ÜMMETİN EMİNİ: EBÛ UBEYDE İBNU’L CERRÂH

 عبيدة بن الجرّاح Ebû Ubeyde Âmir ibni Abdillâh ibni el-Cerrâh (ö. 18/639)

Ümmetin Emini Ebû Ubeyde İbnu’l Cerrâh’ın (ra) hayatını anlatmaya devam ediyoruz. Geçtiğimiz yazımızda Ebû Ubeyde’nin (ra) Allah Resûlü’nün (sav) vefatından sonra Ebû Bekir (ra) ve Ömer (ra) dönemlerindeki mücadelesinden bahsetmiştik.

Ebû Ubeyde (ra) Raşid Hilafet Dönemi’nde yılmadan yorulmadan mücadele etmişti. Şartların ve şahısların değişmesiyle Ebû Ubeyde (ra) değişmemiş, fedakârlığını aynı şekilde sürdürmüştü. Amirken de memurken de sorumluluğunu aynen yerine getirmişti. Hiçbir zaman dünyayı istememiş daima ahireti arzulamıştı. Dünya asla onu değiştirememiş, o dünyayı değiştirmişti. Bu samimiyetinden ötürü en hayırlı insanlardan biri olmuştu. Muâz (ra) onun hakkında ne güzel söylemişti:

“Harika işler Ebû Ubeyde’ye yönelir, başka birine değil, Allah onu bağışlasın. Vallahi o, yeryüzündeki en hayırlı insanlardan biridir.”[1]

Bu yazımızda Ebû Ubeyde’nin (ra) hayatından Kudüs’ün fethini ve Ömer’le (ra) samimiyetini anlatmaya çalışacağız. Rabbim anlamayı ve yaşamayı bizlere kolaylaştırsın.

Kudüs’ün Fethi

Ömer (ra) Yermuk Savaşı’ndan sonra Şam Emîrliği’ni Ebû Ubeyde’ye (ra) vermişti. Ebû Ubeyde (ra) orada fetihten fetihe koşuyordu. Birçok beldenin kapısını İslam’a açmıştı. Ebû Ubeyde (ra) Hicri on beşinci senede Şam’dan sonra Kudüs’e yöneldi. Artık sıra Rumların elinde olan Kudüs’e gelmişti. Onlara bir mektup yazarak İslam’a davet etti. İslam’a girmedikleri takdirde cizye vereceklerini, cizye vermedikleri takdirde kendileriyle savaşacaklarını haber verdi.

Kudüslüler Ebû Ubeyde’nin (ra) bu çağrısına icabet etmediler. Bunun üzerine Ebû Ubeyde (ra) ordusunu hazırlayıp Kudüs’e doğru yola çıktı. Kudüs’e varınca orayı kuşatma altına aldı. Şehir halkına baskı yaptı. Rumlar İslam ordusuna karşı çıkamayacaklarını anladıkları için artık anlaşmaya razı olmuşlardı. Müminlerin Emîri Ömer ibni Hattâb’ın (ra) kendilerine gelip anlaşma yapıp şehri kendisine teslim etmek şartıyla barış yapacaklarını söylediler.

Ebû Ubeyde (ra) bu durumu mektupla Ömer’e bildirdi. Ömer (ra) etrafındakilerle istişare ettikten sonra Kudüs’e gelip anlaşma yaparak şehri teslim almayı uygun gördü. Bunun üzerine yola çıkıp Kudüs’e geldi.

Kudüs’e geldiğinde tüm şehir halkı onu karşılamaya çıkmıştı. O, Mescid-i Aksâ’ya yöneldi. Allah Resûlü’nün (sav) İsrâ Gecesi girdiği kapıdan Mescid-i Aksâ’ya girdi. Dâvûd’un (as) mihrabında tahiyyet’l-mescid namazı kıldı. Ertesi gün sabah namazını kıldırmış ve ilk rekâtta Sâd Suresi’ni ikinci rekâtta ise İsrâ Suresi’ni okumuştu. Hristiyanların Yahudilere tepki olarak çöplüğe çevirip kirlettikleri kutsal mekânları kendi eliyle temizledi.[2]

İşte böylece, Kudüs, Ömer’in (ra) hilafetinde ve Ebû Ubeyde’nin (ra) komutanlığında fethedilmişti. Bu iki yüce şahsiyetin eliyle Beytu’l-Makdis’in kapısı tam manasıyla İslam’a açılmıştı. Allah Resûlü’nün (sav) İsrâ Gecesi’nde semaya yükseldiği yer şirkten temizlenmiş tüm kötülüklerden arındırılmıştı. İslam’ın ilk kıblesinde artık Allah Resûlü’nün (sav) imamlığında nebilerin (as) örnekliğinde tevhid ve sünnet üzere kulluk edilecekti. Sahih bir iman ve samimi bir takva üzere ibadetler ifa edilecekti. Bu durum Ebû Ubeyde’nin (ra) gözlerinden yaşlar boşalmasına sebep olmuştu.

Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir gün biri onun yanına girdi ve onu ağlarken buldu. Ona, ‘Ey Ebû Ubeyde, seni ağlatan nedir?’ diye sordu. O da, ‘Ağlıyorum, çünkü Allah Resûlü’nün (sav) bir gün Allah’ın Müslimlere fetihler vereceğini, onlara nimetler bahşedeceğini ve Şam’ı da fethetmelerini nasip edeceğini haber verdiğini hatırladım.’ dedi.”[3]

Bugün, Ebû Ubeyde (ra) ve onunla omuz omuza mücadele eden sahabenin kutlu hatırasını yâd ederken, yüreğimizde kanayan yaramız Mescid-i Aksâ’yı hatırlıyoruz. Ne yazık ki bugün, Aksâ o günkü arılığından temizliğinden uzaktır. Necis postallar onun mukaddes topraklarını çiğnemekte, her geçen gün mahremiyetinden bir parça daha koparılmaktadır. Aksâ, yüreği imanla çarpan samimi müminleri beklemektedir. Kendisini tekrar fethedip özgürlüğüne kavuşturacak, onur ve izzetini yeniden kazandıracak muvahhidleri çağırmaktadır. Maymun ve domuzların nesli olan Yahudilerin ve yahudileşmiş yandaşlarının tamamen defedilmesini ummaktadır. Arzının samimi secdelerle, semasının tekbir sesleriyle süslenmesini özlemle arzulamaktadır.

Rabbimizden dileğimiz, bu hayırlı inkılaba bizi de bir nebze olsun vesile kılmasıdır. Beytu’l-Makdis’in bir kez daha tevhidin ve sünnetin bayrağını taşıyan kutlu bir beldeye dönüşmesidir. İmanla ve huzurla anılan, safiyetin ve samimiyetin nuruyla aydınlanan bir belde olmasıdır. Fethedildiği gün gibi arı duru pak bir kulluğun mekânı olmasıdır.

Adaletin ve Emniyetin Simgeleri: Ebû Ubeyde ve Ömer

Ebû Ubeyde, Ömer’in emrinde mücadelesine aynen devam ediyordu. Kudüs’ten sonra diğer bölgeleri de fethetmek için harekete geçmişti. Rumlar ona karşı toplanmıştı ama Ebû Ubeyde (ra) Ömer’in (ra) nasihatleriyle durmadan yine yoluna devam etmişti.

“Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh, Ömer ibni Hattâb’a Rumların toplanması ve onlara dair korkularıyla ilgili mektup yazmıştı. Ömer ibni Hattâb ona şöyle cevap yazdı:

‘Bundan sonra! Şüphesiz ki mümin bir kul zorluk durumuna düşerse Allah mutlaka o zorluktan sonra bir kolaylık kılar. Ve şüphesiz ki bir zorluk iki kolaylığa galip gelmez. Şüphesiz ki Allah (cc) Kitab’ında şöyle buyurmuştur:

‘Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın/birbirinize sabrı tavsiye edin ve nöbet tutun. Allah’tan korkup sakının ki kurtuluşa eresiniz.’[4] ’ ”[5]

Ebû Ubeyde, Ömer’den (r.anhuma) aldığı bu öğütlerle kâfirlere karşı savaşımını sürdürüyordu. Çok şey öğrenmişti Ömer’den. Ömer (ra) ona daima hayırlı hatırlatmalarda bulunuyordu.

Târık ibni Şihâb’dan şöyle rivayet edilmiştir:

“Ömer ibni Hattâb Şam’a doğru yola çıkmıştı ve yanımızda Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh da vardı. Bir su geçidine geldik. Ömer devesinin üzerindeydi. Devesinden indi, mestlerini çıkarıp omuzuna koydu ve devesinin yularını tuttu. Su geçidinden bu şekilde geçti. Bunun üzerine Ebû Ubeyde şöyle dedi:

‘Ey Müminlerin Emîri! Sen böyle mi yapıyorsun? Mestlerini çıkarıyor, omuzuna koyuyor, devenin yularını tutarak suya giriyorsun. İnsanlar seni görseydi bundan hoşnut olmazdım.’

Bunun üzerine Ömer şöyle dedi:

‘Vah, vah! Bunu senden başka kimse söyleseydi ey Ebû Ubeyde! Ben bunu, Muhammed (sav) ümmetine bir ders olsun diye yapıyorum. Bizler, insanlar arasında en zelil olanlardık. Allah bizi İslam ile aziz kıldı. Eğer Allah’ın bizi izzetlendirdiği şeyden başka bir yolla izzet arayacak olursak, Allah bizi tekrar zelil kılar.’ ”[6]

İşte Ömer ibni Hattâb ve Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh (r.anhuma)… İslam tarihinin bu iki yüce şahsiyeti sadece birer İslam kardeşi değillerdi. Rivayetlerden de okuduğumuz gibi aynı zamanda gönülleri Allah’a (cc) adanmış, aynı safta omuz omuza mücadele eden dava arkadaşlarıydılar. Ömer (ra) cesareti ve adaletiyle İslam’ın yücelmesini sağlayan bir liderdi; Ebû Ubeyde (ra) ise sadakati ve özverisiyle hayırlı bir yardımcıydı. Ömer’in gözünde apayrı bir yere sahipti. Rivayetlere baktığımızda bunu açıkça görebiliyoruz.

Evvela Ömer (ra) onu vali olarak görevlendirdiğinde imtihan etmişti de onun takdire şayan bir davranışına şahit olmuştu.

Mâlik ibni Enes’ten şöyle rivayet edilmiştir:

“Ömer ibni Hattâb (ra) Ebû Ubeyde’ye (ra) dört bin dirhem ve dört yüz dinar gönderdi ve gönderdiği kişiye, ‘Bak bakalım, ne yapacak.’ dedi. Ebû Ubeyde bu paranın hepsini dağıttı. Ardından Ömer (ra) aynı miktarda parayı Muâz ibni Cebel’e gönderdi ve gönderdiği kişiye yine aynı şeyi söyledi. Muâz da bu parayı dağıttı. Ancak karısı bazı ihtiyaçlar için bir kısmını ayırdı. Elçi, gördüklerini Ömer’e (ra) anlatınca, Ömer ‘İslam’da böyle davranan kimseleri var eden Allah’a hamdolsun.’ dedi.”[7]

Sonra Ömer (ra) Ebû Ubeyde’nin (ra) ardından bir topluluğun içerisinde onu ve onun gibi kimselerin yanında olmasını istediğini söylemişti.

İbni Ebî Necîh’ten şöyle rivayet edilmiştir:

“Ömer (ra) bir gün ashabına, ‘Temennide bulunun.’ dedi. Bunun üzerine her biri bir şeyler temenni etmeye başladı. Ardından Ömer, ‘Ancak ben, Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh gibi adamlarla dolu bir ev temenni ediyorum.’ dedi. Bunun üzerine onlar, ‘Sen İslam için hayırdan başka bir şey istemedin.’ dediler. Ömer de (ra), ‘Tam da bunu kastettim.’ diye karşılık verdi.”[8]

Sonra Ömer (ra) vefatına yakın bir zamanda tıpkı Ebû Bekir (ra) gibi Ebû Ubeyde (ra) yaşamış olsaydı kendisinden sonra onu halife bırakacağını söylemişti.

Sâbit ibni Haccâc’dan şöyle rivayet edilmiştir:

“Bana ulaştığına göre, Ömer ibnu’l Hattâb (ra) şöyle demiştir:

‘Eğer Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh’a yetişseydim, onu halife olarak tayin ederdim ve bu konuda kimseyle istişare etmezdim. Eğer onun hakkında bana sorulursa, Allah’ın ve Resûlullah’ın (sav) emîni olan kişiyi halife yaptım, derdim.’ ”[9]

Şehr ibni Havşeb’den rivayetle Ömer ibni Hattâb şöyle dedi:

“Eğer Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh’a yetişseydim onu halife tayin ederdim. Rabbim bana onun hakkında soracak olsaydı, Peygamberinin (sav), ‘O bu ümmetin eminidir.’ buyurduğunu işittim, derdim.”[10]

Ebû Ubeyde’nin (ra) bu konudaki eminliğine sadece Ömer (ra) değil, aynı zamanda başka sahabiler de şahitlik etmiştir.

İbni Ebî Muleyke’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Âişe’ye (r.anha), ‘Allah Resûlü (sav) bir halife tayin edecek olsaydı, kimi tayin ederdi?’ diye soruldu. O, ‘Ebû Bekir’i.’ dedi.

Sonra kendisine, ‘Ebû Bekir’den sonra kimi?’ diye soruldu.

O, ‘Ömer’i.’ dedi.

Sonra, ‘Ömer’den sonra kimi?’ diye soruldu.

O da, ‘Ebû Ubeyde ibnu’l Cerrâh’ı.’ dedi. Daha sonra sözünü burada bitirdi.”[11]

Ömer’in (ra) Ebû Ubeyde’ye (ra) olan sevgisi ve güveni gerçek bir kardeşliğin simgesiydi. Birçok sözünde ve davranışında ona olan samimiyetini dile getirirdi. Beraber ortaya koydukları bu mücadele İslam kardeşliğinin en saf tezahürlerinden biri olarak tarih sayfalarına kazınmıştı. Allah yolundaki kardeşliğin en güzel örneklerinden biri olarak günümüze kadar ulaşmıştı.

Adalet ve emanet bilincinin İslam toplumunda nasıl bir temel taşı oluşturduğunu Ebû Ubeyde (ra) ve Ömer (ra) üzerinden bir kez daha görmüş oluyoruz. Bu kıymetli şahsiyetler biz muvahhidler için güçlü birer örnek teşkil etmektedir. Sabır ve tevekkülle her zorluğun aşılabileceğini bizlere müjdelemektedir. İslam kardeşliğinin yalnızca sözden ibaret duygusal bir bağ olmadığını, Allah yolunda omuz omuza amansızca mücadele etmeyi gerektiren bir asıl olduğunu göstermektedir. Bu husus yerine getirildiğinde İslam ümmetini nasıl yücelttiğinin en güzel ispatıdır. Bizler bugün aynı bilinçle hareket etmeli ve bu örnekleri hayatımıza taşımalıyız.

Devam edecek inşallah…


[1]         .    Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 3/383

[2]         .    bk. El-Bidâye ve’n Nihâye, İbnu Kesîr, Dâru İhyâi’t Turâs, 7/65

[3]         .    Ahmed, 1696

[4]         .    3/Âl-i İmrân, 200

[5]         .    Malik, 964

[6]         .    Hakim, 207

[7]         .    Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 3/382

[8]         .    Hakim, 5144

[9]         .    Hakim, 5165

[10]       .    Et-Tabakâtu’l Kubrâ, İbnu Sa’d, Mektebetu’l Hâncî, 3/382

[11]       .    Fedailu’s Sahabe, Nesai, Dar’ul Kutubi’l İlmiyye, s. 30

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver