Uhud Savaşı Özelinde Emîre İtaatin Önemi

Hamd, Allah’a; salât ve selam, O’nun Resûl’üne olsun…

Uhud Savaşı’nda zafer ibresini müminlerden müşriklere çeviren en önemli hadise hiç şüphesiz okçuların tepeyi terk etmesiydi. Ortaya çıkan sonuç, hatalar silsilesinin son noktası olmakla beraber ilk halkanın, Uhud tepesinde bulunan müminlerin, Peygamber’in (sav) emrine muhalif davranması olduğunu söylemek gerekir.[1]

Bera ibni Azib’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Harp başladı ve ilk saldırıda Müslimler müşrikleri yenilgiye uğrattılar. Vallahi ben o sırada düşman ordusundaki müşrik kadınları gördüm ki onlar elbiselerini toplamış; bacaklarındaki halhalları, baldırları görünecek şekilde açmış bir hâlde -ya bozgun askere moral vermek için ya da kaçarak Uhud Dağı’na çıkmak için- süratle koşuyorlardı.

Müslimlerin bu galibiyeti üzerine Abdullah ibni Cübeyr’in kumandasındaki piyade okçular birbirlerine, ‘Kardeşler, ganimet, ganimet! Cephedeki kardeşlerimiz düşmanı yendi. Daha ne bekliyorsunuz? Gidelim, biz de ganimete konalım.’ dediler.

Abdullah ibni Cübeyr (ra) bunlara karşı, ‘Kardeşler! Resûlullah’ın (sav) size verdiği emri unuttunuz mu?’ dediyse de yanındakiler, ‘Vallahi kardeşlerimizin yanına mutlaka gideceğiz, ganimetten bize düşeni elbette alacağız.’ diye ısrar ettiler ve emredildikleri şeyi bırakarak ordunun içine daldılar. Onlar varır varmaz, yüzleri geldikleri tarafa çevrildi. Ve ordunun bütün kuvvetleri yenilmiş bir hâlde Medine’ye yönelerek geri dönmeye başladı.

Bu kötü vaziyet ânındaydı ki Resûlullah (sav) askerin geri kalanlarını, ‘Ey Allah’ın kulları! Bana geliniz. Ey Allah’ın kulları, bana geliniz! Ben Allah’ın Resûlü’yüm. Her kim geri döner de düşmana hücum ederse ona cennet vardır!’ diye çağırıyordu. O sırada Resûlullah’ın (sav) yanında on iki kişiden başka kimse kalmamıştı.”[2]

Bu hadiseye baktığımızda sahabilerin düştüğü hatanın bariz bir biçimde emîre itaatsizlik olduğunu görmekteyiz. Emîre itaatle ilgili yaşanan sıkıntıların yol açacağı problemleri tahmin etmek oldukça zordur. Kimi zaman Uhud Savaşı’nda olduğu gibi ağır sonuçlarla karşılaşma ihtimali vardır. Bu nedenle İslam, emîre itaat mefhumunu farklı şekillerde işlemiş ve önemini her seferinde vurgulamıştır. Siyer tarihi de olumlu ve olumsuz örnekleriyle emîre itaat meselesinin pratiğini bize göstermektedir.

Emîre itaat neden önemlidir?

Allah (cc), insanı akıllı bir varlık olarak yaratmıştır. O, organlarıyla çevresindeki olayları algılar ve aklıyla da bunları değerlendirir. Karşılaşılan herhangi bir durum hakkında fikir yürütmek gerekse yeryüzündeki insan sayısı kadar görüşün ortaya çıkma ihtimali vardır.

Aynı zamanda insan ihtilaf etmeye ve tartışmaya meyyaldir. Kur’ân ve sünnet çeşitli konularda hükümler indirerek ihtilafların bir kısmına son vermiştir. Ancak hakkında nas bulunmayan meselelerde herkes görüş beyan edebilir. İşte bu durum kontrol edilemezse kargaşaya sebebiyet verir. Buna en güzel şekilde işaret eden şu ayet-i kerimedir:

“Şayet (göklerde ve yerde) Allah’ın dışında ilahlar olsaydı (düzen) bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdığı sıfatlardan münezzehtir.”[3]

Yerdeki ve gökteki varlıklar akıldan yoksun olmalarına rağmen, ihtilaf ve çekişmenin yaşanacağı bir hakikat ise insanın olduğu yerde ihtilaf ve çekişme kaçınılmazdır.

Şeriat bu aşamada emîrlik müessesesini devreye sokmuş ve insanların aralarındaki ihtilafları en aza indirmeyi hedeflemiştir.

İslam tüm insanlık için bir hayat nizamıdır. Son dindir ve mükemmeldir. Toplumsal hayat içerisinde herhangi bir boşluk bırakmaz ve buna izin vermez. Toplumsal düzenin olması için de emîrlik müessesesi olması kaçınılmazdır.

İslam buna o kadar çok önem vermiştir ki günlük yaşamda karşılaşılan basit vakalarda dahi emîrliğin hayata geçirilmesini öğütlemiştir:

Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Sizden üç kişi yolculuğa çıktığında, içlerinden birini emîr seçsinler.”[4]

İnsanların birkaç günlük yaşamlarında dahi emîrsiz kalmalarını kabul etmeyen bir nizam, elbette başıboş bir şekilde ömür tüketmelerine de müsaade etmeyecektir. Hakikat bu olmakla beraber emîr seçmek ve sonrasında ona itaat etmek oldukça zordur. Çünkü insan, kendisi gibi bir varlığa tabi olmak istemez. Kendisinde eksiklik görmez. Tam tersine hep daha güzel yönlerini düşünür. Emîr adayının ise eksiklerini saymakla bitiremez. Emîrlik müessesesini bize vazeden de insanı en iyi tanıyan da Allah’tır (cc). O sadece emretmekle bırakmamış, bunu kolaylaştıracak adımları da insanoğluna sunmuştur.

Öncelikle, bizzat Kitab’ında kendisi ve Peygamber’iyle aynı cümlede, müminlerden olan emîrleri de zikretmiş ve onlara itaati emretmiştir:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin. Sizden olan (Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen) yöneticilere de (itaat edin). Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, şayet Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanıyorsanız (o meseleyi çözmek için) Allah’a ve Resûl’e götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.”[5]

“Ey iman edenler!” hitabıyla tüm dikkatlerini Rabblerinden gelecek çağrıya yönelten müminler, kendileri gibi iman etmiş emîrlere itaat etmeleri gerektiğini, Rabblerinden bir farz olarak almışlardır.

Rabbimiz (cc) hükmünü bu şekilde bırakmamış, Peygamber (sav) aracılığıyla, emîre itaat ve isyan konusunu, Allah’a itaat ve isyana bağlamıştır:

Resûlullah (sav) sahabeye şöyle hitap etmiştir:

“ ‘Sizler şahit misiniz ki bana itaat Allah’a itaattir ve bana isyan da Allah’a isyan etmektir.’

Sahabe, ‘Evet, ey Allah’ın elçisi!’ diye cevap verdi.

Resûlullah (sav) devamla şöyle buyurdu: ‘Öyleyse şahit olun ki, emîre itaat, bana itaat; emîre isyan da bana isyan etmektir.’ ”[6]

Kitap ve sünnet, ehliyet kavramına sıklıkla vurgu yapar. En basit işte dahi o işin ehlinin görevlendirilmesini ister:

“Şüphesiz ki Allah, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletli olmanızı size emreder. Allah, bununla sizlere ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi gören) Basîr’dir.”[7]

“Resûlullah’a (sav), ‘Kıyamet ne zaman?’ diye sorulduğunda cevaben, ‘Emanetler zayi edildiği zaman kıyameti bekle.’ diye cevap vermiştir.

‘Emanetin zayi edilmesi nedir ya Resûlullah?’ diye sorulunca da, ‘İşlerin ehil olmayan kimselerin eline geçmesidir.’ buyurmuştur.”[8]

Ama mesele emîrlik olunca ehliyet olmasa bile itaatin gerekliliğine vurgu yapılır:

Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Sizin aranızda Allah’ın Kitabı’yla hükmettiği sürece başı kuru üzüm tanesi kadar olan Habeşli bir köle dahi emîr olarak tayin edilse işitiniz ve itaat ediniz.”[9]

Aslen hür olmayan bir kişinin emîr olması zaten mümkün değildir. Fakat burada bir köle, hatta kölelerin içerisinden en değersiz olarak görüleni, bedensel bir özrüyle beraber örnek olarak ileri sürülmüş ve meselenin çok daha net anlaşılması sağlanmak istenmiştir.

Allah (cc) zulmü kendi nefsine haram kılmıştır. O her şeyin Rabbiyken bir şeyleri kendi nefsine haram kılıyorsa bu, kulları için hayli hayli haramdır:

Ebu Zerr’den (ra) rivayet edilen kudsi bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

“Ey kullarım! Ben kendi zatıma zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım. Ey kullarım! Birbirinize zulmetmeyin.”[10]

Allah (cc) zulmü kendi nefsine haram kılmakla yetinmemiş, mümin kullarına da zulüm karşısında nasıl davranmaları gerektiğini haber vermiştir:

Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et… Zalime yardım etmek, yaptığı zulümden menetmek ve ona nasihat etmektir.”[11]

Ama tüm bunlara rağmen zulmeden bir emîr olduğunda ise işin rengi bir ânda değişmektedir:

Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“ ‘Benim sünnetime tabi olmayanlardan, kalbi şeytan kalbi gibi olup insan cinsinden birtakım yöneticiler gelecektir.’

Bunun üzerine sahabiler ne yapmaları gerektiğini sordular.

Resûlullah, ‘Emîrin senin malını da alsa, sırtına da vursa sen dinle ve itaat et.’ buyurdu.”[12]

Zalim bir yöneticinin, Müslimlere verebileceği birçok zarar olabilir. Ancak maslahat mefsedet dengesi gözetildiğinde emîrsizlik hâlinde ortaya çıkacak olan kaosun verdiği zarar, zalim bir idarecinin verdiği zarardan katbekat fazla olacaktır.

Bir mümin için en büyük nimet hidayettir. O yüzden küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi görür. Cahiliye deyince de tüyleri diken diken olur. O bataklığa düşmemek için elinden gelen her şeyi yapar. İslam, bu şiara o kadar önem verir ki emîre itaatten yüz çevirmeyi, cahiliye karanlığına doğru bir adım olarak adlandırır:

“Kim ki emîrinden çirkin bir şey görürse sabretsin. Muhakkak ki kim itaatten bir karış ayrılıp da ölürse ancak cahiliye ölümüyle ölür.”[13]

“Her kim, emîre itaatten bir karış kadar ayrılırsa, Kıyamet Günü’nde Allah’a ameli hususunda, lehinde hiçbir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Her kim de boynundan beyat halkasını çıkarmış hâlde ölürse, cahiliye ölümüyle ölmüş gibi olur.”[14]

Emîre itaat kolay olmadığı için tüm bu aşamaları hazırlayan İslam, müminin hayatına pratik olarak itaat meselesini uygulayabileceği bir amel yerleştirir: cemaatle namaz. Bu sebeple Peygamber (sav), cemaatle namaza diğer ibadetlerden çok daha ehemmiyet göstermiştir:

“Canımı elinde tutan Allah’a yemin olsun ki odun toplamalarını emredeyim, böylece odun yığılsın, sonra da namaz kılmalarını emredeyim, namaz için ezan okunsun sonra da bir kimseye emredeyim cemaate imam olsun, sonra geriye çekilip namaza gelmeyen adamlara giderek, üzerlerine evlerini yakayım, diye içimden geçirdim.”[15]

Teorik olarak meseleyi öğrenen ve hayatında namazla bunu pratize eden mümin, bir sözle bu bağı en kuvvetli hâle getirir. Çünkü kişi bireysel olarak söz verdiğinde bunun etkisi daha fazladır. O yüzden Peygamber (sav), sahabilerinden farklı zamanlarda farklı şeyler için sözler almıştır:

Cerir ibni Abdullah’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Ben, Resûlullah’a (sav); dinlemek, itaat etmek ve her Müslim’e nasihat etmek üzere biat ettim.”[16]

Peygamber’e itaat için kimsenin biat etmesine gerek yoktur. Aynı şekilde onu bir emîr olarak kabul edip itaat etmek için de ayrı bir nassa ihtiyaç yoktur. Burada zikredilen, Kur’ân ve sünnetteki tüm deliller aslında Peygamber (sav) dışında İslam ümmetinin başına farklı aşamalarda emîrlik yapacak kişiler içindir.

Uhud Günü, Peygamber’in emrine itaat etmeyen ve yerlerini terk edenler bu naslardan haberdarlardı, Peygamber’e (sav) söz vermiş kimselerdi. Lakin bu hataya düştüler. Demek ki bir meseleyi teorik olarak bilmek yeterli değildir. Önemli olan onu hayata ne kadar geçirebildiğimizdir.

Duamızın sonu, âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.

 


[1]. Bu yazı Halis Bayancuk Hoca’mızın “Müminlerin Emirlerine Karşı Sorumlulukları” kitabından özetlenmiştir.

[2]. Buhari, 3039

[3]. 21/Enbiyâ, 22

[4]. Müslim, 672; Ebu Davud, 2608

[5]. 4/Nisâ, 59

[6]. Buhari, 2957; Müslim, 1835

[7]. 4/Nisâ, 58

[8]. Buhari, 59

[9]. Buhari, 693

[10]. Müslim, 2577

[11]. Buhari, 2444

[12]. Müslim, 1847

[13]. Buhari, 7053; Müslim, 1849

[14]. Müslim, 1851

[15]. Buhari, 644; Müslim, 816

[16]. Buhari, 7201; Müslim, 56

Önerilen makaleler