Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed (s.a.v) Allah’ın Rasûlüdür – 7

Allah’ın Adıyla…

Bizleri İslam’a hidayet edip, Muhammed Mustafa’ya sallallahu aleyhi ve sellem ümmet kılan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam; önderimiz ve bizlere nefislerimizden daha evla olan Rasûlullah’a, pak ailesine ve seçkin ashabının üzerine olsun.

Bir önceki yazımızda Allah Rasûlü’nün Peygamberliğine şahitlik etmenin dört hususu gerektirdiğini söylemiştik:

1. Haber verdiklerinde onu sallallahu aleyhi ve sellem tasdik etmek

2. Emrettiklerinde ona sallallahu aleyhi ve sellem itaat etmek

3. Nehyettiklerinden kaçınmak

4. Allah’a yalnız onun sallallahu aleyhi ve sellem gösterdiği şekilde itaat etmek.

Bu yazımızda Allah subhanehu ve teâlâ izin verirse bunlardan üçüncüsünü anlatmaya çalışacağız.

3. Nehyettiklerinden Kaçınmak

O’na sallallahu aleyhi ve sellem imanımızın gereği ve üzerimizdeki haklardan biri de, bizi nehyettiği hususlardan kaçınmaktır. Onun nehiyleri/yasakları, emirleri gibi bağlayıcıdır.

Allah subhanehu ve teâlâ İslam ümmetinin Nebisiyle ilişkisini belirlerken şöyle buyurmuştur:

“Rasûl size neyi getirdiyse onu alınız. Sizi neyden nehyetmişse ona son verin/bırakın…” (59/Haşr, 7)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ümmetini irşad ederken:

“Size beyan ettiğim hususlarda beni zorlamayın. Çok soru sormak ve Peygamberlerine muhalefet, sizden öncekileri helak etti. Size bir şeyi emrettiğimde onu gücünüz nispetinde yerine getiriniz. Sizi bir şeyden nehyettiğimde ondan uzak durunuz.” (Buhari, 7288; Müslim, 1337.)

Bir vaka üzerine Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem mübarek ağzından çıkan bu sözler; onun emirleri ve nehiyleri konusunda Müslümana yol gösterir. Bu sözler bir mecliste söylenmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey insanlar! Allah size haccı farz kıldı, öyleyse haccediniz.” buyurdu. Mecliste bulunanlardan biri: ‘Her yıl mı?’ diye sorunca, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu uyarıyı yapmıştı.(Hadisin vurud sebebini İmam Müslim kaydeder.)

Bu hadis ilk olarak; Müslümanın faydasız şeylerle ilgilenmemesi, çok soru sorması ve sürekli muhalefet ederek asıl vazifesini terk etmemesi gerektiğini öğretir bizlere… İnsanın asli vazifesi, dinin emir ve nehiylerini öğrenmektir. Çünkü İslam; Allah’a teslimiyettir. O’nun emir ve yasaklarına teslim olmak, İslam’ın sahih olması için olmazsa olmazlardandır. Bir diğer mesele ise; Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem emir ve yasaklarının arasındaki farktır. Emirler; olmayan şeyleri hayata/vücuda getirmek olduğundan kudret/güç şarttır. Bunun için güç nispetinde yapılır. Kişi, emredileni elinden geldiği kadarıyla yapar. Nehye gelince; şeriat hiçbir kayıt zikredilmeksizin onu terk etmemizi ve son vermemizi, aynı zamanda ondan uzak durmamızı ister. Böylece Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem yasakları Müslümanın hayatında daha etkili olur ve daha fazla yer kaplar. Öncelikle nehiylerde ‘gücüm yetmiyor’ denmez. Çünkü nehiy terk etmektir. Olmayan şeyin, olmamasına devam etmektir. Çok fazla çaba istemez. Ayrıca nehyedilen şey direkt olarak ona götüren, ona yaklaştıran şeyleri de yasaklamış olur. Bu da İslam’ın en mühim koruma araçlarından olan sedd-i zerai (kötülüğe giden yolları kapatma) ilkesinden başka bir şey değildir.

Yasakları işlemek genel itibarıyla şehvete yenik düşmekten kaynaklanır. İnsanlar arasında ‘İnsan tabiatında yasakları çiğneme eğilimi vardır’ kanaati yaygındır. Bu yanlış bir kanaattir, Batı medeniyetinin ve modern cahiliyenin yetiştirmeye çalıştığı ‘özgür insan’ açmazıdır. Şehvetlere esir olmayı özgürlük zanneden bu zihniyet; insani ve dinî erdemlerini kaybetmiş, iradesi zayıflamış, dinî veya toplumsal yasaklar karşısında direnç gösteremez hâle gelmiştir. Evet, yasaklar şehvet duygusundan kaynaklanır. Şehvet harekete geçti mi insanı esir alır. Çoğu zaman ona karşı koymak zor olur. İnsan fıtratını gözeterek hükümler belirleyen İslam, yasaklar hususunda ‘ondan uzak durma’, ‘ona giden yolları terk’ ve ‘ona son verme’ şeklinde önleyici tedbirler almıştır. Bir Müslümanın Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem yasaklarına bakışı böyle olmalıdır.

Allah Rasulü’nün Nehiylerinde Gevşeklik

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem nehyettiklerinde gevşek davranmak, onun Müslümanın hayatına çizdiği sınırları umursamamak, din anlamında kişinin başına gelebilecek en büyük musibetlerdendir.

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ey müminler! Peygamberi, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (24/Nur, 63)

Allah subhanehu ve teâlâ, Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem emrine muhalefet edenleri tehdit ediyor. Burada iki ukubet/cezadan söz ediliyor. Fitne ve elim verici bir azap… Anlıyoruz ki, onun sallallahu aleyhi ve sellem nehyettiklerinde onu sallallahu aleyhi ve sellem dinlemeyip muhalefet edenleri dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki ceza bekliyor.

Ayette zikredilen dünyevi ukubet, fitnedir.

İmam Ahmed rahimehullah: ‘Sen fitnenin ne olduğunu bilir misin? Fitne, şirktir. Ona muhalefet edenlerin kalplerinin eğrilip, onların şirke düşmesinden korkulur.’ der.

İbni Kesir rahimehullah: ‘Fitne; onların kalplerine isabet edecek küfür, bidat ve nifaktır.’ demiştir.

İbnu’l Cevzi rahimehullah Zadu’l Mesir tefsirinde: ‘Fitne hususunda üç görüş zikredilmiştir. Sapıklık, küfür ve dünyada isabet etmesi muhtemel bir bela…’ demiştir.

Şeyh Şankiti, Edvau’l Beyan’ında: ‘Kur’an-ı Kerim’de fitne dört manada kullanılmıştır:

1. Ateşle yakma: Ateş ehli için

‘O gün onlar ateşte fitneye uğrarlar…’ (51/Zariyat, 53)

buyrulur. Müminleri ateşle yakanlar için:

‘Mümin erkek ve kadınları fitneye/ateşe düşürenler…’ (85/Buruc, 10)

denir.

2. İmtihan:

‘Sizi hayır ve şerle imtihan ederiz…’ (21/Enbiya, 35)

3. Kötü tercihin netices

i: ‘Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.’ (8/Enfal, 39) ‘Fitne tamamen yok edilinceye ve din de (kulluk da) yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.’ (2/Bakara, 193)

ayetlerinde fitnenin şirk anlamında kullanılması bu anlamdadır.

4. Hüccet:

‘(Bundan) Sonra onların: ‘ ‘Rabbimiz olan Allah’a andolsun ki, biz müşriklerden değildik’ demelerinden başka bir fitneleri (mazeretleri) olmadı (kalmadı).’ (6/En’am, 23)

ayetinde fitne, hüccet anlamında kullanılmıştır.

Benim yanımda en açık/kuvvetli olan, bu ayette fitnenin üçüncü manada kullanılmış olmasıdır. Yani, Allah onların muhalefetleri nedeniyle sapıklıklarını arttırdı. Kur’an’da bu manaya delalet eden ayet çok fazladır.

‘Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir.’ (83/Mutaffifin, 14)

‘Bir zaman Musa kavmine: Ey kavmim! Benim, Allah’ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz hâlde niçin beni incitiyorsunuz? demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah, fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez.’ (61/Saf, 5)

‘Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.’ (2/Bakara, 10)

‘Kalplerinde hastalık (kâfirlik ve münafıklık) olanlara gelince, onların da inkârlarını büsbütün artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler.’ (9/Tevbe, 125) ‘

Derim ki (Ebu Hanzala): Fitne dendiğinde her Müslümanın zihninde olumsuz çağrışımlar yapar. Örneğin, Kur’an’ı başından okuyup Nur suresine gelinceye dek birçok yerde fitne kavramıyla karşılaşır okuyucu. Allah bu ayette fitne kelimesini nekra olarak kullanmıştır. Nekrada belirsizlik ve yaygınlık iki temel özelliktir. ‘, Adam geldi’ dediğimizde, adam kelimesi nekiradır. Yeryüzünde ne kadar adam varsa hepsini kapsar. Aynı şekilde bu ayette ‘fitne’ kelimesinin nekira olması, Kur’an ve Sünnet’te zikredilen bütün olumsuz manaları kapsar. Bu da tehdidin şiddetini arttırır. Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem muhalefet edenler; şirk, musibet, işkence, dinde sapıklık ve dünyevi belalar da dahil her türlü cezayla karşılaşabilirler.

Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem muhalefet eden, onun emrettiklerinde veya yasakladıklarında ona isyan edenlerin dünyada çeşitli cezalara çarptırılacakları başka naslarda da zikredilmiştir.

“Sadece Allah’a ibadet edilsin, hiçbir şey O’na ortak koşulmasın diye kıyametten önce kılıçla gönderildim. Benim rızkım mızrağımın gölgesinde kılındı. Zillet ve alçaklık, bana muhalefet edenlerin üzerine yazılmıştır. Kim bir kavme benzerse o da onlardandır.” (Müsned, 2/50)

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem yanında bir adam sol eliyle yemek yiyordu. Ona “Sağ (el) ile yemek ye!” dedi. Adam ‘Gücüm yetmiyor.’ diye cevap verdi. Allah Rasûlü “Gücün yetmesin!” dedi. Adam elini ağzına götüremedi. (Müslim, 2021)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Necm suresini okudu, secde etti. Orada bulunan herkes secde etti. Bir adam eline toprak alıp alnına götürdü ve ‘Bana bu kadarı yeter.’ dedi. Ben onu daha sonra Bedir’de kâfir olarak öldürülmüş buldum. (Buhari, 1067)

Bunun örneklerinden biri de Uhud savaşıdır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem savaşçıları yerlerine yerleştirdikten sonra onlara yerlerinde kalmalarını emrederek, belirlediği tepeyi terk etmelerini yasakladı. Sahabe bu emre muhalefet edip, nehyi irtikâb edince Uhud’da birçok imtihana tabi oldular.

“Allah’ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vaadini yerine getirmiştir. Nihayet, öyle bir an geldi ki, Allah arzuladığınızı (galibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamberin verdiği) emir konusunda tartışmaya kalkıştınız ve asi oldunuz. Dünyayı isteyeniniz de vardı, ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allah, denemek için sizi onlardan (onları mağlup etmekten) alıkoydu. Ve andolsun sizi bağışladı. Zaten Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır.” (3/Âl-i İmran, 152)

İmam Abdurrezzak’ın rahimehullah Musannef’inde kaydettiği şu rivayetler ise, Allah’a ve ahiret gününe inanan her Müslümanı korkutması için kâfidir:

“Tebuk gazvesinde Allah Rasûlü emretti: ‘Kuvvetli binek sahipleri bizimle savaşa katılsın.’ Bu emre muhalefet eden bir adamın devesi onu düşürdü ve o adam öldü. Orada bulunanlar o adama şehit dediler. Allah Rasûlü, Bilal’e şöyle nida etmesini emretti: ‘Cennete, asiler giremez.’

Bir savaşta ashabını uyardı: “Kimse savaşmasın!” Sahabeden biri düşmana saldırdı ve öldürüldü. Allah Rasûlü’ne: ‘Falanca şehit düştü’ denilince: ‘Ben savaştan nehyettikten sonra mı?’ diye sordu. ‘Evet’ cevabını alınca; ‘Asi, cennete girmez’ buyurdu. (Musannef, 178-179)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bazı vakitlerde namaz kılınmasını yasakladı. Bu vakitlerden biri de sabah namazından sonra güneşin doğup, bir mızrak boyu yükseldiği ana kadarki vakittir.

Bir adam bu vakitte namaza durdu. Said bin Müseyyeb: ‘Sana bir fitnenin veya elim verici bir azabın isabet etmesinden korkuyorum’ dedi. Adam: ‘Allah namazdan dolayı insana hiç azap eder mi?’ diye tepki gösterince: ‘Allah namazdan dolayı değil, ama Rasûlü’ne muhalefet ettiğinden dolayı azap eder’ diyerek ‘…Onun emrine muhalefet edenler…” ayetini okudu.(Sünen-i Dârimi, 436)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ihrama girmek için mikat yerlerini belirledi. Adamın biri mikatın öncesinde ihrama girdi. İmam Malik rahimehullah: ‘Bu adama dünyada fitne, ahirette elim verici bir azabın isabet etmesinden korkarım’ dedi. Adam: ‘Daha fazla ecir için yaptım, ne fitnesi?’ deyince, İmam Malik: ‘Allah Rasûlü’nün yapmadığı bir fiille Allah’a yakın/özel olduğunu zannetmenden daha büyük ne fitne olabilir’ dedi. (Fetava, 20/375)

Allah Rasûlü’ne neyhettiklerinde muhalefet edenler fitnenin her türlüsüyle karşı karşıya kalırlar. Bunun uhrevi boyutu da naslarda belirtilmiştir. İlgili ayette ‘elim verici azap’ olarak ifade edilen ceza, başka naslarda:

“Kim Allah’a ve Rasûlü’ne karşı isyan eder ve sınırlarını/hududlarını çiğnerse Allah onu, içinde ebedi kalacağı cehenneme sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” (4/Nisa, 14) şeklinde ifade edilmiştir.

“Allah Rasûlü:

__ Benim ümmetimin hepsi cennete girecektir, imtina edenler müstesna, buyurdu. Sahabeler:

__ Kimdir o imtina edenler ey Allah’ın Rasûlü, diye sordular.

Allah Rasûlü:

__ Bana itaat edenler cennete gireceklerdir. Bana isyan edenler imtina etmişlerdir, buyurdu.” (Buhari, 7280)

Yazı dizimizin önceki bölümünde “Ona itaat ederseniz hidayet bulursunuz” ayetini destekleyen birçok örnek gördük. Bu bölümde ise Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem isyanın, onun nehyettiklerinde gevşek davranmanın insanı dünyada türlü fitnelere, ahirette de elim verici bir azaba sürükleyeceğini…

İbni Teymiyye’nin rahimehullah ‘Der’u Tecridi’l Akl’i ve Nakl’de yaptığı şu tespitler ne kadar da doğrudur:

‘Allah Rasûlü’nün bize getirdikleri ya haber cinsinden ya da inşa cinsindendir. Dünyanın ve ahiretin saadeti haber cinsinden olanları tasdik etmek, inşa (emir ve nehiy) cinsinden olanlara itaat etmektir. İki cihanın bedbahtlığı ise haberlere ve inşaya heva ve zanla karşı gelmek, içeriğini yerine getirmemektir.’ (Özetle)

Bu noktada sahabenin güzide örnekliğiyle karşılaşıyoruz. Onlar Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem nehyettikleri hususunda çok titiz davranırlardı. Bazı örnekleri inceleyelim.

Enes radıyallahu anh anlatıyor:

“Ben Ebu Talha’nın evinde sakilik yapıyordum. Onlar içki içiyorlardı. Bir münadinin sesini duyduk. ‘Çık, ne olduğuna bak dediler.’ Çıktım, o şahıs Medine sokaklarında koşuyor ve ‘Dikkat edin! İçki haram kılındı.’ diyordu. Ben içeri girip Ebu Talha’ya haber verince: ‘Çık ve bu içkileri dök!’ dedi.” (Müslim, 1980) “Vallahi bir daha ona dönmediler.” (Müsned, 4/181)

Bugün insanlığın baş belası kabul edilen, insanların bırakması için programlar, reklam kampanyaları ve tedavi yöntemleri uygulanan ve çoğunlukla da başarı elde edilmeyen alkol, bir emirle terk edilmişti. Allah subhanehu ve teâlâ: “Onu bıraktınız mı?” diye sorduğunda, hep bir ağızdan ‘Bıraktık’ demiş ve Medine sokaklarında kırılan kaplarından boşalan içkilerden irili ufaklı göletler oluşmuştu.

İslam’ın ilk yıllarında altın, erkeklere haram kılınmamıştı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem altından bir yüzük edindi. İnsanlar da altından yüzükler taktılar. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ben bu yüzüğü takıyordum, artık takmayacağım.” dedi ve yüzüğü attı. İnsanlar da yüzüklerini çıkarıp attılar.(Müslim, 2091)

Altın haram kılındıktan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir sahabenin elinde altın yüzük gördü. “Sizden biri ateşe kast edip onu eline takıyor” dedi ve adamın yüzüğünü yere fırlattı. Daha sonra insanlar ‘Yüzüğünü al, satıp faydalanırsın’ dediler. Adam: ‘Ben Allah Rasulü’nün attığı şeyi almam.’ dedi.(Müslim, 2090)

Tebük seferi zorlu bir seferdi. Sahabeden bazıları bu sefere katılmamış ve Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem emrine muhalefet etmişlerdi. Bunlardan bazıları Ka’b bin Malik, Mürare bin Rebi’ ve Hilal bin Ümeyye radıyallahu anhum idi. İnsanlar Allah Rasûlü seferden döndüğünde huzuruna gelmiş ve ona mazeretler sunmuşlardı. Allah Rasûlü yalan söylediklerini bilmesine rağmen özürlerini kabul etmiş ve onlar için istiğfarda bulunmuştu. Bu üç sahabe gelip doğruyu söylemiş ve hiçbir özürlerinin olmadığını beyan etmişlerdi. Allah Rasûlü: “Gidin, Allah sizin hakkınızda hükmünü verinceye kadar bekleyin.” diyerek onları evlerine yolladı. İnsanlara da “Onlarla konuşmayın!” diye emretti. Ka’b bin Malik:

‘Çarşıda yürüyordum. Kimse benimle konuşmazdı. Bir gün amcaoğlum ve insanlar arasında bana en sevimli olan Ebu Katade’nin bahçesine gittim. Selam verdim, selamımı almadı. Ona sordum; ‘Allah için bana söyle, ben Allah ve Rasûlü’nü sevmiyor muyum?’ Bana hiçbir cevap vermedi. Üç defa aynı soruyu sordum. Sonunda ‘Allah ve Rasûlü bilir.’ dedi. Gözlerim doldu ve oradan ayrıldım.’ (Muttefekun Aleyh; Buhari, 4418; Müslim, 2769.)

Burada sahabelerin en sevdikleri insanlar da olsa, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem nehyine riayet ettiklerini, bu şahıslarla konuşmadıklarını görüyoruz.

Sahabeler nehiyler konusunda bu hassasiyete sahip oldukları gibi, insanlar içinde Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem nehiylerini önemsemeyenlere de karşı çıkar, tepki gösterirlerdi.

Abdullah bin Muğaffel radıyallahu anh, sapanla taş atan bir arkadaşına: ‘Allah Rasûlü bunu yasakladı.’ diye uyarıda bulundu. Adam yine taş atınca öfkelendi ve: ‘Vallahi seninle ebediyyen konuşmayacağım’ dedi.(Buhari; 5579, 4841)

Ebu Derda radıyallahu anh: ‘İki aynı cins eşit satılmalıdır, Allah Rasûlü bunun dışındaki satışı yasakladı’ deyince, Muaviye radıyallahu anh: ‘Bunda bir mahzur yoktur’ demişti. Ebu Derda radıyallahu anh kızmış ve ‘Yok mu beni destekleyip bu adamı yaptığından men edecek kimse! Ben buna Allah Rasûlü’nün nehyini hatırlatıyorum, o bana kendi görüşünü söylüyor. Vallahi senin bulunduğun yerde kalamam’ diyerek Şam’ı terk etmiş Medine’ye dönmüştü.

Bu örneklerden sonra, her Müslümanın şu soruları sorması zaruridir:

‘Ben Allah Rasûlü’nün nehiyleri konusunda ne kadar hassasım?’

‘İnsanlar onun nehyettiklerini işlediklerinde tepkim ne oluyor?’

Enes radıyallahu anh bu tehlikeyi ta o dönemden sezmiş ve insanları uyarma gereği hissetmiştir. ‘Sizler öyle işler yapıyorsunuz ki; yaptıklarınız sizin gözünüzde tüy kadar önemsizken, bizler bunları insanı helake götüren unsurlar sayardık.’ (Buhari, 6492)

Tabiine hitaben söylenmiş bu sözler, bizleri birinci dereceden ilgilendirmektedir. Çünkü Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem yasakları; bir babanın ya da bir patronun yasağı kadar; yahut toplumsal bir ayıbın uyandırdığı kadar etki uyandırmıyor nefislerimizde. Allah’ın rahmet ettiği ve bu konuda hassas olanlarımız da nehiyler çiğnendiğinde tepkisiz kalabiliyor.

Sünnet, dindir. Emirler ve nehiylerle hayatın İslamlaştırılmasıdır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem emirler ve yasaklarıyla hayatın her alanına müdahale etmiş, ölüm ile hayatı yani yaşamı, Allah’a adamanın yolunu çizmiştir. Hayatın her cüzüyle Allah’a kul olmak isteyenlerin sünnete uyma, emir ve yasakları öğrenip onlara imtisal etmekten başka yolu yoktur.

Bugün modern cahiliye yeni bir hayat inşa ediyor. ‘Cahiliye sünneti’ diyebileceğimiz, hayatın her alanına dair kabuller, yapılması gerekenler ve kaçınılması gerekenleri belirliyor. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sünnetiyle inşa ettiği Müslümanca yaşamı, kendi sünnetleriyle cahiliyeleştirmek istiyorlar. Allah Rasûlü hayatın her alanına müdahale ettiği gibi, onlar da yemeye, içmeye, konuşma stiline, ev eşyasına, kıyafetlere, insan ilişkilerine dokunuyorlar. Bu şeytani sünnetlerini iletişim araçlarında kullanarak baş döndürücü bir hızda yaygınlaştırıyorlar.

Yavaş yavaş kamusal alanda sünneti tatbik etmekten utanan, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem emir ve yasaklarını sadece özel ortamlarda tatbik edebilen bir nesil yetişiyor.

Tevhid ve Sünnet ehli olanların bu konuda çok daha fazla hassasiyet göstermeleri gerekiyor. Gerek sünneti tatbik, gerek de sünnetlerin ihlaline hikmetle müdahale ve sünnetleri hayatın içinde görünür kılma konusunda ellerinden geleni yapmak zorundadırlar.

Bir önceki nesil için sünnet, örf içinde muhafaza ediliyordu. Ancak globalleşmenin baş döndürücü hızı dünyayı küçük bir köy hâline getirdi. Toplumların örf ve gelenekleri dinlerinin amelî boyutunu yansıtmıyor. Tüm dünya aynı şeyleri giyiyor, yiyiyor ve sosyalleştiriyor. Müslümanlar bu konuda gerekli hassasiyeti göstermezlerse, sünnetin hayatın içinden silinmesi ve cahiliye sünnetinin İslam ehlinin içinde yaygınlaşması daha fazla hız kazanacaktır.

Bu uyarıyla yazımıza son verip, bir sonraki yazımıza kadar sizleri Allah’a emanet edelim. Selam ve dua ile.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver