Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed (s.a.v) Allah’ın Rasûlüdür – 6

Allah’ın Adıyla…

Bizleri İslam’a hidayet edip, Muhammed Mustafa’ya sallallahu aleyhi ve sellem ümmet kılan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam; önderimiz ve bizlere nefislerimizden daha evla olan Rasûlullah’a, pak ailesine ve seçkin ashabının üzerine olsun.

Bir önceki yazımızda Allah Rasûlü’nün Peygamberliğine şahitlik etmenin dört hususu gerektirdiğini söylemiştik:

1. Haber verdiklerinde onu sallallahu aleyhi ve sellem tasdik etmek

2. Emrettiklerinde ona sallallahu aleyhi ve sellem itaat etmek

3. Nehyettiklerinden kaçınmak

4. Allah’a yalnız onun sallallahu aleyhi ve sellem gösterdiği şekilde itaat etmek.

Bu yazımızda Allah subhanehu ve teâlâ izin verirse bu maddelerden ikincisini anlatmaya çalışacağız.

Emrettiklerinde Ona İtaat Etmek

Başta Peygamberimiz olmak üzere, Allah subhanehu ve teâlâ her Peygamberi kendisine itaat edilsin diye insanlara göndermiştir:

“Biz tüm Peygamberleri Allah’ın izniyle ona itaat edilsin diye göndermişizdir…” (4/Nisa, 64)

Bir Müslümanın Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem risaletine şahitliği, ona itaatiyle sahih olabilir. Bunun gerçekleşebilmesi için de Müslümanın, hayattayken Allah Rasûlü’ne, her konuda itaat etmesi vefatından sonra da onun sünnetine dört elle sarılması, sünnete sahih bir bakış açısıyla bakması gerekir.

İlk olarak; Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem hevadan konuşmadığını, onun ümmetinden isteklerinin Allah’ın subhanehu ve teâlâ istekleri olduğunu bilmek elzemdir.

“O hevasından konuşmaz. Onun konuştuğu vahiyden başka bir şey değildir.” (53/Necm, 3-4)

Kişi Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem itaat etmekle aslında Rabbine itaat etmiş olur.

“Kim Rasûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik! ‘Başüstüne’ derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir kısmı, senin dediğinden başkasını gizlice kurar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara aldırma ve Allah’a dayan; sana vekil olarak Allah yeter.” (4/Nisa, 80-81)

Bu ayetlerde Allah subhanehu ve teâlâ açık bir şekilde Rasûlü’ne itaatin Allah’a itaat olduğunu bildirmiştir. İtaatten yüz çeviren, tasdiklerine sahip çıkmayanları ise; kendilerinden yüz çevrilmesi gereken sorunlu insanlar olarak resmetmiştir.

Özellikle altı çizilmesi gereken bir husus vardır: Fukahanın çok farklı gayelerle yaptığı bir ayrım, çoğu insan tarafından yanlış anlaşılmış, onların sünnete bakış açılarını olumsuz etkilemiş, doğal olarak da Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem itaatlerini zedelemiştir.

Bilindiği gibi Usulu’l Fıkıh âlimleri kendisiyle mükellef olduğumuz hükümleri ıstılahi/teknik anlamda kısımlara ayırmışlardır. Farz/vacip/sünnet/mendub/müstehab/haram ve mekruh. Bu ayrımdan gaye; mükelleflere sorumluluklarını belirleme, ceza-i yaptırımları taksim, kaza ve keffaret cinsinden amelin terkine ya da işlenmesine bağlı hukuku kısımlara ayırmaktır.

Yani mesele amellerin kaza-i/yargısal boyutlarıyla alakalıdır. Bazıları bu taksimi yanlış anlamış ve Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem öğretilerini ve sünnetini, örnek alınması gereken noktalarda ‘yapılmayabilir’ olarak kodlamıştır. Oysa sahabe; Allah Rasûlü’nün emir ve öğretilerinde, farz-sünnet ayırımı yapmaz, hepsini yerine getirmeye ve güçleri nispetinde itaat etmeye çalışırlardı.

Sahih bir itaatin oluşabilmesi için başka bir mesele ise; hiçbir şeyin onun önüne geçirilmeyeceğinin, onun sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanın hayatında en önde olması gerektiğinin bilinmesidir.

“Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasûlü’nün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (49/Hucurat, 1)

Bir varlığa itaatin temel şartı, insan hayatında onun en önde olmasıdır. Bu konudaki netlik kaybolduğunda, ikilik veya daha fazlalık baş gösterdiğinde bu durumda ilk etkilenecek olan, itaat mefhumudur. Buna bir aileyi örnek verebiliriz. Ailenin yöneticisi öne çıkıp belli olduğunda herkes itaat edilecek merciyi bilir. Ancak bazen babanın öne geçip, başka zamanda ise annenin öne çıkıp babayı bastırması, aile fertlerinde kargaşaya neden olur.

Din de böyledir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem her zaman en önde, hayatın görünür yerinde olmak zorundadır. Ta ki Müslüman bireyler ona hakkıyla itaat edebilsinler.

Önceki yazılarımızda da sık sık vurguladığımız gibi maalesef hayatın en görünür yerinde, en önde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem mevcut değil. Abiler, şeyhler, hocalar, külliyatlar… Her birinin, insanları Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem ulaştırdığına inanılmakta; ancak her biri vakıada birbirine tamamen zıt, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem kokusunu dahi üzerinde taşımayan menhec ve yollar…

Sahabe bu konuda çok hassas davranırdı. Zikredeceğimiz örneklerde görüleceği gibi onlar hayatlarında ona sallallahu aleyhi ve sellem mutlak itaat eder, vefatından sonra da onun sünnetine göre yaşarlardı. Herhangi bir olay olduğunda insanları toplar, ‘Bu konuda Allah Rasûlü’nden bir bilgiye sahip olan var mıdır?’ diye araştırma yaparlardı. Bu anlamda Allah Rasûlü’ne itaatin önündeki engellerin başında taassup gelir. İslam tarihindeki güzide şahsiyetlerin, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem önüne geçirilerek, onlarca farklı yoldan gelen apaçık sünnet terk edilir. Allah Rasûlü’nün emir ve yasakları, mezhebî görüşlere uymadığından; mezhepten değil, sünnetten sarf-ı nazar edilir.

Bir Müslümanın fıkhi bir konuda müçtehid imamlara tabi olması, onların istinbatlarını önemsemesi gayet normaldir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kendi döneminde âlim sahabeleri beldelere yollar, insanlar dinlerini onlardan öğrenir, onların içtihadlarına göre Rabblerine kulluk ederlerdi. Şayet bu durum dinen sakıncalı olmuş olsa; Allah Rasûlü’nün buna engel olması gerekirdi. Böyle bir engelleme bilinmediği gibi; bu işin başlatıcısı da bizzat Allah Rasûlü’dür.

Daha sonra bu uygulama, belli insanların fıkıh alanında temeyyüz etmesi, onların tercihlerinin derlenip bir sistem içinde ele alınmasıyla fıkıh mezhepleri olarak karşımıza çıktı.

Buraya kadar İslam nezdinde hiçbir sorun yoktu. Asıl problem bundan sonra başlamıştır. Mezhepler, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem önüne geçirildi. Sıhhatinde ve kendiyle amel edildiğine ittifak edilen bir nas dahi ‘Mezhep imamım bunu bilmiyor muydu?’ gevezeliğine kurban edildi.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem dahi soru sorulduğunda ‘bilmiyorum, vahyin gelmesini bekleyelim’ dediğine inanan, sahabenin büyüklerinden birçoğunun birçok hadisi bilmediğini, ancak başka sahabelerin bildirmesiyle öğrendiğine inanan bir zihnin, ‘mezhep imamı bilmiyor muydu?’ iddiasına inanması şaşılacak şeydir!

Bu bakış açısına göre ittiba ettiği imam, Allah Rasûlü’nden de, bu ümmetin en âlimi olan ashabdan da daha bilgili olmuş oluyor. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.

Buna en güzel örneklerden biri, İbni İshak’ın siyerinde Kehf suresinin nüzul sebebi için zikrettiği kıssadır. Müşrikler, Yahudilerin yönlendirmesiyle Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem bazı sorular sordular. Bunlardan biri de Kehf ashabının durumuydu. Allah Rasûlü onlara cevap vermedi. “Gidin yarın size cevap vereceğim!” dedi. Bunun üzerine vahiy kesildi. Allah Rasûlü ‘Allah izin verirse’ demediği için Allah subhanehu ve teâlâ ona bunun yanlış olduğunu öğretmek istedi. Uzun bir süre sonra Kehf suresi ve vahyin gecikmesine neden olan durumu izah eden şu ayetler indi:

“Hiçbir şey için ‘Bunu yarın yapacağım’ deme. Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Unuttuğun zaman Allah’ı an ve ‘Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir’ de.” (18/Kehf, 23-24)

Bu kıssada dikkat etmemiz gereken şey, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem dahi dine dair bazı konularda bilgi sahibi olmamasıdır.

Alkame rahimehullah Abdullah İbni Mesud’dan radıyallahu anh naklediyor:

“Allah Rasûlü namaz kıldırdı. Namazda yanıldı. Namaz bitiminde sahabe:

__ Ey Allah’ın Rasûlü! Namazda yeni bir hüküm mü değişti? diye sordu.

__ Hayır, ne oldu ki? diye sordu.

__ Namazda şöyle şöyle yaptın, denilince ayaklarını topladı, kıbleye yöneldi, sehiv secdesi yaptı ve selam verdi. Sonra yönünü insanlara çevirdi ve onlara şöyle dedi:

__ Şayet namazda bir değişiklik olsa size bildirirdim. Lakin ben de sizin gibi bir insanım. Sizden birinin unuttuğu gibi unuturum. Unuttuğumda bana hatırlatınız.” (Buhari, 401; Müslim, 572.)

Bir insan Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem dahi namaz gibi günde beş defa tekrar eden bir amelde yanılıp unutabileceğine inanıyor, lakin mezhep imamının bir şeyi bilmeyeceğini, bildiğini unutabileceğine inanmıyorsa, onun dinden önce akıldan zoru olmalıdır.

“Ebubekir’e yaşlı bir kadın geldi. Mirastan payını soruyordu.

Ebubekir:

__ Sana Allah’ın kitabından bir payı bilmiyorum. Rasûlullah’ın sünnetinin sana bir şey taksim ettiğini de bilmiyorum. İnsanlara soruncaya dek bekle, dedi.

Ebubekir, bu konuyu ashaba arz etti.

Muğire bin Şube:

__ Ben Allah Rasûlü’nün nineye altıda bir pay verdiğini gördüm, dedi.

Ebubekir:

__ Buna başka şahitlik edecek kimse var mı? diye sordu.

Muhammed bin Mesleme de aynı olaya şahitlik edince, Ebubekir ona payını verdi.” (Ebu Davud, 2893; Tirmizi, 2100.)

“Bir gün Ebu Musa El-Eşari, Ömer’in evine geldi. İçeri girmek için üç defa selam verdi. Karşılık almayınca izin verilmediğini düşünerek geri döndü. Kapıya baktıklarında Ebu Musa ayrılmıştı. Ömer onu gördüğünde neden beklemediğini sordu. Ebu Musa: ‘Sizden biri üç defa izin istediğinde kendisine izin verilmezse dönsün…’ hadisini nakletti. Ömer, bu hadisi duymadığı için şahit istedi. Kendisine Ebu Said El-Hudri şahitlik edince Ömer: ‘Çarşılarda ticaret beni bilgilerden alıkoydu’ dedi.” (Buhari, 2062; Müslim, 2153.)

Hepimiz Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem vefatının akabinde yaşanan riddet hadiselerini biliriz. İnsanlardan kimi, yalancı Peygamberlere tabi olmak, kimi de dini terk etmek suretiyle açıkça irtidat etmişti. Bir grup daha vardı ki asıl kafaları karıştıran onlar olmuştu. İslam’ı kabul ediyor, yalancı Peygamberlere tabi olmuyorlardı. Kur’an’dan bir ayete yapışarak zekât vermeye yanaşmıyorlardı.

“Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.” (9/Tevbe, 103)

Bu ayette zekâtı Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem alacağı, insanlara dua edeceği, onları temizleyeceği anlatılıyordu. Allah Rasûlü vefat ettiğine göre bu özellikler kimsede mevcut değildi.

Ebubekir radıyallahu anh bunlarla savaşarak, bunları da riddet taifesine dahil etmek istiyordu. Onunla Ömer radıyallahu anh arasında şu diyalog geçmişti:

“Ömer:

__ Sen lailahe illallah dediği halde, insanlarla mı savaşacaksın?

Ebubekir:

__ Namazla zekâtın arasını ayıranla savaşacağım. Vallahi onlar Allah Rasûlü’ne verdikleri bir oğlağı dahi men etseler onlarla savaşacağım.

Ömer: ‘Vallahi anladım ki Allah subhanehu ve teâlâ Ebubekir’in kalbini savaşa açmıştır. Ve bu karar haktır’ dedi.” (Buhari, 1399; Müslim, 20.)

Bu kıssada ilginç olan; Ebubekir de Ömer de radıyallahu anhuma konu hakkında varid olan hadisi hatırlamamıştır. Hadisin orijinal metni:

“Ben insanlar Lailahe illallah deyip, namazı kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum.” (Buhari, Müslim) şeklindedir.

Bu hadisi şerh ederken Hafız İbni Hacer rahimehullah şu satırları kaydeder:

‘Bu kıssada delil vardır ki, sünnet bazı sahabelerin büyüklerine gizli kalır, sıradan sahabeler o sünneti bilir. Bundan dolayı sünnete muhalif olan görüşlere değer verilmemelidir velev kuvvetli olsa da. Ve ‘bu sünnet nasıl falancaya gizli kaldı’ denilmemelidir.’ (Buhari 25 nolu rivayet şerhi)

Örnekler arasından özellikle Ebubekir ve Ömer’e radıyallahu anhuma dair olanları zikrettim. Bu iki sahabi bi’setin ilk döneminden Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem vefat edinceye dek ondan ayrılmamışlardı. Buna rağmen birçok konuda Allah Rasûlü’nün sünnetinden habersiz olabiliyorlardı.

Bu misallere inanan bir zihniyetin, ‘Şu meseleyi falanca mezhep imamı bilmiyor muydu?’ diyerek üzerinde ittifak edilmiş sünnetlere muhalefet etmeleri, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem emrine itaat etmemeleri, gerçekten şaşılası bir durumdur. Kendisiyle Allah Rasûlü’nün önüne set çekilen, ona itaat ve onu örnek alma hususunda insanların ayaklarının kaydığı, ‘taklitte taassup’ meselesinde müctehid imamlar bundan beridir. Onların her biri hayatta iken bu sorundan insanları sakındırmıştır.

İmam Ebu Hanife rahimehullah: ‘Bizim mezhebimizin/görüşümüzün delilini bilmeden ona tabi olunması haramdır.’ demiştir.

İmam Malik rahimehullah, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem kabrine işaret ederek: ‘Şu kabirde yatanın dışında, herkesin görüşü alınıp reddedilebilir.’ der.

İmam Şafii rahimehullah: ‘Benim görüşümle Allah Rasûlü’nün hadisi çakışırsa, benim görüşümü duvarın dibine çalın.’ demiştir.

İmam Ahmed rahimehullah: ‘Bizim söylediklerimizi değil, söylediklerimizin delillerini yazınız.’ demiştir.

Bu minvalde sünnet imamlarından yüzlerce nakil yapılabilir. Anlatmak istediğimiz, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem emirlerine itaat hususunda onlar ellerinden geleni yaptılar. Sonradan gelenler, başta dinin sonra da bu imamların emir ve nasihatlerine kulak vermeyerek, şeytana aleyhlerinde yol verdiler.

Sahabe İtaatine Örnekler

Sahabe, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sünnetine doğru yerden bakıyordu. Onlar için sünnet, itaat ve hayat demekti. Onlarda taklit/taassup gibi bir problem de olmayınca, ortaya iman ehlini derinden etkiliyen güzel manzaralar çıktı.

“Allah Rasûlü bir gün mesciddeydi. İnsanlara: ‘Oturun!’ diye emretti. Mescidin dışında mescide doğru gelmekte olan Abdullah b. Mesud, olduğu yere oturdu. Allah Rasûlü, onun bu tutumunu görünce: ‘Gel ey Abdullah b. Mesud!’ diyerek onu içeri çağırdı.” (Ebu Davud, 1091)

“Sahabeler mescidde tartışmaya başladı. Tartışanlar, sahabeden Ka’b bin Malik ve İbni Ebi Hadred. Alacak meselesinden dolayı sesleri yükselmişti. Öyle ki, seslerini evinde bulunan Allah Rasûlü işitmişti. Perdesini araladı ve seslendi:

__ Ey Ka’b, Ey Ka’b!

__ Buyur, ey Allah’ın Rasûlü! Emrine icabet ettim. (Lebbeyk).

Eliyle işaret ederek borcun yarısının düşmesini istedi. Ka’b:

__ Yaptım Ey Allah’ın Rasûlü! dedi.

İbni Ebi Hadred’e seslendi:

__ Sen de kalk ve öde!” (Buhari, 471; Müslim, 1558.)

“İbni Ömer yolda giderken bir bedeviye rastladı, ona selam verdi. Onu bineğine aldı ve ona sarığını hediye etti.

Bu duruma şahit olan İbnu Dinar:

__ Onlar bedevidir, çok azına razı olurlar. Bu kadarına gerek yoktu, dedi.

İbni Ömer:

__ O adam benim babamın dostuydu ve ben Allah Rasûlü’nü şöyle derken işittim: ‘İyiliğin en iyisi evladın babasının dostlarını gözetmesi, onlara iyilikte bulunmasıdır.’ ” (Müslim, 2552)

“İnsanlar Ebu Zer’i gördüler. Güzel bir elbiseyi ikiye bölmüş, yarısını kölesine giydirmiş yarısını da kendi giymişti. İnsanlar neden tek elbise olarak kendine almadığını sorunca, şöyle cevap vermiştir:

__ Ben köleme kızmış ve annesinden dolayı onu ayıplamıştım. Allah Rasûlü bunu duyunca: ‘Sen onu annesiyle mi ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki, sende hâlâ cahiliye kalıntıları var. Köleleriniz Allah’ın sizin elinizin altına kıldığı kardeşlerinizdir. Yediklerinizden onlara yedirip, giydiklerinizden giydiriniz. Onlara güçlerini aşan sorumluluklar yüklemeyiniz. Yorucu işlerde onlara yardımcı olunuz’ dedi.” (Buhari, 30; Müslim, 1661.)

“Allah Rasûlü Hayber gününde: ‘Yarın bu sancağı öyle birine vereceğim ki, Allah ve Rasûlü onu sever, o da Allah ve Rasûlü’nü sever.’ buyurdu. Sahabenin her biri bu şerefe nail olmak için sabahı zor etmişti.

Sabah olunca Allah Rasûlü, Ali’yi çağırdı ve ona:

__ Yürü! Allah sana fetih nasip edinceye dek dönme! dedi.

Ali biraz yürüdükten sonra bir şey sormak istedi. Olduğu yönde durarak, arkasına dönmeden sesini yükseltti:

__ Ey Allah’ın Rasûlü! İnsanlarla ne üzere savaşayım…” (Buhari, 2942; Müslim, 2405.)

“Allah Rasûlü’nün ashabı arasında Cüleybib adında bir genç vardı. Rasûl, bir sahabeye: ‘Kızını Cüleybib’e ver’ diyerek talepte bulundu. Adam ailesiyle durumu görüşmek için ayrıldı.

Allah Rasûlü’nün talebini eşine iletince eşi öfkelendi:

__ Cüleybib’den başkasını bulamamış mı? Ben kızımı falandan filandan sakınmışken nasıl Cüleybib’e vereyim?

“Babası ailenin duruma razı olmadığını belirtmek için evinden çıkacakken, kızı uyardı:

__ Allah Rasûlü’nün talebini geri mi çevireceksiniz? O sizin için Cüleybib’e razı olduysa siz de olunuz. O beni zayi etmeyecektir.” (İbni Kesir, Ahzab suresi 36. ayetin tefsirinde, İmam Ahmed’in Müsned’de zikrettiğini kaydeder.)

Bu ve benzeri örnekler, olması gereken itaat örnekleridir. Allah Rasûlü, sahabesinin böyle olmasını istiyor ve onları eğitiyordu. Ümmetin hakiki anlamda kurtuluş ve izzetinin, Allah’ın subhanehu ve teâlâ, kendine sallallahu aleyhi ve sellem vazettiği emirlere hakkıyla itaat etmelerinde olduğunu çok iyi biliyordu. Önceki kavimleri helak eden şey; onların Peygamberlerine muhalefet etmeleri, onların emirlerine karşı gevşek olmalarıydı.

Ebu Said bin Mu’alla radıyallahu anh anlatıyor:

“Ben namaz kılıyordum. O sırada Allah Rasûlü beni çağırdı. Namazı bitirince yanına vardım. Bana; ‘Seni çağırmama rağmen benim yanıma gelmekten alıkoyan nedir? Allah subhanehu ve teâlâ: ‘…Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman onlara icabet edin.’ (8/Enfal, 24) demiyor mu?’ dedi.” (Buhari, 4647)

“Allah Rasûlü seferde bazen oruç tutar, bazen de tutmazdı. Bu konuda genişlik vardı. Fetih yılında Mekke’ye sefer yaptı. Oruçluydu. Kurau’l Ğamim denen mıntıkaya gelince bir bardak su istedi. İnsanlara göstererek orucunu bozdu. İnsanlar da oruçlarını bozdular. Sonra kendisine bazı insanların hâlâ oruçlu olduğu haber verildi. ‘Onlar asidir, onlar asidir…’ diyerek tepkisini belli etti.” (Müslim, 1114)

Genişlik olan bir konuda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem neden kızmıştı? Çünkü O, ashabının onun emirlerine harfiyen riayet etmesini istiyordu. Burada kızdığı şey, seferde oruç tutulmuş olması değil, insanlara göstererek orucunu bozmasına rağmen bazılarının itaat etmemiş ve onu örnek almamış olmasıydı.

“Allah Rasûlü bir iş yapmış ve onun yapılmasına da ruhsat vermişti. Ashabdan bazıları, o işi yapmayı uygun görmediler. Bunu duyan Allah Rasûlü minbere çıktı ve: ‘Bazılarına ne oluyor da benim yaptığım bir şeyi yapmaktan geri duruyorlar. Vallahi ben sizin Allah’ı en iyi bileniniz ve O’ndan en çok korkanınız olmayı umuyorum’ dedi.” (Buhari; 6101, 7301; Müslim, 2356.)

Evet, bugün Müslümanların da böyle olması şarttır. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem emirleri olan sünnete sıkı sıkıya sarılmalıdırlar. Onun sünnetini mütevatir, ahad, örfe uygun olup olmayan, mezhep süzgecinden geçmiş ve geçmemiş, çağın ruhuna uygun olan ve olmayan şeklinde; Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği, insanların zanna ve hevaya uyarak uydurduğu taksimatlarla parçalamamalıdırlar.

Bilmeliyiz ki bu ümmetin istikameti; Allah Rasûlü’ne itaatleri oranındadır. Allah subhanehu ve teâlâ ashabın zatında bütün bir ümmete: “…Şayet ona itaat ederseniz hidayet bulursunuz…” (24/Nur, 54) hakikatini bildirmiştir. Dünya hayatında da ahiret hayatında da şeref, istikamet, izzet ve sırat-ı müstakim üzere sebat, Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem itaattedir. Kotasız, batıl taksimatlara gitmeden, hoşumuza gitse de gitmese de, Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir şahıs, mezhep ve görüşe mahkûm etmeden mutlak itaatte…

“Fatıma binti Kays’ı eşi boşamıştı. Ona Muaviye, Ebu Cehm ve Usame bin Zeyd talip oldular. Bu durumu Allah Rasûlü’ne iletti. Ona şu tavsiyede bulundu: ‘Muaviye malı olmayan biridir. Ebu Cehm’in sopası elinden düşmez. Usame bin Zeyd’i kabul et.’ Fatıma binti Kays: ‘Usame’yi istemiyordum. Allah Rasûlü tavsiye edince Allah’a ve Rasûlü’ne itaat olarak kabul ettim. Daha sonra insanların gıpta ettiği bir evliliğim oldu. Allah bana Ebu Zeyd’i (Usame bin Zeyd’in künyesi) ikram etti, beni onunla şereflendirdi.’ ” (Müslim, 1480)

Hangi konumda olursa olsun hidayet, dünya ve ahiret hayatının saadeti ona sallallahu aleyhi ve sellem itaattedir. O Sirac-ı Münir’dir (33/Ahzab, 46) . Aydınlık/nur onun yanındadır. Ona itaat edenler ilk cahiliyenin karanlığından kurtulup, onun aydınlığıyla aydınlandıkları gibi; yaşadığımız cahiliyenin karalığından kurtulmanın yolu, ona itaat etme ve tabi olmadadır.

“De ki: Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (3/Âl-i İmran, 32)

“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.” (3/Âl-i İmran, 132)

“Bunlar, Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.” (4/Nisa, 13)

“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, işittiğiniz halde O’ndan yüz çevirmeyin.” (8/Enfal, 20)

“Her kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.” (24/Nur, 52)

“De ki: ‘Allah’a itaat edin; Peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamberin sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygambere düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır.’ ” (24/Nur, 54)

Allah subhanehu ve teâlâ bizleri ona sallallahu aleyhi ve sellem hakkıyla itaat eden, onu hayatın en görünür yerine koyanlardan eylesin!

Bizleri mübarek aya eriştirdiği gibi onun affına ve bereketine mazhar kılsın. Karşılayacağımız bayramı bizden öncekilere zafer ayı kıldığı gibi, bizlere de ümmetin aydınlık günlerini göreceğimiz zafer ve izzet ayı kılsın.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver