Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed (s.a.v) Allah’ın Rasûlüdür – 3

Allah’ın Adıyla!

Bizleri İslam’a hidayet eden, Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem ümmet kılan Allah’a hamd olsun. Salât ve selam, bu yolun rehberinin, pak âlinin ve ashabının üzerine olsun.

“Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın Rasûlü’dür” şehadetinin anlamı, gerekleri ve bu şehadetle uyuşmayan halleri anlatmaya devam ediyoruz. Önceki yazımızda; bu şehadetin dört esas üzere bina edildiğini belirtmiştik:

1. Haber verdiklerinde onu

sallallahu aleyhi ve sellem

tasdik etmek

2. Emrettiklerinde ona

sallallahu aleyhi ve sellem

itaat etmek

3. Nehyettiklerinden kaçınmak

4. Yalnızca onun sallallahu aleyhi ve sellem gösterdiği şekilde itaat etmek.

Bu esasları zikrettikten sonra şu hatırlatmada bulunmuştuk:

‘Bu esasların tafsilatına geçmeden önce; bunların özü olan ve ona sallallahu aleyhi ve sellem imanın tüm esaslarının üzerine bina edildiği ‘sevgi’ meselesine değineceğiz. Ona itaat, onu tasdik, nehyettiklerinden kaçınma, onun sünnetinin dışında kaynak kabul etmeme, bidatlardan sakınma ve onun ahlakıyla ahlaklanma gibi ona imanın esası, vacibi ve kemali olan tüm unsurlar, onu sevmenin eseridir. Öyleyse bu makama en uygun olan; asılların aslı olan sevgi meselesini takdim ederek konuya giriş yapmaktır.’

Aynı yazımızda; Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem sevmenin iman olduğunu da detaylandırmıştık. Sevginin kalbin ameli olduğunu, insanların sevgi anlayışlarının ve buna bağlı olarak da sevgilerini gösterme biçimlerinin farklı olduğunu örnekleriyle izah etmiştik. Söz konusu olan, Allah ve Rasûlü’nün sevgisinin ise varlığı iman, yokluğu küfürdü. İslam ‘ben Müslümanım’ diyen herkeste bulunması zorunlu olan bu sevgiye alametler belirlemişti. Bu alametlerin varlığı ve oranı kişinin Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem olan sevgisinin şeriat nazarında geçerliliğini belirlemekteydi. Bu sevginin alametlerinden şunları görmüştük:

1. Ona

sallallahu aleyhi ve sellem

emrettiklerinde itaat edip, yasakladıklarında kaçınmak

2. Onu

sallallahu aleyhi ve sellem

örnek almak

3. Onu

sallallahu aleyhi ve sellem

kendi nefsinden daha evla görmek

4. Ona

sallallahu aleyhi ve sellem

saygı göstermek ve onu tazim etmek.

Şimdi, Allah’tan subhanehu ve teâlâ yardım isteyerek, varlığı iman olan ve şehadetimizin gereklerinin üzerine bina edildiği sevginin alametlerine devam edelim.

5. Onun Sünnetine Nasihat Etmek

Temim Ed Dari radıyallahu anh rivayet ediyor:

“Allah Rasûlü şöyle buyurdular: ‘Din nasihattır.’ Biz: ‘Kimin için?’ dedik. Dediler ki: ‘Allah’a, kitabına, Rasûlü’ne, Müslümanların yöneticilerine ve geneline nasihattır.’ ” (Müslim, 55)

Din nasihattır. Denilir ki Arap lugatında bu kelimeden daha toplayıcı ve kısalığına rağmen geniş anlam ifade eden başka bir kelime yoktur… Araplar bu kelimeyi; ihlas anlamında kullanır. Nasihat eden, nasihat ettiğine sırf onu düşünerek ve onun iyiliği için çabaladığından böyle denir.

Sözleri ve davranışları sâfîdir. Söküğün dikilmesine de, nasihat derler. Nasihat eden, nasihat ettiğinin eksiğini giderir çünkü. (El-Minhac, 2/37)

Türkçe’de nasihatı çok dar anlamda kullanıyoruz. Öğüt vermek, hatırlatmaktan ibaret görüyoruz. Bu sebepten olsa gerek bu hadisi duyup da şaşırmayanımız yoktur. ‘Nasıl yani? Allah’a nasihat mı olurmuş?’ Genelde dilimiz veya lisan-ı halimiz ilk olarak böyle tepki verir. İmam Nevevi’nin rahimehullah de belirttiği gibi Arap lugatında en geniş anlam barındıran kelimelerden biri nasihattir.

Nasihat; hem dilin hem kalbin hem de organların amelidir. Nasihat edilecek şeyin kalpte sevilip, tazim edilmesi, dille insanları ona davet etmek, bedenle ona gelen zararları defetmek, onun tanınması için mücadele etmek, bunlar hepsi nasihat kapsamındadır.

İmam Nevevi rahimehullah aynı bölümde aktarmaya devam ediyor: ‘…Rasûl’e nasihate gelince; Risaletinde onu tasdik etmek, getirdiği her şeye iman etmek, emir ve nehyinde ona itaat etmek, hayattayken ve vefatından sonra ona yardım etmek, onu seveni sevip, ona düşmanlık edenlere düşman olmak, onun hakkını tazim edip ona saygılı olmak, onun yolunu ve sünnetini ihya etmek, davetini yaymak, şeriatını neşr etmek, ona yönelik töhmetleri savıp onun ilimlerini tercih etmek, bu ilimlerde fıkıh sahibi olmak için çaba ve başkalarını buna davet, onu öğrenirken ve öğretirken bu lütuf ile davranmak, okurken edepli olmak, o meselelerde ilimsizce konuşmamak, bu ilimlerin ehline; ona olan intisaplarından dolayı sevgiyle davranmak, onun ahlakıyla ahlaklanıp edebiyle edeplenmek, ehlibeytini sevmek, onun sünnetinde bidat çıkaran veya ashabı hakkında konuşanlardan uzak durmak…’ (Minhac, 55 nolu hadis şerhi)

Muhammed bin Nasır El Merzevi şöyle demiştir:

‘Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem nasihat iki türlüdür:

1. Hayatında; ona itaat etmek için çabalamak, ona yardım ve istediğinde maddi destek vermek, onu sevmek için çabalamak

2. Vefatından sonra; Sünnetini öğrenmede titiz davranmak, ahlak ve edebini araştırmak, emirlerini ve onları yerine getirmeyi tazim etmek, onun sünnetinden yüz çeviren, dünyayı onun sünnetine uymaya tercih edenlere kızmak…’ (Tazim Kadr-i Salat, 2/693; (Benzer bir ayrımı Kadı İyad, İmam Acuri’den nakleder) Eş Şifa 2/584.)

Özellikle biz Müslümanları ilgilendiren ikinci kısım üzerinde durmamız gerekiyor. Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem görme şerefine nail olamasak da, onun sünnetiyle ahlaklanma, onu yayma, insanları ona davet, onun örnekliği etrafında oluşan şüpheleri bertaraf etme şerefine nail olabiliriz. Bu, ona alan sevgimizin ispatı olmasının yanında, ona sallallahu aleyhi ve sellem nasihatimizin de gereğidir.

Bugün Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem tanımak isteyenler için sayısız imkân vardır. Onu sallallahu aleyhi ve sellem anlatan kitaplar, sesli-görüntülü siyer dersleri, hakkında yapılan sempozyumlar. Sırf batılı oryantalistlerin, o ve sünneti hakkında yaptığı bir yıllık çalışma üç bin civarındadır.

Ancak sorun, onun sünnetine nasihat eden, onun ahlakıyla ahlaklanıp kalpteki sevgisini Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem ahlakı olarak dışa yansıtanların azlığıdır. Bizler ona nasihat sorumluluğumuz gereği, onu tanımakla mükellefiz. Ancak çoğumuz işin kolayına kaçıyor, yazıyor veya anlatıyoruz. Onun gibi bir şahsiyet ne kelimelerde ne de harflerde hayat bulmaz, bunu idrak edemiyoruz… Şayet bilinmesi gerekenler; yazıyla veya anlatım vasıtasıyla hakkıyla bilinebilecek olsaydı; Allah subhanehu ve teâlâ kanlı, canlı Peygamberler göndermez, en sevdiği varlıklara eziyetin her türlüsünü reva görmezdi. Hakkın ortaya çıkıp bihakkın idrakı, canlı örneklerle mümkündür. Sahabenin dahi gıpta ettiği insanlar olmuştu. Onlar ahlaklarıyla Allah Rasûlü’ne ayna olmuş, onu sallallahu aleyhi ve sellem tanıtmışlardı. Tabiinden Rabi’ bin Husyem bunlardan biriydi. İbni Mesud radıyallahu anh ona şöyle demişti: ‘Ey Ebu Yezid. Şayet Allah Rasûlü seni görseydi mutlaka seni severdi, seni her gördüğümde muhbîtini (Muhbîtin tefsiri Kur’an’da mevcuttur. Hac suresi 24. ayet “muhbît olanları müjdele” diyerek biter. 25. ayet onları şöyle tarif eder. “Onlar ki Allah anıldığında kalpleri titrer, kendilerine isabet eden musibetlerde sabır gösterirler. Namazı kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler…”) hatırlıyorum.’ (Bunu İmam Zehebi, Siyer A’lam en-Nubela’sında, imamın biyografisinde aktarır, 4/258.)

İbni Mesud’un radıyallahu anh bu sözü söylemesinin nedeni elbet Rabi’nin ahlakı ve Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem olan benzerliğiydi. Onun biyografisinde zikredilen özelliklere bakıldığında ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır:

Çok az konuşurdu. Kendisine birşey sorulmadan asla söze başlamazdı.

İnsanların görmediği hallerini ıslah eder, geceleri ihya eder ve kendinden nasihat isteyenleri buna yönlendirirdi.

Mütevazıydı. Nasılsın diye sorulduğunda ‘rızkını yiyip, ecelini bekleyen bir miskin’ derdi.

Çok edepliydi. Onunla yirmi beş yıl arkadaşlık yapan biri, ‘Onun ağzından ayıplanacak bir şey çıktığını hiç görmedim’ demişti.

İhlasa çok dikkat ederdi. Kur’an okurken yanına girildiğinde mushafın üzerini örterdi. Nafile namazları mescidde kıldığı hiç görülmedi.

Dünyayla alakası zaruret ölçüsündeydi. Kendi ihtiyacını alır, elde kalanı dağıtırdı.

Bu özellikleri Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem ahlakıydı. O, sünnete nasihat etmiş ve insanları davet ettiği şeye, yaşantısı ile şahitlik etmişti. Netice olarak da Abdullah bin Mes’ud radıyallahu anh gibi ne söylediğini bilen bir sahabeden ‘Allah Rasûlü seni görse mutlaka seni severdi’ sözünü işitmişti.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sünnetini yaymanın en etkili yolu, onu pratik olarak insanlara gösterecek örnekleri çoğaltmaktır. Tecrübeyle sabittir ki kitaplar ve anlatılar onu bu ümmetten olmayanlara tanıtamadığı gibi, bu ümmetin parçası olan insanları yeni arayışlara sevk etmekten de alıkoymamaktadır. Demek ki tek ihtiyacımız olan, sünnete nasihat eden yaşayan-canlı örneklerdir. Ona nasihatın bir parçası da ona yönelik töhmet ve şüphe cinsinden şeyleri defetmek, bunlarla mücadele etmektir. İster onun sünnetini ihmal edip, dinde bidat çıkaranlar olsun; ister onun sünneti etrafında şüpheler oluşturup onun örnekliğini hayatın dışına itmek isteyenler olsun, bunlarla mücadele ona nasihatin gereğidir. Bunun en güzel örnekliğini sahabede görmekteyiz.

Sahabeden Dıhye bin Halife radıyallahu anh Ramazan’da yolculuğa çıkmış ve bazı insanların seferde oruç tuttuğuna şahitlik etmiştir. Geri döndüğünde: “Vallahi bugün görebileceğime hiç ihtimal vermediğim bir şey gördüm. Bir grup Allah Rasûlü’nün sünnetinden yüz çevirdiler. Allah’ım bugün benim canımı al” (Ebu Davud, 2413) demiştir.

“İmran bin Husayn radıyallahu anh dedi ki: ‘Ben Allah Rasûlü’nden: ‘Hayanın hepsi hayırdır’ dediğini işittim.’ Orada bulunan Buşeyr: ‘Bazı kitaplarda ‘hayanın bazen zaaf olduğu yazılıdır.’ deyince İmran hadisi tekrarladı. Buşeyr de sözünü tekrarlayınca İmran öfkelendi. Orada bulunanlar onu zor yatıştırdılar.” (Buhari, 6117; Müslim, 37)

“Bir grup mescidde oturmuş ve toplu olarak zikir yapıyordu. Başta bulunanlardan biri komutu veriyor (yüz defa subhanallah deyin), oturanlar da bu komuta uyup tekrarlıyorlardı. Durumu Ebu Musa El Eş’ari radıyallahu anh farketmiş ve vakit kaybetmeden İbni Mesud’a bildirmişti. Mescide gelen İbni Mesud onlara sordu:

__ Siz ne yapıyorsunuz?

__ Sadece hayır dilemiştik.

__ Nice hayır isteyen kişi ona isabet edemez. Vallahi ya sizler Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem olduğu yoldan daha hayırlı bir yol üzeresiniz ya da sapıklık kapılarını açmaktasınız.” (Darimi Mukaddime, 23)

Subey El Iraki, Kur’an’dan bazı ayetler gündeme getiriyor, müteşabihlerle insanların kafasını bulandırıyordu. Ömer radıyallahu anh ona: “Sen bidat çıkarma peşindesin” (Darimi Mukaddime, 19) diyerek karşı çıkıp onu sürgüne yollamış ve gittiği yerde Müslümanların onunla konuşmasını yasaklamıştır.

Bu gibi tepkiler, sahabenin sünnete olan nasihatlerindendi… Allah Rasûlü’ne hayattayken her yolla yardım eden güzide ashabı, vefatından sonra onun sünnetine sahip çıkıp, sünnet etrafında oluşan problemlerde de hassasiyet göstermişlerdir.

Günümüz Müslümanlarında bu hassasiyeti göremiyoruz. Sünnet dendiğinde ‘ihtilafın meşru olduğu alan’ gözüyle bakılıyor. Böyle olunca da sünnete itikadî ve amelî muhalefetler meşruymuş gibi algılanıyor.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sünnetiyle dalga geçen, akıllarına arz ettikleri sünneti Kur’an’a arzettiğini zanneden insanlar, hoş karşılanabiliyor. Kardeşimin hakkını koruyacağım diye, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem hakkı çiğneniyor.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sünnetinin teşri değeri konusunda anlaşamayan insanların, hangi din üzerinde kardeşlik tesis ettiği de tartışılması gereken bir konudur.

Tevhid ve Sünnet ehli Müslümanların bu noktada sahabeyi örnek alması, ihsan üzere onlara tabi olması elzemdir. Özellikle; asrımızın ne idüğü belirsiz, vahdet kılıflı çoğulculuk anlayışına, sünnetin teşri değeri kurban edilmemelidir.

6. Onun Sevdiklerini Sevip, Buğz Ettiklerine Buğz Etmek

Sevmek, sevenin sevdiğini sevip, düşmanlarını düşman edinmektir. Hakiki bir sevgi ancak bu olabilir. Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem kalplerimizde beslediğimiz sevgi; sünnet ve ehlinin sevgisi, bidat ve ehlinin buğzu olarak belirginleşmelidir. İçinde buğz olmayan sevgide hayır olmadığı gibi, içinde sevgi olmayan buğzda da hayır yoktur.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem buna dikkat çekmiş ve onun sevgisinin, onun sevdiklerini sevmeyi gerektirdiğini haber vermiştir:

“İmanın alameti ensarı sevmek, nifakın alameti onlara buğz etmektir.” (Buhari, 3784)

“Benim ashabım hakkında Allah’tan korkunuz. Benden sonra onları hedef haline getirmeyiniz. Onları seven beni sevdiğinden onları sevmiştir. Onlara buğz eden bana buğzundan onlara buğz etmiştir…” (Tirmizi, 3862)

Yine o sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:

“…Beni seven Usame’yi sevsin..!” (Müslim, 2942)

Bu cümle uzunca bir hadisin parçasıdır. Fatıma binti Kays’a radıyallahu anha birçok sahabe aynı anda talip olur. O radıyallahu anha bunların içinden Usame bin Zeyd’i radıyallahu anh tercih eder. Ve gerekçesini de Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem duyduğu bu sözü gösterir. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sevdiğini sevmek…

Bir gün Abbas radıyallahu anh Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem gelmiş ve şikayette bulunmuştu. ‘Kureyşliler kendi aralarında konuşup eğleniyorlar. Bizi görünce suratları asılıyor, halleri değişiyor.’ Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem öfkelendi ve:

“Allah’a yemin olsun ki, sizleri benim sevgim ve akrabalığım dolayısıyla sevmedikçe iman etmiş olamazlar.” (Ahmed, Tirmizi)

Burada tarihin, benzerine çok az rastladığı bir vakıayı nakledelim. Beni Mustalık gazvesi için çıkılmıştır. Yolda Ensar ve Muhacir arasında pek de hoş olmayan bir tartışma yaşanır. Su sırası nedeniyle tartışırlar. Her biri kendi kavmine seslenir. ‘Ey muhacirler! Yardım edin.’ ‘Ey ensar! Yardım edin’… Kalbi marazlı olan Abdullah bin Ubey Es Selul için fırsat doğmuştur. Tüm kalbi hastalıklı varlıkların İslam toplumunda yaşanacak olumsuzlukları gözlediği gibi… Onlar, sinek tabiatlıdır neticede… Balarısı misali güzelliğe değil, sinek misali sağlam bedenin yaralı kısmına konarlar. Abdullah bin Ubey konacağı yarayı bulmuştu. İnsanları iyice kışkırtmak için şu sözleri söyledi:

‘Bunlarla bizim misalimiz Araplar’ın ‘besle kargayı oysun gözünü’ deyimimizdeki gibidir. Hem yurdumuza yerleştiler, hem de şu yaptıklarına bakın. Vallahi Medine’ye dönersek aziz-izzetli olan zelil olanı oradan çıkaracaktır.’ (Buhari, 4905; Müslim, 2583.)

Bu sözleri üzerine şu ayetler indi:

“Onlara: ‘Gelin, Allah’ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin’ denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen, onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün. Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de birdir. Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez. Onlar: ‘Allah’ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki dağılıp gitsinler’ diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar. Onlar: ‘Andolsun, eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır’ diyorlardı. Hâlbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler.” (63/Munafikun, 5-8)

Bu olay Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem çok üzmüştü. Öyle ki hiç dinlenmeden yola devam ediyordu. Münafıkların elebaşının, pak ve şerefli oğlu bu durumdan etkilenmişti. Allah Rasûlü’nü bu denli üzen bir manzaraya, babası sebep olmuştu. Üstelik ayetler de babasının bu sözleri söylediğini teyit ediyordu. Medine’ye kadar sabretti. Medine’ye girerken kapıda dikildi ve babasına dedi ki: ‘Vallahi kimin izzetli kimin de zelil olduğunu göreceksin. Allah Rasûlü sana izin verinceye dek bu kapıdan içeri girmeyeceksin.’ İnsanlar onu uyarsa da bu kararından vazgeçmedi. Ta ki Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem giriş izni gelinceye dek…

Babası dahi olsa Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem üzen, onun buğz edeceği işler yapan, ona dil uzatana böyle karşılık vermişti. İşte sevgi budur. Sevgilinin sevdiğini sevmek, sevgilinin buğzuna muhatap olana buğz etmekì

Biz ise tuhaf bir dönemde yaşıyoruz. Abdullah bin Ubey bin Selül’ün dahi şapka çıkaracağı cinsten bir nifakla karşı karşıyayız. Allah Rasûlü’nü sevdiğimizi söylüyoruz. Ancak dilimizde ona hakaret edenlerin nağmeleri, gece evlerimizi ona düşmanlık edenlerin film ve dizileri süslüyor! Onun buğz edip asırlar öncesinden lanet ettiği insanları takip ediyor, şevkle haftanın sırasının onlara gelmesini bekliyoruz. Onun şiarlarıyla dalga geçen, onu bir çöl bedevisi, zevk düşkünü veya çıkarcı olarak yansıtan komedyenlere katıla katıla gülüyoruz.

‘Bırak Ey Allah’ın Rasûlü! Şu münafığın kafasını vurayımì’ diyen Ömer’ler radıyallahu anh olmadığı için de siyer sempozyumları düzenliyor, ‘Sevgili Peygamberim’li, bol güllü ve karanfilli kitaplar basıyoruz. Allah’tan geldik, tekrar O’na döneceğiz…

Bu nifaktan kurtulmalı ve aslımıza dönmeliyiz. İlişkilerimizi, dostluk ve beğenilerimizi Allah ve Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sevgisi belirlemelidir. Onların sevgisine muvafakat etmeli, onların buğzundan ve buğza mahal olan insanlardan şiddetle kaçmalıyız.

7. Ona Salât ve Selam Okumak

Seven sevdiğini kalbinde muhafaza edip, kalbini onu koruyan bir kap kıldığından, sevgiye Arapça’da hub/ dendiğini zikretmiştik. Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem seven, ona kalbinde yer verir. Bu sevgi, kalbin sahibini ağırlaştırır. Değerini çoğaltır. Bundan ötürü Allah subhanehu ve teâlâ ona olan saygımızı ‘vakar’ kelimesiyle ifade ediyordu.

Kalpteki sevgi, insanı harekete geçirir. Sevgiliyi görmek, ona yakın olmak ister. Bütün bunlar olmayınca onu zikretmeye, adını anmaya, onu anlatmaya başlar. Dil, kalbin aynası… Kelimeler, gönül heybesinin sadık yarenleri… Dil neyle meşgulse kalbi o istila etmiş, her yerini kuşatmıştır. Salât ve selam, kalpte olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem sevgisinin dışa yansımasıdır.

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (33/Ahzab, 56)

İbni Kesir rahimehullah şöyle dedi:

‘…Allah kullarına Nebisinin mele-i a’ladaki/kendi katındaki değerini; Kendinin ve meleklerinin ona salât getirdiklerini belirterek gösterdi. Sonra yer ehline ona salât ve selam getirmelerini emretti. Ta ki yeryüzünde ve gökyüzünde aynı anda ona salât getirilsin…’

Allah ve Rasûlü’nün sevgisiyle yürekleri tutuşan Müslümanlar, bu emri yerine getirmek için birbirleriyle yarıştılar. Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem gelip ‘Ey Allah’ın Rasûlü! Allah sana salât ve selam getirmemizi emrediyor. ( Allah Rasûlü’ne salât ve selamın manası

           Selamın manası:

Selam esenlik, barış, huzur, dünyevi ve uhrevi sıkıntılardan uzak olmak demektir. Allah’ın isimlerinden biri Es Selam’dır. Kullarına esenlik veren anlamındadır.

           Salâtın manası:

Lugatta; sırtın ortası, ateş, dua, süreklilik gibi anlamlara gelir. Şer’i olarak ise;

1. Salât rahmettir. Bu, İbni Abbas’tan naklolunmuştur (Fethu’l Bari, 11/156). İmam Tirmizi Sünen’inde Sufyan-ı Sevri’den; ‘Birçok ilim ehli salât rahmettir.’ sözünü aktarır. (Sünen 485 nolu rivayeti öncesinde)

Buna göre Nebi’ye salât ve selam getirince şöyle demiş oluyoruz: ‘Allah’ın selamı ve rahmeti senin üzerine olsun.’ Genel olarak kitaplarımızda salâta rahmet anlamı verilir. Muhakkik alimlerimizin de işaret ettiği gibi bu, isabetli bir görüş değildir. Bunun nedenini bazı yönlerden izah edecek olursak ;

a. Bakara suresi 157. ayette sabreden kullar şöyle müjdeleniyor: “Allah’ın salâtı ve rahmeti onların üzerinedir.” Buna göre ayet ‘Allah’ın rahmetleri ve rahmeti onların üzerinedir’ şeklinde olur ki bu, Kur’an’ın belağatına yakışmaz.

b. Eşanlamlı kelimeler birbirlerinin yerine kullanılabilirler. Salât ve rahmet kelimeleri ise birbirlerinin yerine kullanıldığında mana yönünden uygun olmayan durumlar ortaya çıkar.

Örneğin, en yaygın dua ‘Allah’ım bana rahmet et!’ şeklindedir. Bu duayı ‘Allah’ım bana salât et!’ dediğimizde İbni Kayyım’ın ifadesiyle duada haddi aşmış oluruz.

Allah ayette: “Benim rahmetim her şeyi kaplamıştır” (7/A’raf, 156) buyuruyor. Aynı cümlenin yerine ‘Benim salâtım’ yazdığınızda yine anlam karmaşasına sebebiyet verirsiniz. Ya da ‘Allah müminlere karşı rahmetlidir/Er Rahim’dir’ yerine ‘salâtlıdır’ diyemezsiniz.

c. Sahabe, rahmet ve salâtı ayrı anlamıştır. Çünkü Allah Rasûlü’ne ‘Allah sana salât ve selam getirmemizi emrediyor. Sana nasıl selam edeceğimizi biliyoruz, nasıl salât getirelim?’ dediler.

Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi üzerine olsun!’ şeklinde getirdikleri ve ‘biliyoruz’ dedikleri selamda rahmet kelimesi zaten vardır. Şayet salât, rahmet olmuş olsaydı selamın içinde yerine getirilmiş olacaktı. Sahabenin umumu salât ve rahmeti eşanlamlı olarak görmediklerinden bu soruyu sorma ihtiyacı hissettiler. (Ayrıntılı bilgi için İbni Kayyım’ın konuyu tahkik ettiği Celalu’l Efham kitabının 75-82. sayfalarına müracaat edilebilir.)

2. Salât mağfirettir. Mukatil bin Hayyan’dan naklolunmuştur (Fethu’l Bari, 11/156). Buna göre Nebi’ye salât getirdiğimizde ‘Allah’ım onu bağışla!’ demiş oluyoruz.

3. Salât Allah’ın onu övmesi, şanını yüceltmesidir:

           Ebu Aliye; ‘Allah’ın salâtı meleklerin yanında onu övmesidir.’ (Buhari 4797 nolu rivayet öncesinde, muallak olarak.)

Konuyu tahkik eden alimlerin çoğunun tercihi bu görüştür. ‘Allah’ın onu övmesi, meleklerin ve bizlerin Allah’tan ona salât etmesini, yani onu övüp şanını yüceltmesini talep etmemizdir. Allah’ın onu övmesi, ona rahmeti de istiğfarını da kapsar.

4. Berekettir. İbni Abbas radıyallahu anh ‘…Salât ederler, yani bereket talebinde bulunurlar’ (Buhari, muallak olarak 4797 nolu rivayeti öncesinde). Buna göre ‘Allah’ım Nebi’yi bereketli kıl!’ demiş oluyoruz.)

Sana nasıl selam edeceğimizi biliyoruz. Salâtı nasıl getirelim?’ dediler.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Deyiniz ki:

اَلّلَهُمَّ‭ ‬صَلِّ‭ ‬عَلَى‭ ‬مَحَمَّدٍ‭ ‬وَعَلَى‭ ‬اَلِ‭ ‬مُحَمَّدٍ‭ ‬كَمَا‭ ‬صَلَّيْت

عَلَى‭ ‬اِبْرَاهِيمَ‭ ‬وَعَلَى‭ ‬اَلِ‭ ‬اِبْرَاهِيمَ‭ ‬اِنَّكَ‭ ‬حَمِيدٌ‭ ‬مَجِيدُ

Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye layık yalnız Sensin, şan ve şeref sahibi de Sensin.” (Buhari, 6357; Müslim, 4797)

اَلّلَهُمّ‭ ‬بَارِك‭ ‬عَلَى‭ ‬مُحَمَّد‭ ‬وَعَلَى‭ ‬اَلِ‭ ‬مُحَمَّدٍ‭ ‬كَمَا‭ ‬بَارَكْتَ

‭ ‬عَلىَ‭ ‬اِبْرَاهِيمَ‭ ‬وَعَلىَ‭ ‬اَلِ‭ ‬اِبْرَاهِيمَ‭ ‬اِنَّكَ‭ ‬حَمِيدٌ‭ ‬مَجِيدُ

“Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine hayır ve bereket ver. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine verdiğin gibi. Şüphesiz övülmeye layık yalnız Sensin, şan ve şeref sahibi de Sensin.” (Buhari, 6357; Müslim, 4797)

Bunun yanında Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem sevdiğini iddia edip cimrilik edenler, yalanlarından ötürü onun sallallahu aleyhi ve sellem bedduasına muhatap olanlar var. Zannımca alemlere rahmet olarak gönderilen, “…mümin bedduacı/lanetçi değildir” diyen, kendisine tanınan dua hakkını dahi ümmetine saklayan, onlara karşı rauf ve rahim olan bir Nebi; kendi ümmetinden birilerine beddua ediyorsa ortada çok vahim bir durum var demektir.

“Yanında ismim anıldığı halde bana salât getirmeyenin burnu sürtsün.” (Tirmizi, 3545)

“İnsanların en cimrisi, ismim anıldığı halde bana salât getirmeyendir.” (Tirmizi, 3546)

O sallallahu aleyhi ve sellem Rabbinin yanında o kadar değerlidir ki; onu seven ve bu sevgisi salât olarak diline yansıyanlara, Allah subhanehu ve teâlâ on defa salât getirir. Onları dünyada ve ahirette üzecek şeylere karşı, onlara yeter.

“Kim bana bir defa salât getirirse bunun karşılığında Allah ona on defa salât getirir.” (Müslim, 408)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir mecliste bu müjdeyi yenilemişti. Ona salât getirenlere Allah subhanehu ve teâlâ on misliyle mukabele edecekti. Bunu duyan bir sahabe şöyle dedi:

“__ Öyleyse duamın dörtte birini sana salât getirmeye ayıracağım.

Rasûl:

__ Dilediğin kadar yap, fazlası senin için daha hayırlıdır.

__ Üçte birini sana salât için ayıracağım.

__ Dilediğin kadar yap, fazlası senin için hayırlıdır.

__ Öyleyse duamın üçte ikisini sana salât getirmeye ayıracağım.

__ Dilediğin kadar yap, fazlası senin için daha hayırlıdır.

__ Öyleyse tüm duamı sana salâta ayıracağım.

__ O zaman dünya ve ahiret sıkıntılarında Allah sana yeter ve günahlarını bağışlar.” (İbni Kesir Ahzab suresi 56. ayetin tefsirinde İmam Ahmed ve Tirmizi’nin rivayet ettiğini söyler.)

Ahir zaman garabeti bu ümmetin ise garipliğine örnek olması bakımından şeyhleri, hocaları anıldığında silsile halinde dua eden, ağızları sürekli efendi hazretlerinin zikirleriyle ıslak olan ancak Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem ismi anıldığında ona salât getirmeyi çok gören ‘alışmamışız(!)’ bahanesinin arkasına sığınan, getirdiğinde de yarım ağız, sadece ‘sad’ harfinin anlaşıldığı tipleri de analım. Analım ki, onu gerçekten seven sadıklarla, onun isminin arkasına saklanan ve onun kokusunu üstünde taşımayan hokkabazlar birbirinden ayrılsın.

Onu hakikaten sevmiş ve bu sevgileri Allah subhanehu ve teâlâ tarafından kabul görmüş sahabeler bakın ne diyordu:

“Allah Rasûlü’ne salât getirdiğinizde salâtınızı güzelleştirin. Çünkü salâtınız ona arzedilebilir.” (İbni Mace, 906 İbni Mesud’dan radıyallahu anh.)

8. Onu Görmeyi İstemek

Sevenin; sevdiğini görmek istemesi, ona özlem duyması, sevginin en bariz alametlerindendir.

Sevenin sevdiğine olan özlemini, onu görmek isteyişini bizlere ilk olarak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem öğretmişti. Aişe annemiz anlatıyor:

“Allah Rasûlü’nü işittim, şöyle diyordu: ‘Hastalanmış hiçbir Peygamber yoktur ki mutlaka Allah ona dünya ve ahiret konusunda seçim hakkı tanır.’ Allah Rasûlü son hastalığındaydı. Ondan şu sözleri işittim: ‘Allah’ım kendilerine nimet verdiğin Nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber…’ Anladım ki seçim hakkı tanınmış ve seçimini yapmıştı.” (Buhari, 4586; Müslim, 2444)

Dünya ve sevdiği arasında tercih yapması istenince hiç tereddüt etmeden Allah’ı ve O’nun yanında olanı tercih etmişti.

Onu hakkıyla seven ashabı için de durum farklı değildi. Onlardan biri mescidde hüzünle oturuyordu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Hayırdır ey falanca! Seni çok hüzünlü gördüm. Bir sıkıntın mı var?’ diye sordu. ‘Evet Ey Allah’ın Rasûlü! Düşündüğüm bir şey beni böylesine üzdü… Biz sabah ve akşam senin yanına uğruyoruz. Senin yüzüne bakıyor ve seninle oturuyoruz. Yarın sen cennette Peygamberlerle beraber olacaksın ve biz sana ulaşamayacağız.’ Allah Rasûlü ona karşılık vermedi. Bir zaman sonra:

“Kim Allah’a ve Rasûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu Peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!”(4/Nisa, 69) ayeti indi. (Taberi tefsiri, 5/163.)

Sahabe radıyallahu anhum onu dünyada görmeyi bir kenara koymuş, ahiret hesapları yapıyordu. Şüphesiz cennette Nebi’nin makamının çok yücelerde olacağını biliyorlardı. Bunu kendilerine dert edinmişlerdi. Onların bunu dert edinmesi hem onlara hem de bizlere göz aydınlığı olacak müjdeye sebep oldu.

Allah Rasûlü, kendinden sonra yaşayacak ve onu görme şerefine nail olmayan Müslümanlardan şöyle söz etmiştir:

Benim ümmetimden beni en çok sevenler, benden sonra yaşayacak olan insanlardır. Onlar malları ve evlatları pahasına beni görmeyi arzularlar.” (Müslim, 2832)

Hepimiz biliyoruz ki, onu görmenin tek bir yolu vardır. Onun sünnetine azı dişlerimizle yapışmak… Bunu yapan kimse havuz başında onu görebilecektir. Onu sallallahu aleyhi ve sellem sevenlerin kalbi o anın özlemiyle yanıp tutuşur. Onu görmenin bedeli yine onun tarafından belirlenmiştir:

“Kıyamet gününde havuza ilk varanınız ben olacağım. İnsanlar bana doğru gelecekler. Ben onları alınlarındaki ve ayaklarındaki abdest izlerinden tanıyacağım. ‘Ashabım/ümmetim’ diyeceğim. Ancak onlardan bir grup develerin sudan alıkonulduğu gibi benden alıkonulacak ve ateşe çevrileceklerdir. Ben: ‘Allah’ım! Onlar benim ashabım/ümmetim’ diyeceğim. Bana: ‘Sen onların senden sonra neleri değiştirdiğini bilmiyorsun’ denecek. Ben de: ‘Azap/suhk olsun benden sonra değiştirenlere’ diyeceğim.” (Buhari, 6576; Müslim, 2297)

Evet, onu görmeyi isteyenlerin önünde tek yol vardır. Onun pak sünnetine yapışıp; değiştiren, arttıran ve eksilten her yol ve menhecden uzak durmalarıdır.

Aksi halde Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem görme isteği hayalden öteye geçemez. İnsanların ne adına ve ne niyetle değiştirdiği önemli değildir. Bu değiştirmenin önüne bazen hasene lafzını eklerler (bidat-ı hasene), bazen ‘davanın maslahatı’ derler, bir başka zaman ’21. yüzyılda yaşıyoruz’… Bu eklerin veya takıların hiçbiri, bulduğuyla yetinmeyen; arttıran veya eksiltenlerin, havuzdan çevrilme tehdidiyle karşı karşıya oldukları gerçeğini değiştirmez.

Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem özlem adına onu anlatan parçalar dinlemek, gözyaşlarına boğulmak… Ne hikmetse aynı sözler müziksiz okunduğunda ‘Cin Ali’ serisi modunda dinlemek, hüzünlü bir melodiye gözyaşı dökerken Allah Rasûlü için ağladığını zannetmek yeterli değildir. Onu görmek isteyenler onu yürekten sevenler, onun sünnetine ittiba edip onun emirlerine imtisal etmekle bunu elde edebilirler.

Buraya kadar Rasûlullah sevgisinin alametlerine değinmeye çalıştık. Bir sonraki yazımızda ‘Sevginin faydaları’, ‘Sevgiyi elde edip arttırmanın yolları’ ve ‘Neden Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem sevmeliyiz?’ diyerek devam etmeyi Allah’tan subhanehu ve teâlâ temenni ediyorum.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver