından dökülen kelimelerdir.

Akletmek, düşünmek, tefekkür etmek gibi kavramlar arasında bazı nüans farklılıkları olsa da, ortak payda olarak ‘tefekkür’ kelimesinin bunlar arasında daha çok öne çıktığını söyleyebiliriz.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ her emri, nehyi ve tavsiyesi muhakkak insanların lehinedir. Ona dünya ve ahirette fayda sağlayacak şeylerdendir. Çünkü insanı yaratan ve onun için neyin hayır veya şer olduğunu en iyi bilen O’dur.

“Yaratan bilmez mi hiç? O Latif’dir, her şeyden haberdardır.” (67/Mülk, 14)

Bir emir, nehiy veya tavsiye bile müminin zihninde böyle karşılık buluyorken, tefekkür ile ilgili defalarca tekrarlanan nasların ne kadar önemli olduğunu söylemek bile garip olur herhâlde.

Gerçekleştirildiğinde, en basitinden Allah’ın subhanehu ve teâlâ bir emrine uymuş olacağımız tefekkür, yokluğunda ise insanı esfel-i safiline sürükleyebilir. Çünkü her nimetin bir şükrü vardır. Allah’ın bize lutfettiği düşünme melekesine dilimizle hamd ettikten sonra ikinci adımı da atmalıyız. O da aklı O’nun rızasına uygun olarak kullanmaktır.

Böyle yapılmadığında insan ‘aklı yokmuş’ gibi muamele görecek, o hali ile hayvanlardan da aşağı bir seviyeye yuvarlanacaktır.

İşte taklitçi cahili toplumun fertleri de, akıllarını Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızasına uygun olarak kullanmadıkları için köreltmişlerdir. Allah’ın ayetleri ne kadar okunursa okunsun anlamazlar.

“Dediler ki: ‘Ey Şuayb! Biz senin söylediklerinden çoğunu anlayamıyoruz.’ ” (11/Hud, 91)

Fakat üzerine düşünülecek mesele dünyevi bir çıkar olduğunda işler değişir. Ya da kafa yorulması gereken konu Allah’ın dinine muhalefet olduğunda gerekirse aklın sınırları bile zorlanır.

“Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım. Çünkü o düşündü, ölçtü, biçti. Kahrolası! Ne biçim ölçtü biçti? Tekrar tekrar kahrolası! Ne biçim ölçtü biçti? Sonra baktı. Sonra büyüklük tasladı. Ve hemen dedi ki: ‘Bu nakledile gelen bir sihirden ibarettir. Bu insan sözünden başka bir değildir.’ ” (74/Müddesir, 18-25)

Ayetler vahye karşı nasıl olsa propaganda yapılması gerektiğini ‘düşünen’ Mekke’nin ulularından Velid bin Muğire’nin halini vasfediyor. Buna karşılık Allah’ın tehdidi ise kalpleri yerinden oynatacak şiddette:

“Beni onunla baş başa bırak.” (74/Müddessir, 11)

Neyi Tefekkür Etmeli?

Cahili toplumun fertlerine benzememek için akıl nimetinin şükrünü muhakkak eda etmeliyiz. Bunun bir çok yolu vardır. Bunlardan bir tanesi de tefekkür ile akla canlılık vermek, kalbi titretmek, öğüt almaktır.

‘Neyi tefekkür edebiliriz?’ sorusunun cevabını Kur’an’dan aradığımızda karşımıza onlarca ayet çıkar. Kitapta tefekkürün sınırı o kadar geniş tutulmuştur ki, kainatta ona dahil edemeyeceğimiz hemen hemen hiçbir şey yok gibi. Ama hem bir fikir vermesi hem de tefekkürle ilgili birkaç küçük adım atabilmek için ayetler ışığında bir takım örnekler vermeye çalışacağız.

Vahyi ve davetçinin kişiliğini düşünmek

“Onlar Kur’an’ı iyiden iyiye düşünmeyecekler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?” (47/Muhammed, 24)

“İnsanlara kendilerine ne indirildiğini açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler diye sana da bu zikri indirdik.” (16/Nahl, 44)

Tefekkür vahyin iniş gayelerinden bir tanesi olacak kadar önemlidir. İnsanlar düşünsünler diye kitap vahyolunmuştur; yoksa mezarlıklarda, kutsal günlerde tilavet olunsun, kim güzel kıraat edecek diye harfler patlatılacak şekle sokulsun diye değil!

Bu ayetler olmasaydı bile sağlıklı bir şekilde kâr-zarar hesabı yapan birisinin şunu düşünmesi gerekirdi: ‘Dünya ve ahiret saadetimi sağlayacak her şey bu iki kapak arasında. Öyleyse başka yerlerde çıkış aramaya ne gerek var? Hayatımın geçmiş döneminde vahyin aydınlığından mahrum olarak geçirdiğim zamandan ne hayır gördüm? Öyleyse Kur’an üzerine düşünmeli, onu hayata tatbik etmeli…’

Bir de İslam davasını omuzlamaya çalışanlar açısından bakmalı olaya. Davetin en mükemmelini gerçekleştiren o kutlu Nebi, geceleri neden ağır ağır okuyordu o satırları? Elbette düşünmek, öğüt almak, azık yüklenmek için… Allah’ın subhanehu ve teâlâ Habibi bile buna ihtiyaç duyuyorsa Rabbimizin kelamına yoğunlaşmaya biz ne kadar muhtacız?

‘Hizmet için koşuşturmaktan tefekküre zaman bulamıyorum’ cümleleri ne kadar da acı! Herhalde bu cümlenin doğrusu şöyle olmalı: ‘Tefekkür etmediğim için azık yüklenemiyorum zamanım bereketlenmiyor. O yüzden hiçbir iş yetişmiyor.’

Silkinip kendine gelenler, geceleyin Rabbinin kelamı ile haşır-neşir olanlar, ilk gecenin sabahında bambaşka bir insan olarak uyanacaklarını hayal etmesinler. Allah subhanehu ve teâlâ katında erişilmeyi hedeflenen her şerefli mertebeye az bile olsa sürekli çalışma ile ulaşabilir. Tefekkürde de aynı kural geçerlidir.

Kur’an, vahiyle beraber davetçinin kişiliğini düşünmesini de ister. Çünkü herhangi bir sözün, davetin değeri kimden geldiğine ve aracının kim olduğuna göre değişir.

“De ki: ‘Ben size ancak bir öğüt vereceğim: Allah için ikişer ikişer veya teker teker ayağa kalkın. Sonra da bu arkadaşınızda bir delilik olmadığını düşünün. O, ancak şiddetli bir azabın öncesinde sizin için bir korkutucudur.’ De ki: ‘Sizden istediğim herhangi bir ücret varsa o, sizin olsun. Benim mükâfatımı vermek, ancak Allah’a aittir. O, her şeye tanıktır.’ ” (34/Sebe, 46-47)

Evet! Yeryüzünde her kim neye çağrıyorsa, muhakkak o da kendisi için dünyevî bazı faydalar gözetiyordur. Bunun tek istisnası ise Allah’ın subhanehu ve teâlâ dinine davet eden Nebiler ve ihsan ilkesi ile elçilerin yoluna bağlı davetçilerdir. Onlar ayetin ifadesi ile Rabblerinin yanındakilere vurgundurlar.

Davetçinin kişiliğini tefekküre yönelten bu ayetlerin şirk toplumuna ve davetçilere bakan iki yönü vardır.

Davetçiyi ilgilendiren kısmı kendisini ve fiillerini sürekli sorgulaması ve gözden geçirmelidir.

‘Ben Allah’ın dinini insanlara neden anlatıyorum? Beni buna iten gerçek sebep ne? İşin ucunda maddi bir kazanç var mı? Acaba insanların çoğundan farklı şeyler söyleyip kendimi tatmin mi etmek istiyorum? Yoksa normal yaşantımda elde edemeyeceğim bazı ayrıcalıklara bu şekilde yaklaşabileceğimi mi düşünüyorum?

Muhataplarım arasında ayrım yapıyor muyum? İnsanlara ‘Ben anlatırım. Sonra da ne yaparsa yapsınlar’ gözüyle mi bakıyorum yoksa onları daha bir süre önce benim de debelendiğim çukurlardan çekip çıkartmak için sürekli bir çaba içinde miyim?’

Bu ve benzeri sorulara verilecek cevaplar, amellerimize hayat veren ihlasımızın resmini çekip önümüze koyacak, davet yolundaki eksiklerimizi ortaya çıkaracaktır.

Ayetin topluma bakan yönü ise açıktır:

‘Ey Allah’ın dini ile duyduğu her şeyi toptan reddeden, davetçilere olmadık yakıştırmalarda bulunan kalabalıklar! Size bu dini anlatan Peygamberlerin, onların yollarını izleyen davetçilerin ne tür bir dünyalık çıkarı var? Yaşantıları Allah’ın kelamını anlatmaya başladıktan sonra kolaylaşmış mı yoksa dertler üstüne dertler mi yüklenmişlerdir?

Nuh’un aleyhisselam 950 sene davetine toplumun en alt tabakasından 10-15 kişi icabet etti. Sizin alaylarınızı, hakaretlerinizi, dayaklarınızı, sürgünlerinizi üzerine daha çok çekmesi dışında bir değişiklik oldu mu hayatında? O, 10-15 kişinin imanı ne tür bir menfaat sağladı Nuh’a aleyhisselam?

Kısmen rahat ve sakin bir hayat sürdürürken Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem “Ey Hatice! Artık uyku devri bitti!” diye ayağa kaldıran ve bir daha da oturtmayan o 23 yıllık hayatta ne zorluklar yaşandı, görmüyor musunuz?

Sadece topraklarında Allah’ın şeriatının uygulanmasını istedikleri için, dünyanın her bir tarafından küfür ordularının gelip on yıllardır mallarını, canlarını gasp ettikleri insanların hayatları size bir şeyler anlatmıyor mu?’

Evet! Onların hiç birisinin hedefinde dünya ve içindekiler yoktu. Rabblerinin rızası onlar için her şeyden daha güzel!

Öyleyse senin bile inanmadığın söylemlerle davetçileri karalamayı bırak. Ve dini ekmek kapısı olarak gören, üç kuruşluk dünya metası için Allah’ın ayetlerini şekilden şekle sokan din tüccarları ile hak yolun sebatkar davetçilerini birbirine karıştırma!

Düşün ve tek amacı seni ateş çukurundan kurtarmak olanlara elini uzat. Tâ ki felaha eresin.

Kainatı ve İçindekileri Tefekkür

Tefekkürle ile ilgili ayetlerin en yoğun şekilde geçtiği yerler elbette ki kainat ve içindekilerden bahsedilen bölümlerdir. Allah subhanehu ve teâlâ bir çok surede, yerde ve gökte bulunanlara insanın dikkatini çeker ve bunların üzerine düşünmesini ister.

“Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlar için faydalı şeylerle denizlerde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip ölümünden sonra onunla yeryüzünü dirilttiği suda ve orada her çeşit canlıyı yaratıp yaymasında, rüzgarları göndermesinde ve gök ve yer arasında boyun eğdirilmiş olan bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için nice ayetler vardır.” (2/Bakara, 164)

Kur’an okurken bu tip ayetler karşımıza bir çok kez çıkmasına rağmen, maalesef en az üzerinde durduğumuz kısım olmaktadır. Halbuki Allah’ın subhanehu ve teâlâ ayetlerinden istisnasız her birisinin muhakkak bir faydası vardır.

Peki bu ayetleri, anlattığı harikuladelikleri hiç tefekkür etme ihtiyacı hissetmeden hemencecik okuyup geçmemizin sebebi ne? Eğer kitabı ‘muhalifleri susturacak reddiyeler bütünü’ olarak görüyorsak, sadece bu ayetlere değil daha başka yüzlerce ayete de aynı muameleyi yapıyoruz demektir.

Yine de biz hüsnü zan besleyelim. Ve artık Müslümanların Allah’ın subhanehu ve teâlâ kelamını, kendi eksiklerini görmek, daha iyi bir kul olmak için okuduğunu varsayalım. Bu durumda yukarıda sorduğumuz sorunun cevabı şu olur:

Göz, ne kadar harika olursa olsun bu sahneleri, defalarca gördüğü için alışmıştır. O kadar ki güneşin doğuşu-batışı, gece-gündüzün oluşumu ve buradaki düzen, sokağımızdaki trafik kazası kadar dikkatimizi çekmemektedir. Çünkü bu harikuladeliklere yaşadığımız gün sayısınca şahit olmuşken, belki o korkunç kazayı hayatımızda ilk defa görüyoruzdur.

İşte burada tefekkürle yoğrulmuş akıl ve kalp devreye girer. O bu sahneleri her gördüğünde ‘bugün hava çok sıcak ya da soğuk. Rüzgar fena esecek…’ vb. değerlendirmeler ve olayların bedenine etkisinin ne olacağını düşünmekle yetinmez. Aynı zamanda bunların manevi halinde de değişimlere yol açması için çabalar.

Mesela, güneşin harareti cehennemin yakıcılığını, kışın soğuğunu cennetin ne sıcak ne soğuk oluşunu hatırlatır. Doğal olarak Rabbinin azabından çekinir, rızasını kazanmayı ümit eder.

Madeni bir paranın denize bırakıldığında, anında denizin dibini boyladığını, tonlarca ağırlıktaki gemilerin ise suyun üzerinde güvenli bir şekilde yol aldıklarını görünce, aklına sadece teknolojinin ne kadar geliştiği gelmez. Bilakis Rabbinin azameti gelir. O’nun kainatta geçerli olan tabiat kanunlarının eksiksiz bir şekilde uygulandığına şahitlik eder. Yerde ve gökteki herşeyin ister-istemez O’nun kudretine nasıl da boyun eğdiklerini fark eder. Tüm bunlara rağmen, değersiz bir maddeden yaratılan ‘kendisinin’, defalarca büyük arşın Rabbine isyan ettiğini hatırlar. Ürperir. Günahlarına ah-vah eder. Bir daha yapmamak için samimi olarak söz verir. Şahit olduğu bu sahnelerin ta ilk insandan beri devam edegeldiğini düşünmesi imanını ve sözündeki sebatı daha da artırır.

“Rahmetinin önünden rüzgarları müjde olmak üzere gönderen O’dur. Nihayet bunlar yüklü bulutları kaldırınca biz onları ölmüş (kurak) bir yere süreriz. Ve ondan su indiririz. Ve derken o su ile ürünün her türlüsünü çıkartırız. İşte biz ölüleri de böyle çıkaracağız. Bunları iyi düşünüp ibret alasınız diye açıklıyoruz.” (7/Araf, 57)

Ayette zikredilen aşamaların hepsinde bariz şekilde Allah’ın subhanehu ve teâlâ iznini görüyoruz. Rüzgarlar Allah’ın emri ile bulutları hareket ettiriyor. Bulutlar da aynı emire boyun eğerek rahmeti bırakacakları topraklara yöneliyor. Bir gecikme, yanlış istikamet, sapma diye bir şey asla yok. Her bir yağmur tanesi yine O’nun izni ile hayat verilecek toprağa kavuşuyor, o tanelerin düştüğü topraklardan tatları, renkleri, kokuları şekilleri, faydaları birbirinden farklı binlerce şey Rabbi’nin izni ile çıkıyor.

Aynı şekilde bu sahnelere yaklaşımda da taklitçi, cahili toplumun fertleri ile kalbini ve zihnini tefekkürle dinç tutmuş mümin arasındaki fark belirginleşecektir.

Taklitçi, ayette zikredilen olayların ‘ürün’ kısmı ile ilgilenir. Midesine girecek şeyin nasıl oluştuğunun onun için bir kıymeti yoktur. Asıl mesele zevklerini nasıl tatmin edeceği, dünyadan nasıl daha fazla faydalanacağıdır.

Görüntü aynıdır ama bakan göz farklı olunca, manzara da değişir. Tefekkür eden mümin de taklitçinin elde ettiklerinden kendisi hakkında ne kadar takdir edilmişse nasiplenir. Ama bununla yetinmez, rüzgarla başlayıp eline aldığı nimetle sonuçlanan bu muhteşem zincirin her halkasında eşsiz kudreti tefekkür eder. Bir mümin olarak inandığı ilahın azameti ona güç katar. Yeryüzünde ‘asla yıkılmaz’ gözüyle bakılan tağutların saltanatlarının, yağmurun bir süre yağmamasıyla ne hale geleceklerini düşünür.

“De ki: ‘Bana haber verin. Eğer suyunuz yerin dibine geçirilirse size kim kaynar su getirebilir?’ ” (67/Mülk, 30)

Böylece insanı Rabbi’nin korkusu dışında hiçbir korku, istikametten alıkoyamaz. Aynı zamanda kimseye minnet etmez, sadece nimetin tek sahibine kulluk yapar. Yerden biten her şey ona hesap gününü ve ne hazırlık yaptığını hatırlatır.

Şimdiye kadar iki ayet ışığında tefekkür eden bir müminin farkını ve kainat üzerine düşünmekle zihninde neler canlanabileceğini anlatmaya çalıştık. ‘Çalıştık’ diyoruz çünkü kainatı tefekkür ederken akla gelen şeylerin hepsini yazabilmek imkansızdır. Çünkü kainat her tefekkür edene o an ki ruh haline göre farklı şeyler hatırlatır. Olağanüstü manzaralar gösterir.

Mesela, Rabbine dönmeyi arzulayan ama affedilmeyeceğinden korkan bir günahkara kainattaki her şey şunu anlatır: ‘Rabbin o kadar merhametlidir ki kendisine oğul isnat edenleri bile yeryüzündeki düzenden nasiplendirir. Belki dönerler diye azap etmez, nimetini kesmez. Onlara ‘Rahman’ ismi ile rahmet eder. Nasıl olur da hatasını fark edip de kendisine dönmeyi düşünen birisini geri çevireceğini düşünebilirsin?’

Aynı sahnelere şahit olan, ama kulluk görevini yerine getirmek için çabalayan kişi için ise tefekkür şöyle sonuçlanabilir: ‘Aman ha! Dikkat et! Sakın amellerini beğenip yeterli göreyim deme! Şu ana kadar yaptığın ve ölünceye kadar yapacağın hayırlı amellerin hepsi toplansa, aldığın bir nefese, şahit olduğun bir renge, toprağa düşen bir damlaya bile karşılık olmaz. Ancak Allah merhamet eder de amellerini kabul ederse durum değişir. Senin Allah katında böyle bir garantin var mı? Öyleyse yakın geleceğe kadar kulluğa devam….’

Özet olarak, kainatta gerçekleşen hadiseler insana Rabbini ve O’nun yanındakileri hatırlatıyorsa tefekkür meyvelerini vermeye başlamış demektir. Tefekkürsüz geçirdiğimiz her gün ise taklitçi cahili toplumun fertlerine benzediğimiz ve kayıpta olduğumuz günler olarak hanemize yazılacaktır.

Yazımızı tefekkürde en üst mertebede olan Peygamber’den sallallahu aleyhi ve sellem bir örnekle noktalayalım:

Enes radıyallahu anh şöyle buyuruyor:

“Biz Peygamber ile birlikte iken yağmura tutulduk. Rasûlullah elbisesini çıkarttı. Öyle ki yağmurdan ıslandı, biz: ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Niçin böyle yaptınız?’ diye sorduk, o da: ‘Bu yağmur, yüce Allah tarafından daha yeni geldiği için yaptım.’ buyurdu.” (Muttefekun Aleyh)

Salat ve selam onun üzerine olsun.

Duamızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver