İnsanı ruh ve cesetten yaratan, El-Hayy ismiyle ruhlara ve dolayısıyla cesetlere hayat veren, Er-Rabb oluşuyla ruhları ve dolayısıyla bedenleri terbiye etmeyi insana öğreten Allah’a hamd olsun. Salât ve selam, sünnetiyle insana en güzel ahlakı ve kâmil insan olmayı öğütleyen, bedenlerin terbiyesini öğrettiği gibi itikaf sünnetiyle ruhları terbiye etmeyi öğreten Muhammed Mustafa’ya olsun.
Başı bereketli, ortası hayırlarla dolu, sonu Kadir gecesi ve itikaf gibi Rabbani lütuflarla süslenmiş bir ayın sonuna erişmiş bulunmaktayız. Yaratan ve yarattıkları arasında dilediğini seçen Rabbimiz, bu mübarek ayı yarattığı aylar içerisinden seçmiş, rahmet ve hidayet ayı olarak kullarına hediye etmiştir.
Bir yılın kirlerinden arınmak isteyen, Rahman’ın rahmetine talip olan, hayır ve salih amelde yüksek dereceleri arzulayan, belki de en önemlisi rıza-ı ilahiye ve cennetlere talip olanlar için büyük bir fırsattır Ramazan.
Bu mübarek ayın Müslümana sunduğu en değerli fırsatların başında itikaf ibadeti gelir şüphesiz. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ve değerli ashabı için Ramazan ayının vazgeçilmezi olan itikaf ibadeti, günümüzde unutulmuş sünnetlerdendir. Bu sünnetin ihya edilmesini sağlamak ve bu sünneti hayatlarında canlı tutanlara bu sünnetin adabına dair bazı bilgiler sunmak için bu ayın başyazısını itikaf ibadetine ayırdık.
Kelime anlamı olarak a-ke-fe köküne ait olan itikaf; bir şeye devam etmek, bir mekânda kendini hapsetmek, bir şeye yapışmak ve onunla olmak anlamlarına gelir.
Şer’i anlamıysa; belli zamanlarda itikaf niyetiyle kişinin mescidde kalmasıdır.
İslam fukahasının itikaf tanımları, fıkıh kitaplarımızda farklılık arz etmektedir. Bu farklılıkların nedeni itikaf için gerekli olduğuna inanılan şartlar hususundaki farklı yaklaşımlardır. Örneğin; itikaf mutlaka oruçluyken olmalıdır diyenler, bu tanıma ‘oruçlu olarak’ kaydını eklemişlerdir. (“Ömer bir gün Nebi’ye dedi ki: ‘Ben cahiliyede iken Mescid-i Haram’da bir gece itikafa kapanmayı adamıştım.’ Nebi, ona dedi ki: ‘Adağını yerine getir.’ ” (Buhari, Müslim)) İtikafa girilecek mekânın/mescidin mahiyetiyle alakalı şart koşanlar da bu şartlarını tanıma yansıtmışlardır. (“…Camilerde itikafta olduğunuz zamanlarda hanımlarınıza yaklaşmayın…” (2/Bakara, 187)) Racih olan ve şer’i delillerin desteklediği ise itikaf, Ramazan’a has bir ibadet olmadığı gibi, onda oruç tutmanın da şart olmadığıdır. Yine delillerin bize gösterdiği kadarıyla itikafta zaman mefhumu da söz konusu değildir. Kişinin ibadet ve Allah’a subhanehu ve teâlâ yaklaşma gayesiyle kendini mescide kapatıp orada dış dünyadan kopuk olarak kalması, itikaf için yeterlidir. İtikafa girilecek mescidin, Mescid-i Haram/Nebevi/Aksa olması gibi bir gereklilik olmadığı gibi bu mekânın, şehrin en toplayıcı ve büyük mescidi olması gibi bir şart da delillerle sabit olmamıştır, yalnızca fakihlerin içtihadıdır. Kur’an ve Sünnet’te itikafla alakalı sabit olan iki şey vardır:
“…Camilerde itikafta olduğunuz zamanlarda hanımlarınıza yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koymuş olduğu sınırlardır, bunlara yaklaşmayın. İşte, sakınırlar diye Allah, ayetlerini insanlara böyle açıklamaktadır.” (2/Bakara, 187)
İtikaf müddetince kadınlarla münasebetten sakınılması
İtikafın mescidde olması
Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem pratik uygulaması da bu iki şart etrafında dönmektedir.
İtikaf İbadetinin Faydaları
Tevhid İmamlarının Sünnetini İhya Etmek
İtikaf bizden önce yaşayan tevhid imamlarının ortak sünnetidir. Dış dünyanın, ruhu ve maneviyatı kirleten maddi havasından kurtulmak ve kalbi yaratıcısına bağlamak isteyen muvahhidler, Allah’a en sevimli olan mescidlerde itikafa çekilirlerdi.
İbrahim ve İsmail’e aleyhimusselam Mescid-i Haram’ı inşa ettiren Rabbimiz, orayı temizlemelerini onlardan istemiştir. Temizliğin hikmetini de rükû eden, secdeye varan ve itikaf edenlere mescidi hazırlamak olarak belirtilmiştir.
“Kâbe’yi insanlar için bir toplanma ve güven yeri kıldık. Siz de İbrahim’in makamından kendinize bir namaz kılma yeri edinin. İbrahim ile İsmail’e: ‘Tavaf edenler, orada ibadet için itikafa çekilenler, rükû ve secde edenler için evimi temizleyin’ diye emir vermiştik.” (2/Bakara, 125)
Bir yönüyle de itikaf ve muhtevası olan inziva, fıtratın gerektirdiği amellerdendir. Henüz bir şeriat ve kitapla tanışmamış olan Hanifler, toplumun bunaltıcı şirk ve fuhşiyat havasından kurtulmak için inzivaya çekilirlerdi. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem nübüvvetin öncesinde günlerce Mekke’den uzaklaşması, kendini ve içinde yaşadığı toplumun gidişatını düşünmesi, şeriatla muhatap olmamış ancak temiz fıtrata sahip olan bir insanın arınmak için bulduğu çözümdür. Benzer bir eğilimi, fıtratı bozulmamış ve temiz fıtratıyla şirk ehlini terk eden Zeyd bin Amr bin Nufeyl’de de görüyoruz. O ve benzeri Hanifler, çoğu zaman toplumdan uzaklaşır, kendileri gibi inananları bulmak için bireysel seferlere çıkar ya da yalnız kalacakları bir mekânda inzivaya çekilirlerdi.
Toplumun gidişatından rahatsız olan ve toplumu bir yerden başlayarak değiştirmek isteyenlerin, bu sünneti ihya etmeleri kaçınılmazdır. Seyyid Kutub rahimehullah, itikafın/uzletin davetçiler açısından önemine değinirken şu tespitleri yapmıştır:
“…Hülasa Nebi, bi’setten üç yıl önce Hira’da uzlete çekilirdi. Her senenin bir ayını bu şekilde geçirirdi. Bu da yıl içinde Ramazan ayıydı. Mekke’ye iki mil uzaklıkta bulunan Hira’ya gider, ailesini de yakınına alırdı. Bu ayı burada geçirir, yanına gelen fakirleri doyurur; vaktini ibadet, kâinatı ve yaratılıştaki müthiş kudreti tefekkür ederek geçirirdi. Kavminin üzerinde olduğu ürkütücü şirk akidesi ve sapkın tasavvurlardan razı değildi. Fakat ne yapacağına dair açık bir yol ve belirli bir menheci ne de gönlünü rahatlatacak bir yola da sahipti. Onun bu uzlet tercihi yüce Allah’ın onu yükleneceği büyük yüke hazırlamak için takdir ettiği bir programdı. Bu uzlette nefsine döner, hayatın basit meşgalelerinden kurtulur, kâinatın sesine ve yaratılıştaki müthiş sanata dikkat kesilirdi. Ruhu, kâinatın ruhuyla beraber Allah’ı tesbih eder, kâinattaki güzellik ve olgunlukla buluşur ve büyük hakikatle muamele ederdi.
(…) Vakıaya tesir etmek ve onun veçhesini değiştirmek isteyen her ruh için de bu gereklidir. Belli vakitlerde uzlete çekilmesi, dünya meşgalelerinden, hayatın gürültüsünden ve insanları meşgul eden basit dertlerden uzaklaşması gerekmektedir. Belli aralıklarla kâinatın büyük hakikatleri üzerinde düşünme ve tedebbür gereklidir. Sürekli dünyayla iç içe olmak, insanın ona alışmasına ve onunla ülfet kurmasına neden olur, dolayısıyla da onu değiştirmek için uğraşmaz. Ancak bir müddet ondan uzaklaşmak ve onu terk etmek, küçük vakıanın esaretinden kurtulmak ve basit uğraşları terk etmek, ruhu daha büyük meseleleri görmeye hazırlar… İşte Allah, Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem büyük emaneti taşıması, yeryüzünü ve tarihin gidişatını değiştirmesi için böyle hazırladı. Onu nübüvvetle görevlendirmeden üç yıl öncesinde onu bu uzletle hazırlamış oldu…” (73/Müzemmil suresi girişinden.)
Bugün İslam davetçilerinin içinde yaşadıkları toplumun tevhid imamlarının yaşadıkları cahiliye ve şirk toplumlarından pek de farkı yoktur. Bu toplumu, gidişatı ve tarihi değiştirmek isteyenlerin bunu başarmış olanların adımlarını takip etmeleri gerekir. Bu da önce ruhu dinlemek ve kâinatta Allah’ı tesbih edip birleyen ruhla özdeşleşmekle olur.
Kadir Gecesini İdrak Etmek
Başında cennetin kapılarını sonuna dek açıp cehennem kapılarını kapayan Rabbimiz, sonuna Kadir gecesi gibi bir Rabbani hediye yerleştirerek gerek Ramazan’ın hayrını idrak edemeyen gerek de tüm senede şeytanın ve nefsinin esiri olmuş kullara arınma ve bağışlanma imkânı sunmuştur.
Kadir gecesi maneviyatın ruhuysa, itikaf onun cesedi ve kendinde şekil aldığı zarftır. İtikaf ve Kadir gecesi birbirinden ayrılmayan, iç içe geçmiş bir bütünün iki parçasıdır. Allah Rasûlü, Ramazan’ın son on gününde itikafa girer ve bu gecelerde Kadir gecesini idrak etmeye gayret ederdi. Ashabına ve ümmetine de Kadir gecesini böyle aramalarını emrederdi.
Aişe radıyallahu anha annemiz şöyle buyurmuştur:
“Allah Rasûlü ölünceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikafa girerdi. Ondan sonra hanımları da itikafa girdiler.”
Bir başka rivayette:
“Rasûlullah vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikafa girer ve derdi ki: ‘Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde arayın.’ Rasûlullah’tan sonra zevceleri de itikafa girdiler.” (Buhari, Müslim)
Ebu Said El-Hudri radıyallahu anh şöyle nakletmiştir:
“Biz Peygamberle birlikte Ramazan’ın orta on gününde itikafa girdik, yirminci günün sabahı olunca eşyalarımızı evlerimize taşıdık. Rasûlullah hutbe verdi, sonra şunu söyledi: ‘İtikafa girmiş olanlar, itikaf mahallerine dönsünler. Zira bu gece bana Kadir gecesinin hangi gece olduğu gösterilmişti, sonra unutturuldu. Siz, son onda ve tek gecelerde arayın.” (Buhari, Müslim)
İnsanoğlunun temel özelliklerinden birinin nankörlük olduğunu biliyoruz. Allah’ın subhanehu ve teâlâ çoğu nimetine nankörlük eden insan, bu nimet karşısında da aynı özelliğini sergilemiştir. Öncelikle Kadir gecesiyle özdeşleşen itikaf sünnetini öldürmüştür. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Kadir gecesini Ramazan ayının son on gecesini itikafta geçirerek arardı. Ashabının deyimiyle son on gününü ihya ederdi. Kur’an, zikir, insanlardan uzaklaşarak ruhu dinleme ve sürekli Kadir gecesinin hayrına ve bereketine nail olma isteğiyle gönülden ve yalvararak Allah’a yapılan dualarla bu geceler ihya olmuş olurdu.
İnsanlar öncelikle bu sünneti öldürerek Kadir gecesinin ruhu konumunda olan itikafla Kadir gecesinin arasını ayırdılar. Daha sonra Kadir gecesini Ramazan’ın 27. gecesine sıkıştırarak onu aramak külfetinden kurtulmuş oldular. Böylece hem itikafın on günlük Rabbani kerem ve lütfundan hem de Kadir gecesine erişme ihtimalinden mahrum oldular.
Müslümanlar olarak Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde ve itikaf hâlinde arayarak bu iki ibadeti/sünneti beraberce ihya etmeliyiz.
Kalbin Arınması
Şüphesiz bu toplumda yaşayan ve bu toplumun değerleriyle yetişen Müslümanların umumi arınmaya ihtiyacı olduğu gibi, bir yılın biriktirdiği manevi kirlerden de arınmaya ihtiyacı vardır. İslam, ruhbanlığı yasakladığı için Müslümanın uzlete çekilmesi söz konusu değildir. Ancak sünnetin meşrulaştırdığı uzlet olan itikaf sünnetini ihya ederek bu hayırları elde edebileceğimiz gibi manevi olarak arınabiliriz de.
İbni Kayyım rahimehullah bu hakikate işaret ederek itikafın hikmetini şöyle özetler:
‘Kalbin düzeltilmesi ve Allah’a giden yol üzerinde istikamet bulabilmesi, Allah’a muvafakat edip Allah’a bütünüyle yönelerek dağınıklığını toplamasına bağlıdır. Çünkü gönül perişanlığını Allah’a yönelmekten başka bir şey derleyip toplayamaz. Fuzuli yemek içmek, lüzumsuz arkadaşlık, boş sözler ve aşırı uyku; gönül perişanlığını artırıp onun her bir parçasını bir vadiye atar, onun Allah’a gidişine engel olur, onu zayıflatır, yolunu geciktirir ve yolculuğunu durdurur… Kullarına, maksadı ve ruhu: ‘Kalbin Allah’a tam bağlılığı, ona muvafakatı, O’nunla baş başa kalması, insanlardan kopması, sadece Allah’la ilgilenmesi’ demek olan itikâfı meşru yapmıştır. Şöyle ki, itikaf ile O’nu anmak, O’na muhabbet etmek ve O’na yönelmek; gönül endişelerinin ve kalbin duygularının yerine geçer. Onlara karşı kalbi istila eder de artık kalp bütün düşüncesini O’na yoğunlaştırır, gönle gelen bütün fikirler, O’nu zikretmeye, O’nun rızasını kazanıp O’na yakın olmaya çalışır. Halk ile ünsiyet yerine Allah’la ünsiyet meydana gelir. Böylece kul, hiçbir dost simanın olmadığı, Allah’tan başka kimsenin sevindirmesinin mümkün olmadığı kabirdeki korkunç yalnızlık günlerinde Allah’la dostluğunu hazırlamış olur. İşte itikafın en büyük maksadı budur…’ (Zadu’l Mead)
Her birimizin nefislerimizde müşahede ettiği bir hakikat vardır. Fazla uyumak, konuşmak, yemek içmek ve insanlarla bir araFda bulunmak; kalpleri katılaştırıyor. Dağların üzerine inmiş olsa onları Allah’ın azametinden parçalara ayıracak kadar tesirli olan Kur’an ayetleri, kalplerimizi titretmiyor, gözlerimizi yaşartmıyor. Etkili vaizlerin sözleri, meclisin dışına kadar bizlere eşlik etmiyor maalesef. Kalpler yaratıcısının sevgisinden halî olduğundan, ameller nefislerimize ağır geliyor. Allah’ın azameti ve korkusu, kalplerimizde yer etmediğinden günahlara karşı cüretkâr davranıyoruz.
Tüm bu afetlerden sıyrılmanın ve öze dönüşün yolu olarak görebiliriz itikafı. Katılaşan kalplerimizin yumuşadığı ve kalplerin hayatı olan Allah’ın sevgisini hissedeceği manevi bir şifa kaynağı.
İtikaf Ehlinin Dikkat Etmesi Gereken Hususlar
İhlas
Ruhbanlığı yasaklayan İslam, Müslümanın uzleti olan itikafı dahi İslam kardeşleriyle bir arada geçirmesini istemiştir. Allah’ın rahmet ettikleri müstesna tek başlarına uzlet hayatını tercih eden insanlar, çoğu zaman şeytanın vesvese ve hileleriyle garip hâller yaşadıklarına ve yüksek makamlara ulaştıkları zehabına kapılarak mustakim yoldan sapmışlardır. Tasavvufun felsefi bir hâl alması ve Allah’ın subhanehu ve teâlâ, hakkında hiçbir delil indirmediği kavramlarla kendini ifade etmesi, bu yolun müntesiplerinin sünnetten uzak uzlet ve halvet anlayışları sonrasında ortaya çıkmış ve yaygınlık kazanmıştır. İnsan fıtrat dini olan İslam şeriatıyla beraber Haniflerin sünneti olan tek başına halvet anlayışını kaldırmış, onun yerine cemaatin halveti olan itikaf ibadetini yerleştirmiştir.
Şeytan, yalnızlığın vesvese ve bazı ilginç hâllerini itikaf ehline yaşatmasa da, bir arada olmanın en ciddi afeti olan riya kapısından Müslümana yaklaşarak bu bereketli günlerden istifade etmesine engel olmaya çalışır.
Müslümanın en fazla dikkat etmesi gereken ve bu günlerde sürekli nefsine hatırlatarak zihninde diri tutması gereken şey, ihlasın gerekliliği ve riyanın amellere olan zararıdır. Bunun yanında Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem tavsiyesi olan duayı da sürekli tekrar etmeli ve kendisini bu afetten koruması için Rabbine iltica etmelidir.
“Rasûlullah bir gün bize şu hutbeyi irad etti:
— Ey insanlar! Şirkten kaçınınız, çünkü o, karıncanın taş üzerinde bıraktığı izden daha gizlidir!
Bunun üzerine:
— Ey Allah’ın Rasûlü, bu kadar gizli ise biz ondan nasıl sakınacağız, diye soruldu.
Peygamber:
— ‘Ey Allah’ım! Bildiğimiz halde şirk koşmaktan sana sığınıyoruz. Bilmediklerimizden ötürü de senin affını talep ediyoruz’ deyin, buyurdu.” (Müsned)
Ucub/Nefsi beğenme
İtikaf, insanın manevi olarak çok yoğun olduğu ve yıl içerisinde ilk defa bu denli yoğunluklu Rabbine kulluk ettiği bir zaman dilimidir. Şeytan bu durumda insana sağdan yaklaşır ve Allah’ın sonsuz nimeti karşısında bir hiç sayılacak amellerini kişinin gözünde büyütmeye çalışır. Bu da Allah’ın en nefret ettiği hasletlerden olan ucubun/nefsi beğenmenin ortaya çıkmasına neden olur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem böyle bir adamın hâlini şöyle tasvir etmiştir:
“Bir adam, nefsinin hoşuna giden bir elbise içinde saçları da yapılmış olarak giderken yürüme sırasında kibre düşmüştü ki, birden yere battı. Kıyamet kopuncaya kadar orada zorlukla batmaya devam edecek.” (Buhari, Müslim)
İnsanın ibadeti ne kadar fazla olursa olsun neyini beğenip böbürlenebilir ki? Onu İslam’a hidayet eden, ibadete muvaffak kılan, itikafta bulunmasına müsade eden ve ona bu durumu sevdiren âlemlerin Rabbi olan Allah değil midir? İnsanın bunca nimeti görmeyip kendi yaptıklarını görmesi ve Rabbine şükretmek yerine nefsinden bilerek kendini üstün görmesi nasıl izah edilebilir?
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ashabını bu noktalarda terbiye eder ve onlara cennet, rıza-ı ilahi ve amel arasındaki bağlantıyı doğru anlayacakları nasihatlerde bulunurdu.
“— Sizden birisi işlediği ameliyle cennete giremez.
Sahabeler:
— Ey Allah’ın Rasûlü! Sen de mi (kendi işlediğin amelle cennete giremeyeceksin?), diye sordular.
Peygamber:
— Ben de giremem. Ancak Allah’ın, kendi katından bir rahmetle beni örtmüş olma hâli hariç.” (Buhari, Müslim)
Seleften çoğu imamın dikkat çektiği: ‘Mütevazi bir günahkâr, kendini beğenen kibirli bir abidden Allah’a daha sevimlidir’ hakikatini unutmamalıyız. Mütevazi bir günahkârın Rabbine dönmesi ve tövbeyle durumunu düzeltmesi muhtemeldir. Ancak mütekebbir bir abidin Rabbine şükretmeyeceği ve insanları hakir görerek kibre düşeceğiyse muhakkak.
İtikafın Ruhuna Aykırı Davranışlardan Kaçınmak
İtikafın hikmeti, kişinin dünya hayatından kopup tüm benliğiyle Rabbine yönelmesi, boş ve anlamsız şeylerle ziyan ettiği vaktini ibadet ve taatle imar etmesidir. İbadetin kendinden ötürü meşru kılındığı bu hikmetlere aykırı durumlar, itikaftan hakkıyla faydalanmanın önünde engeldir. Bu noktada iki sınıfa önemli vazifeler düşmektedir. İlk olarak mescidin idaresini elinde bulunduran kardeşlerin bazı şeylere dikkat etmeleri gerekmektedir. İtikaf öncesi kardeşleri maddi ve manevi bazı hususlarda bilgilendirmek, itikaf günlerinde maneviyatı zinde tutmak için kalp inceltici sohbetler yapmak, bir günün nasıl değerlendirileceğine dair açık bir program hazırlamak, itikaf ruhuna uygun olmayan davranışlar sergileyen kardeşleri hikmetle uyarmak ve bunlara mani olmaya çalışmak, bu hususlardan sadece birkaçıdır.
Asıl vazifeyse itikafa giren kişiye düşmektedir. Yolun başında bazı tedbirler almalı, böylece itikafını muhafaza etmelidir.
Öncelikle itikaftaki amacın, dış dünyayla bağı kesmek olduğunu hatırda tutmalıdır. Telefon, internet vb. dış dünyayla insanın bağını devam ettiren şeylerin itikafın ruhuna uymadığını bilmeli, bunları kendiyle itikafa sokmamalıdır.
Mümkünse çok iyi tanıdığı ve samimi olduğu arkadaşlarıyla aynı ortamda itikafa girmemeli, farklı bir mescidde veya ilde itikafa girmelidir. Böylece itikafta olmaması gereken gereksiz konuşma, şakalaşma ve boş vakit öldürme ihtimali en asgariye indirilmiş olur.
İtikaf süresince yapmak istediklerine dair net bir programa sahip olmalıdır. Belirsizlik, itikaftan faydalanmanın önündeki engellerdendir. Cemaatle icra edilen teravih, mukabele, kalp inceltici sohbetler ve gece namazı dışında kendisi için çizdiği bir programa sahip olmalıdır. Yazılı bir program her zaman daha etkilidir.
İtikaf; yeme, içme ve uyuma yeri değildir. Bilakis itikafın meşru kılınma hikmetlerinden biri de kalbi öldüren ya da katılaştıran bu fudulattan kurtulmaktır.
İtikaf esnasında en fazla dikkat edilmesi gereken şeylerden biri kul hakkıdır. Rabbimizin hakkını gözetmek için girdiğimiz itikaftan kul hakkıyla çıkmış olmak bir kazanç değil kayıptır. Özellikle kardeşlerin ibadet ve uyku saatlerinde sessiz olmaya dikkat etmek, kişisel bakımımıza dikkat ederek başkalarına eziyet etmemek, ortak kullanım alanlarını temiz kullanmak gibi hususlarda titiz davranılmalıdır.
İtikafın imtihanı olan güzel ahlaka dikkat etmek gerekmektedir. Farklı anlayış ve kültürlere sahip onlarca belki yüzlerce Müslümanla aynı ortamı paylaşmak durumundayız. Birçoğumuzun günlük yaşantı biçimi ve alışkanlıkları diğeriyle uyuşmayabiliyor. İtikafın bir hikmeti de sinir, şehvet, bencillik vb. kötü ahlaklardan arınmak ve hilm, iffet, cömertlik ve fedakârlık gibi güzel ahlakları kazanmaktır.
Güzel ahlakın dışına çıkmak kişinin itikafına şeytanı dahil etmesi ve onun semerelerini ifsat etmesi anlamına gelir.
Bu konuda Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem şu uyarısı zihinlerde canlı tutulmalıdır:
“Rasûlullah Kadir gecesini bize haber vermek üzere hücresinden çıktı. Derken Müslümanlardan iki kişi kavga ediyorlardı. Şöyle buyurdu: ‘Ben sizlere Kadir gecesini haber vermek üzere çıktım filan ve filan kimseler birbirleriyle kavga ettiler de Kadir gecesine ait bilgi kalbimden kaldırıldı. Umarım sizin için böylesi daha hayırlı olur. Onu dokuzuncu, yedinci ve beşinci günlerinde arayın.’ ” (Buhari)
İki Müslümanın kendi aralarındaki kavgası, Kadir gecesinin kalkmasına neden olduğu gibi itikaf esnasında ortaya çıkması; muhtemel tartışma, ses yükseltme, kin ve buğz gibi kötü hasletler itikafın güzelliklerinin kalkmasına neden olabilir.
Şeytan bu noktada bazı kardeşlerin ayağını kaydırıp çok farklı bir noktaya sürükleyebiliyor. Herkesten kopmak, asık surat ve mesafeli bir diyalog kurmak, başka bir tuzaktır. Oysa güzel ahlak, tebessümü ve insanlarla muamelede yumuşak olmayı gerektirir.
Kardeşlere Hizmet İbadetinden Mahrum Olmamak
İtikafta bulunan kardeşlerimizin Müslümanlara hizmet ve onların işlerini kolaylaştırma ibadetinden de itikaf süresince nasiplerini almaları gerekir. Mescidler Allah’ın subhanehu ve teâlâ evi, orada bulunanlar da El-Kerim olan Rabbimizin misafirleridirler. Onlara yapılan hizmet ve verilen değer, bir yönüyle mescide ve onun sahibine verilmiş olur.
Mescidlerde yapılan hizmetin, küçüğü büyüğü olmaz. Hepsi şerefli ve değerlidir. Allah subhanehu ve teâlâ bu hizmet için Peygamberlerini kullanmış ve Kur’an’da da bunu konu edinmiştir.
“…İbrahim ile İsmail’e: ‘Tavaf edenler, orada ibadet için itikafa çekilenler, rükû ve secde edenler için evimi temizleyin’ diye emir vermiştik.” (2/Bakara, 125)
Son olarak;
Bu büyük nimetten faydalanmak için şeytanın bizi kendisiyle aldattığı mazeretlerden kaçınmak ve içinde, bin geceden daha hayırlı olan Kadir gecesini arayacağımız bu günlerden istifade etmek gerekir.
İş durumu müsait olmayan kardeşlerimizin en azından hafta sonlarını veya izinlerinden kullanarak bu günlerini itikafta geçirerek değerlendirmeleri gerekir. İşlerini karşılıklı olarak birbirlerine emanet edebilen kardeşlerimizin hayırda nöbetleşerek itikafa girmeye gayret göstermelerini tavsiye ediyoruz. Hayırda öncü olan ve Allah için terk edilenin mutlaka Allah tarafından daha hayırlısıyla mükâfatlandırılacağını bilen kardeşlerimizin bu günlerde iş yerlerini gerekiyorsa kapatmaları en güzel olanıdır.
Çocuklarından dolayı bu hayırdan mahrum olan bacılarımızın, başka kardeşleriyle anlaşıp hayırda nöbetleşmeleri ve sırayla itikafta yer almaya çalışmaları gerekir. Böylece sahabe sünneti olan hayırda nöbetleşme ihya edilmiş ve bu hayırdan belli günlerde de olsa mahrum kalınmamış olur.
“Ben ve Ensar’dan bir komşum, Beni Ümeyye İbni Zeyd yurdunda oturuyorduk. Bu yurt, Medine’nin ‘avali’ denilen bölgesinde idi. Peygamberin yanına nöbetleşe giderdik, bir gün o gider, bir gün de ben giderdim. Ben Peygamberin yanına gittiğimde o gün içinde Peygambere gelen vahiy vb. haberleri getirirdim, o gittiğinde de aynı şekilde yapardı.” ( Buhari)
Rabbimiz! Bu Ramazan’ı bizler için günahlarımızdan arınma ve senin rızana erişme ayı kıl. Bizleri Nebi’nin sünneti olan itikafa muvaffak kıl ve onda Kadir gecesini idrak etmeyi ihsan eyle.
İlk Yorumu Sen Yap