Kişi Sırlarını Neden İfşa Eder?

Her şeye bir sebep kılan Allah’a hamd, Rasûlüne, ailesine ve ashabına salât ve selam olsun.

“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlü’ne hainlik etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de hainlik etmeyin.”                  (8/Enfal, 27)

Hayatımızda her şeyin cereyan edişi bir sebebe bağlıdır. Hiçbir şey kendiliğinden meydana gelmez. Hakeza insanlar sırlarını ifşa ederken, durduk yere bu hataya düşmüyorlar. Kişi mutlaka bir sebebe binaen bunu yapıyordur. Peki, sırlar neden ifşa edilir?

Bu sebepleri başlıklar halinde Rabbimin takdir ettiği kadarınca aktarmaya çalışacağım:

1. ‘Sırrın’ Ne Olduğunu Bilmemek

Dava arkadaşım! Her meselede önce ilim elzemdir. İlimsizlik ıslahı siler, ifsadı meydana getirir. Sır meselesinde de en büyük sıkıntı, sırrın ne olduğunun bilinmemesidir. Veya ‘sırrın, başkalarına söyleme sakın tembihlenen şeydir’ şeklinde yanlış, kısır bir tanım üzere bilinmesidir. Daha da kötüsü sır kavramının; televizyonda ve internette yayınlanan dizilerin, yazılan kitapların ve romanların vermek istediği ideoloji üzere algılanmasıdır.

Bizim milletimizin televizyon ve internet müptelası olduğu malumumuzdur. Bilgi adına her şey buralardan öğrenilmektedir. Müslümanlar bile ‘istihbari bilgileri, gizliliğin yöntemlerini, siyaset gibi konuları öğrenmek’ adına CIA’nin, Avrupa’nın, tağutların yaptığı filmleri izlemektedir. Bu amel yanlış olmakla beraber, tağutların Müslümanların üzerine kurduğu bir tuzaktır.

Medyayı elinde bulunduran düşman, bu tür programlarda dinî kavramların içini boşaltıp kendi istediği gibi doldurmaktadır. Her kavramda olduğu gibi sır kavramı da boşaltılan kavramlar arasındadır. Müslümanlar sır ve gizlilik meselelerini, yapılan bu programları seyrederek öğrenince, farkında olmadan sırları gizli tuttuklarını zannederek ifşa ettiler. Bu nedenle sırrın ne olduğunu doğru yerden, doğru şekilde öğrenmek elzem oldu. Aksi halde farkında olmadan sırlar ifşa edilir.

2. Eğitilmemiş Fıtrî Korku

Korku fıtrî bir duygudur. Fıtrî olan duygular mutlaka Kur’an ve Sünnet çerçevesinde eğitilmelidir. Bu duygular İslam’ın istediği şekilde eğitilmediği zaman, kişiyi helaka götürür. Korku da bu duygulardan bir tanesidir. Mutlaka terbiye edilmelidir. Terbiye edilmeyen korkunun, birçok alanda zararı olduğu gibi, sır meselesinde de Müslüman için tehlikeleri vardır. Korku karşısında sır, emanet, iman, dava gibi birçok şeyden taviz verme, hatta vazgeçme söz konusu olur.

Dava arkadaşım! Sana Hatıb bin Ebi Belta’nın radıyallahu anh mektubunu hatırlatmak isterim. Hatıb bin Ebi Belta, Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem ashabındandır. Hatıb, Kureyşliler’e mektup yazarak Peygamberimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem Mekke üzerine yürüyeceğini bildirecekti. Yazdığı mektubu bir kadına vererek Kureyşlilere ulaştırmak istedi. Kadın saçının arasına gizleyerek yola koyuldu. Bu sırada Allah subhanehu ve teâlâ bu durumu vahiy yoluyla Peygamber’e sallallahu aleyhi ve sellem bildirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ali ile Mikdad’ı radıyallahu anhum görevlendirerek o kadından mektubu alıp getirmelerini söyledi. Onlar da kadını Hah bahçesinde yakalayıp mektubu ondan aldılar, Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem getirdiler. Mektup ‘Hatıb bin Ebi Belta’dan Kureyşliler’e… diye başlıyordu. Peygamberimiz, Hatıb bin Ebi Belta’yı çağırdı ve ‘Bu nedir Hatıb?’ diye sordu. Hatıb: ‘Ya Rasûlullah! Acele karar verme. Ben, Allah’a ve Rasûlü’ne iman eden bir müminim. Dinimden dönmedim. Ben, Kureyşliler’den bazılarıyla akrabalık ilgisi bulunan birisiyim. Hiçbir zaman onlardan olmadım. Benim onların arasında ehlim, yakınlarım ve evladım var. Onların arasındaki bu yakınlarımı koruyacak kimse de yoktur. Seninle beraber olan muhacirlerin çoğunun orada yakınlarını koruyacak kimseleri var. Benim böyle yakınlarım olmayınca Kureyşliler’e yardımda bulunmayı ve bu yolla yakınlarımı korumalarını istedim’ dedi… kıssa bu şekilde devam etmektedir.

Kıssada olduğu üzere Hatıb, ailesinin can ve mal güvenliği nedeniyle korkuya kapılıyor ve Kureyşliler ile anlaşma yapıyor. Burada önemli olan Hatıb bin Ebi Belta’nın radıyallahu anhum bu anlaşmada aslında Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem sırrını düşmana aktarmış olmasıdır. Hatıb bin Ebi Belta’yı radıyallahu anhum bunu yapmaya iten sebep ise fıtrî olan korkudur ve bu hepimizin özelliğidir. Hiç kimsenin bu konuda masumiyeti yoktur. Korkularımızı tezkiye etmediğimiz takdirde bizler de bu hataya düşeceğizdir. Örneğin; günümüzde de Müslümanların yaşadığı cezaevi, işkence, şantaj, tehdit gibi korku halleri vardır. Veya Hatıb bin Ebi Belta radıyallahu anhum gibi ailesi için yaşadığı korku durumları olabilir. Burada kişinin sırlarını ifşa etmemesi için korkusunu önceden tezkiye etmiş olması gerekir. Aksi halde belirttiğim durumlarda kişi hemen kendisine emanet edilen sırları ifşa edebilir. Bundan Allah’a sığınırız.

3. İyi Niyet

Güzel niyet, sırları ifşa etmeye iten durumlardandır. Şeytan hiç kimseye Allah’ın emirlerine karşı isyanı kötü niyetler ile yaptırmaz. O isyanı önce güzel bir şekilde süsler, ondan sonra kişiye telkin eder. Nasıl ki Âdem ile Havva’yı Allah’ın yasakladığı ağacı “Size, sizi melek yapacak ağaçtan haber vereyim mi? Allah subhanehu ve teâlâ siz melek olmayasınız diye bu ağaçtan yemenizi yasaklamıştır” (7/A’raf, 20) diyerek her ikisini melek olmak niyeti ile yemelerini, Rabblerine karşı isyankâr olmalarını sağlamıştır. Hakeza sırları gizli tutmak gibi İslam’ın bütün emirlerinde Rabbimize asi olmayı da, güzel/iyi niyetler ile yaptıracaktır.

Örneğin; şeytan bize gelip ‘Allah’ın, Rasûlü’nün ve ümmetin sırlarını ifşa et ve hain ol’ der mi? Bunu söylemek akıl kârı değildir. Çünkü böyle söylese biz onu ve telkin ettiği şeyi inkâr edeceğizdir. Bizlere iyi niyetlerle süslenmiş, tabiri yerinde ise damardan yaklaşıp ‘Sen bunları biliyorsun ama falan kardeşin bunları bilmiyor, yabancılardan duyacağına Müslümanlardan duysun, hem bunlar bütün Müslümanların bilmesi gereken konular, kardeşiniz bundan mahrum kalmasın. Hem sen kötü bir şey yapmıyorsun ki kardeşine faydalı oluyorsun. Böylelikle sen de ecrini alırsın. Bu sırrı ifşa etmek değil ki…’ gibi güzel niyetler ile yaklaşarak ümmetin veya içerisinde yer aldığı yapının, bilhassa kendisinin, gizli tutması gereken nice sırlarını ifşa ettirir.

Dava arkadaşım! Bilmelisin ki, her güzel niyete itibar edilmez, edilmemelidir. İyi niyete itibar etmek ancak amelin İslam’da meşru olduğu hallerde mümkündür. Eğer niyet güzel olur, fakat amel meşru olmazsa, kişinin niyetine değil ameline bakılmalıdır. Örneğin; Günümüzde oy kullanan insanlar ‘başımıza kötüsü geleceğine kötünün iyisi gelsin’ veya ‘amacımız şeriatı getirmek’ şeklinde güzel niyetlerde bulunarak oy kullandıklarını söylüyorlar. Şimdi bunların niyetlerinin güzelliği amellerini meşru yapar mı? Elbette hayır. Her ne kadar niyet güzel olsa da, amelin kendisi Allah’ın katında şirk olduğu için bu niyete itibar edilmez. Onun küfür hükmüne etkisi olmaz.

Aynı şekilde sırları ifşa ederken niyetimiz iyi olsa da yaptığımız isyanı ve hainliği meşru hale getirmez. Eğer aktaracağımız şey sır ise ve şeytan burada güzel niyetler aklımıza getiriyor, ifşa etmemizi telkin ediyorsa bilmeliyiz ki bu şeytanın tuzağıdır. Bizi Allah katında ve ümmet huzurunda hain konumuna düşürmeye çalışıyordur. Senin üzerine düşen bu tür vehim ve tuzaklardan Rabbine sığınmandır.

4. Aşırı Samimiyet ve Güven Yanılgısı

Günlük yaşantıda samimi olduğumuz kişiler mutlaka vardır. Bu kimi zaman aile, eş, anne, baba; kimi zaman arkadaş, dost, komşu, hoca olabilir. İnsan samimi olduğu kişiye karşı rahattır. Ondan bir şeyleri gizlemeyi hoş karşılamaz. Samimi olduğu kişi onun nazarında sırdaştır. İşte bu aşırı samimiliğin verdiği rahatlık, sırları ifşa etmeye iter.

Evet, dava arkadaşım ‘En samimi olduğum arkadaşıma söylemeyeceğim de kime söyleyeceğim? Müslümana güvenmeyip, kime güvenip bir şeyler emanet edeceğim’ diye düşünebilirsin. Ki çoğu Müslüman böyle düşünüp sırlarını ifşa etmektedir.

Allah sana af ve afiyet versin. Öncelikle bilmen gerekir ki, samimi olmak, güven duymak ile sırları ifşa etmek ayrı şeylerdir. İslam bunları şer’an ayrı ayrı ele alıp incelerken, bizlerin bunları getirip sır meselesinde aynı bağlamda gibi görmeye çalışmamız doğru mudur?

Biliyorsun ki Peygamber, ashabıyla bir arkadaş, dost gibiydi. Bununla beraber birbirlerine dünyada benzeri olmayan güvenleri vardı. Fakat Peygamber ‘Bunlar ashabımdır, bunlara güvenmeyeceğim de kime güveneceğim?’ deyip hangi savaşın güzergâhını ve ümmetin diğer sırlarını onlarla paylaştı? Hakeza sahabe ‘Dostum sana güvenmeyip kime güveneceğim’ deyip sırlarını birbirlerinin arasında ifşa etti mi? Geçen yazımda Enes’i radıyallahu anh örnek vermiştim. Samimi olduğu ve kendisine güvendiği annesi, Enes’e ‘Peygamber’in işi neymiş?’ dediğinde ‘o sırdır’ diyerek Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem sırrını annesinden dahi gizlemişti.

Eğer sırları gizlemek; Müslümanlara güvensizlik, kardeşlik ahkâmını yıkma gibi algılanıyorsa o zaman bu hatayı ilk, Peygamber ve sahabesi yapmıştır. Fakat ne Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem ne de sahabenin böyle bir hatası vardır. Bilakis şeytan bizim yaptığımız hataları, ihlas kılıfıyla donatmaya çalışmaktadır.

Burada şunu da hatırlatmada fayda var, Müslümanlar arasında ‘İslam, sırları gizlemeyi sadece düşmana karşı yapmayı emretmiştir’ gibi bir yanlış anlayış da mevcuttur. Belki de yukarıdaki hatanın varlığı bu anlayıştan kaynaklanmaktadır. Sırları gizli tutmak, hem Müslümana hem de düşmana karşı uygulanması gereken bir menhecdir. Sırları muhafaza etmek sadece düşmana karşı alınması gereken bir tedbir değildir. Bu konuda gelen nasların ifadesi, Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabenin uygulaması, ayrım yapmadan sırları gizli tutmanın gerekliliğini göstermektedir. Bununla alakalı örnekleri bundan önceki iki yazımda vermiştim. Oraya tekrardan müracaat edebilirsin kardeşim.

5. Çok Konuşmak ve Aşırı Şaka

Dil doğru kullanılmadığında insanı cehenneme götüren organlardandır.

“Muaz, Peygamber’e:

__ Ya Rasûlullah! İnsanlar konuştuklarından hesaba çekilecekler mi?

Diye sorduğunda Peygamber:

__ Anan seni kaybetsin ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen şey dillerinden başka bir şey midir?

Diye tepkili bir şekilde cevap vermiştir.”

Hakeza Peygamber:

“Kim bana iki dudağı ve iki bacağı arasındakini garanti ederse ben de ona cenneti garanti ederim” demiştir.

Dil niye insanları cehenneme götürür? Dilin insanı cehenneme götürmesi, çok rahat dönmesi ve muhasebeden uzak kalmasıdır. Bir şey çok kullanılır ve bakımı yapılmazsa, çok hata verir. Dünyevi birçok metâ böyle olduğu gibi, dilde de aynı durum haktır. Çok kullanıldığı ve muhasebe ile bakıma alınmadığı için hata yapmaya çok meyyaldir.

Dilin yaptığı hatalardan bir tanesi de sırları ifşa etmektir. Dili, sırları ifşaya iten durum ise çok konuşmasıdır. Sen de takdir edersin ki insanın kelamı bir yerde tükenecektir. Kelam tükendiği zaman, çok konuşmaya alışan dil, mahrem konuları dillendirmeye başlar. Hele ki hayrı konuşacak Kur’an ve Sünnet ilmine sahip olmayan kişilerde bu hata en üst seviyededir.

Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem insanları dile karşı uyarması, bu konunun ehemmiyetini büyütmektedir. Dile karşı yapılması gereken tedbir, kontrolünü sağlamaktır. Kişi dilini kontrollü kullanırsa dilin hatalarına karşı kendini muhafaza edecektir. Bu da, muhasebe ile mümkündür. ‘Konuştuklarım şer midir? Yoksa hayır mıdır?’ diye muhasebe yaparken, şer sonucuna ulaşılırsa ondan ictinab edilmeli, hayırsa onun üzerine devam edilmelidir. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunun ile alakalı şöyle buyurur:

“Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ederse ya hayır söylesin ya da sussun…” (Buhari, Müslim)

Çok şakaya gelince, bu da sırları ifşa etmeye götüren sebeplerden bir tanesidir. Şakanın kendisi İslam’da yasak olmasa da çok şaka yasaklanmıştır. Çok şakanın, yalan söyleme, saygınlığı kaybettirme gibi birçok zararı olduğu gibi, sırları ifşa etme zararını da meydana getirmektedir.

Şaka ile sırlar nasıl ifşa edilir dava arkadaşım? Şaka ile sırların ifşası, sırları şaka konusu yapmak ile olur. Örneğin; toplu bir iş yapılırken başına samimi olduğun, çocukluk arkadaşın olan biri emir/sorumlu olarak tayin edildi. O arkadaşı her gördüğünde ‘Emirim şunları nasıl yapalım, ne dersin bu konuda’ ‘Ahi lütfen sorumlu abimize soralım’ deyip şaka yapıldığı zaman, o kişinin sana sorumluluk yaptığı ortaya çıkar. Kişi bunu sırları ifşa etme niyeti ile yapmasa da, karşı taraf onun şakası ile sırrın ne olduğunu öğrenmiş olur.

Sırları şaka yolu ile öğrenmek düşmanın yöntemlerindendir. Senin günlük konuşmanı dinlemezken şakalarını kayıt altına özenle almaktadır. Çünkü kişiler günlük konuşmada söylemediklerini şaka yoluyla rahat söyler ve bunu sırları ifşa etmek olarak algılamaz. O zaman sırlar, şakaya konu edilmemelidir. Aksi halde bu, sırları ifşa etmektir.

6. Riya, Kabul Görme ve Yer Edinme Hastalığı

Amellerde Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızasından ziyade insanların rızasına, insanların beğenmesine itibar etmek riya-kibirdir. Başka bir tabirle ihlassızlıktır. Kibir, manevi bir hastalıktır. Bu hastalık kanser gibi, kimde bulunursa birçok amele yayılır ve yan etkisi çoktur. Sırları ifşa etmek bunlardan bir tanesidir.

Riya-kibir hastalığı nasıl sırları ifşa etmeye sebep olur? Şu örneği düşünmelisin dava arkadaşım; Diyelim ki kibir hastalığına yakalanmış mücahid bir kardeşimiz, cihad etmeyen kardeşlerinin yanına geldiği zaman normalde onun üzerine düşen, sırlarını muhafaza etmektir. Fakat kibir hastalığı; mevkiini yüksek tutmak, kendini övdürmek, yer edinmek için cihad meydanında olan birçok durumu açık açık söylemesine sebep olacaktır. Bu da sırları ifşa etmektir. Ki vakıamızda bu durumla sıklıkla karşılaşmaktayız.

Özellikle de bir camia içinde aktif olan kişiler kibir hastalığına dikkat etmelidir. Onlar ümmetin birçok sırrını üstlenmişler ve o alanda mücadele etmektedirler. Eğer ihlasın yerini kibir almışsa onun ve ümmetin vay haline. Nerede bulunsa sırları ifşa etmesi anbeandır. Ki düşman özellikle kibir-riya hastalığına yakalanmış olanları tespit etmekte, onunla irtibata geçmektedir. Bunları tespit ettikten sonra onları muhbirleştirmektedir.

7. Toplumsal İletişim Araçları

İnternet, Twitter,Youtube, Facebook, telefon gibi birçok toplu iletişim aracı sırları ifşa etmede etken konumdadır. Tağut bu araçları öyle bir hale getirmiş ki herkes bu araçlara başvurmak zorundadır. Ve şu anda insanlar bu araçları kullanmada bağımlı hale gelmiştir. Tağutun bu araçları yaygın hale getirmesinin ve insanları buna bağlamasının bir hikmeti vardır. O da bu araçlardan insanları takip etmek, oluşumların sırlarını öğrenmek ve böylelikle kendi güvenliğini sağlamaktır.

Örneğin, Gezi Parkı olaylarını hatırlayalım. O ayaklanmada rakamlar bir milyona ulaşmıştı. Bu, devletler için tehlike sinyalini yakan bir rakamdır. Bu olaylar Twitter üzerinde yayılmış, o şekilde taraf toplamıştır. Bu, devlet için zarar olsa da, bir yönden iyi olmuştur. Çünkü birçok oluşumu Twitter üzerinden tespit etmiş ve ardından tek tek toplamaya, sorgulamaya başlamıştır.

Bugün malesef Müslümanlar bu araçları kullanırken sırları gizli tutmaya dikkat etmiyor. Örneğin; Kişi Youtube’da bir video izliyor. Bu videonun altına yorum yapıyor. Ama farkında olmadan yorum yazarken sırlarını da yazıyor. Misal, bir şehid haberi yayınlanıyor, biri: ‘O kişi şehid olmadı. Ben her gün onunla beraberim, bu haber yalandır’ başkası, ‘Ben de falan bölgede onunla beraber kaldım çok iyi insandı. İnşallah tekrar gidip şehid olmayı arzuluyorum’ gibi yorumlar yazıyor. Bu yorumlar, sırları ifşa etmek değil midir?

Hakeza telefon, çağımızın en önemli ve herkesin kullandığı iletişim arıcıdır. Buralarda ise ‘ahi falan yerde şu mesele için buluşalım, abi benim önemli olan şu işim var hakkını helal et gelemeyeceğim. Ahi ümmetin toplantısı falanca saatte mescidde’ gibi birçok farklı alanlardaki sırlar ifşa ediliyor.

Özellikle Müslümanlar kitlesel iletişim araçlarını kullanırken çok dikkat etmelidir. Bu araçların düşmanın elinde olduğunu, bununla insanları kontrol ettiğini unutmamalıdır. Ulaşımını bu araçlar dışında yapma imkânı olanların bu araçlardan uzak durması, hem kendisi hem de ümmet için faydalı olur. Kullanan Müslümanların da davanın kuvveti ve sebatı için bu konuya dikkat ederek kullanmaları gerekir.

8. Sırrın Üzerinden Zamanın Geçmesi

İnsan için her şey ilk zamanlar daha önemli ve hassastır. Onu muhafaza etmeye daha dikkat eder. Zaman geçtikçe o hassasiyet ve önem, insanın yanında azalır. Bu hassasiyet kaybolduğu zaman kişi sırlarını ifşa etmeye başlar. Belki de o meselenin, ilk zamanlarda sır olduğu düşünüldüğü için bu hataya düşülmektedir. Fakat zaman geçtikçe kişinin yanında meselenin önemi kaybolsa da o mesele önemini hâlâ korumaktadır. Onu muhafaza etmeye, her dönemde gizlemeye dikkat edilmelidir.

Örneğin, adam ilk cihada gittiğinde bunu herkesten gizliyor. Aradan dört-beş sene geçince bu sefer cihada gittiğini haber vermesi bir tarafa, orada yaptıklarını baştan sona kadar anlatmaya başlıyor. Bu, sırları ifşa etmektir. Ne olursa olsun bir şey sır ise, üzerinden uzun zaman geçse de muhafaza edilmelidir.

9. Merak Duygusu

Merak duygusu Allah’ın kula verdiği bir nimettir. Kişi bu duyguyu doğru yere kanalize ederse faydası çoktur. Mesela, ilim hepimizin ihtiyacıdır. Merak duygusu ilme yönlendirilirse ilim bu duygu sayesinde hâsıl olur. Böylelikle kişi elde ettiği ilmi ile Rabbine görevi olan kulluğunu hakkıyla yerine getirir.

Fakat merak duygusuyla kişi kendisini ilgilendirmeyen alanlara yönelirse, kendine ve karşı tarafa zarar verebilir. Allah’a subhanehu ve teâlâ ve insanlara karşı sorumluluğunu unutur, kendini ilgilendirmeyen şeylere yöneldiği için İslam’ını kötüleştirir vs… Karşı tarafa verdiği zarar ise merak duygusu nedeniyle çok soru sorarak, araştırarak karşı tarafın sırlarını açığa çıkarmaktır. Örneğin, adam meraklı ve bunu güzel yöne kanalize etmediği için ümmetin çalışmalarını merak edip medrese nerede?, emir kim?, kaç kişisiniz? gibi kendisini ilgilendirmeyen noktaları sormaya başlayacaktır. Eğer soru sorulan kişi eğitilmemiş bir kişi ise, o da sırları farkında olmadan açığa çıkaracaktır. Bu nedenle merak duygusu da sırları ifşa etmeye sebeptir. Etrafımızda bu duyguyu yanlış yerlere kanalize edenlere mutlaka nasihat edip, merak duygularını doğru yere yönlendirerek faydalı hale getirmemiz gerekir.

Evet kardeşim! Buraya kadar sırları ifşa etmeye götüren sebepleri yazdım. Elbette bu sebepler bunlarla sınırlı değildir. Her dönemde bunlar değişip çoğaltılabilir. Bu bizlerin hassasiyetine bağlıdır. Rabbim bizlere bu noktalara dikkat etmeyi nasip etsin. Davamızın sonu âlemlerin Rabbine hamd etmektir. Bir sonraki sayımızda görüşme ümidi ile…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver