Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed (s.a.v) Allah’ın Rasûlüdür

Allah’ın Adıyla!

Muhakkak hamd Allah’adır. O’na hamd eder, yardım diler, O’ndan mağfiret isteriz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüklerinden O’na sığınırız. Allah’ın hidayet ettiğini saptıracak, O’nun saptırdığını hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki O’ndan başka ilah yoktur.. Ben şahitlik ederim ki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve Rasûlü’dür.

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (4/Nisa, 1)

“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (3/Âli İmran, 102)

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Rasûlü’ne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (33/Ahzab, 70-71)

Bundan sonra; Şüphesiz ki sözlerin en doğrusu Allah’ın subhanehu ve teâlâ kelamıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem yoludur. İşlerin en şerli olanı sonradan ortaya çıkanlardır. Her yenilik bidat, her bidat sapıklık, her sapıklık da ateştedir.

Allah subhanehu ve teâlâ fırsat verirse bu sayımızla beraber yeni bir yazı silsilesine başlayacağız. İsminden de anlaşılacağı gibi; Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem, ona imanın gereklerini ve onun risaletine şahitliğin ne anlama geldiğini inceleyeceğiz.

İslam dinine girmek isteyen bir insanın, İslam adını telaffuz ettiği ilk şey: Kelime-i Tevhid’le beraber ‘Şahitlik ederim ki Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür’ cümlesidir. İnsan İslam’a Kelime-i Şehadet ile girdiği gibi, İslam üzere kalmasının yolu da bu kelimeyi muhafaza etmesidir. Bu da; onun anlamını tasdik, gerekleriyle amel, onu bozan unsurlardan kaçınmakla mümkündür.

Neden ‘Muhammedun Rasûlullah’

1. Şahitlik Vazifesini Yerine Getirebilmek

‘Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür’ şehadeti, ‘Allah’ın tek ve hak ilah oluşuna’ şehadetin ayrılmaz parçasıdır. Kelime-i Tevhid’in sahih olup, kişiyi İslam dinine sokması için birtakım şartlar olduğu gibi, bunun da şartları vardır. (Kelime-i Tevhid’in şartları için bkz.: ‘Tüm Rasullerin Ortak Daveti, Furkan Yayınları’ )

Allah subhanehu ve teâlâ bu kabul ve ikrarı ‘şahitlik’ kavramıyla ifade etmemizi istiyor. Bizler Allah’ın El-Hakim olduğuna itikad ediyoruz. Yani, ‘Abes iş yapmayan, yaptığı her şeyi bir hikmet ve ölçü üzere yapan’ demektir. Öyle ise Rabbimizin bu ikrarı ‘şehadet ederim ki’ diye yaptırmasının bir hikmeti olmalıdır.

Kur’an ve Sünnete baktığımızda şahitliğin dört mertebesinin olduğunu görürüz. Kişi şahitliğin mertebelerini yerine getirdiğinde Allah’ın yanında şahitliği geçerli olmuş olur.

a. İlim

Şahitlik edenin şahitlik ettiği şeye dair ilim üzere olması şarttır. Aksi halde kişi cahili olduğu bir şeye şahitlik edecektir ki bu da en basitinden yalan şahitlik kapsamında olacaktır.

“Allah’ın dışında dua ettiklerinin şefaat yetkisi yoktur. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler müstesna…” (43/Zuhruf, 86)

Ayet açıkça göstermektedir ki Allah’ın yanında faydası olan şahitlik, içinde ilim barındıran şahitliktir.

‘Şahitlik ederim ki Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür’ diyen bir insan, bunun ne anlama geldiğine dair bir bilgiye sahip değilse, bilmediğine şahitlik etmiş olur. Bu da mutlak bilgi kaynağı olarak kabul ettiğimiz Kitap ve Sünnete yönelmenin önemini bizlere gösterir.

Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem karşı Kelime-i Şehadet’le beraber sorumluluklarımız oluşmaktadır. Bunların tafsilatını, mutlak bilginin tek kaynağı olan Kitap ve Sünnetten almayanlar Allah Rasûlü’ne kabile reisi veya devlet başkanı muamelesi yapacaklardır. Bu da ifrat ve tefrite kapı aralayacaktır. (Bunun tafsilatı ileride gelecektir.)

İnsanın amelleri, tasavvurlarına tabidir. İnsanın tasavvuru da bilgisine… Allah Rasûlü’ne yönelik doğru davranış ancak doğru bir Rasûl tasavvuruyla mümkündür. Bu da doğru, yani Kitaba ve Sünnete dayalı bilgiyle mümkündür. Şahitliğin ilk mertebesi vahye başvurup: ‘ona karşı sorumluluklarımız nelerdir?’ sorusunun cevabını aramaktır.

b. Şahitlik Ettiği Şeyi Dillendirmek

“Rahmanın kulları olan meleklerin dişi olduğunu söylediler. O meleklerin yaratılışına mı şahitlik ettiler? Onların şahitlikleri yazılacak ve ondan hesaba çekileceklerdir.” (43/Zuhruf, 19)

Burada müşrikler şahitlik ederiz ki melekler dişidir gibi bir cümle kullanmamışlardır. Şahitlik kelimesini zikretmeden sadece melekler dişidir dediler. Allah subhanehu ve teâlâ onların bu ikrarını şahitlik olarak isimlendirdi. Kişinin şahitlik ettiği şeyi dillendirmesi, onu konuşması gerekmektedir.

c. İlan Etmek ve Başkalarına Bildirmek

Şahit olan şahitlik ettiği şeyi içinde saklayıp başkalarına bildirmediği sürece ona şahit denmez. Bir şeyin şahitlik olabilmesi için dışarıya sözlü ya da fiili ilan edilmesi gerekmektedir.

Bu bazen sözlü olur:

“Allah kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti. Melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. O’ndan başka ilah yoktur. O, Aziz ve Hakim’dir.” (3/Âli İmran, 18)

Allah’ın şahitliği bunu kullarına bildirmesi ve fıtratlarına yerleştirdiği bu hakikati onlara hatırlatmadır.

Bazen de fiille olur:

“Müşrikler kendi küfürlerine şahitlik ediyorken; onların Allah’ın mescitlerini onarma hakları yoktur…” (9/Tevbe, 17)

Hiçbir müşrik ‘şahitlik ederim ki ben müşriğim!’ gibi bir cümle kullanmamıştı. Ancak yaptıkları fiiller Allah’ın şirk dediği şeyler olunca, Allah subhanehu ve teâlâ bu durumu şahitlik olarak kabul etti.

Onu sallallahu aleyhi ve sellem önder kabul ettiğimiz insanlara ilan etmeli, onun sünnetini hayatımıza geçirerek fiillerimizi ona imanımıza şahit tutmalıyız. Bize bakan, ‘bunların hayatı ve yaşamı Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti olduklarının şahididir’ demelidir.

d. Şahitliğin Gereğini İltizam Edip, Başkalarını İlzam Etmek

Yani, neye şahitlik etmişseniz onun gerekleriyle amel edecek, başkalarına da bunun doğruluğunu anlatacak ve onları yönlendireceksiniz.

Kendisi başka ilah olmadığına şahitlik eden Allah subhanehu ve teâlâ şahitlikle yetinmemiş insanlara da bunu mecburi kılmış, uluhiyetin içeriği olan ibadet için onları yaratmış ve onlara bir tek O’na ibadeti emretmiştir.

“Rabbin, O’ndan başkasına ibadet etmemenizi, anne-babaya iyilik yapmanızı emretti…” (17/İsra, 23)

“Ben cinleri ve insanları sadece Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (51/Zariyat, 56)

“Onlar sadece, dini Allah’a halis kılıp, şirk koşmaksızın O’na ibadet etmekle emrolundular..” (98/Beyyine, 5)

Anlıyoruz ki: bir şeye şahitliğin gereği; onu başkalarına emredip gereğince amel etmek ve insanların da amel etmesini sağlamaktır. (Şahitliğin bu dört mertebesini İbnu’l Kayyım Medaricu’s Salikin adlı eserinde tafsilatıyla zikretmiştir. Dileyen aslına müracaat edebilir.)

Bu yazı silsilesine başlamamızın gayesi ‘Hakkı ayakta tutan adaletli şahitler’den olabilmektir. İnsanlar söyledikleri sözlerin anlam ve gereklerinden uzaklaştıklarında Allah’ın ve Rasûlü’nün razı olmayacağı durumlar din adı altında ortaya çıkabiliyor. Maalesef Kelime-i Tevhid iki parçasıyla bu olumsuzluktan nasibini almıştır. Onu nutkedip, ikrar ettiğini söyleyenlerin çoğu; bu şahitliklerinin ne anlama geldiğini bilmediği için ona muhalif olup, onu bozan birçok ameli işleyebiliyorlar. Kendi şahitliğimizin Allah katında geçerli olabilmesi için; dört mertebeye muvaffak olabilme umuduyla bu yazı dizisine başladık. Rabbimden temennim: bizleri Rasûlü’nü doğru tanımaya, tanıtmaya ve insanlara bildirmeye muvaffak kıldığı şehadet ehlinden kılmasıdır.

2. Kendinden Önce Yaşayan Peygamberlerin Başına Gelenlerin, Peygamberimizin Başına Gelmesinden Dolayı

Ebu Hureyre radıyallahu anh Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem aktardı:

“Benim ümmetim kendinden önce geçen milletlerin siyretine adım adım uymadan kıyamet kopmaz.” (Buhari, 7319.)

Ebu Said El-Hudri radıyallahu anh Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem:

” ‘…Siz, sizden önceki milletlerin sünnetine adım adım, karış karış tabi olacaksınız. Öyle ki onlar kelerin deliğine girecek olsa siz de peşi sıra gireceksiniz.’ ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Onlar Yahudi ve Hristiyanlar mıdır?’ dediler. ‘Başka kim olacak?’ buyurdu.” (Buhari, 7320; Müslim, 2669.)

Bu hadisler çok açık. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ümmetini sakındırıyor. Adım adım önceki milletlerin sünnetine, amellerine uyacaklarını bildiriyor. Bu benzeme ve takibin seviyesi ise ürkütücü boyutta…

Buhari ve Müslim’in rivayetinde “…kelerin deliğine girseler, siz de gireceksiniz…” diyor. İslam alimleri; bu benzetme onları taklit ve ittibadaki aşırılık ve mübalağalarına vurgu yapmak içindir derler. (Hafız b. Hacer, Kadı İyad’dan naklediyor.)

Bilindiği gibi keler sürüngen hayvanlardandır. Yaptığı yuvaya kendi dışında hiç kimseyi sokmaz. Öyle ki dişi keler dahi bu yuvaya giremez. Adeta Allah Rasûlü şöyle diyor: ‘Onlar sizleri onları taklit etmekten men etse dahi onları taklit edecek, onların yaptıklarını yapacaksınız.’ Bu anlamda hadisin Buhari ve Müslim dışındaki varyantlarında benzeşmenin boyutu daha açık şekilde gözler önüne serilmektedir.

“…Onlardan biri yol ortasında eşiyle beraber olsa, siz de olacaksınız.”

“…Onlardan biri annesiyle nikah yapsa, siz de yapacaksınız.”

Burada şu sorun kaçınılmazdır: Bizden önce yaşayan ve kendilerine Peygamber gönderilen milletler, Peygamberlerine ne yapmışlardı? Bu anlamda onların sünnetini bilmek, Allah Rasûlü’nün sakındırdığı durumdan kurtulmaya yardımcı olacaktır.

Biliyoruz ki mücrimlerin yolundan haberdar olmak, ondan sakınmak için şarttır. Bu sebeple Allah subhanehu ve teâlâ kitabının büyük bir kısmını mücrimlerin yolunun beyanına ayırmıştır. Öyle ki: Kitabın apaçık olması ve ayetlerin Allah tarafından beyan edilmesi bu hikmete bağlanmıştır.

“İşte böylece ayetleri tafsilatlandırır ki: mücrim olanların yolu açığa çıksın.” (6/En’am, 55)

Ömer radıyallahu anh:

“İslam’da cahiliyeyi bilmeyenler yetiştiğinde, İslam’ın bağları tane tane kopar…” buyurmuştur.

Bizden önceki milletlerin Peygamberlerine davranış biçimlerini Kur’an tafsilatıyla ele almıştır. İlgili ayetleri incelediğimizde, iki yaklaşımın öne çıktığını görüyoruz:

1. Aşırı yüceltme ve beşeriyetten soyutlama

2. Aşırı indirgeme ve değerden düşürme

Birinciye örnek: Peygamberlerin ilahın bir parçası olduğunu ya da ilahla aralarındaki bağın, baba-oğul ilişkisi olduğunu söyleyen yaklaşımdır.

“Yahudiler, ‘Uzeyr Allah’ın oğludur’, dediler. Hristiyanlar da, ‘Mesih (İsa) Allah’ın oğludur’ dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kafir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!” (9/Tevbe, 30)

“Andolsun ki ‘Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih: ‘Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur’ demişti. Andolsun ‘Allah, üçün üçüncüsüdür’ diyenler de kafir olmuşlardır. Halbuki bir tek Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Eğer diyegeldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap isabet edecektir.” (5/Maide, 72-73)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu tarz davranışlara dikkat çekip sahabesini uyarmıştı:

“Hristiyanların İsa’yı övdüğü gibi beni övmede aşırı gitmeyin. ‘Allah’ın kulu ve Rasûlü’ deyin.” (Buhari, 3445.)

Bu uyarılar dikkate alındığında Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti olma iddiasında olan insanların bu hatalara düştüğünü görmekteyiz. ‘Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın Rasûlü’dür’ şehadeti ilme muhtaçtır. İlim vahiydir. Aksi halde ortaya risaletine şahitlik ettiğiniz Nebi’nin yasakladığı bir durum çıkar ve bunu yapan, onu övdüğünü zanneder.

Bunların medyatik olanlarından biri Allah Rasûlü’nü övdüğünü zannederek şu beyitleri okumaktadır:

‘O kabrinde’ bir hayatla diridir

Tüm canlılar onun hayatıyla hayattadır..

Şahsa sorduğumuz takdirde Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem sevdiğini, O’nu övdüğünü söyleyecektir. Oysa El-Hayy/mutlak hayat sahibi Allah’tır. Tüm canlılara ruhundan üfleyen ve onlara El-Hayy ismiyle hayat veren yine Allah’tır. O subhanehu ve teâlâ, zatında tek olup ortağı olmadığı gibi, sıfatlarında da tek ve ortağı olmayandır. Adım adım, karış karış önceki milletlerin sünnetine uymak bundan başka bir şey değildir. Peygambere Allah’ın sıfatlarını vermek…

Bir başkası Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem överken:

‘Dünya ve ahiret senin keremindendir’

‘Levh-i mahfuz ve onu yazan kalem senin ilmindendir’, der.

İnsanın, ‘Peki Allah’a ne kaldı’ diyesi geliyor. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Sen ve Allah dilerse…” sözünü duyduğunda kızmış, “Beni Allah’a ortak mı kıldın!” diyerek tepkisini belli etmiştir. (Buhari, Edebu’l Mufred, 783; Nesai, 10759.)

Maalesef iyi niyetli yapılan ve kitaplara alınan övgülerin, onun sallallahu aleyhi ve sellem asla razı olamayacağı cinsten övgüler olduğunu vahyin bilgisiyle biliyoruz.

Onun terinin gül koktuğu, sünnetli doğduğu, dışkısının olmadığı vb. şeyler… Bunlar asılsız ve onu insanlığından sıyırıp beşer üstü varlık göstermeye matuf yaklaşımlardır. Oysa Allah subhanehu ve teâlâ kitabında onun beşer oluşuna özellikle vurgu yapar. Çünkü kitabın muhatabı beşerdir. Kitabı okuyan, kendi gibi insan olan bir Nebi’ye yönlendirildiğini anlar.

“De ki: ‘Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, ilahınızın, sadece bir ilah olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.’ ” (18/Kehf, 110)

“Yahut da altından bir evin olmalı ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız. De ki: ‘Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim.’ ” (17/İsra, 93)

“(Rasûlüm!) Senden önce gönderdiğimiz bütün Peygamberler de hiç şüphesiz yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı. (Ey insanlar!) Sizin bir kısmınızı diğer bir kısmınıza imtihan (vesilesi) kıldık; (bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir.” (25/Furkan, 20)

Bu saydıklarımız iyi niyetle yapılmıştır. Ancak ‘Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür’ şehadeti ile çelişmektedir. Çünkü onun sallallahu aleyhi ve sellem yasakladığı şeylerdir.

Bunun bir misali de kainatın ‘onun yüzü suyu hürmetine’ yaratıldığı aşırılığıdır. Birçok insan onun Allah katındaki değerine vurgu yapmak için ‘Şayet sen olmasaydın alemleri yaratmazdım’ mealindeki zındıkların uydurduğu sözü aktarır. (Hadis uydurmadır.)

Bu Allah’ın şu ayetine karşılık uydurulmuştur:

“Ben cinleri ve insanları sadece Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (51/Zariyat, 56)

İnsanlar, cinler ve içinde yaşadıkları alemler sadece Allah’a kulluk için yaratılmıştır.

Bir gün Medine’de güneş/ay tutulması yaşandı. Aynı gün Allah Rasûlü’nün oğlu İbrahim vefat etmişti. İnsanlar tutulmanın bu sebeple olduğunu konuşmaya başladılar. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bunu duyunca bu aşırılığın önüne geçmek için:

“Güneş ve ay Allah’ın ayetlerinden birer ayettir. Ne kimsenin doğumu ne de ölümü için tutulmazlar. Bunu (tutulmayı) gördüğünüzde namaz kılın ve Allah’a dua edin.” buyurdu. (Buhari, 1043; Müslim, 915.)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bırakın dünyanın kendi hatırı için yaratılmasını, dünyada yaşanan herhangi bir olağanüstülüğün kendiyle ilişkilendirilmesine müsaade etmemiş, ashabını uyarmıştır.

İkinciye Örnek:

“Andolsun, biz Musa’ya kitabı verdik ve ardından peş peşe elçiler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da apaçık belgeler verdik ve onu Ruhu’l Kudüs’le teyid ettik. Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldürecek misiniz?” (2/Bakara, 87)

“Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar -Allah’ın ipine ve insanların ipine (ahdine) sığınanlar başka- onlara zillet (zorluk damgası) vurulmuştur. Onlar, Allah’tan bir gazaba uğradılar da üzerlerine aşağılanma (damgası) vuruldu. Bu, Allah’ın ayetlerini inkar etmeleri ve Peygamberleri haksız yere öldürmeleri nedeniyledir. (Yine) Bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları dolayısıyladır.” (3/Âl-i İmran, 112)

“Dediler ki: ‘Ey Musa biz, onlar durduğu sürece hiç bir zaman oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burada duracağız.’ ” (5/Maide, 24)

İndirgemeci tavır Yahudilerin karakteriydi. Onlar Allah’ın Rasûllerini kendi hevalarına tabi kılmışlardı. Dilediklerini öldürüyor, hevalarına uymayan bilgileri yalanlıyor, kendilerine ağır gelen emirlerde “işittik, isyan ettik” diyorlardı.

“Hatırlayın ki, Tur dağının altında sizden söz almış: ‘Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın’, demiştik. Onlar: ‘İşittik ve isyan ettik’, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: ‘Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!’ ” (2/Bakara, 93)

İşittik isyan ettik hallerinin en bariz örneği inek kıssası ,

(“Hani Musa kavmine: ‘Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor’ demişti. ‘Bizi alaya mı alıyorsun?’ dediler. (Musa): ‘Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım’ dedi.

Rab’bine adımıza yalvar da, bize niteliklerini açıklasın’ dediler. (Musa, Rabbine yalvardıktan sonra) ‘Şüphesiz Allah diyor ki: ‘O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır. Artık emrolunduğunuz şeyi yerine getirin’ ‘ dedi.

(Bu sefer) dediler ki: ‘Rabbine adımıza yalvar da, bize rengini bildirsin.’ O: ‘(Rabbim) diyor ki: ‘O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir’ ‘ dedi.

(Onlar yine:) ‘Rabbine adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzer. İnşallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz’ dediler.

(Bunun üzerine Musa, ‘Rabbim) diyor ki: ‘O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir’ ‘ dedi. (O zaman): ‘Şimdi gerçeği getirdin’ dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı.

Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı. Bunun için de: ‘Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun’ demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız.” (2/Bakara, 67-73) )

arz-ı mukaddese girme emri ,

( “Hani, Musa kavmine (şöyle) demişti : ‘Ey kavmim, Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın; içinizden Peygamberler çıkardı, sizden yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi. Ey kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı (girmenizi emrettiği) kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz.’

Dediler ki: ‘Ey Musa, orda zorba bir kavim vardır, onlar çıkmadıkları sürece biz oraya kesinlikle girmeyiz. Şayet oradan çıkarlarsa, biz de muhakkak gireriz.’

Korkanlar arasında olup da Allah’ın kendilerine nimet verdiği iki kişi: ‘Onların üzerine kapıdan girin. Girerseniz, şüphesiz sizler galipsiniz. Eğer müminlerdenseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.’ dedi.

Dediler ki: ‘Ey Musa biz, onlar durduğu sürece hiçbir zaman oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burada duracağız.’ (Musa:) ‘Rabbim, gerçekten kendimden ve kardeşimden başkasına malik olamıyorum. Öyleyse bizimle fasıklar topluluğunun arasını Sen ayır’ dedi. (Allah) Dedi: ‘Artık orası kendilerine kırk yıl haram kılınmıştır. Onlar yeryüzünde ‘şaşkınca dönüp duracaklar.’ Sen de o fasıklar topluluğuna üzülme.’ ” (5/Maide, 20-26) )

ve cumartesi yasağıdır.

(“Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında, balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında ise, gelmiyorlardı. İşte biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk. ” (7/Araf, 163) )

Günümüzde bu yaklaşımı daha ziyade akılcı/mealci diye isimlendirilen çevrelerde görüyoruz. Onlar Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem adeta postacı olarak görüyorlar. Mektubu teslim ettikten sonra, postacının sizinle veya mektubun içeriğiyle bir alakası kalmaz. Allah Rasûlü de sallallahu aleyhi ve sellem böyledir onların yanında. Allah’ın risalesi olan mektubu/Kur’an’ı bizlere bildirmiş vazifesini yerine getirmiştir. Onun bu anlamda bizlerden bir farkı yoktur. Tek bağlayıcı olan Kur’an metnidir.

Bu büyük fitneyi ‘tek kaynak’ diye kodladıkları Kur’an’ın bizzat kendisi yalanlamaktadır:

“Apaçık mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’an’ı indirdik.” (16/Nahl, 44)

“Biz bu kitabı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.” (16/Nahl, 64)

Bu ayetler açıkça göstermektedir ki Kur’an, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem tarafından açıklansın diye indirilmiştir. İnsanlar onu anlamada ve yaşamada problem yaşar, ihtilaf ederlerse Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem hakemliğine başvurmaları istenmiştir.

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ulu’l emre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (4/Nisa, 59)

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (4/Nisa, 65)

Bu iki ayet de indirgemeci yaklaşımı yerle bir eden ayetlerdir. Allah subhanehu ve teâlâ ihtilaf ve çekişme durumunda insanları kendi yüce zatıyla beraber Peygamberine yönlendiriyor. Bu yönlendirmenin varlığını imanî bir mesele haline getirip, yeminle pekiştirerek noktalıyor. Anlıyoruz ki dini anlamada Peygamberin rolü çok önemlidir. Ona müracaat insanların keyfine bırakılmamış, içtihadi bir mesele olarak orta yere konmamıştır. Dini anlamada Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem müracaat, imanla alakalı bir durumdur.

Bu iki yaklaşımın gayesi Allah Rasûlü’nü devreden çıkarıp onu örneklik mertebesinden düşürmektir. Biri onun hakkında ifrat, diğeri tefrittir.

Oysa Allah subhanehu ve teâlâ, onu bizlere mutlak örnek olarak göstermiştir.

“Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (33/Ahzab, 21)

Ne büyük bir makam…(Allah’ı ve ahiret gününü uman, bunun için çalışan ve Allah’ı zikreden bir insan hangi konumda olursa olsun Allah Rasûlü’nde güzel örnekliği bulacaktır. Burada insanın sıfatının zikredilip statüsüne değinilmemesi çok önemlidir. Yani, derdi Allah’ı razı etmek olan bir insan ne iş yapıyor olursa olsun, sosyal ve ekonomik statüsü ne olursa olsun, Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem örnek alabilir. Bu Allah’ın onun her halinden razı olduğunu ifade eder. Bir baba, eş, devlet başkanı, eğitici, arkadaş, abid, vatandaş… Hangi yönünü örnek almak isterseniz serbestsiniz. Allah’ın rızası onun davranış ve sözlerindedir.)

Aşırı yücelten yaklaşım farkında olmadan bilinç altına şu mesajı verir:

‘O, senin benim gibi alelade bir insan değildir. Tüm kainat onun için yaratılmıştır. O eşsizdir. Sen ise zaaflar ve acziyetle malulsun. O kim, sen kim? Senin onu örnek alman mümkün değildir. Öyleyse seni ona ulaştıracak, senin anlayacağın şekilde onu anlatacak bir şeyh, abi, üstad, hoca veya rehber bulmalısın…’

İndirgemeci yaklaşım ise şu mesajı:

‘O da senin gibi bir insandı. Allah’ın kelamını okur, anladığı ile amel ederdi. Sen de onun anladığını anlayabilir, onun amellerini yaparsan onun mertebesine ulaşabilirsin. Senin ona değil, onu o yapan kitabın metnine ihtiyacın var. Oku, ne anladıysan din odur…’

Toplumumuzda genellikle birinci anlayış, kısmen de ikinci anlayış yaygındır. ‘Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür’ şahitliğimiz aynı zamanda bu şahitlik etrafında oluşmuş sapkın ve aşırı düşünceleri bertaraf etmeyi içerir. Vahyin ölçüleri içinde onu sevmek, saygı göstermek, örnek almak, nefsimizden evla görmek bu şahitliğin gereğidir. Doğru olanı delilleriyle ortaya koyup, yanlış olanı delilleriyle ortaya koymak için bu silsileyi kaleme almaya karar verdik.

3. Ona Yardım ve İman Sözümüzü Pratiğe Geçirmek

“Hani Allah, Peygamberlerden: ‘Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir Peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz’ diye söz almış, ‘Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?’ dediğinde, ‘Kabul ettik’ cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: ‘O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim’, buyurmuştu. Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir.” (3/Âl-i İmran, 81-82)

Allah Rasûlü’nden önce gelen her Peygamberden bu söz alınmıştır. Şayet Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem gelirse, ona ittiba edip davetinin yayılmasına yardımcı olacaklardır. Ali ve İbni Abbas radıyallahu anhuma:

“Allah hiçbir Peygamber göndermemiş olmasın ki ondan ‘Muhammed’e yetişirse ona iman ve yardım’ sözü almış olmasın. Aynı şekilde Peygamberlere ümmetlerinden bu sözü almalarını istemiştir.” (İbni Kesir, Âl-i İmran 81-82. ayetlerin tefsirinde anlatıyor.)

Kendisinden önce gelen her Peygamber aleyhimu’s selam Allah’a söz vermiş ve ümmetlerinden de söz almışlardır. Şüphesiz ona iman ve yardım hususunda bu söze en evla olan insanlar bizleriz. Bizler onun ümmeti olma şerefiyle bahtiyar olmuş insanlarız.

“Şüphesiz, biz seni bir şahit, bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ki Allah’a ve Rasûlü’ne iman etmeniz, onu savunup desteklemeniz, O’nu en içten bir saygıyla yüceltmeniz ve sabah akşam O’nu (Allah’ı) tesbih etmeniz için…” (48/Fetih, 8-9)

Bu ayetlerde Allah bu sorumluluğu biz Müslümanlara da yüklüyor. İşte ona yardımcı olmak, onu saygıyla yüceltmek için de bu yazı dizisini kalem aldık.

4. Onun Örnekliği Asrımızın Tüm Problemlerine Çözümdür

Yaşadığımız dönemin problemleri dikkatle incelendiğinde; İlk problemin dini yorumların çoğalması olduğu görülecektir. Bu problem asıl değildir. Kendinden başka bir problemin neticesidir. O da: Allah Rasûlü’nün merkezden çıkarılıp, onun yerine dini önderlerin konmasıdır. Toplumlar içtihatlarında masum olmayan, vahiyle uyarılmayan ve en önemlisi samimiyetleri sadece Allah’ın huzurunda anlaşılacak olan insanlara tabi olmuşlardır. Bu önderlerin, insanlığın sorunlarına çözüm getirmek adına ortaya koydukları reçeteler; daha fazla bölünmeye, düşmanlık ve probleme sebebiyet vermiştir. Çözüm adına ortaya çıkan dini yorumlar ve reçeteler başlı başına problem ve hastalık olarak ümmetin sorunlar listesinde yerini almıştır. (Kendi yaşadığımız topraklarda buna verilecek en güzel örnek, Said-i Nursi’dir. O iddialı bir çıkış yaparak ‘İslam alemini içinde bulunduğu itikadi ve ameli buhrandan kurtaracak nur risalelerini’ kaleme almıştır. Sadece Türkiye’nin değil, alem-i İslam’ın ve insanlığın sorunlarını risalelerin çözeceğini söylemiştir. Ona tabi olan insanlar veya tezinde onu haklı bulup savunanlar, onun risalelerini neredeyse ezbere bilmekte, Kur’an’dan bir sure okur gibi harfiyen paragraflar okumaktadırlar. Aynı insanların birçoğu Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadislerinden on tanesini harfiyen okuyamamaktadırlar. Bildikleri hadisler ise sadece risalede geçen hadislerdir. Risalede geçen hadislerin büyük bir çoğunluğunu uydurma ve zayıf hadislerin oluşturduğunu görmek isteyenlerin ‘Risaleyi Nura Eleştirel Bir Yaklaşım’ kitabını okumalarını tavsiye ederim. Bu insanların kötü niyetli olmadığı kesindir. Said-i Nursi’nin Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem adım adım takip ettiğine inandıklarından, ona tabi olmuş ve rehber seçmişlerdir. Ancak sonuç ortadadır.)

İnsanların ondan yüz çevirip başka liderler ve çözümler peşinden koşturması onu tanımadıklarından dolayıdır. Onun ümmeti, risaletinin şahidi, ona yardımcı olup, saygı ile onu tazim edeceğine ve kendi nefislerimizden daha evla göreceğimize dair Allah’a söz veren bizler; onu tanıtmak ve çözüm arayışında olan insanlığa onu hatırlatmak istiyoruz.

Çünkü O; Her Konuda Mutlak Örnek Alınabilecek Tek Önderdir

“Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (33/Ahzab, 21)

Allah’ı ve ahiret gününü uman, bunun için çalışan ve Allah’ı zikreden bir insan hangi konumda olursa olsun Allah Rasûlü’nde güzel örnekliği bulacaktır. Burada insanın sıfatının zikredilip statüsüne değinilmemesi çok önemlidir. Yani derdi Allah’ı razı etmek olan bir insan ne iş yapıyor olursa olsun, sosyal ve ekonomik statüsü ne olursa olsun, Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem örnek alabilir. Bu Allah’ın onun her halinden razı olduğunu ifade eder. Bir baba, eş, devlet başkanı, eğitici, arkadaş, abid, vatandaş… Hangi yönünü örnek almak isterseniz serbestsiniz. Allah’ın rızası onun davranış ve sözlerindedir.

Yeter ki çözüm arayan insan samimi olsun. Amacı Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızası ve ahiretin nimetleri olan her samimi Müslümana, onda örneklik vardır.

Tağutlara baş kaldıran ve yeryüzünde şirk kalmayıp, otorite Allah’ın oluncaya dek cihad edeceğine dair Rabbi ile ahitleşen her mücahide ondan güzel bir örneklik vardır. On yıl fiili olarak cihad etmiştir.

Rabbinin yoluna davet eden, ‘toplumun ıslahı, ümmetin ıslahıdır’ diyerek yola çıkan davetçiler için onda güzel örnekler vardır. 23 yıl gece-gündüz davet yapmıştır.

Her aile küçük bir ümmettir. ‘Aile ıslah olmadan toplum ıslah olmaz’ diyen ebeveynler için onda güzel örneklik vardır. Dokuz ailenin babasıdır.

Toplum bireylerden oluşur, ‘toplumun ıslahı bireylerin eğitimiyle mümkündür’ diyen eğitimciler için de onda güzel örnek vardır. 23 yıl fiili olarak eğitim vermiştir.

‘Ümmetin sorunu teşkilatlanmadır. Bu dağınıklıktır bu ümmeti bu halde kılan’ diyen liderlere onda güzel örneklik vardır. Dünyanın en teşkilatsız toplumunu, dünyanın en teşkilatlı toplumu haline getirmiştir.

‘Bizi bu hale getiren fakirliktir, ekonomik olarak kalkınmamız lazım’ diyenlere onda güzel örnek vardır. Onun sistemi ile çok kısa zamanda zekat verilecek yardıma muhtaç insan kalmamıştır.

Kısacası örnek ve rol model arayanların, yanlış kapılarda beyhude ömür tüketmesi, Allah’ın bu ümmete en büyük nimet ve minneti olan Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem nankörlüktür. (“Andolsun ki Allah, müminlere, içlerinde kendilerinden onlara bir Peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki: O,) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (3/Âl-i İmran, 164) )

Çünkü O; Hidayettir

“… Şayet ona itaat edersiniz, hidayet bulursunuz.” (24/Nur, 54)

“…ve muhakkak sen insanları dosdoğru yola hidayet edersin.” (42/Şura, 52)

İnsanlığın şirk ve bidat bataklığında helak olduğu bozulma ve ifsadın bireysel olmaktan çıkıp kitlesel bir hal aldığı bir dönemde Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem hidayettir. İtikadî kafa karışıklıklarının, ameli ölçüsüzlüklerin kol gezdiği bir dünyaya, tek çözüm o ve onun önderliğidir.

Çünkü O; Yolları Aydınlatan Bir Kandildir

“Ve kendi izniyle Allah’a çağıran ve nur saçan bir çerağ olarak (gönderdik). Müminlere müjde ver; gerçekten onlar için Allah’tan büyük bir fazl vardır.” (33/Ahzab, 46-47)

Yolların karıştığı, her yolun başında dili bizim dilimiz, rengi bizim rengimiz olan cehennem kapısına bekçilik yapanların davetine muhatabız. (Huzeyfe bin El-Yeman’dan:

“İnsanlar Rasûlullah’a iylikleri sorar, bende bana ulaşır endişesiyle kötülükleri sorardım. Bir defasında:

– Ey Allah’ın Rasûlü biz cehalet ve kötülük üzere idik, ama Allah bize iyilik getirdi. Acaba bu iyilikten sonra bir kötülük var mıdır? dedim.

– Ever, buyurdu.

– Bu kötülükten sonra iyilik var mıdır? dedim.

– Evet ama içerisinde bulanıklık vardır, buyurdu.

– Bulanıklığı nedir? dedim.

– Benim yolumun dışında bir yol tutan bir topluluktur. Sen onların bir kısmını tanıyıp kabul eder, bir kısmını da reddedersin, buyurdu.

– Bu iyilikten sonra bir kötülük var mıdır? dedim.

– Evet cehennem kapılarının davetçileri vardır ki kim onların davetlerine icabet ederse onu cehenneme atarlar buyurdu.

– Ey Allah’ın Rasûlü! Onların özelliklerini bize anlatsan, dedim.

– Onlar bizim milletimizden insanlardır. Bizim dilimizle konuşurlar(halbuki gönüllerinde hayırdan eser yoktur) buyurdu.

– Bu işler bana ulaşırsa ne emredersiniz? dedim.

– Müslümanların cemaatine ve imamına uyarsın, buyurdu.

– Eğer Müslümanların ne cemaati ne de imamı yoksa? dedim.

– Sen bu hal üzere iken ölüm sana gelene değin(yalnızlıktan) ağaç kökünü kemirecek duruma gelsen bile bu fırkaların tümünden uzak dur, buyurdu.” (Buhari, 4754. Müslim, 1847.) )

Her yolun başında duran, bize cennet vadediyor. Ancak davet ettikleri şeyde cennet kokusu yok. Yolların başını tutmuş olanlar birbirlerini yalanlayıp ‘Ona inanma, onun cennet tabelası aldatmaca, o yol cehenneme çıkar…’ diyor.

İnsanlığa bir kandil lazım. Tüm yolların tepesine asılacak ve yolların başında duranların iddialarına hakem olacak bir kandil… Yolları öyle bir aydınlatacak ki; ilk adımından son fersahına kadar yolları bütün çıplaklığıyla insanlara gösterecek bir kandil… İşte o Muhammed’dir sallallahu aleyhi ve sellem.

Çünkü O; Rahmettir

“…Biz seni ancak alemlere rahmet olasın diye gönderdik.” (21/Enbiya, 107)

Modern dünyanın hız, haz ve hareketliliğine aldanıp bencilleşen, kendinden başkasını görmeyen kalabalıklar içinde yaşıyoruz. Anne ve baba çocuğuna katı, çocuklar ebeveyne karşı isyankar. Yöneticiler tebadan nefret ediyor, teba yöneticisine beddua ve lanet okuyor. Patronlar işçileri eziyor, işçi patronu görmek dahi istemiyor… İnsanlığın şefkate, merhamete, anlayışa ne kadar da ihtiyacı var… İşte O Muhammed’dir sallallahu aleyhi ve sellem

Allah’ım! bizleri onu anlamaya, sevmeye ve hakkıyla ittiba etmeye muvaffak kıl. Onun risaletine olan şahitliğimiz gereği: onu insanlığa hakkıyla tanıtmayı bizlere müyesser kıl. Allahumme amin…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver