Tüm Rasûllerin Ortak Müjdesi Muhammed (s.a.v) Allah’ın Rasûlüdür – 2

Allah’ın adıyla

Bizleri İslam’a hidayet eden Allah’a hamd olsun. Salât ve selam O’nun Nebi’sine, ehlibeytine, ashabına ve kıyamete kadar ona tâbi olanlara olsun.

Bir önceki yazımızla beraber Allah Rasûlüne imanın sembolü olan ‘Muhammedun Rasûlullah’ silsilesine başlamıştık. Geçen yazımızda bu mübarek konuya başlama nedenlerimizi yazmıştık. Allah’tan subhanehu ve teâlâ yardım isteyerek konunun tafsilatına giriyoruz.

‘Muhammed Allah’ın Rasûlüdür’ şehadeti dört esas üzere kuruludur. Bu esaslar yerine geldiği takdirde onun sallallahu aleyhi ve sellem risaletine şahitlik, hakkıyla yerine getirilmiş olur. Bunların külliyen ortadan kalkması şehadeti bozar. Bunlarda var olan eksiklikler oranında şahitliğimiz zedelenir.

Bunlar;

1. Haber verdiklerinde onu sallallahu aleyhi ve sellem tasdik etmek,

2. Emrettiklerinde ona itaat etmek,

3. Nehyettiklerinden kaçınmak

4. Yalnızca onun gösterdiği şekilde Allah’a subhanehu ve teâlâ ibadet etmek

Bu esasların tafsilatına geçmeden önce bunların özü olan ve ona sallallahu aleyhi ve sellem imanın tüm esaslarının üzerine bina edildiği ‘sevgi’ meselesine değineceğiz. Ona itaat, onu tasdik, nehyettiklerinden kaçınma, onun sünnetinin dışında kaynak kabul etmeme, bidatlerden sakınma, onun ahlakıyla ahlaklanma gibi ona imanın esası, vacibi ve kemali olan tüm unsurlar, onu sevmenin eseridir. Bu makama en uygun olan, asıllar aslını takdim ederek yazıya başlamaktır.

Sevginin tanımı: (Ravdatu’l Muhibbin 17-18, Medaric Es Salikin 3/9-11)

Arap lügatında muhabbet/ sevgi (ب – ح) belli manalarda kullanılır.

– Beyazlık ve arınmışlık

– Üstün olma ve açığa çıkma

– Bir şeyin özü

– Bir yerde veya şeyde sabitlenmek

– Bir şeyi muhafaza edip tutmak

– Büyükçe kap

– Hareket edip sallanan

– Üzerinde yük taşıyan kolon

Araplar sevgiyi ifade etmesi için (حُبٌّ) kelimesini seçmişlerdir. İlk harfi boğazın derinlerinden çıkar, son harfi ise dudak harfi olan ‘ba’dır. Adeta sevginin sevilende başlayıp yine onda bittiğini ifade etmek istemişlerdir. Seven; sevgiliye arı-duru olarak sevgi besler. Kalbinde duyguların en üstünü sevgiliye olandır. Ona özünü, yani kalbini vermiştir.

Kalbinde değişmeyen, sabit ve asıl, olan sevgiliye olan sevgidir. Sürekli onu aklında tutmak, onu zikretmek suretiyle kalbini ona olan sevgisinin kabı, muhafazası kılmıştır adeta. Onun sevgisidir onu harekete geçiren. Sevgiyle sükûnet aynı bedende toplanmaz. Bir kalbe sevgi yerleşti mi, sevgilinin yönünde tüm organları harekete geçirir. Seven, sevdiği uğruna sıkıntılara katlanır, her türlü meşakkatin altına girer.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sevgisi bu manaların hepsini içerir. Allah’ın sevgisinden sonra kalplerin hayatı olan ve membâları sevgililerin en şereflisi olan muhabbetullah olan sevgi, ona olan sevgidir.( İslam alimleri sevginin içerdiği manalar üzerinde çok konuşmuşlardır. Muhakkik alimler sevginin tarif edilmeyeceğini, kalpte hissedilen bir duygu olduğunu belirtmişlerdir. Bakınız, Fethu’l Bari, 10/463.İbni Kayyım; ‘Sevgiyi tarif etmek isteyenler hakikatte onu tarif etmemiş, onun sebepleri, gerekleri, alametleri ve semereleri hakkında konuşmuşlardır. Yapılan tarifler sevgiyi izah edemediği gibi kapalılığını artırmıştır. En evlâ olan tarif; sevgi, sevgidir.’ demiştir.)

Sevgiyi şer’i olarak tarif zor görülmüşse, sevgilerin en şereflilerinden olan Rasûl sevgisini kelimelerle anlatmak mümkün değildir. Onu anlamanın yolu, ona olan sevgileri Allah tarafından kabul edilmiş sahabe nesline bakmaktır. O öylesine bir şeydir ki, bir kelimesine canlar feda edilmiş, bir işaretine yurtlar terkedilmiş, bir öfkesine aileler silinmiştir. Beşeriyetin bugüne dek tesis ettiği ortak kabuller, onun sevgisi ile yerle bir olmuştur.

Onu sevmenin iman oluşu:

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurmuştur:

“De ki: ‘Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler, size Allah’tan ve Peygamberden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise; o zaman Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Ve Allah; fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.” (9/Tevbe, 24)

Bu ayette Allah subhanehu ve teâlâ açık bir şekilde kendi zatının ve Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sevgisinin, insana sevimli gelen her şeyden daha sevimli olması gerektiğini belirtmiştir. Bunun zıddı bir durumun Allah’ın azabını beklemeyi gerektiren bir durum olduğuna vurgu yapmıştır.

Kadı İyad: ‘Rasûl sevgisinin gerekli ve farz oluşu hususunda uyarı, teşvik ve delil olarak bu ayet yeterlidir. Çünkü Allah subhanehu ve teâlâ; malı, ailesi, çocukları kendisine Rasûl’den sallallahu aleyhi ve sellem daha sevimli olanları eleştirmiş ve onları “…Allah’ın azabını bekleyin!” sözüyle tehdit etmiştir.’ (Eş Şifa, 2/563)

“Nebi müminlere kendi nefislerinden daha evladır…” (33/Ahzab, 6)

Bu ayet sevgiden de öte bir noktaya işaret etmektedir. Hangi konuda olursa olsun, müminler Nebi’yi kendilerinden öncelikli görürler. O’nu kendi nefislerine tercih ve takdim ederler. Ki tercih; sevginin dışa yansıyan en belirgin halidir.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Hiçbir mümin yoktur ki, ben ona dünyada ve ahirette kendi nefsinden daha evla olmayayım. İsterseniz bu hususta Allah’ın şu ayetini okuyun: “Nebi müminlere kendi nefislerinden daha evladır.”… ” (Buhari 4781)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu ayeti bizzat kendisi tefsir etmiştir. ‘Ben Müslümanlardanım…’ diyen kim olursa olsun dünyada ve ahirette Nebi’yi kendi nefsinden daha evla görmek zorundadır.

“Nebi müminlere kendi nefislerinden daha evladır…” Böyle olunca başkalarından elbette daha evla olacaktır. Onlardan istediği mallara ihtiyaçları olsa dahi Nebi’nin istediğini tercih etmek zorundadırlar. O’nu kendi nefislerini sevdiklerinden daha fazla sevmek zorundadırlar. O’nun sallallahu aleyhi ve sellem onlar hakkındaki hükmünü kendi nefisleriyle alakalı kararlarına takdim etmek zorundadırlar. Netice olarak Nebi onlara nefislerinin istediği dışında bir şeye davet ettiğinde, nefislerin isteklerini erteleyip, O’nun sallallahu aleyhi ve sellem davetini takdim etmek zorundadırlar…’ (Şevkani, Feth-ul Kadir Tefsiri)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Ben; sizden birine babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça iman etmiş olamazsınız.” (Buhari 15, Müslim 48)

Bir gün Ömer radıyallahu anh Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem:

‘Ey Allah’ın Rasûlü! Sen bana nefsim haricindeki her şeyden daha sevimlisin.’ dedi. Allah Rasûlü:

“Nefsimi elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki ey Ömer; nefsin de dahil her şeyden daha sevimli olmadıkça olmaz.” buyurdu. Ömer: ‘Şimdi nefsimden de daha sevimlisin.’ deyince, “Şimdi oldu ey Ömer!” buyurdular. (Buhari 6632)

Varlığı iman olan bu sevgi, iddialarla sabit olmaz. Esasında İslam iddialara karşı temkinlidir. Cahil, zalim ve nankör olarak kabul ettiği insanı iddialarında gerçekçi bulmaz. Hemen her iddiasında onu ispata ve delile davet eder. Kur’an’ın külli düsturlarından biri “…Şayet doğru sözlü iseniz delillerinizi getirin.” şeklindedir.

Sevgi meselesinde ise İslam’ın özel bir yaklaşımı vardır. Allahualem bunun hikmeti; insanın sevgiyle var olması ve en rahat iddia edeceği şeyin sevgi olmasındandır. İslam, insanın kendisiyle var olduğu sevgi iddiasına bir kural getirerek iddiaları kontrol altına almıştır.

“De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafur’dur, Rahim’dir. De ki; Allah’a ve Peygambere itaat edin. Şayet yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah, kâfirleri sevmez.” (3/Âl-i İmran, 31-32)

Hasan-ı Basri rahimehullah; ‘Bir kavim Allah’ı sevdiklerini iddia etti. Allah subhanehu ve teâlâ onları bu ayetle imtihan etti.’ demiştir. Öyle ise; her sevgi iddiası beraberinde imtihanı gerektirir. Sevenin sevdiğine Tâbi olup ona itaat etme imtihanı…

İbni Kesir: ‘Bu ayet Allah’ı sevdiğini iddia edip de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yolu üzere olmayanların tüm söz, fiil ve hallerinde O’nun şeriatına ittiba etmedikleri müddetçe bu iddialarında yalancı olduklarına hükmeder.’ demiştir. (Tefsiru’l Kur’an-ul Azim, 3/Âl-i İmran, 31-32)

Şeyh Şinkıti;

‘Allah’a ve Rasûlü’ne sadık sevginin alameti O’na ittibadır. O’na ittiba etmediği halde sevdiğini iddia eden yalancı ve müfteridir.’ (Edvau’l Beyan)

Bu ayet bizlere Allah nezdinde makbul sevgiyle, makbul olmayan arasındaki farkı öğretir. Herkes Allah’ı ve Rasûlü’nü sevdiğini söyleyebilir. Ancak bu iddia ittiba ve itaat içermediği zaman yalan olmuş olur.

‘Muhammed Allah Rasûlüdür’ şehadetiyle müşerref Müslümanların bu konuda titiz olması gerekir. Çünkü Allah Rasûlü’nün sevgisi kendisiyle Müslüman olduğumuz şahadetin yarısı demektir. Bu şehadetin gereklerini yerine getirmek; asıl, vacip ve kemalinde Allah’ın razı olacağı hal üzere bulunmanın yolu; hakiki sevgiye ulaşmadır.

Sevginin alametleri:

Kalplerin hayatı olan sevgi hususunda kendini muhasebe etmek isteyen Müslümanlar için alametler, yol göstericidir. Kitap ve sünnette Allah Rasûlü’nü sevenlerin bir takım alametleri zikredilmiştir. Adeta ‘Şer’i ve makbul olan sevginin dışa yansıması budur’ denilerek Müslümanlara yol gösterilmiştir.

Yazımızın girişinde de zikrettiğimiz gibi sevgi; insanın kendisiyle var olduğu şeylerdendir. Bu nedenle insanın sevgiyi iddia etmesi çoğu zaman bir şeyleri sevdiğine inanması kolaydır.

Sevgi, kalbin amellerindendir. Her kalp amelinde olduğu gibi, onu tam anlamıyla tarif etme, ölçülerini belirleme pek mümkün değildir. Sınırları, gerekleri, semeresi insandan insana değişir. Bazen çok sevdiğini iddia eden bir âşık sevdiğinin canına kıyar. Sorulduğunda onu çok sevdiğini, kaybetmekten korktuğunu söyler. Onu öldürmesini sevgisiyle izah eder.

Bir başkası kendi canına kıyar. Geriye bıraktığı mesajında bunu sevdiğinden yaptığını söyler.

Çocuklarına aşırı baskı yapan bir ebeveyn sorulduğunda onları çok sevdiğini ve onların iyiliği için bunu yaptığını söyleyecektir.

Aynı şekilde çocuklarını aşırı serbest yetiştiren bir ebeveyn de bunu sevgiyle izah edecektir.

Arkadaşlarına karşı aşırı laçka ve rahat bir insan, bunu arkadaş sevgisiyle açıklayacağı gibi, onlara karşı mesafeli davranan biri bunu sevgiden kaynaklı saygıyla izah edecektir.

Bu zıt örneklerden anlıyoruz ki, dünyevi sevginin bir ölçüsü yoktur. İnsana ve karakterine göre değişmektedir. Asıl sorun bizim dünyevi sevgiyle değil, varlığı iman, yokluğu küfür olan bir sevgiden konuşuyor olmamızdır.

Dünyevi sevgide var olan uyuşmazlığı çözmek kolaydır. Benzer ölçülere sahip insanlarla ilişki kurduğunuzda sevgileriniz ve sevgi anlayışlarınız örtüşür.

Varlığı iman olan sevgiye gelince; bunun ölçüsüz, sınırsız olması demek, kulların dalalete terk edilmesi demektir. Kullarına her konuda doğru yolu gösteren El Hadi olan Rabbimizin subhanehu ve teâlâ, böylesi bir konuda bizleri başıboş, ölçüsüz bırakması muhaldir. Sevginin kuralını ve ana esasını ittiba ve itaat olarak belirlemiş, kalplerde var olan gerçek sevginin dışa yansıdığı alametleri, vahiy ile bize bildirmiştir. Buna uyan sadık ve makbul sevgi; buna uymayan, reddedilen ve yalancıların sevgisi olarak belirlenmiştir.

1. Ona emirlerinde itaat edip, yasaklarından kaçınmak

İçinde hakiki sevginin bulunduğu bir kalp, sahibini sevilene doğru harekete geçirir. Onu razı edecek, onun hoşnut olacağı ameller yapmaya sevk eder. Şer’i olan sevgide bu durum ’emrettiklerine itaat, nehyettiklerinden sakınmak’ olarak organlara yansır.

Şer’i sevginin, ona sallallahu aleyhi ve sellem alametinin ittiba ve itaat olduğunu zikretmiştik.

“De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafur’dur, Rahim’dir. De ki; Allah’a ve Peygambere itaat edin. Şayet yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah, kâfirleri sevmez.” (3/Al-i İmran, 31-32)

Bu konu ‘Muhammed Allah’ın Rasûlüdür’ şehadetinin özü olduğu için ileride tafsilatlı olarak işleyeceğiz. Onun emirlerine itaat ve yasaklarından kaçınma konusunda birer örnek verelim.

Ka’b bin Malik ve İbni Ebi Hadret radıyallahu anhum arasında bir borç meselesi vardı. Mescitte tartışmaya başladılar. Sesleri yükselmişti. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sesleri işitince odasının perdesini araladı ve seslendi:

– Ey Ka’b!

– Buyur, Ey Allah’ın Rasûlü!

– Borcunun yarısından feragat et!

– Ettim, Ey Allah’ın Rasûlü!

– Ey İbni Ebi Hadret! Sen de borcunu öde. (Buhari 457, Müslim 1558)

Sinirlerin gerildiği, seslerin yükseldiği bir manzara yaşanıyor. Konuysa insanın en çok düşkün olduğu, aşırı bir sevgiyle bağlı olduğu dünya malı. Sadece bir kelimesiyle sesler alçalıyor, gönüller yumuşuyor, sorun son buluyor. Ne borcundan feragat etmesi istenen, ne de borcunu hemen ödemesi istenen hiçbir itirazda bulunmuyorlar. Malı uğrunda tartışacak ve kalp kıracak kadar da seviyor olsalar, Allah Rasûlü’nün sevgisinin önüne geçmiyor.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir sahabesinin elinde altın yüzük görmüştü. Yüzüğü adamın elinden alıp yere fırlattı.

“Sizden biri ateş parçasına yönelip onu eline takıyor” diyerek tepkisinin nedenini belli etti. Allah Rasûlü gittikten sonra orada bulunanlar adamı uyardılar. ‘Altın yüzüğünü al, satıp ondan faydalanırsın.’ dediler. O ise; ‘Allah’a yemin olsun ki Allah Rasûlü onu atmışken ben onu alamam.’ demişti. (Müslim 2090)

Yine içki haram kılındığında onların tavrını biliyoruz. Bugün bağımlılık adı altında yıllarca tedavisi yapılan, toplumsal bir illet olarak kabul edilen içki, bir günde hayatlarından çıkmış, Kur’an’ın ifadesiyle ‘son bulmuştu.’

Allah Rasûlü’nü sevdiğini iddia eden bizlerin en ağır imtihanı budur.

O’nun sallallahu aleyhi ve sellem hayatımıza taalluk eden emir ve yasaklarında nasıl davranıyoruz? Tereddüt etmeden, düşünmeden ‘İşittim ve itaat ettim’ diyebiliyor muyuz? Bu soruların amelî cevabı bizim sevgi iddiamızı doğrulayan ve yalanlayan unsurlardır.

2. Onu örnek almak (Teessi)

İnsanın sevdiğini taklit etmesi, söz ve davranışlarını ona benzetmeye çalışması, sevginin gereklerinden ve alametlerindendir.

“Andolsun ki; sizin için Rasûlullah’ta güzel bir örnek vardır. Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için…” (33/Ahzab, 21)

Bu ayet, aynı zamanda Nebi’nin sallallahu aleyhi ve sellem Allah subhanehu ve teâlâ katındaki değerini ve insanların yanında olması gereken değerini gösterir. “…sizin için Rasûl’de güzel örnek vardır.” Bu umumi bir ifadedir. Hiçbir kayıt zikredilmemiştir. Adeta Rabbimiz; ‘…hangi alanda olursa olsun O’nu örnek alabilirsiniz. O’nun her hali benim rızam demektir. O’na o kadar güveniyorum ki; kalp hallerini dahi örnek almanızda hiçbir sakınca yoktur.’ buyuruyor…

Çünkü ayet Ahzab gününde inmişti. Nebi’nin sallallahu aleyhi ve sellem korkusuzluğu, kalbinde Allah’a olan güveni, O’ndan subhanehu ve teâlâ yardım beklemesi müminlere örnek gösterilmek istenmişti. Ancak Allah; ‘…savaş esnasında O sizin için örnektir’ demek yerine, “…onda sizin için güzel örnekler vardır…” diyerek onun örnekliğini, istisnasız hayatın her alanına taşımıştır.

Allah Rasûlü’nün ashabını tüm zamanların efendisi kılan da bu değil miydi?

Onlar daha yaşarken ‘Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular.’ mükafatına nail olmuşlardı. On dört asırdır, elde ettikleri bu şerefle müminlerin gönüllerine taht kurdular. Çünkü onlar Allah’ın rızasına giden en sağlam yolu yol edinmişlerdi: O’nun subhanehu ve teâlâ her halinden razı olduğu ve mutlak örnek olarak gösterdiği Nebi’yi taklit ve O’nu örnek alma…

O sallallahu aleyhi ve sellem namaz esnasında ayakkabılarını çıkarmıştı. Hiç sebebini bilmedikleri halde onlar da çıkardılar. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sorunca; ‘…sen çıkardın, biz de çıkardık’ dediler. Sebebini bilmiyorlardı. Onlar için Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem yapmış olması yeterliydi. Cibril aleyhisselam Allah Rasülü’ne sallallahu aleyhi ve sellem ayakkabılarında necaset olduğunu haber vermişti. Lakin sahabe için “…onda sizin için güzel örnek vardır.” fermanı sebebini bilmeseler de onu örnek almak için yeterliydi. (Ebu Davud 650)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem altından bir yüzük takmaya başladı. İnsanlar da altın yüzük takmaya başladılar. Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem: “Ben altından bir yüzük edinmiştim. Artık altın yüzük takmayacağım.” diyerek yüzüğü çıkardı. İnsanlar altın yüzüklerini bıraktılar. (Buhari 7298, Müslim 2091)

Sahabenin Allah Rasûlü’nü nasıl dikkatle izleyip, örnek aldıklarını görmek isteyenlerin hadis kitaplarında namaz bölümüne bakmaları yeterlidir. O’nun hiçbir davranışını kaçırmamış, en ince detayına kadar dikkat etmiş, örnek almış ve ümmete aktarmışlardır.

Günümüzde de durum farklı değildir. Allah’ın rızasını elde etmenin en selametli ve kısa yolu Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem örnek almaktır. Bunun için ilk olarak onu tanımamız gerekir. Onun şemailini, ahlakını, insanlarla muamelesini öğrenmekle işe başlamalıyız.

(Allah Rasûlü’nü sallallahu aleyhi ve sellem örnek alabilmek için okumamız gereken eserler;

1. Kur’an’dır. Aişe annemize onun ahlakı sorulduğunda; ‘Onun ahlakı Kuran’dı’ cevabını vermiştir.

2. Şemail kitapları: Genel olarak Allah Rasûlü’nün kişisel özelliklerini anlattığı kitaplara ‘şemail’ denir. Bu konuda meşhur hadis imamlarından İmam Tirmizi ve İbni Kesir’in ‘Şemail’ kitapları, güvenilir kaynaklardır.

3. Siyer kitapları: Hayat içerisinde Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem örnekliği için siyer kitapları okunabilir.)

3. O’nu nefsinden daha evla görmek:

“Nebi müminlere kendi nefislerinden daha evladır.”(33/ Ahzab, 6)

Böyle olunca başkalarından elbette daha evla olacaktır. Onlardan istediği mallara ihtiyaçları olsa dahi Nebi’nin istediğini tercih etmek zorundadırlar. O’nu kendi nefislerini sevdiklerinden daha fazla sevmek zorundadırlar. O’nun sallallahu aleyhi ve sellem onlar hakkındaki hükmünü kendi nefisleriyle alakalı kararlarına takdim etmek zorundadırlar. Netice olarak Nebi onlara nefislerinin istediği dışında bir şeye davet ettiğinde, nefislerin isteklerini erteleyip, O’nun sallallahu aleyhi ve sellem davetini takdim etmek zorundadırlar…’ (Şevkani, Fethu’l Kadir Tefsiri)

Tarih, sahabenin bunu en güzel şekilde yerine getirdiğine tanıklık etti. Onlar her konuda Nebi’yi sallallahu aleyhi ve sellem kendilerine takdim ettiler.

Bedir savaşı için hazırlıklar yapılıyordu. Sa’d bin Muaz radıyallahu anh Allah Rasûlü’ne onu sallallahu aleyhi ve sellem ne denli sevdiklerinin ve kendi nefislerine tercih ettiklerinin vesikası olan şu sözleri söyledi:

‘Ey Allah’ın Rasûlü! Sana bir kulübe yapsak da içinde otursan? Düşmanla karşılaştığımızda Allah subhanehu ve teâlâ bizleri aziz kılıp galibiyet nasip ederse, istediğimiz olmuş olur. Şayet hoşnut olmadığımız olursa sen geride kalanlara katılır, korunmuş olursun. Vallahi geride seni bizden daha fazla seven insanlar vardır.’ (El Bidaye ve’n Nihaye, 3/268)

Sa’d kendi canından önce Allah Rasûlü’nü düşünüyordu. ‘Bizler ölsek dahi sen yaşamalısın’ diyordu Allah Rasûlü’ne.

Uhud dönüşü insanlar gelenleri karşılıyordu. Beni Dinar kabilesinden bir kadın da bu kafilenin içerisindeydi. İnsanlar eşinin, oğlunun ve kardeşinin şehid olduğunu ona söyleyince, ‘Allah Rasûlü nasıl?’ sözü dökülüyordu dudaklarından. Ne kadar Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem iyi olduğunu söyleseler de kadına söz dinletemediler. ‘Bana onu gösterin!’ diyordu. Nihayet Allah Rasûlünü görmüştü. ‘Sen sağ olduktan sonra her musibet kolaydır, Ey Allah’ın Rasûlü!’ demişti. (İbni Hişam, 3/43)

Allah Rasûlü’nü sevdiğini iddia edenlerin bu örnekleri yaşama durumu yoktur. Bugün O’nun sallallahu aleyhi ve sellem bizler için nefislerimizden evla olması; onun davasının, sünnetinin ihya meselesinin evleviyetidir. İslam davasına hizmet ederken evimiz, eşimiz, sosyal hayatımız, alışkanlıklarımız, geleceğe dair planlarımız hep arka planda olmalıdır. Onun nefislerimizden evla olması, belli bir zaman dilimiyle sınırlı bir sorumluluk değildir. Bugün Muhammed davasının öncelenmesinde engelleri bulunanlar, daha açık bir ifadeyle bahanesi bulunanlar sevgilerini kontrol etmelidirler. Varlığı iman olan sevgi, en ayırt edici vasfını kaybetmiştir çünkü.

Yukarıda sayılanlar ve benzerleri Allah’tan, Rasûlü’nden ve O’nun emirlerinden herhangi birinden (Ayet hususi olarak cihad hakkında inmişse de Allah’ın bütün emirlerini kapsamaktadır.) daha sevimli olması durumunda, yani dünyalıkların daha evla görülüp Allah’a Rasûlü’ne ve davaya tercih edilmeleri durumunda tehdit içerikli şu ayetler söz konusu olur.

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler, size Allah’tan ve Peygamberden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise; o zaman Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Ve Allah; fasıklar güruhunu hidayete erdirmez.” (9/Tevbe, 24)

4. Ona saygı ve onu tazim etmek

Şer’i sevgi beraberinde saygı ve tazim olan sevgidir.

“Muhakkak biz seni şahit, müjdeleyen ve uyarıcı olarak gönderdik. Ki Allah’a ve Rasûlüne iman etmeniz, O’nu desteklemeniz içten bir saygıyla yönelmeniz ve O’nu sabah akşam tesbih etmeniz için…” (48/Fetih, 8-9)

Allah subhanehu ve teâlâ bu sorumluluğumuzu vakar/tevkir (وقٲر /توقير) kelimesiyle ifade ediyor. Bu kelime (ر-ق-و) bir şeyin ağırlığına delalet eder arap lügatında. (Mu’cem Mekayıs El Luğa, 6/132)

Diyebiliriz ki; sevgi sahibini kalpte ağırlaştırır. Onun değerini çoğaltır. Bu da seveni sevgiliye karşı edep, saygı ve tazime götürür.

Taberi: ‘Ayetteki tevkir O’nu yüceltmek, O’na saygı göstermek ve O’nu övmektir.’ (Camiu’l Beyan)

İbni Kesir; ‘Saygı, ihtiram ve tazimdir.’ (Tefsiru’l Kur’an El Azim)

İbni Teymiye rahimehullah; ‘İkram ve saygıyı ifade eden bir kelimedir. Kişiyi vakarlı bir şahsiyet olmaktan çıkaracak davranışlardan sakınarak ona saygı, tazim ve şerefle muamele etmektir.’ (Sarim El Meslul, 422)

Allah subhanehu ve teâlâ Müslümanlara bu sorumluluklarını bildirdiği gibi, onunla nasıl muamele etmelerine dair tafsilatlı bilgi de vermiştir.

“Ey iman edenler; Allah’ın ve Rasûlü’nün huzurunda öne geçmeyin. Allah’tan korkun. Muhakkak ki Allah; Semi’dir, Alim’dir.

Ey iman edenler; seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Birbirinize bağırdığınız gibi Peygambere bağırmayın. Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.

Peygamberin yanında seslerini kısanlar, muhakkak ki onlar; Allah’ın gönüllerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için; mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.

Muhakkak ki sana, hücrelerin ardından seslenenlerin çoğunun akılları ermez.

Eğer onlar; sen, yanlarından çıkıncaya kadar sabretselerdi; kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Allah; Gafur’dur, Rahim’dir.” (49/Hucurat, 1-5)

“Peygamberin çağırmasını; kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi saymayın. Allah; içinizden bir diğerini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak bilir. Onun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir bela gelmesinden veya elim bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” (24/Nur, 63)

“Ey iman edenler; Peygamber’in evlerine yemeğe çağrılmaksızın ve vakitli vakitsiz girmeyin. Ama davet olunursanız; girin ve yemeği yiyince de lafa dalmadan dağılın. Bu haliniz, Peygamber’i üzüyordu, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah ise hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber’in eşlerinden bir şey istediğinizde; onu perde arkasından isteyin. Bu; sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de daha temizdir. Allah’ın Rasûlü’nü üzmeniz ve ondan sonra eşlerini nikahlamak asla caiz değildir. Çünkü bu; Allah katında büyük bir günahtır.” (33/Ahzab, 53)

Sahabe bu ayetleri okudu, anladı ve hakkıyla yaşadı. Öyle ki hayattayken de, vefatından sonra da O’na layıkıyla saygı gösterdiler.

Allah ve Rasûlü’nün önüne geçmede o kadar hassaslaşmışlardı ki, en iyi bildikleri meselelerde dahi ‘Allah ve Rasûlü daha iyi bilir’ cevabını veriyorlardı. Veda haccında Allah Rasülü onlara soruyordu:

– “Bu ay hangi aydır?”

– ‘Allah ve Rasûlü daha iyi bilir…’

– “Zilhicce ayı değil midir?”

– ‘Evet, Ey Allah’ın Rasûlü!’

– “Bu beldenin adı nedir?”

– ‘Allah ve Rasûlü daha iyi bilir…’

– “Mekke/haram belde değil midir?”

– ‘Evet, Ey Allah’ın Rasûlü!’

– “Bugün hangi gündür?”

– ‘Allah ve Rasûlü daha iyi bilir…’

– “Kurban günü değil midir?”

– ‘Evet, Ey Allah’ın Rasûlü!’

– “Sizin canlarınız, mallarınız, namuslarınız bu ayınızın, bu gününüzün ve bu beldenizin haram olduğu gibi birbirinize haramdır” buyurdu. (Buhari 4406)

Düşünün ki; bir kavme içinde oldukları gün ve ay, yıllarca ayrı kaldıkları, doğup büyüdükleri, o an üzerinde bulundukları toprak soruluyor. Onlar edeplerinden ve onun önüne geçme endişelerinden dolayı cevap vermiyorlar. Bilgisini Allah’a ve Rasûlü’ne havale ediyorlar.

“…Sesinizi onun sesinin üzerine yükseltmeyin” ayeti inince Sabit bin Kays radıyallahu anh eve kapanmış ve üzüntüden perişan olmuştu. O fıtrat olarak sesi yüksek olan insanlardandı. Bu ayetin kapsamına girip tüm amellerinin boşa gittiğini ve ateş ehli olduğunu düşünüyordu. Onun bu durumu, komşusu olan Sa’d bin Ubade radıyallahu anh tarafından Allah Rasûlü’ne bildirilince ona haber gönderdi ve onu müjdeledi: ” Bilakis, sen cennet ehlindensin” buyurdu. (Buhari 4846, Müslim 119)

O günden sonra sesini öylesine terbiye etmişti ki, Allah Rasûlü’nün huzurunda konuştuğunda yanında oturanlar dahi sesini zor duyuyorlardı.

Onların Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem olan saygılarını, bir zamanlar onların düşmanı olan, sonrasında Allah’ın hidayet ettiği Urve bin Mesud radıyallahu anh şöyle anlatıyor. Urve bin Mesud Hudeybiye günü müşriklerin temsilcisi olarak Allah Rasûlü’ne gelmişti. Mekke’ye dönerken Mekkelilere şöyle seslendi:

“…Allah’a yemin olsun ki ey Kureyşliler! Ben krallara, Kayserlere, Necaşilere gittim. Vallahi hiçbir kralın ashabının, Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem ashabının O’na saygı gösterdiği gibi saygı gösterdiğine şahit olmadım. O tükürünce mutlaka birinin eline düşer. Onu yüzüne, vücuduna sürer. Bir şey söyledi mi, onu yerine getirmek için yarışırlar. Abdest aldığında izdiham yaşarlar. O konuşunca seslerini kısarlar. Hiçbiri ona olan saygısından gözlerinin içine keskince bakmaz. Onun meclisinde başlarının üzerine kuş konmuş gibi oturuyorlar.” (Buhari, 2731-2732)

Bu, onların edep ve saygıda ulaştıkları mertebeydi. Allah Rasûlü’nün vefatından sonra da benzeri hassasiyeti gösterdiler.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem mescidinde iki adam konuşuyordu. Seslerini yükselttiler. Ömer radıyallahu anh onlara yaklaşıp ‘Siz nerede olduğunuzu biliyor musunuz?’ diyerek çıkıştı. ‘Siz hangi memlekettensiniz?’ diye sordu. ‘Taifliyiz’ dediler. Ömer; ‘Şayet Medine’li olmuş olsaydınız canınızı yakardım’ dedi. (Buhari, 480)

Günümüz Müslümanları da bu edepten nasiplerini almalıdırlar. Allah Rasûlü’nden bahsederken, ondan hadis aktarırken edeplerini muhafaza etmelidirler. Bu, ona olan sevgi ve saygının gereğidir. Ona sallallahu aleyhi ve sellem yapılan en büyük saygısızlık ismi anıldığında salavat getirmemek (Bu konu müstakil bir başlık olarak gelecektir.) Ondan bir şeyler aktarılırken ilgisiz olmaktır.

Davetleri tevhid ve sünnet üzere inşa edilmiş Müslümanların Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem edep hususunda çok daha dikkatli olmaları gerekir.

Sevgi ve saygıda aşırılık

Saygının, sevginin alametlerinden olduğunu söylemiştik. Sevgi, insanların anlayışına göre değil şeriatın belirlediği şekilde olmalıdır. Bu konuda söylediklerimizi tekrar hatırlayıp konumuza devam edelim.

Sevgi, kalbin amellerindendir. Her kalp amelinde olduğu gibi, onu tam anlamıyla tarif etmek, ölçülerini belirlemek pek mümkün değildir. Sınırları, gerekleri, semeresi insandan insana değişir. Bazen çok sevdiğini iddia eden bir âşık sevdiğinin canına kıyar. Sorulduğunda onu çok sevdiğini, kaybetmekten korktuğunu söyler. Onu öldürmesini sevgisiyle izah eder.

Bir başkası kendi canına kıyar. Geriye bıraktığı mesajında, bunu sevdiğinden yaptığını söyler.

Çocuklarına aşırı baskı yapan bir ebeveyne sorulduğunda onları çok sevdiğini ve onların iyiliği için bunu yaptığını söyleyecektir.

Aynı şekilde çocuklarını aşırı serbest yetiştiren bir ebeveyn de bunu sevgiyle izah edecektir.

Arkadaşlarına karşı aşırı lacka ve rahat bir insan bunu arkadaş sevgisiyle açıklayacağı gibi, onlara karşı mesafeli davranan biri de bunu sevgiden kaynaklı saygıyla izah edecektir.

Bu zıt örneklerden anlıyoruz ki, dünyevi sevginin bir ölçüsü yoktur. İnsana ve karakterine göre değişmektedir. Asıl sorun bizim dünyevi sevgiyle değil, varlığı iman yokluğu küfür olan bir sevgiden konuşuyor olmamızdır.

Saygı da aynen bunun gibidir. İnsanlara bırakıldığında çok zıt tablolar saygı adı altında ortaya çıkar. İslam’ın saygıya getirdiği ölçünün dışına çıkan her saygı ya ifrat ya da tefrittir. Bu sadıkların değil, yalancıların saygısıdır. İleride geleceği gibi Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yaşadığı süre zarfında bu tip aşırılıklara meydan vermemiş, ölümünden sonrası için de ümmetini uyarmıştır.

Allah Rasûlü’ne gösterilmesi gereken saygı şeriatın üç ölçüsüyle sınırlandırılmalıdır:

1. Allah’a subhanehu ve teâlâ ait olanın, Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem verilmemesi

2. Onda olmayan şeyleri sevgi ve saygı adına ona nispet etmemek

3. Onun yasakladığı şeyleri sevgi ve saygı adına yapmamak

Bunlardan birincisi; en tehlikeli olanıdır. ‘Muhammed Allah Rasûlü’dür’ şehadetimizden evvel şahitlik ettiğimiz uluhiyet şahadetine zarar vermektedir.

Tevhid; Allah’a ait olan sıfatlarda Allah’ın birlenmesi; itikadî, sözlü veya amelî olarak bunların Allah’tan başkasına verilmemesidir.

Tek bir ilahla yetinmeyip sıfatlarını başka varlıklara vermek suretiyle yeryüzünde yeni ilahlar icat etmek, bu olsa gerektir.

Yine bunun en çirkin örneklerinden biri ibadetin özü olan duayı Allah Rasûlü’ne yapmak, sıkıntı anında Allah’ı bırakıp O’ndan istemek, istiğasede bulunmaktır. Oysa Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem da dahil bütün Peygamberler insanları Allah’ı ibadette birleyip, Allah’ın dışında ibadet edilen tağutlardan uzak durmaya davet etmişlerdir.

“Senden önce hiçbir Rasûl göndermemişizdir ki ona ‘Benden başka ilah yoktur. Şu halde bana kulluk edin’ diye vahyetmiş olmayalım.” (21/Enbiya, 25)

“Andolsun, biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ etmeleri için) bir elçi gönderdik.” (16/Nahl, 36)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem; “Dua, ibadetin ta kendisidir.” buyurdu.

Bir insan her gün defalarca “…yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” diyerek Allah’a söz verdiği halde, nasıl sıkıştığı anda Allah’tan başkasına dua edebilir? Velev bu, Nebi dahi olsa…

“Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt alıp düşünüyorsunuz.” (27/Neml, 62)

Allah subhanehu ve teâlâ sıkıntı anında kendi yüce zatından başkasına dua edenlere itiraz ediyor. ” Allah’la beraber başka ilahlar mı?…” Anlıyoruz ki bu eylem kendisine dua edileni ilah edinmektir. Ve en çirkin olanı ise, ömrünü bununla mücadeleye adamış Peygamberin buna aracı kılınmasıdır.

“Hiçbir insana yakışmaz ki; Allah, kendisine kitabı, hükmü ve Peygamberliği versin de sonra o, insanlara: Allah’ı bırakıp bana kullar olun, desin. Fakat: Kitabı okuyup öğrettiğinize göre Rabb’a kul olun, demek yaraşır. Size melekleri ve Peygamberleri Rabb olarak benimsemenizi de emretmez. Müslüman olduktan sonra size küfretmeyi mi emredecek?” (3/Âl-i İmran, 79-80)

İkincisi ise; O’nun yasakladığı şeyleri sevgi, saygı adına O’na yapmaktır. Bazı şeyler bizim anlayışımıza göre saygı olabilir, ancak o sallallahu aleyhi ve sellem bunu yasaklamışsa asıl saygı, onun emrine imtisal edip sözünü dinlemektir.

İçeri girenin önünde ayağa kalkmak çoğu toplumda saygı ifadesidir. Araplarda da böyledir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Acemlerin birbirine tazim ettikleri gibi birbiriniz için ayağa kalkmayın” buyurdu. (Ebu Davud 5230)

Enes radıyallahu anh şöyle der: ‘Onlar için (sahabe) Allah Rasûlü’nden daha sevimli kimse yoktu. O’nun hoşlanmadığını bildiklerinden O’nu görünce ayağa kakmazlardı.’ (Tirmizi 2754)

Bunun belirgin örneği onun sallallahu aleyhi ve sellem kabrine yönelik yapılanlardır. Hayattayken birçok defa ümmetini ikaz etmiş ve bu hususta Allah’a dua etmiştir. Buna rağmen sevgi, saygı adına yasakladığı şeylerin onun kabrine yapıldığını görüyoruz.

Sevdikleri insanların kabirlerini mescid edinenler için;

“Onlarda salih bir insan vefat edince onun kabirini mescid edinirler. Bunlar Allah’ın yarattıkları arasında en şerli olanlardır.” buyurdu. (Buhari 434, Müslim 528)

Bir hadiste:

“Allah Yahudi ve Hristiyanlara lanet etsin. Onlar Peygamberlerin kabirlerini mescid edindiler.” (Buhari 435, Müslim 531)

Allah’a şöyle dua etmiştir:

“Allah’ım benim kabrimi ibadet edilen bir put kılma! Peygamberlerin kabirlerini mescid edinenlere Allah’ın gazabı şiddetlidir.” (Muvatta 141)

“Benim kabrimi bayram yerine çevirmeyiniz.” (Ebu Davud 2042)

Allah Rasûlü hayatı boyunca bu gaye için yaşamış, kendi de dahil hiçbir varlığın Allah’la denk tutulmasına asla müsade etmemiştir.

“Eğer onlar, Allah’ın ve elçisinin verdiklerine hoşnut olsalardı ve: ‘Bize Allah yeter; Allah pek yakında bize fazlından verecek, O’nun elçisi de. Biz gerçekten ancak Allah’a rağbet edenleriz’ deselerdi (ya)!…” (9/Tevbe, 59)

Bu ayeti kerimeye dikkat edilirse;

– Allah ve Rasûlü’nün verdiğinden hoşnut olmak,

– Allah bize yeter,

– Allah ve Rasûlü bize verecek…

– Biz Allah’a rağbet edenleriz.

Dört ayrı cümle geçmiştir. Bunlardan ‘vermek’ hem Allah’a hem de insana ait sıfatlar olduğundan ‘Allah ve Rasûlü’ denmiştir. Ancak ‘kula yetmek’ ve ‘rağbet’ sadece Allah’a olacağından; Rasûl zikredilmemiş, bunlar yalnızca Allah’a has kılınmıştır. Tevhid dediğimiz şey de budur.

İki cariye Allah Rasûlü’nün bulunduğu ortamda bir şeyler terennüm ediyorlardı. Bir ara; ‘Bizim aramızda yarın ne olacağını bilen Nebi var!’ deyince, Allah Rasûlü müdahalede bulundu: “O sözünüzü bir daha söylemeyin. Az önce söylediklerinizi söyleyin” dedi.

Adamın birinin Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem; ‘Sen ve Allah dilersen’ deyince kızdı. “Beni Allah’a denk mi tutuyorsun? Sadece Allah dilerse…” buyurdu. (Edebu’l Müfred 783)

Allah Rasûlü’nün bu denli hassas olduğu konularda ümmetinden bu hassasiyeti çiğneyen ve bunu sevgi, saygı adına yapanlar ortaya çıkmıştır. Bunun en bariz örneklerinden biri O’nu sallallahu aleyhi ve sellem övmek adına Allah’ın sıfatlarını ona vermektir.

Geçen sayımızda da zikrettiğimiz gibi meclislerinde şu tarz şiirler okurlar:

‘…O kabrinde öyle bir hayatla diridir ki,

Tüm canlılar hayatını onun hayatından alır…’

Ya da;

‘…Tüm her şey senin ilmindendir,

Kalem ve Levh-i Mahfuz senin ilmindendir…’

Ya da;

‘…Ey Allah’ın Rasûlü! Başıma bir şey geldiğinde

Senden başka kime sığınabilirim…’

Bu şirkten ve sahibinden bizlerin tek sığınağı olan Allah’a sığınırız. Allah Rasûlü dahi Allah’a sığınmak zorundadır. O’na sihir yapıldığı zaman muavvizeteyn (Felak, Nas) inmiş ve her şeyin Rabbi, Maliki, İlahı olan Allah’a sığınması emredilmiştir. Kendisi Allah’a sığınmaya muhtaçken, nasıl olur da başkalarına sığınak olsun.

Alim-i mutlak ve her şeyin ancak onun ilmiyle var olduğu tek varlık Allah’tır. O subhanehu ve teâlâ ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Rasûlün kendi dahi kavmine şu sözleri söylerken nasıl her şey onun ilminden olsun;

“De ki: ‘Ben, kendime Allah’ın dilediğinden başka ne fayda verebilirim, ne de zarar. Eğer ben, gaybı bilseydim; daha çok hayır yapmak isterdim. Ve bana, hiç bir fenalık da dokunmazdı. Ben, sadece iman eden bir kavme uyarıcı ve müjdeciyim.’ ” (7/A’raf, 188)

Allah subhanehu ve teâlâ Rasûlüne sallallahu aleyhi ve sellem şu sözleri söylerken, Rasûl nasıl insanlığa hayat versin?

“Senden önce hiç bir insanı ebedi kılmadık. Sen ölürsen; onlar baki mi kalırlar? Her nefis ölümü tadıcıdır. Bir imtihan olarak sizi iyilik ve kötülükle deneriz. Sonunda, bize döndürüleceksiniz.” (21/Enbiya, 34-35)

“Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda duruşmaya çıkacaksınız.” (39/Zümer, 30-31)

“Sefer sadece üç mescide yapılır. Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa…” (Buhari 1189, Müslim 1397)

İbadet etmek ve ecir almak için sefer yalnızca bu mescitlere yapılabilir. Nehiy gayet açıktır. Buna rağmen saygı/sevgi adı altında Allah Rasûlü’nün kabrinin bayram yeri misali periyodik ziyaretler düzenlendiği, sırf kabir kastedilerek ziyaret yapıldığı, daha ötesi kabirperestlerin O’nun kabrine ibadet ettiklerine şahit oluyoruz.

Üçüncüsü; onda olmayan şeyleri sevgi/saygı adına ona nispet etmektir. Allah Rasûlü’nün kimsenin aşırılığına ihtiyacı yoktur. O, Rabbi tarafından çokça övüldüğü için Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, tüm insanlar onu kıyamette öveceği için Makam-ı Mahmud’un/övülmüş makamın sahibidir.

O şöyle buyurmuştur:

“Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı överken aşırı gittiği gibi beni övmede aşırıya gitmeyin. ‘Allah’ın kulu ve Rasûlü’ deyin.” (Buhari 2445)

Allah Rasûlü’nde olmayan sıfatlarla onu öven farkında olmadan onun kıymetini düşürmüş ve ona hakaret etmiştir. Lisan-ı haliyle onun sıfatlarının yetersiz olduğunu, uydurmalarla şahsiyetinin kemale erdirilmesi gerektiğini iddia etmiştir.

Onun bir nur olduğunu ve her şeyin bu nurun eseri olduğunu söylemeleri gibi (Hakikat-i Muhammediye teorisi)…

Oysa Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem nur olmadığı, her insan gibi bir bedene sahip olduğu, hastalandığı, yaralandığı, ağrılar çektiği sahih rivayetlerle sabittir.

Ayrıca burada açıkça zikredilmese dahi Allah’ın En Nur isminden Peygamber’e sallallahu aleyhi ve sellem pay vermek vardır ki bu daha tehlikelidir.

Yine her şeyin onun için yaratıldığı uydurması da bunun gibidir. Bilakis Allah Rasûlü de dahil her şey, ibadette Allah’ı birlemek için yaratılmıştır.

“Ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (51/Zariyat, 56)

Yaratıcı Allah subhanehu ve teâlâ olduğuna göre, insanları niçin yarattığını O mu daha iyi bilecek, yoksa aşırı meddahlar mı?

Bu ve benzeri aşırılıklardan bir kısmını da şehadetin esaslarından olan, Allah’a sadece O’nun gösterdiği şekilde ibadet etmek kısmında açıklayacağız.

Sözün özü Allah Rasûlüne sallallahu aleyhi ve sellem olan sevgimiz ve saygımız şer’i ölçüler içerisinde olmalıdır. Çünkü sevgi de, saygı da kalple alakalı amellerdir. İnsanların yanında farklı anlamları vardır. Çoğu zıtlık sevgi ve saygı adına işlenir. Bizim konumuz olan sevgi ve saygıysa varlığı iman, yokluğu küfür olan cinstendir. Bu sebeple ölçüleri Allah ve Rasûlü tarafından net bir şekilde belirlenmiştir. Şer’i olmayan, şeriatın belirlediği ölçütlere uymayan sevgi; sahibini en basitinden bid’ate, bazen de şirke düşürecektir. Daha kötü olanı Allah Rasûlü’nü çiğneyerek ona sevgi göstermek olsa olsa saygısızlık, ve edepsizlik kapsamında ele alınabilir.

Bir sonraki yazımızda Allah Rasûlü’nün sevgisinin alametlerini incelemeye devam edeceğiz. Rabbimizden temennimiz bizleri hakiki sevgiye muvaffak kılması ve dünya da onun ashabından eyleyip, ahirette onunla beraber haşretmesidir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver