Allah’ın Adıyla…
Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun.
Geçen ay, bir ili ziyaret ettim. Dergide bulunan kardeşler, Müslüman bacılarımıza yönelik bir program hazırlamışlar. Gelen sorulara elimden geldiği kadarıyla cevap vermeye çalıştım.
Sorulardan biri şöyleydi: ‘Ben kendimi İslam’a adamak istiyorum. ‘Allah’a Adanmış Gençlikler’ kitabınız erkeklerden bahsediyor. Örneklerin tümü erkeklerden. Bir bayan olarak ben ne yapabilirim?’
Bu soruya Rabbimin izin verdiği kadarıyla maddeler hâlinde bir cevap verdim. Soru, İslam tarihinden iki portreyi hatırlattı bana. İlk hatırladığım, annelerimizden Ümmü Seleme radıyallahu anha idi. Bir gün Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem gelip şöyle bir soru sordu: “Ey Allah’ın Rasûlü, hicretle alakalı ayetler hep erkeklerden bahsediyor, kadınların zikredildiğini hiç görmedim. Neden?” (Hâkim, El-Müstedrek.)
Bunun üzerine Allah subhanehu ve teâlâ şu ayetleri indirdi:
“Nitekim Rabbleri onlara (dualarını kabul ederek) cevap verdi: ‘Şüphesiz ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O’nun katındadır.” (3/Âl-i İmran, 195)
Yine ensarın kadınlarından olan Ümmü Umara radıyallahu anha, Allah Rasûlü’ne gelip şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü, neden her şey erkekler hakkında nazil oluyor da kadınlar hakkında hiç ayet nazil olduğunu görmüyoruz?” (Tirmizi) Bunun üzerine yüce Allah şu ayetleri indirdi:
“Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” (33/Ahzab, 35)
Sahabe kadınları, Allah’a subhanehu ve teâlâ olan sevgileri ve ahiret yurduna olan özlemleri nedeniyle, Allah’ın, kitabında kendilerine dair ayetler indirmesini; erkekleri, hicretleri ve cihadıyla övdüğü gibi onları da övüp müjdelemesini arzuluyordu. Allah da onların bu çağrısına icabet etti ve haklarında ayetler indirdi.
Aslında onlar Araptı ve Arapça’yı selim fıtratlarıyla anlıyorlardı. Ondan dolayı bir çok âlim ‘Ümmetin en fakihleri sahabelerdir’ diyerek bunda icma olduğunu belirtmişlerdir. Dili ve inceliklerini en iyi bilenler onlar olduğundan, Kur’an’ın ince ve derin manalarını da en iyi onlar kavrıyorlardı. Kullanılan erkek zamirlerinin, hem erkek hem de kadını kapsadığını ve çoğul sigası kullanmak istediklerinde erkek zamiriyle bunu ifade ettiklerini biliyorlardı. Bu istek, daha ziyade Allah’ın övgüsüne özel lafızlarla nail olmak ve Kur’an’da anılmak içindi.
Ben de kardeşimizin sorusunu okuduğumda bu şekilde hüsn-ü zanda bulundum. İmanının gereği olarak, yalnız erkek örneklerin kullanıldığı bir kitap değil de, kadınlardan da birçok örneğin yer aldığı bir çalışma olmasını istiyordu galiba. Rabbimden temennim bu kardeşimizi ve kardeşlerimizi ilk neslin imanlı ve saliha kadınları zümresinden kılmasıdır. Allahumme âmin.
Şunu söylemeliyim ki; İslam’da erkek için ne sabit olmuşsa kadın için; kadın için sabit olan hükümler de erkekler için geçerlidir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kadınlar, erkeklerin (ahkâm konusunda) ikiz kardeşleridir” (Ebu Davud) buyurmuştur.
Bu noktadan yola çıkarak; ‘Allah’a Adanmış Gençlikler’ kitabında zikredilen tüm meseleler, hem erkek kardeşlerimiz hem de bacılarımız için geçerlidir. Örneklerin genelde erkeklerden olmasına gelince; bu, İslam tarihinde kahraman ve adanmış kadınlar olmadığından değil, benim şahsi olarak bu konu hakkında bilgimin eksikliğindendir.
Bizler biliyoruz ki ilk neslin, Allah’ın ve Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem yanındaki konumları, sonrakilere göre farklıdır. Onlar henüz hayattayken: “Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular” (98/Beyyine, 8) şerefine nail olmuş insanlardır. Elbette onları bu mertebeye yükselten, yaşadıkları hayat ve halisane ifa ettikleri kulluklarıydı. Ancak Kur’an, onların üç yönünü ön plana çıkarmakta ve salih amelleri olarak övgü makamında zikretmektedir.
İman ettikten sonra karşılaştıkları eziyetlere Allah subhanehu ve teâlâ için sabretmeleri ve samimi duruşları.
Allah’ın emrinden sonra tereddüt etmeden hicret edip, yurtlarını ve geçmişlerini hiç bilmedikleri bir yurt ve tanımadıkları insanlar için terk etmeleri.
Kendi öz akrabaları olmalarına rağmen, Allah’ın subhanehu ve teâlâ emri geldiğinde onlarla cihad etmeleri ve Allah’ın rızasını tüm akrabalık bağlarına tercih etmeleri.
Evet, konuda örnekler verilirken genelde erkeklerin seçilmiş olması, kadınların bu şanlı sayfalarda yer tutmadığı anlamına gelmez. İslam toplumu, bu zorlu süreçleri kadını ve erkeğiyle yaşadı.
Mekke’nin zorlu günlerinde en şiddetli eziyetleri, Sümeyye radıyallahu anha annemiz eşi Yasir radıyallahu anh ile birlikte çekti. Öyle ki İslam’ın ilk şehidi olma şerefine bu kadın sahabe nail olmuştu. Yine Ömer radıyallahu anh, eniştesi Zeyd bin Said’e radıyallahu anh Müslüman olması nedeniyle eziyet ederken, kız kardeşi Fatıma da radıyallahu anha bundan nasibini aldı.
Hicret esnasında da kadınlar, kocalarını yalnız bırakmadılar. Genç, orta yaş ve yaşlı kadınlar, bu kutlu yolculukta erkeklerle beraberdi. Ümmü Seleme annemizin bir yıl süren hazin bekleyişi nasıl unutulabilir?
“Ebu Seleme, Medine’ye gitmek üzere hazırlıklarını tamamladı ve hanımı için bir deve hazırlayarak Ümmü Seleme’yi üzerine bindirdi. Oğlu Seleme’yi de annesinin kucağına verdi. Ancak Mekke’den çıkarlarken Ümme Seleme’nin akrabalarından, Mugire b. Abdillahoğulları’ndan bazı adamlar onları gördüler ve Ümmü Seleme’nin kocasıyla gitmesine engel oldular. Bunun üzerine, Ebu Seleme’nin akrabaları da oğlu Seleme’yi zorla annesinden alıp götürdüler. Muğireoğulları, buna karşılık Ümmü Seleme’yi götürüp kendi evlerinde hapsettiler. Böylece, onu hem kocasından hem de oğlundan ayırmış oldular. Ümmü Seleme, her sabah çıkıp Abtah denilen yerde oturur, akşama kadar gözyaşı dökerdi. Bu hâl yaklaşık bir yıl sürdü. Nihayet her iki tarafın akrabaları, Ümmü Seleme’ye acıyarak oğlunu kendisine teslim ettiler ve kocasının yanına gitmesine izin verdiler. Ümmü Seleme, oğlunu yanına alarak bir deveye bindi ve tek başına yola çıktı.” (İbni Hişam)
Allah yolunda cihad konusunda da onlar erkeklerden geri kalmadılar.
Aişe radıyallahu anha annemiz anlatıyor:
“Bir gün Rasûlullah’a gelip şöyle dedim: ‘Allah’ın kitabında cihaddan daha faziletli bir amel bilmiyorum. Biz de cihada çıksak olmaz mı?’ Allah Rasûlü: ‘Sizin cihadınız makbul hacdır’ diyerek cevap verdi.” (Buhari, Ahmed.)
Ancak onlar her fırsat bulduklarında Allah yolunda cihada çıktılar ve bu şerefli amelden geri durmadılar. Bu kahramanlardan biri de ensarın seçkinlerinden Ümmü Umara radıyallahu anha idi. O; Uhud, Hudeybiye, Huneyn ve Yemame savaşlarına katıldı ve nice kahramanlıklar gösterdi. Uhud gününde birçok erkeğin kaçtığı yerde o, sabit kaldı ve çocuklarıyla beraber Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem korudu. Allah Rasûlü, onun bu çabasına tebessüm etti ve şu cümleler döküldü mübarek ağzından:
“Ümmü Umara/Nuseybe binti Ka’b, falanca ve falancadan daha üstündür bugün.”
“Allah’ım, onu ve çocuklarını cennette bana komşu kıl.”
Kendisi nasıl savaştığını şöyle anlatır:
“Uhud günü insanlar dağıldı. Allah Rasûlü’nün etrafında on kişiden az insan vardı. Ben, eşim ve iki çocuğum, onun önünde durmuş, onu korumaya çalışıyorduk. Bir adam kaçıyordu. Allah Rasûlü, ona seslendi ve: ‘Kalkanını savaşanlara ver’ dedi. Benim kalkanım yoktu. O kalkanı aldım ve onu, Allah Rasûlü’ne siper yaptım.” (Siyer A’lam En-Nübela)
Ömer radıyallahu anh, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem, Uhud’u anlatırken: “Nereye baksam orada Ummü Umara’nın savaştığını görüyordum” dediğini nakletmiştir.
Uhud günü gösterdiği çabanın karşılığında Allah Rasûlü: “Kim senin yapabildiğin kadarını yapabilir ey Nuseybe!” diyerek, onun gayretini takdir etmiştir.
Eziyetlere sabır, hicret ve Allah yolunda cihad hususunda Allah’a adanmış nefislerin yaptıkları, erkeklerin yaptıklarından az değildir asla.
Ancak ben bu yazımla; kardeşlerime, değeri kadınlarımız tarafından tam anlaşılamamış bir adanmışlık biçiminden bahsedeceğim.
Unutulmuş Bir Adanmışlık Biçimi: Annelik
Elbette kadınlarımız İslami mücadele sahasında erkeklerimizin yaptıklarını yapabilir ve dinlerine hizmet edebilirler. İslam’ın zirvesi olan cihad da dahil olmak üzere tüm hizmetler için geçerlidir bu. Ancak İslam’da evla olanlar, evla olmayanlara takdim edilmelidir. Bir kadının, en güzel adanma biçimi olan annelik vazifesinin öneminin farkında olması ve bu vazifeyi yerine getirmeye çabalaması, onun için en evla/öncelikli olandır.
İslam tarihinde hizmetleriyle göz doldurmuş âlim, komutan ve hizmet fedailerinin her birinin arkasında, kendini anneliğe adamış bir kadın olduğu unutulmamalıdır.
Allah Rasûlü’nün en sevdiği hizmetlisi, sırlarının muhafızı, evinin evladı Enes bin Malik radıyallahu anh kimin eseriydi? Ümmü Süleym/Rümeysa radıyallahu anha… Henüz on yaşında olan oğlunu, Allah Rasûlü’ne getiren ve onun hizmetine sunan kadın.
Sahabenin en seçkinlerinden olan, cennet gençlerinin efendisi, İslam tarihini tek başına yazan kahraman Hüseyn’i kim terbiye etti? Koca bir ümmete saltanat ile hilafet arasındaki farkı öğreten ve bunu yaptığında henüz genç olan, Peygamberimizin reyhanı Hüseyin…
Bizler, savaş zamanında İslam için cenk meydanlarında koşturan, normal zamanlarda ise ilim talep eden ve Peygamberimizin yanından ayrılmayan Ali’den radıyallahu anh çok, anneleri Fatıma’nın radıyallahu anha bu çocuklarla ilgilendiğini biliyoruz.
Ya Abdullah bin Zübeyr bin Avvam… Haccac’ın zulmüne boyun eğmeyen, Allah Rasûlü’nün yıktığı cahiliyenin, pak İslam üzerinde yeniden hortlatılmasına müsaade etmeyen genç… O yiğidin arkasındaki asıl faktör, sıddıkların evinde yetişmiş Esma binti Ebu Bekir radıyallahu anha değil miydi?
Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem kendisinden söz ettiği ve ashabına: “Onun duasını alın, sizin için istiğfarda bulunsun” dediği genç Uveys, annesinin eseri değil miydi? (“Yemen’den destek bölükleri geldikçe, Ömer b. El-Hattab: ‘Üveys b. Amir içinizde mi?’ diye sordu. Sonuçta Üveys’i buldu ve ona: ‘Sen, Üveys b. Amir misin?’ diye sordu. O da: ‘Evet’ dedi. Sonra aralarında şu konuşma geçti: ‘Ben, Rasûlullah’ın şöyle dediğini işittim: ‘Yemen’den gelen destek bölükleri içerisinde size Üveys b. Amir adında biri gelecektir. Kendisi, Murad kabilesinin Karan kolundandır. Alaca hastalığına tutulmuşsa da iyileşmiştir. Hastalığın izi, sadece bir dirhem miktarı bir yerde kalmıştır. Onun bir annesi vardır; ona son derece iyi bakar. O, (bir şeyin olması için) Allah’a dua etse, Allah, onun duasını kabul eder. Senin için mağfiret dilemesini temin edebilirsen, fırsatı kaçırma, bunu yap.’ Üveys, şimdi lütfen, benim için istiğfar et.’ ” (Müslim))
Hadis tarihinin büyük imamı Buhari rahimehullah, babası küçük yaşta vefat etmiş ve yetim olarak annesinin terbiyesinde büyüyen bir çocuk değil miydi? Annesi, kendini oğlunun terbiyesine adadı ve kıyamete kadar arkasında ecir olacak bir hadis imamı yetiştirdi.
Ve son olarak Seyyid Kutub… Tek başına bir ümmet olan, hayatını Kur’an’ın gölgesine adayan ve Kur’an’ın en açık hakikati olan tevhid uğruna can veren âlim. Herkesin sustuğu bir zamanda her şeyini İslam’a feda eden bu kahramanın arkasındaki şey neydi? Kendisine kulak verelim; Annesinin vefatından sonra ona hitaben şöyle demiştir:
‘Anneciğim! Beşikte bir bebek olduğum günden bu yana benim çok özel bir şahsiyet olduğumu bana aşıladın. Doğumumla başlayan emellerini/hedeflerini sürekli bana anlatırdın. Öyle ki zihnimde büyük bir insan olduğum çağrışır ve büyüklüğün külfetlerine tahammül etmek zorunda olduğumu anlardım.’ (El-Etyafu’l Erbaa)
Bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak Meryem annemizden başlamak üzere, İslam tarihinde güzel bir eser bırakmış her çocuğun arkasında, kendisini çocuğun terbiyesine adamış bir anne olduğu kesindir. ‘Adamlar, tarihi; adamları ise, anneleri meydana getirir’ diyen ne de doğru söylemiş.
Maalesef Müslüman kadınlar, bu nimetin ve kutsal hizmetin yeterince farkında değillerdir. Şeytan onları, yapamayacaklarıyla meşgul edip yapabileceklerinden alıkoyuyor. Allah yolunda cihada çıkmak yerine, cihadın mimarı olacak komutanlar yetiştirmek, kadın için daha kolay ve fıtratına daha uygundur. Sözde ilim meclislerinde âlim olma düşüncesiyle evini ve çocuklarını ihmal etmektense, ilim aşığı ve ümmete rehberlik edecek âlimler yetişmesini sağlamak, bir annenin rahatlıkla başarabileceği ve ümmete takdim edeceği hizmetlerdendir. Kermeslerde, programlarda veya seminerlerde sosyalleşmek adına yapılan ve evde bekleşen çocukların ihmal edildiği çalışmalardansa hizmet fedaisi gençler yetiştirmek, bir annenin evla olanla amel etmesidir. (Zamanının büyük bir kısmını kendi çocukları olmasına rağmen Müslümanların çocuklarına ve hanım kardeşlerimizin eğitimlerine ayıran kıymetli bacılarımızı, bundan istisna tutarız. Zira burada kastedilen, çocuklarını ihmal etme pahasına başkaları için çabalayan hanımlardır. Allah’a hamd olsun ki evli olup da Müslümanların işleriyle ilgilenen bacılarımızın hemen hemen her birinin, parmakla gösterilen çocukları vardır. Rabbimden onların amellerini kat kat arttırmasını temenni ediyorum.)
Müslüman kadının hizmetlerini küçümsemiyor ve asla kadının yeri evidir demek istemiyorum. Bu din, erkeklerin olduğu kadar kadınlarındır da. Bu medeniyetin bir omuzu erkeklerse diğer omuzu, hatta temeli kadınlarımızdır. Benim anlatmaya çalıştığım, kadının ümmetin öncülerini yetiştirme imkânına sahip olduğu, en büyük hizmeti küçük hizmetlerle değişmemesi gerektiğidir.
Henüz bekâr olan kardeşlerimiz, bu ümmete yetiştirecekleri çocukları hayal etmeli ve hedefleri doğrultusunda kendilerini yetiştirmelidirler. Annelik, eğitim işidir ve ancak eğitilmiş olanlar eğitebilirler. Şayet ebeveynleriniz sizi iyi yetiştirmişse onlardan öğrendiklerinizle kendi seviyenizde bir çocuk yetiştirebilirsiniz. Daha iyisini ve öncülerden olacak kişileri yetiştirmeyi hedef edinmişseniz daha fazlasını yapmanız ve kendinizi iyi eğitmeniz gerekiyor demektir.
Büyük insanların hayatları iyi okunmalı, şahsiyet tahlili yapılan biyografi eserleri incelenmeli ve önemli şahsiyetleri şekillendiren değerler listesi çıkarılmalıdır. Bunların bir insana nasıl kazandırılacağına dair eğitimcilerin yazılı ve görsel eserlerinden istifade edilmelidir. En önemlisi, henüz anne olmadan, verilmek istenen değerleri kendi hayatlarına geçirmelidirler. Çünkü ‘çocuklar kulaktan değil, gözden terbiye olurlar.’ Bir anne adayı, ümmete nasıl bir çocuk takdim etmek istiyorsa, ona göre ahlaklanmalı ve yaşamını programlamalıdır.
Örneğin; bu ümmete âlim yetiştirme gayesi olan bir anne, öncelikle bilgiye değer vermeli; çocuğu, annesini andığında aklına ilk gelen şeyin, onun kitap okuma veya ders dinlemesi olmalıdır. Kendisi bilgiye değer vermeyen, kitaplardan uzak olan ve ilmî bir ortamı olmayan bir annenin -Allah’ın rahmet etmesi ve takdiri müstesna- âlim bir çocuğu olamaz.
Bunun gibi tüm önemli şahsiyetleri hedefleyen annelerin, değişime kendi hayatlarından ve ahlaklarından başlamaları gerekir.
En önemli olansa dualarını çoğaltmaları, içtenlikle yalvararak Allah’tan salih ve hayırlı bir evlat istemeleri, muttakilere önder olacak nesiller için niyazda bulunmalarıdır.
“Ve onlar: ‘Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, göz aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl’ diyenlerdir.” (25/Furkan, 74)
Kalpler Allah’ın elindedir ve Allah subhanehu ve teâlâ için zor yoktur. Arzu etiğimiz nesiller dünyaya gelmeden, onları dualarımızda oluşturmalı, böylece hâlimizi ve arzumuzu Allah’a arz etmeli ve Allah’a dua ederken bir yandan da hedefimizi kendimize hatırlatmalı ve canlı tutmalıyız.
Sözümüzün sonu; Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
İlk Yorumu Sen Yap