Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Değerli tacir kardeşim, bir önceki yazımızda ticaretinde dikkat etmen gereken birkaç maddeyi izah etmeye çalışmıştık, Allah’ın inayetiyle bu yazımızda kaldığımız yerden devam ederek sana nasihatlerimizi sürdüreceğiz.
◆◆◆
14. Ticaretinde ‘Emin ve Dürüst’ Ol
Ticaret konusunda çok söz söylenebilir; ama şunu unutmamak gerekir ki söylenecek bütün sözler döner dolaşır ’emin ve dürüst olma’ konusunda kilitlenir. Çünkü eminlik vasfı insani değerlerin başında gelmektedir. Buna binaen, müminiyle kâfiriyle tüm insanlar, güvenilir olan ve dürüst davranan kimseleri sever, onlara değer verirler. Mekkeli müşriklerin daha risalet davası söz konusu olmadan önce Peygamber Efendimize ‘el-Emin’ demeleri bunun bariz bir göstergesi değil midir? İşte bu nedenle bu vasfı oldukça önemsememiz ve üzerinde hassasiyetle durmamız gerekmektedir.
Bilinmelidir ki emin ve dürüst olma konusu, biz müminlerin nazarında öylesine önemli, öylesine mühimdir ki, bunu sadece ticarî bir alana sıkıştırmak büyük bir yanılgı olur. Bizlerin bu konuyu, inanç meseleleri başta olmak üzere hayatın her noktasına yayması ve gerek ailevî meseleleri gerek arkadaşlık ilişkilerini gerekse de toplumsal konuları hep bu kavram üzerinden ele alması gerekmektedir. Bunu becerebildiğimizde aile fertlerimiz ve arkadaşlarımız da dâhil olmak üzere toplumun her kesiminin bizlere çok farklı bir gözle bakmaya başladıklarına şahitlik edecek, onlarla olan iletişimimizin çok daha pozitif bir noktaya geldiğini bizzat gözlerimizle göreceğiz.
İş bu raddeye vardığında gerek ticarî olarak gerekse davetimiz açısından artık birçok hayrın kapısı bizlere açılmış olacaktır.
Bu sözlerimizde asla abartı ve mugalâta yoktur; zira bu dinin temeli ve aslı ‘güven’ üzerine inşa edilmiştir. Zaten iman kelimesinin sözlük itibariyle ‘güvenmek’ manasına gelmesi de bu söylediklerimizin en açık kanıtıdır. Allah’a; ancak O’nun sözlerine, hükümlerine, vaat ve vaidlerine güvenen insanlar iman ederler. O’nun hükümlerine güvenmeyenlerden şirk koşmalarından başka ne beklenebilir ki!
Bugün insanlar Allah’a şirk koşuyor ve O’nun pak kanunlarını bırakıp yerine kokuşmuş hükümler vaaz edebiliyorlarsa, inanın bunun temelinde O’na ve O’nun hükümlerinin yeterliliğine güvenmemek söz konusudur. Zira bir insan, Allah’ın söylediğinin tüm insanlık için ‘en ideal şey’ olduğuna kanaat getirse, kalkar da yeni bir kanun arayışına girer mi hiç? Veya yeni bir hayat tarzı beklentisine? Eğer giriyorsa, bu bize kaçınılmaz olarak o kişinin hakkıyla Allah’a güvenmediğini göstermektedir.
Biraz önce de dediğimiz gibi, bu dinin temeli ve aslı ‘güven’ üzerine inşa edilmiştir. Bu nedenle güvenilir olmak çok önemlidir. Bizler, birilerinin davamıza inanmasını bekliyorsak, her şeyden önce onlara güvenilir olduğumuzu, asla aldatan ve kandıran kimseler olmadığımızı ispatlamamız gerekmektedir. Bunu kanıtlamadan müspet manada bir şeyler beklemek saflık olur.
Konumuz ticaret… Ticaret için de aynı şeyler geçerlidir. Eğer birilerine mal satmak ve onları müşteri olarak kendimize bağlamak istiyorsak, öncelikle emin olduğumuzu onlara ispatlamamız gerekmektedir. Bunu becerebildiğimizde iyisiyle-kötüsüyle insanların nasıl akın akın bize geldiğini, nasıl bizi tercih ettiklerini, nasıl bizi öncelediklerini gözlerimizle göreceğiz. Çünkü şu aldatma çağında artık insanlar güvenilir kimselere hasret kalmış, dört gözle dürüst insanları arar olmuşlardır. Bir şey alacakları zaman dürüst birisini gördüklerinde, kendi arkadaşlarını bile terk edip o kimseyi tercih eder olmuşlardır.
İşte mesele bu kadar önemli ve ciddidir. Bu nedenle bu noktayı dikkate almalı, emin ve dürüst olmaya son derece özen göstermeliyiz.
Meselenin önemini kavradıktan sonra hangi konularda emin ve dürüst olmamız gerektiğini izah etmeye geçebiliriz. Aslında ‘şu meselede güvenilir olabilir, şu meselede de olmayabilirsin’ diyeceğimiz bir nokta yoktur. Çünkü Müslüman her şeyiyle ve her meselede güvenilir olmalıdır. Ama ticaretin bazı konuları özellikle güven üzerine bina edildiği için birkaç hususu, sadece daha çok dikkatli olma adına zikretmeye çalışacağız.
a. Malının Kalitesini Ortaya Koyduğunda Dürüst Ol
Satılan malın kalitesini bilmek müşteri açısından oldukça önemlidir. İnsan neye para verdiğinin farkında olmak ister. Aldığı şeyin gerçekten para edip-etmediğini bilmeyi arzular. Bu nedenle karşı tarafa malının kalitesini ortaya koyarken son derece titiz davran ve asla güvenilirliğini zedeleyecek bir yola tevessül etme. Satamayacağını bilsen bile dürüstlükten vazgeçme. Bil ki bu sana üç farklı hayrı temin edecektir:
1. Öncelikle Allah katında sana Peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle aynı makamda olma olasılığı verecektir ki, bu, gerçekten de çok büyük bir fazilettir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Doğru sözlü ve güvenilir bir tacir, kıyamet günü Peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber olacaktır.” [1] [2]
2. Farklı inançlarda bile olsalar insanların sana güven duymasını temin eder ki, bu, inandığın akidenin yayılmasında ve insanları tesiri altına almasında inanılmaz bir etki oluşturur. Şayet insanların akidene iman etmesini istiyorsan, sözünden önce amelinle onlara yol göstermelisin. Bir zamanlar Afrika, Etiyopya ve Malezya gibi ülkelere İslam’ın ulaştırılmasının sadece dürüst Müslüman tacirlerin eliyle olması, bu söylediğimizin ne kadar doğru olduğunun sanırız en iyi kanıtıdır.
3. Ticaretinin artmasını temin eder ki, bu da, senin zenginlemene ve malını artırmana vesile olur.
İşte müşterine dürüstçe vereceğin çok basit cevapların, çok büyük neticeleri… Bunlar birilerine abartılı gibi gelse de, şeriat ve tecrübe ile doğrulukları ispat edilmiştir. Bu nedenle yeniden ispata gereği yoktur.
b. Kandırma Durumuyla Karşı Karşıya Kaldığında Dürüst Ol
Özellikle araba alım-satımında, telefonculukta ve bilumum elektronik eşya ticaretinde kandırma durumu diğer sektörlere nazaran oldukça fazladır. Müslümanlar da, İslami açıdan daha özgürce hareket ettikleri için olsa gerek, genellikle bu işleri yapmakta ve maişetlerini bu meslekler üzerinden temin etmektedirler. Bu nedenle diğer insanlara nazaran çok daha hassas olmalı ve mallarının −varsa− kusurlarını mutlaka söylemelidirler. Kandırarak ve aldatarak bir ticareti, batacaklarını bilseler yine de yapmamalıdırlar. Bu hem onların dünyası hem de ahiretleri için en hayırlı olanıdır.
Aldatarak ve kandırarak elde edilen kazanç, İslam’ın batıl kabul ettiği bir yolla elde edildiği için en iğrenç kazançlardan sayılmıştır ve haramdır.
“Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret olması müstesna, mallarınızı batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin.” [3]
Müslüman, takva ehli olabilmek için evvela haram lokmaya karşı dikkatli olmalı, midesine bu iğrenç kazançtan elde edilmiş bir çiğnemlik yiyeceği dahi sokmamalıdır.
“Bir gün Rasûlullah, (muhtemelen denetlemek için) pazarda gezerken bir buğday yığını görür. Elini içine atar ve içinin ıslak olduğunu fark eder. Satıcıya nedenini sorar. Satıcı:
— Yağmur yağdı ve ıslandı ya Rasûlullah, der. Bunun üzerine Efendimiz:
— Peki, ıslak kısmını üste koysaydın da alıcılar fark ederek alsalardı ya, buyurur. Ardından da şu meşhur ve şerefli sözünü söyler:
‘Bizi aldatan bizden değildir.’ ” [4]
Müslümanlar aldatmaya dayalı ticaret yaptıklarında Rasûlullah’tan ve onun pak yolundan olmadıklarını bilmelidirler. Bu ifade tarzı belki küfür nispeti değildir; ama zamanla küfre götürecek bir yolun girizgâhıdır. Efendimizin bu sözünü şöyle anlasak nasıl olur acaba? Hani ‘mikrop öldürücüdür’ deriz ya; bizim bu sözümüzden, behemehâl her mikrop bulaşan insanın öleceği anlaşılmaz. Ama çaresine bakılmazsa bir süre sonra o mikrobun insanı öldürebilmesi söz konusudur. İşte “Bizi aldatan bizden değildir” sözü de bir nevi böyledir. Eğer Müslümanlar aldatmaya dayalı ticaret çevirirlerse, imanlarını kemiren bir mikroba bulaşmışlar demektir. Bu mikrop karantinaya alınmaz ve icabına bakılmazsa zamanla onların imanını öldürür. Hem de küfür gibi tehlikeli bir zehirle!
c. Müşteri İhtiyacını Başka Bir Yerden Karşılayabileceğinde Dürüst Ol
Kimi zaman satıcı olarak elinde müşterinin ihtiyacını karşılayacağın bir malın bulunmayabilir. Örneğin, adam bir şey sorar, sende de o şey yoktur. Böylesi bir durumda başka yere gitmesin diye ‘Gel abi, şu şey de senin işini görür’ diyerek aslında gerçek manada ona hitap etmeyen malı adamcağıza tavsiye etmemelisin. Adam senin sakalına ve İslami görünüşüne güvenerek o malı senden alıp, daha sonra arkandan hem sana hem de inancına hakaretler yağdırabilir. Böylesi bir durumda ‘Ağabey, aradığın bende yok; ama onu şurada bulabilirsin’ diyerek adamı ihtiyacını asıl karşılayacağı yere yönlendirmeli ve ona yardımcı olmalısın. Bunu yaptığında belki ondan para kazanamayabilirsin; ama ondan kazanacağın daha değerli bir şey var. O da: Adamcağızın sana güveni, itibar etmesi ve seni gözünde değerli bir konuma yükseltmesidir. Bunlar, inan paradan daha değerli şeylerdir. İşte sen bunu yaptığında o adam ihtiyaç duyduğu başka bir şeyde başkalarına değil, ilk olarak sana gelecek ve seni diğer insanlara tercih edecektir. Bu da, tecrübeyle sabittir.
Kısa Vadeli Kazanımlara Takılma!
Şunu hiçbir zaman aklından çıkarma ki, küçük vadedeki kazanımlar gerçek bir kazanım değildir. Asıl kazanım, uzun vadeli kazanımlardır. Sen bu hakikati ticaret hayatında ‘serlevha’ yap ve küçük hesaplar peşinde koşuşturarak anlık kârlar elde eden, lakin neticesinde büyük kazanımları kaybeden biri olma!
Şimdi sana dürüstlüğünün neticesinde kısa vadede değil, ama uzun vadede kârlı çıkan iki kimsenin kıssasını anlatacağız. Umarız bu kıssalardan kendine bir pay çıkararak büyük hedeflerin insanı olma yolunda bir adım atarsın.
Bu kıssalardan ilkini Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem anlatmaktadır. Şimdi sözü ona bırakalım. O, şöyle anlatır:
“Geçmiş zamanlarda adamın birisi, birisinden bir tarla satın alır… Satın aldığı tarlada, içerisinde altın bulunan bir küp bulur. Hemen araziyi aldığı adamın yanına giderek durumu anlatır ve:
— (Ben bu arazide altın küpü buldum.) Şimdi şu altınını al; zira ben senden sadece tarlayı satın aldım, altın satın almadım, der.
Tarlanın eski sahibi de:
— Ben sana tarlayı içindekileriyle beraber sattım. (Şu durumda bu altın küpünü alamam), diye duruma itiraz eder.
Aralarındaki bu anlaşmazlık uzayınca bir adamın hakemliğine başvurmaya karar verirler. Hakem olan adam:
— Çocuklarınız var mı, diye sorar.
Adamlardan birisi:
— Benim bir oğlum var, der.
Diğer adam ise:
— Benim de bir kızım var, diye cevap verir.
Bunun üzerine hakem olan kişi:
— Çocuklarınızı birbiriyle evlendirin; bu altınlardan da onlara harcamada bulunun, diyerek olayı çözer.” [5]
Görüldüğü üzere hem tarlayı satın alan adam hem de tarlanın eski sahibi sırf dürüstlüklerinin karşılığı olarak çok daha hayırlı bir mükâfatla mükâfatlandırılmışlar ve çocuklarının birbiriyle evlenmesi nimetine mazhar olmalarının yanı sıra, bir de böylesi dürüst bir kimseyle dünür olma şerefine nail olmuşlardır.
Bu kıssada, dürüstlüğünden ödün vermeyenlerin kısa vadeli kârları kaybetseler de uzun vadeli kârları kaybetmeyeceklerinin bir delili vardır. Eğer o kimse, satın aldığı tarladaki altın küpünü −caiz olmasına rağmen− hemen sahiplenseydi, hem kızına hayırlı bir damadı bulamayacak hem de kendisi gibi dürüst bir dünüre sahip olamayacaktı. Acele etmedi, kârlı çıktı.
İkinci kıssa ise Hanbelilerin büyük âlimlerinden birisi olan Ebu’l-Vefa İbni Akîl’e rahimehullah ait bir kıssadır. Bu kıssada da dürüstlüğün uzun vadede çok hayırlar getirdiğinin pratik bir örneği vardır.
‘İbni Akîl, çok engin bir ilme, derin bir anlayışa ve büyük bir azme sahip birisidir. Yazdığı eserlerin 1000 cilde ulaştığı söylenir. Hatta onun ‘el-Funûn’ adlı farklı ilim dallarında kaleme aldığı bir eseri bulunmaktadır ki, bu eserin 800 cilt civarında olduğu nakledilmiştir.[6]
İşte bu zat, fakir olmasına rağmen hac ibadetini yapmaya niyetlenir ve geze geze Allah’ın evi Kâbe’ye gider. Hac farizasını yerine getirdiği sırada, inciden mamul ve ‘hayt-ı ahmer’e, yani kırmızı özel bir ipe dizilmiş oldukça değerli bir kolye bulur. Lakin fakir olmasına rağmen onu sahiplenmez. Sonra kolyenin sahibini aramaya koyulur. Ama ne fayda! Sayıları yüz binlere ulaşan insan seli arasında kolyenin sahibi bulmak mümkün değildir. Bunu aramak tıpkı çölde kum tanesi aramak gibi bir şeydir. Fakat İbni Akîl, oldukça değerli olduğu için kolyeyi kaybedenin muhakkak çok üzüleceğini tahmin eder ve bu nedenle sahibini bularak emaneti ehline tevdi etmekte ısrarcı davranır. Öyle ya bunu kaybeden birisi gerçekten de çok üzülürdü; zira bu kolye normal bir kolye değildi. ‘Hayt-ı ahmer’e dizilmişti ve incidendi.
İbni Akîl, azmini yitirmemiş ve karşısına kolyenin sahibini çıkarması için dua Allah’a yalvarmıştı. Baktı ki tek başına sahibini bulamayacak, hemen durumu bazı insanlara arz etti ve kolyenin sahibini bulma noktasında kendisine yardımcı olmalarını istedi. Onlar da bir Müslümana yardımcı olmak ve zora düşmüş birisinin sıkıntısını gidermek amacıyla hemen duruma el attılar ve kolyenin sahibini aramaya koyuldular. Aradan kısa bir süre geçmişti ki, arama ekibinden birisi ilerideki yaşlı bir amcanın kolye aradığını duydu. İbni Akîl’e gelerek durumu arz etti ve bu kolyenin muhtemelen o kolye olabileceğini söyledi. İbni Akîl, bunu duyar duymaz hemen adamcağıza doğru gitti. Yanına vardığında baktı ki adamcağız kör! O da her şeyi bırakmış belki de elindeki en değerli sermaye olan o kolyeyi arıyor. Hemen yanına sokuldu ve kolyenin gerçekten ona ait olup-olmadığını tespit etmek amacıyla:
‘Amcacığım, bir kolye kaybetmişsin; bana onun vasıflarını anlatır mısın?’, dedi.
Adam kolyenin nasıl olduğunu bir bir anlattı. İbni Akîl’in elindeki kolye, işte o kolyeydi! Hemen adamcağıza teslim etti. Adam o kadar sevindi, o kadar sevindi ki İbni Akîl’e ödül olarak 100 dinar vermek istedi. Ama Allah’ın rızasını her şeyin önüne almış olan İbni Akîl, bu teklifi reddedip parayı alamayacağını söyledi. Tüm bu iyiliklerin sadece Allah rızası için yapıldığına şahit olan yaşlı amca, o dürüst insana çok dua etti.
İbni Akîl, hac görevini ifa ettikten sonra memleketi Bağdat’a gitmeden önce Kudüs ve civarındaki âlimleri ziyaret etmeyi, ziyaretlerinin ardından memleketine geçmeyi arzulamıştı. Önce Kudüs’e vardı, orada bir süre kalıp ziyaretlerini gerçekleştirdi. Sonra Şam şehirlerini gezdi ve en sonunda bu şehirlerden olan görkemli diyar Halep’e uğradı. Ancak Halep’e vardığında, zaten az olan parası bütünüyle bitmişti. Açlık ve yorgunluk had safhadaydı ve bunlar nedeniyle bîtap düştü. Orada bir mescide sığındı. Namazını kıldıktan sonra olduğu yere sızdı kaldı. Bir sonraki namazın vakti girmişti. Bu nedenle cemaat mescide geldi. Bir de baktılar ki mescidde bir yabancı! Hâli, oraların adamı olmadığını söylüyordu. Onların gelmesiyle İbni Akîl de uyandı. Kalktı, abdest alıp namaz için tekrar mescide girdi. Lakin ortada düzgün namaz kıldıracak birisi yoktu. Çünkü mescidin imamı, hac farizasını ifa edip memleketine geldikten sonra vefat etmişti. Cemaat her seferinde iyi namaz kıldıran birisini bulmak için namaz öncesi nida ediyor ve bu şekilde imam boşluğunu doldurmaya çalışıyordu. Yine seslendiler:
— Bize kim namaz kıldırır?
Kimseden ses çıkmamıştı. İbni Akîl der ki: Baktım ki kimseden ses çıkmıyor öne doğru çıkarak:
— Ben kıldırabilirim, dedim.
Sonra sözlerine şöyle devam eder: Namazı kıldık. O gün Ramazan ayı girmek üzereydi. Cemaat namazı güzel kıldırdığımı görünce bana:
— Ey yabancı, sen bu ay boyunca bizlere hem normal namazları hem de teravih namazını kıldırsan olur mu? diye teklifte bulundu. Düşündüm. Hem aç hem yorgun hem de bîtaptım.
— Evet, olabilir, diyerek tekliflerini kabul ettim.
Bir ay süreyle onlara namaz kıldırdıktan sonra cemaat bana yeni bir teklifle geldi. Bu seferki teklif daha farklıydı. Dediler ki:
— Bizim vefat eden imamımızın bir kızı var. Sen de bekârsın. Gel, biz seni onunla evlendirelim ki, bu sayede hem aile sahibi ol hem de bize imam olmaya devam et.
Bu tekliflerini de ‘evet’ diyerek kabul ettim.
Sonra imamın kızıyla evlendim. Benim ondan bir oğlum oldu. Ama fazla bir süre geçmemişti ki, eşim hastalandı. Hasta yatağında iken boynunda evliliğim süresince hiç görmediğim bir gerdanlık gördüm ve bir anda şaşırarak:
— Bu kimin, dedim.
Eşim:
— Benim, diyerek cevap verdi.
Şaşırmıştım. Çünkü bu gerdanlık benim hacda bulduğum ‘hayt-ı ahmer’e dizili olan inci gerdanlıktı! Eşim, şaşkınlığımı görünce olayı anlamak için:
— ‘Hayır mı?’ diye sordu.
Ben de hacdaki gerdanlık hikâyesini anlattım.
Bunu duyunca eşim ağladı ve:
— Demek o sensin ha! Vallahi babam bana bu olayı anlattı. Hacda gerdanlığı kaybettiğini ve emin bir Müslümanın gerdanlığı bularak babama teslim ettiğini söyledi. Babam o olaydan sonra gözyaşları içerisinde her daim dua eder ve: ‘Allah’ım! Benim kızımı bu delikanlı gibi emin ve dürüst birisiyle evlendir.’ diye yalvarırdı. Gördüm ki Allah, babamın duasına ziyadesiyle icabet etti. İşte sen o emin adamsın, dedi.
İbni Akîl devamla şöyle der:
Eşim bir süre daha yaşadı, ama fazla geçmeden vefat etti. Ben de oğlumu ve o gerdanlığı miras alarak Halep’ten ayrıldım ve tekrar eski yurdum olan Bağdat’a geldim…’
Evet, emin ve dürüst olmanın insana uzun vadede kazandırdığı kârın boyutlarını ortaya koyan ilginç bir kıssa. Bu kıssanın özünü bizlere ‘Siyeru A’lâmi’n Nubelâ’ adlı eserinde İmam Zehebi anlatır. Detayları ise farklı bazı kaynaklardan istifade edilerek nakledilmiştir.
Şimdi beraberce düşünelim: Eğer İbni Akîl rahimehullah kısa vadeli hesaplar yapıp bulduğu o kolyeyi kendisine saklasaydı, eşine ve o eşinden doğan kendisi gibi âlim olacak yavrusuna sahip olabilir miydi?
El-cevap: Olamazdı!
İşte bu, dürüstlüğün uzun vadede insana kazandırdığı büyük kârın bir yansımasıdır.
Bu nedenle sen ey tacir kardeşim, sakın ola müşterilerinin elindeki parayı kısa vadeli hesaplarla cebine indirme derdinde olma! Büyük düşün, basiretinle ileriyi gör. Alavere-dalavere ile o an müşterilerinin parasını cebine indirsen bile, bunun müstakbelde sana hayır getirmeyeceğini aklından çıkarma! Ayrıca sen tüm insanlığa tevhidi ulaştırma görevi taşıyacak kadar büyük düşünmeyi ihmal etmemelisin. ‘Ya, ticaretle bunun ne alakası var?’ dememeli, işini de bu amaca götüren bir araç kabul etmelisin. Sen, Müslüman ve davetçi bir tacir olarak yaptığın her iyiliği toprağa atılmış bir tohum olarak değerlendirmeli ve asla yaptıklarının yarın karşına çıkmayacağı zehabına kapılmamalısın. Sen bir tane bile olsa tohumu toprağa at, onu yeşertip büyütmek O’na aittir. Zira O subhanehu ve teâlâ, bazen biri bin yapandır.
◆◆◆
Emin ve dürüst olmanın zıddı ‘hainlik’tir. Hainlik hakkında çok söz söylemeye gerek yoktur; zira Efendimizin, bu hasleti münafıkların alametlerinden sayması bile ondan sakınmamız için yeterli bir gerekçedir.
“Münafığın alameti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” [7]
Müslüman, ticaretinde kaybetse dahi asla eminlik vasfını zedeleyecek eylem ve söylemlerde bulunmaz. Çünkü o bilir ki, hayır ve bereket ancak Allah’ın emirlerine bağlanıp, yasaklarından sakınmakla elde edilir.
15. Ticaretinde ‘Doğru Sözlülüğü’ Elden Bırakma
Sıdk ehli olmak, yani her daim doğru söyleyip, sadakatle davranıp aleyhinde bile olsa doğruluktan vazgeçmemek bir Müslümanın şu dünyada sahip olabileceği en büyük değerlerdendir. Doğru sözlülük, hayatın her alanı için çok önemlidir. Sadece ticarette değil; aile ilişkilerinde, sosyal birlikteliklerde, arkadaşlıklarda ve bilumum insanlarla olan muamelelerde gerçekten de hayatî öneme sahiptir ve ilişkilerin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesinde basite alınmayacak bir yeri vardır. İnsanlar −kendileri bihakkın beceremese de− özü-sözü doğru olan kimselere itibar eder, onları sever, onlara yakın durur ve onları diğer kimselere tercih ederler. İşte bu gibi nedenlerden ötürü doğru sözlü olmanın normal hayatta ve ticaret hayatında çok mühim bir yeri vardır.
Doğru sözlülüğün faziletine dair Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki (söz ve işteki) doğruluk insanı takvaya iletir. Takva da cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında ‘sıddık/doğruluk ehli’ diye kaydedilir. Yalancılık ise, insanı fücura/yoldan çıkmaya sürükler. Fücur da cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında ‘yalancı’ diye yazılır.” [8]
Bu hadisten, doğruluk ve doğru sözlülük hakkında çıkaracağımız çok önemli nükteler, derunî manalar vardır. Bunları şu şekilde kısaca özetleyebiliriz:
1. Bir insan doğruluğu kendisine esas alıp hayatını hep bu ilke üzere yaşamaya gayret ettiğinde, bu, onu yaşamının diğer alanlarında da hayra yönlendirecektir. Doğru söyleyen insan her söz ve amelinde kaçınılmaz olarak takvalı davranacak, takvalı davranmak da onu daha iyi bir kul hâline getirecektir. İşte hadisimizin “doğruluk insanı takvaya iletir” kısmı bunun delilidir.
2. Doğruluk, insanı cennete götüren bir amel olmasının yanı sıra, kişiyi Allah katında ‘sıdddıklardan’ kılan bir ameldir aynı zamanda. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Doğru sözlü ve güvenilir bir tacir, kıyamet günü Peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber olacaktır.” [9]
Bilmek gerekir ki, Allah katında ‘sıddıklık makamı’, Peygamberlikten sonraki en üst makamdır. Hatta şehitlik makamı bile derece itibariyle ondan daha alt seviyede kalmaktadır. Bunun delili Rabbimizin şu ayetidir:
“Kim Allah’a ve Rasûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimetler ihsan ettiği Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel arkadaştırlar!” [10]
Görüldüğü üzere bu ayette Rabbimiz, kendisine ve Rasûlü’ne itaat edenleri ahirette iyi kimselerle beraber olma şerefiyle ödüllendireceğini vadetmiş ve bu noktada önce Peygamberleri, sonra sıddıkları, sonra şehitleri, sonra da salih kimseleri zikretmiştir. Bu sıralamayı baz aldığımızda hangi makamın diğer makama nispetle daha üstün olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz.
İşte, her daim doğruluk ilkesiyle hareket edip hayatlarını ‘sıdk’ üzere inşa edenler, şehitlerden bile üstün bir konuma erişecek ve Ebu Bekir’in radıyallahu anh imamlık ettiği sıddıkiyet makamına nail olma şerefine hak kazanacaklardır. Belki yıllardır şehadet aşkıyla yanıyor, ama bir türlü şehit olamıyorsundur. Üzülme! Şayet hayatını doğruluk ilkesine göre yaşamaya çalışırsan, o zaman şehitlikten bile üstün bir makam olan sıddıkiyet makamı seni beklemektedir. Acaba Ebu Bekir’le radıyallahu anh aynı konumda olmak seni sevindirmez mi?
3. Bir iyilik başka bir iyiliği, hayırlı bir amel başka salih bir ameli doğurur. Buna mukabil bir kötülük başka bir kötülüğü, şer bir amel de başka kötü bir ameli meydana getirir. Bu, kaçınılmaz olarak böyledir. Buna göre eğer sen doğru sözlülüğü kendine prensip edinir ve her daim sadakatle amel etmeye çalışırsan, bu zorunlu olarak seni takvaya, yani hayatın diğer alanlarında da Allah’ın razı olacağı amelleri yapmaya iletecektir. Buna mukabil eğer sen yalanı kendine prensip edinir ve sürekli yalan eksenli bir hayat yaşamaya çalışırsan, bu da seni fücura, yani hayatın diğer alanlarında da Allah’ın asla razı olmayacağı günahları işlemeye sevk edecektir. Bu nedenle bazı gafillerin dediği gibi asla ve asla ‘Bir kereden ne olacak ki?’ dememelisin. Doğru söz, −bir kere bile olsa− insanı ikinci bir iyiliğe, yalan söz de −bir kere bile olsa− insanı ikinci bir kötülüğe sevk edecektir.
Tacirlerin doğru söylemesi ve ticaretlerini doğruluk esası üzere icra etmesi aslında kendi menfaatlerinedir; çünkü doğruluk beraberinde hayır ve bereket getirir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem doğruluğun bereket getireceğini şu sözüyle ifade etmiştir:
“Alışveriş yapanlar, birbirlerinden ayrılmadıkça (akdi bozma hususunda) muhayyerdirler. Eğer doğru söyler ve (açıklanması gereken şeyleri) beyan ederlerse, bu alışverişleri her ikisi hakkında da bereketli kılınır. Gerçeği gizler ve yalan söylerlerse, alışverişlerinin bereketi usul usul yok edilir.” [11]
Ticaret hakkında söz söyleyen âlimlerimiz, bu hadisten hareketle ticarette doğru sözlülüğün bereket, yalanın ise bereketsizlik getireceğini istidlal etmişleridir. Ve yine âlimlerimiz bu hadisteki vaat ve vaidin, hem alıcıyı hem de satıcıyı kapsadığını, bu nedenle sadece satıcının değil, alıcının da doğru söylemekle mükellef olduğunu ifade etmişlerdir.
Alışveriş yapanların doğru söylemeleri fiyat, malın kalitesi, ödeme şekli gibi her iki tarafı da ilgilendiren hususların hepsine şamildir. Hadiste geçen ‘beyan etmek’ten maksat da, satılan eşyanın kusurunun olduğu gibi eksiksiz açıklanmasıdır. Alışverişin bereketli olması, çok para kazanılması demek değildir. Bereket; alışverişin faydasının çok olması ve her iki tarafa da hayırlar getirmesidir.
Ticarette doğru sözlü olmak ve sıdk ile hareket etmek insanı kıyamet günü kötü bir dirilişten engeller. Rufaa radıyallahu anh anlatır:
“Kendisi bir gün Peygamberimiz ile birlikte namaz kılmak üzere musallaya çıkmıştı. Peygamberimiz insanların alışveriş yaptıklarını gördü ve onlara:
‘Ey tacirler topluluğu!’ diye seslendi.
Bunu duyan tacirler, hemen Rasûlullah’a icabet ederek başlarını kaldırdılar ve ona bakmaya başladılar. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu:
‘Şüphesiz ki tacirler, kıyamet gününde facirler olarak diriltileceklerdir. Ancak takva ile hareket eden ve doğru sözlü olanlar bundan müstesnadır.’ ” [12]
Bu hadise göre takva ve doğru sözlülük vasfını kendisinde bulunduran kimseler hariç tüm ticaret ehli, dünyada ticaret çevirirken yaptıkları hatalar nedeniyle günahkâr kimseler olarak haşredilecektir. Ama bu iki vasfa sahip olan tacirler, kötü bir dirilişten muhafaza edilecek ve Allah’a facir değil, adaletli bir tacir olarak gideceklerdir.
Senedi tartışmalı olan bir rivayette de Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem doğru sözlülük, eminlik, sözde durma ve aldatmama gibi güzel vasıflara sahip olan tacirlerin helal kazanç elde eden kimseler olduğunu ifade ederek şöyle buyurmuştur:
“En helal kazanç; konuştuklarında doğru söyleyen, emanet aldıklarında ihanet etmeyen, söz verdiklerinde caymayan, satın aldıklarında kınamayan, sattıklarında (mallarını) aşırı övmeyen, borçlandıklarında borçlarını geciktirmeyen ve alacaklı olduklarında zora sokmayan tacirlerin kazancıdır.” [13]
Ticarette doğru sözlü olmak zikrettiğimiz bunca faziletinin yanı sıra, aynı zamanda insanların sana bakışını da etkileyen bir husustur. İnsanlar senin doğru sözlülüğün, dürüstlüğün ve ahlakın hakkında iyi bir kanıya sahip olduklarında bundan etkilenip ‘bu ne kadar güzel bir insan!’ diyerek senin itikadına dair söylemiş olduğun sözleri de dikkate alırlar.
Sütçülük yapan bir kardeşimiz vardı. Bu kardeşimiz bizim de beğendiğimiz birçok güzel vasıflara sahipti. Sözünde durur, aldatma yapmaz, karşı tarafa güven verir ve genel anlamda İslam’ın emrettiği şekilde bir hayat sürerdi. Ticareti de böyleydi. Bu kardeşimiz, mandıracılıkla uğraşan birisine yıllardır süt verirmiş. Adam artık kendisine o kadar güvenmiş, o kadar güvenmiş ki sütü kendisi tartmaz, ağabey tartıp ne derse ona inanırmış. Aynı zamanda bu ağabey o mandıracıya inancını da anlatır ve bunun üzerinde uzun uzun konuşurlarmış. Günün birinde bu ağabey, takibata uğramış ve polis tarafından gittiği her yer kayıt altına alınmaya başlamış. Polis, onun toplumdan tecrit edip popülaritesini yok etmek için süt verdiği esnafları gezmeye ve onun aleyhinde konuşmaya koyulmuş. Tabi bu mandıracıya da gelmişler ve:
— Kardeşim, bu adamdan süt almayı bırak; çünkü bu adam senin Müslüman olduğuna inanmıyor. Bu adam şöyledir, bu adam böyledir… diyerek bin bir türlü yalan ve iftirayla abi hakkında karalama yapmaya çalışmışlar.
Mandıracı, polisleri dinlemiş ve:
— Siz ne diyorsunuz kardeşim! Ben bu adamla yıllardır çalışırım, daha bir kere olsun yalanına ve aldatmasına şahit olmadım. Birçok süt satıcısı gördüm, genelde hileli yollara başvuruyorlardı. Bu adam ise o kadar dürüst ki, ben ona güvendiğimden dolayı terazi bile tutmuyor, onun söylediğine aynen itibar ediyorum. Ne yapayım beni Müslüman görmemesi onun inancıdır. Ben bu konuda da samimiyetle hareket ettiğine inanıyorum. Ben asla onla olan ticaretimi bozamam, diyerek adamları paylamış ve adamlar çekip gitmek zorunda kalmışlar.
İşte doğru sözlü olmak ve insanları sadakatine inandırmak bu kadar hayırlı ve bereketli sonuçlar doğurur. Sen de bu ahlakı hayatının temel ilkesi hâline getirerek insanların akide ve inancına güzel bir gözle bakmasını sağlayabilir, onları tevhide girdiremesen de en azından düşmanlıklarından emin olmuş olursun. Bu da azımsanmayacak kadar önemli bir husustur.
Madâ bin İsa şöyle der:
‘İbrahim bin Ethem, arkadaşlarını çok namaz veya çok oruçla geçmedi; lakin onları doğruluğu ve cömertliğiyle geçti.’ [14]
Doğru sözlü olmanın zıddı yalancılıktır. Yalancılık hakkında bilmem çok söz söylemeye hacet var mı? Efendimizin sallallahu aleyhi ve sellem bu hasleti münafıkların alametlerinden sayması bile ondan alabildiğine uzak durmamız için yeterli bir sebeptir. Müslüman, ticaretinde zarar da etse, bütün kazancını da kaybetse asla yalana başvurmaz. Dünyayı bir kefeye koysalar, yine de Allah’ın haram kıldığı bu kötü haslete tevessül etmez. Onun için doğruluk esas olduğundan dolayı yalandan son derece sakınır. Seleften Mansur bin Mutemir’in rahimehullah şöyle dediği nakledilmiştir: ‘İçerisinde helaki görseniz bile doğruluktan vazgeçmeyin; çünkü kurtuluş ondadır. İçinde kurtuluşu görseniz bile yalandan sakının; çünkü helak ondadır.’ [15]
Sen ticaretinde kaybedeceğini, zarara uğrayacağını ve fakir düşeceğini bilsen bile asla yalana tevessül etme; doğruluğu ilke edinerek dilini hep hak söz söylemeye alıştır. Bil ki bu eninde sonunda sana hayrı getirecektir.
Doğru Sözlü Olduğunda Ödülün Ne?
Doğru sözlü olanlara Allah kıyamet günü çok büyük ödüller verecektir. Bu ödüllerin başında ebedî cennet gelmektedir. Ardından ise Allah’ın rıza ve hoşnutluğu… Rabbimiz bu gerçeği Maide suresinde anlatır. Şimdi gel, şu ayeti tane tane okuyarak birazcık üzerinde düşün.
“Allah şöyle buyuracaktır: Bu (gün), doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.” [16]
İşte kardeşim doğru sözlü olmak böylesine güzel sonuçlar doğuran önemli bir konudur. Sen Müslüman bir tacir olarak mutlaka bu vasıfla muttasıf olmalı ve malını satarken, malını överken, malının kusurlarını anlatırken, müşterine söz verirken, borcunu öderken… doğru söyleyerek Allah katındaki bu ödülleri kazanmaya namzet olduğunu ispat etmeye çalıştığın gibi, ayrıca kullara karşı sıdk görevini de ifa etmelisin. Sen böyle olduğunda hem ticaretinin bereketini görecek hem de insanların senin akidene inanmasının zeminini hazırlamış olacaksın.
Allah bizi ve seni özü-sözü doğru olan sadık ve sıddık kullarından eylesin.
◆◆◆
Bir sonraki yazımızda buluşmak dileğiyle, fî emânillâh…
[1] . Tirmizi
[2] . Bilinmelidir ki, Allah ve Rasûlü bir amele çok büyük bir mükâfat vaad etmişse, belli ki o amel haddi zatında çok zordur. Kıyamet günü Peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber olmak basit bir şey midir? Elbette ki değil! O hâlde dünyada doğru sözlü ve güvenilir bir tacir olmak ve neticesinde bu büyük mükâfata hak kazanmak gerekir. Birileri ‘Ya, doğru ve dürüst bir tacir olmakta ne var ki?’ diyebilirler. Ama yalanın, aldatmanın, sahtekârlığın, tefeciliğin ve faizin ayyuka çıktığı şu çağda ticarete atılın da, bir bakın bakalım adalet ve dürüstlük ilkesi üzere ticaret yapmak ne kadar zormuş! Bizler ticaretin içerisinde olan insanlar olarak bu zorlukları görüyor ve Efendimizin bu vaadinin ne anlama geldiğini daha iyi anlıyoruz. Allah hepimizi adil, güvenilir, dürüst ve doğru sözlü esnaflardan kılsın.
[3] . 4/Nisa, 29
[4] . Müslim
[5] . Buhari, Müslim.
[6] . Bkz. Zeylu Tabakâti’l Hanâbile, 1/142.
[7] . Buhari, Müslim.
[8] . Buhari, Müslim.
[9] . Tirmizi
[10] . 4/Nisa, 69
[11] . Buhari, Müslim.
[12] . Tirmizi
[13] . Beyhaki
[14] . Tehzibu’l Hilye, 2/478
[15] . İbni Ebî’d Dünya, Makârimu’l Ahlak, 133.
[16] . 5/Maide, 119
İlk Yorumu Sen Yap