İslam’ın en belirleyici özelliklerinden bir tanesi, her bir muvahhid müminin kalbine büyüklük hissi vermesidir ki bu hâl kibirden ve büyüklenmekten uzaktır. Bununla beraber her muvahhid mümine gururdan temizlenmiş güçlü bir özgüven verir ki bu özgüven de kişiyi bencillikten arındırır ve ona emin olma şuurunu kazandırır.
Günümüz Müslümanlarının geçmişte olduğu gibi tevhid ve iman ile olan bağlarını ve geleceğe dair güçlü ümitlerini yeniden kazanma yolunda oldukça ciddi mesafeler kat ettiklerini söylemek mümkündür. Bu da El-Aziz ve El-Hamid olan Allah’a subhanehu ve teâlâ çokça hamd edilmesi gereken büyük bir nimettir. Bu meselede asıl ve en büyük problem ise yüz milyonlarla ifade edilen kitlelerin İslam’ın izzetine ve vaadlerine talip olurken, bu dine hakiki manada mensubiyetten, yüklediği mesuliyetlerden ve tevhidin hakikatlerinden uzak kalmalarıdır.
Müslüman ismini taşıyıp veraset yoluyla devraldığı dinine tahkikî bir imanla yeniden bağlanmasına vesile olacak öncü bir nesle olan ihtiyaç, bugün artık daha da somut bir şekilde karşılanmaya başlanmış ve görünür olmuştur.
“Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayet ve hak ile gönderen O’dur.” [1]
Tevhid, esas itibariyle bir izzet ve üstünlük akidesidir; yeryüzünün doğusundan batısına, tüm insanlığın krizlerine, kaoslarına, dertlerine ve problemlerine çözüm üretme ve bütün bunlara ortak olma sorumluluğudur. Tevhid, din-i İslam müntesiplerine sadece kendi aralarındaki problemleri çözmek ya da müminlerin sahip bulundukları güzellikleri daha da arttırıp süreklileştirmek görevini ve sınırlı bir sorumluluğu yüklemez. Tevhid, din-i İslam muvahhid ümmeti istikametten sapmış ve yollarını kaybetmiş milletlere, topluluklara ve fertlere de rehberlik edip, onları hak ve hidayet yoluna yöneltmeye çalışmakla mükellef kılmıştır.
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten/münkerden meneder ve Allah’a inanırsınız…” [2]
Her muvahhid fert ve camia için fertten topluluğa ve yakından uzağa doğru genişleyen bir halka şeklinde ortaya çıkan bir sorumluluktur bu. Tıpkı havuza atılan bir taşın, atıldığı noktadan itibaren havuzun kenarlarına doğru genişleyen haleler oluşturması gibi.
Bozulmuş, yozlaşmış, zaafa uğramış, ruhunu ve özünü kaybetmiş ve büyük ölçüde Yahudileşmiş bel’amların gece gündüz yaptıkları tezvirattan kaynaklanan tahribat, dünyanın ufuklarına kapkara cahiliye bulutlarının daha kesif bir şekilde yükselmesine sebep olurken, bu Rabbani sorumluluğun, şuurun ve şiarların yeniden canlandırılması, güçlenmesi ve boş alan bırakmamacasına ulaşılabilen her tarafa götürülmesi bugün her zamankinden daha önemli ve öncelikli bir görev hâline gelmiştir.
Tevhid akidesi bilhassa ‘sevad-ı azam’ diye nitelendirilen çok kalabalık kitlelerin kalplerindeki hâkimiyetini yitirmiştir ki bunun kaçınılmaz sonucu olarak ruhların karardığını, değerlerin ayaklar altına alındığını, köleliğin ve zulmün farklı formlarda ve modern etiketlerle yeniden kopya edildiğini, ters istikametteki uçlar olarak bir tarafta lüks ve konforun diğer tarafta da mahrumiyet ve sefaletin başını alıp yürüdüğünü, insanlığın küfür, sapıklık ve karanlık perdelerine büründüğünü müşahade ediyoruz. Bu yöndeki şahitlikler genel manzaranın vahametini ortaya koyması açısından ibret vericidir. Genel manzaranın ibretâmiz olması, yukarıdaki ayet-i kerimede de buyrulduğu üzere netice itibariyle Tevhid ve Sünnet nizâmına hem kalbî hem de amelî olarak güçlü bir bağlılıkla bağlı olan bütün muvahhidler için görev ve sorumluluğun artması demektir. Bu anlamda her bir muvahhid peşinen ‘son garib’lerden olmayı kabul etmektedir.
“İslam garib başladı, başladığı gibi (bir hâle) dönecektir. Ne mutlu gariblere!” [3]
Âlimlerin bu hadisle ilgili söyledikleri günümüz Müslümanlarının içinde bulundukları vakıayı açıklayıcı niteliktedir. Hadisteki ‘Garip’ ifadesi mekâna bağlı olmayan uzaklık şeklinde anlamlandırıldığında mesele daha net olarak açıklanmış olur. Günümüz vakıasından birkaç misal verecek olursak: Sayıca çok az olan muvahhidlerin deniz dalgaları gibi kalabalık müşrik topluluklar arasında bulunuyor olmaları kendilerine ‘Garip’ sıfatını kazandırır.
Allah’ın subhanehu ve teâlâ razı ve hoşnut olduğu İslam’ın temel esası olan tevhid akidesini vehimler, bid’atler ve hurafelerle sulandırmaya çalışan zayıf karakterli, kötü bilginlerin çokluğu ve etkisine kıyasla güç ve etkinlik açısından oldukça az olan muvahhid âlimler de bu gariblerdendir.
Tevhid davetinin gündeme gelmesiyle heva ve kuru akıl ürünü ölü, sığ ve kısır ideolojilerin ruh, kalp ve karakter üzerindeki hâkimiyeti ağır ağır da olsa zayıflamaya ve etkisizleşmeye başladı.
Tevhid davetinin gündeme gelmesiyle daha önce tevhidî hakikatleri kendi nefislerinde zikreden yahut çok dar çevrelerde ürkeklikle ve mahcubiyetle dile getirilebilenlerin bir kısmı samimi bir bağlılıkla Tevhid ve Sünnet nizâmına gönül verirken diğer kısmı ise öyle bir şeyden hiç söz etmemişler gibi farklı söylemler dillendirip karşıt kamplar oluşturma yoluna gittiler.
Tevhid davetinin gündeme gelmesiyle damarlarına ve duygularına kadar sirâyet eden bir imanla, Müslümanların kalbinde muazzam bir inkılâp doğdu. Mümin kalplerde doğan hakiki iman, basiret, sabır, cesaret ve metanet; her cins ve cesametteki şer ve şirk güçlerini hayretler içerisinde bırakmış ve istikbale dair bazı endişelere sevk etmiştir.
Tevhid davetinin gündeme gelmesiyle daha önce birçok kimsenin hareketleri, ilişkileri, ahlakî yapıları, siyasi yönelimleri, sosyal münasebetleri ve ticaretleri gayr-i şer’i bir karmaşıklık, başıboşluk ve tesadüfler sarmalındayken, sonrasında ise imanın, ubudiyetin ve itaatin kendilerine düşen vazgeçilmez bir vazife olduğunu kalben hiçbir rahatsızlık duymadan bildiler ve gereğini de hakkıyla yerine getirmeye çalıştılar.
Tevhid davetinin gündeme gelmesiyle hak ve hidayet yoluna yönelen müminler boş ve kaotik bir hayattan verimli ve dosdoğru bambaşka bir hayata, nefsiyle, çevresiyle ve Rabbiyle ilişkilerindeki çapraşıklıktan ve samimiyetsizlikten melekût âlemine yâr olarak mustakim ve muhlis bir hayata geçtiler.
Tevhid davetinin gündeme gelmesiyle beraber Tevhid ve Sünnet nizâmına gönül verenler için Allah’tan subhanehu ve teâlâ başkasının hâkimiyetine girmek, ilahî kanunlara ve nebevi menhece muhalefet etmek, emirlere yan çizmek, cahiliye kalıntısı örf, âdet ve geleneklere uymak artık mümkün olmadı. Tevhid davetinin gündeme gelmesiyle ve kabulüyle beraber bu müthiş inkılâb çok kısa bir sürede muvahhid gönüllerde bütün varlığıyla tecelli etti.
Tevhid davetinin gündeme gelmesi şer ve şirk kilitleriyle kat kat kilitlenmiş beşer tabiatının sahih itikad ve nebevi menhec anahtarından başka hiçbir anahtarla açılamayacağının yeniden ispatı ve ilanıdır.
Tevhid davetinin yeniden gündeme gelmesi bu davete ve davetçilere karşı mücadelede şeytanın ömrü kadar tecrübe ve birikim sahibi olan cahiliye toplumu ve idarecilerinin bu seçkin ve eşsiz davet karşısında ellerinde bulundurdukları tüm imkânları seferber etmelerine rağmen Tevhid ve Sünnet davetçilerinin cahiliye toplumu ve cahiliye idarecileri karşısında saklı gizli bir tarafı olmadı. Zira tevhid dini ‘Din-î Mübin’ (Apaçık bir din)dir.
Tevhid davetinin yeniden gündeme gelmesi bu davete gönül veren müminlerin kalplerinde güçlü bir irade, nebevi ahlak ile ahlaklanma, bir ruh terbiyesi, insaf ve iz’ân, nefsî tezkiye ile temiz bir vicdana genişçe bir alan açmaktadır. Çünkü artık geçmişte kalan cahiliye tortuları temizlenmiştir ve temizlenen yer de ancak temiz olan ile doldurulur.
Tevhid davetinin yeniden gündeme gelmesi cehaletin, zulmün ve günahların kaynağı olan beşerî nizam ve kanunların zahiren dağ gibi görünüyor olsa da kökünün aslında bir kıl gibi olduğu hakikatini de yeniden gündemleştirmiştir. Müslümanlar yeniden büyük bir özgüven kazanmış, izzetlenmiş ve başka insanlarla ilişkilerinde ve hareketlerinde körü körüne bir yol ve yöntem takip etmekten tamamen uzaklaşmışlardır. Allah subhanehu ve teâlâ müminlere, ışığında yürüyecekleri bir nur ve kendisiyle amel edip hükmedecekleri Tevhid ve Sünnet nizamı bahşetmiştir.
Tevhid davetinin yeniden gündeme gelmesiyle hemen hemen her yerde yıkıcı ve yozlaştırıcı etkinlik gösteren ve yayılıp gelişebilen modern cahiliye karşısında sadece tevhid ümmetinin değil, fıtratı henüz tam olarak bozulmamış tüm milletlerin de en korunaklı kalesi olduğu ortaya çıkmıştır.
Tevhid davetinin yeniden gündeme gelmesiyle geçmişten bugüne İslam’ın ve ümmetin bünyesinde özellikle de inanç, ibadet ve menhec alanlarında açılmış olan yaraların Allah’ın subhanehu ve teâlâ izniyle kalıcı bir şekilde tedavi edilmesi süreci de ciddi olarak hızlandırılmıştır. Zira İslami hayatta dengelerin bozulması başta ümmet olmak üzere tüm insanlık için büyük buhranların tetiklenmesine ve çözümsüzlüğe sebep olmuştur.
Tevhid davetinin gündeme gelmesi, İslam ile yönetimin, bir başka deyişle din ile siyasetin olması gerektiğinin aksine birbirinden ayrı olduğu hakikatini güçlü bir şekilde yeniden gündemleştirmiştir. Dinin devletsiz, devletin de dinsiz olduğu gerçeği acı ve rahatsız edici olsa da apaçık olarak ortaya konmuş ve yüksek bir tonda seslendirilmeye başlanmıştır.
Tevhid davetinin yeniden gündeme gelmesiyle etkisi ve kudreti oldukça zayıflayan iyiliği emretme ve kötülükten men etme hareketi de artık sırtını dayayacak ve kendisine alan açacak mümin bir topluluğa istinad etme imkânına kavuştu.
Müminleri tevhid ile izzetlendirip sünnet ile ziynetlendiren Allah’a subhanehu ve teâlâ hamd ederiz. Allah’ın salât ve selâmı muvahhidlerin önderi, efendimiz ve dostumuz Muhammed’in üzerine olsun.
[1] . 61/Saf , 9
[2] . 3/Âl-i İmran, 110
[3] . Müslim, İbni Mace.
İlk Yorumu Sen Yap