Havaric/Haricilerin  İtikadları – 6

Murtekibu’l Kebira Meselesinde Haricilerin İtikadı

Murtekibu’l Kebira meselesinden kastedilen, büyük günah (küfür olmayan masiyetleri) işleyenlerin günahlarından dolayı tekfir edilmeleridir.

Haricilerin büyük günah sebebi ile insanları tekfir etmelerinin temelinde ‘İmanın Tanımı’ meselesindeki inançları yatmaktadır. Hariciler, ameller arasında ayrım yapmadan hepsini imanın aslından kabul ederler. Bu asıldan dolayı Haricilerin bütün kolları olmasa da umumu, büyük günah işleyenlerin kafir olduklarına itikad etmişlerdir. Fakat günahtan dolayı tekfir etmelerinin sebepleri net olarak bilinememiştir. Çünkü her bir taife tekfir sebeplerini farklı nedenlerle açıklamışlardır:

Mekramiyye fırkası, büyük günah işleyen bir insan, hakkıyla Allah’ı subhanehu ve teâlâ tanımamış ve Allah’a subhanehu ve teâlâ karşı cahil olmuştur.

“Allah’ın kadrini, hakkıyla takdir etmediler/bilmediler.” (6/En’am, 91)

Günah işleyen bir insan Allah’ın subhanehu ve teâlâ kendi üzerindeki hakkını, hakkıyla takdir etmemiştir. Bu, insanın Allah’ın subhanehu ve teâlâ zatı hakkındaki cehaletinden kaynaklıdır. Allah’ın zatı hakkında cehalet, küfürdür. Bundan dolayı Haricilerin bu kolu tuhaf olan bir sebeple büyük günahtan dolayı insanları tekfir ederler.

Ezarika fırkası (Hariciler arasında en kabalık ve güçlü olan fırkadır.), büyük günah işleyenler, büyük günahlarından dolayı tekfir edilir.

Taifeler arasında murtekibu’l kebira konusunda en net duran taife Ezarika fırkasıdır.

Necadat fırkası, firak alimleri murtekibu’l kebira meselesinde bu fırkaya iki görüş nispet etmişlerdir.

1. Bağdadi ve bazı firak alimlerinin onlara nispet ettiği görüşte, Necadat fırkası, insanları büyük günahla tekfir ederken, onları Muvafık/kendilerinden olan ve Muhalif/kendilerinden olmayan olarak iki kısma ayırmıştır. Büyük günahı işleyen kişi, kendilerinden olan biri ise onu tekfir etmemişler; kendilerinden olmayanları ise büyük günahtan dolayı tekfir etmişlerdir.

Allah subhanehu ve teâlâ en doğrusunu bilmekle beraber, Necadat fırkasının büyük günah sebebi ile insanları tekfir etmediğidir. Sahih olan Necadat’ın murtekibu’l kebiradan daha ziyade, insanları kendilerinden olması ve olmamasına göre tekfir etmeleridir. Çünkü Necadat, her halde Harici olsalar dahi kendilerinden olmayan insanları tekfir ederler.

2. Necadat’tan nakledilen ikinci görüşe göre, günah işleyen her insanı değil, günahında ısrar edenleri tekfir etmişlerdir.

Sufriyye fırkası, günah işleyen insan şeytana itaat etmiştir. Bu da insanın şeytana ibadet etmesidir, demişlerdir.

“Ey Âdemoğulları, Ben size and vermedim mi ki: Şeytana ibadet etmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” (36/Yasin, 60)

Allah’tan subhanehu ve teâlâ başkasına ibadet eden kafir olmuştur. Sufriyye buradan yola çıkarak, şeytana yapılan her itaati, ona ibadet kabul ederek, her günah işleyeni tekfir etmiştir.

İbadiyye fırkasına göre büyük günah işleyen insanlar ‘nimet küfrüyle’ kafir olur. Yani onlar bunu, küçük küfür olan, dinden çıkarmayan ama insana yergiyi gerektiren bir amel kabul ederler. Bundan dolayı murtekibu’l kebirayı tekfir etmezler.

İbadiyye fırkası gerekçe olarak şunu öne sürer; büyük günah işleyen, ‘La ilahe illallah’ demesinden dolayı muvahhiddir. Fakat küfür olan amelleri (büyük günah) yapmaları sebebiyle nimete karşı kafir olmuştur.

İbadiyye fırkası her ne kadar murtekibu’l kebirayı tekfir etmese de ahirette ebedî ateşte kalacağına inanır. Allah subhanehu ve teâlâ birini ateşe sokmamışsa oradan çıkarmaz. Murtekibu’l kebira da günahı nedeniyle ahirette ebedî olarak cehennemde kalacaktır, derler.

Murtekibu’l Kebira/Büyük Günah Sebebi ile Tekfirin Delilleri

Hariciler büyük günah işleyenleri tekfir ederken kendilerine bir takım nasları delil almışlardır. Haricilerin bu konudaki delillerine bakacak olursak:

Birinci Delil

Murtekibu’l Kebira meselesinde Haricilerin en çok bayraklaştırdıkları delilleri Maide suresi 44. ayettir:

“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.”

Said bin Cübeyr radıyallahu anh diyor ki: ‘Hariciler, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.” ile “Onlara Rabblerinin ayetlerinden hiçbir ayet gelmez ki ondan yüz çevirmesinler.” (6/En’am, 4) bu iki ayeti beraber delil alarak murtekibu’l kebirayı tekfir ederler. Dediler ki, kim günah işlerse Allah’ın indirdikleri ile hükmetmemiştir. Çünkü Allah kitabını içki, zina vb. günahların yapılmamasını hükmederek indirmiştir. Bunları yapanlar, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemiş ve Allah’ın emirlerinden sapmıştır. Ki Allah’ın hükmünden ancak kafir olanlar saparlar.’

Ebu Hayyan rahimehullah kendi tefsirinde şöyle der; ‘Hariciler bu ayet ile Allah’a her isyan edenin kafir olduğuna ulaştılar.’

İmam Kurtubi rahimehullah, Maide suresi 44. ayetin tefsirinde: ‘Hariciler bu ayet ile her muznibin/zaninin, her zem ve günah işleyenin kafir olduklarına inandılar’ der.

Haricilerin kendilerine delil aldıkları Maide suresi 44. ayet, mana yönünden çok sarihtir. O da Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenin kim olursa olsun kafir olacağıdır. Fakat Haricilerin saptıkları nokta, kendilerine delil aldıkları konudur. Dikkat edilirse Hariciler bu ayete ‘Allah’ın indirdikleriyle amel etmeyenler kafirlerin ta kendileridir.’ yorumunu getirdiler. Doğal olarak her günah işleyen, Allah’ın indirdiği hükümlerle amel etmediği için onların yanında kafir olmuştur.

Hariciler, bu ayetin hükmünde sapmış ve yanlış bir delillendirme yapmıştır. Bunu maddeler halinde şöyle açıklayabiliriz:

Hariciler amel etmeyi, hüküm kapsamına dahil ettiler. Bu şekilde ‘Amel etme de hükümdür’ diyerek ayete yorum yapıldı. Manaları açık olan ayetlere tevil ve yorum yapılabilmesi için elimizde başka delillerin olması gerekir. Maide suresi 44. ayete getirilen ‘amel etmeme’ yorumunu destekleyen hiçbir delil yoktur.

Kuran’ın açıklayıcısı olan sünnete bakıldığında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kendi zamanında büyük günah işleyen insanlara gerekli olan cezaları uygulamasına rağmen, onlara mürted muamelesi yapmamıştır. Zina yapanlar recm edildiğinde cenaze namazlarını kıldırmış ve onları Müslümanların mezarlıklarına defnetmelerini emretmiştir.

Bununla beraber hem Kitap’ta hem de Sünnet’te büyük günah işleyen insanların Müslüman olduklarına dair yüzlerce nas mevcuttur. Naslara bakıldığında anlamaktayız ki, ne Allah subhanehu ve teâlâ ne de Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir şekilde amel kelimesini, hüküm kelimesinin kapsamına sokmamıştır.

Lugat olarak bakıldığında, hüküm kelimesi lafız itibari ile amele delalet etmez.

Maide suresi 44. ayetin nüzul sebebine bakılırsa, Yahudiler recm ayetiyle amel etmekten ziyade var olan bu hükmü, herkesin uygulamak zorunda olduğu başka bir teşri/kanun ile değiştirmelerinden dolayı Allah bu ayeti indirmiştir.

Ayetin siyak ve sibakı da, amelin; hüküm kapsamına dahil olmadığını gösterir.

İkinci Delil

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Biz, onlara küfürlerinden dolayı bu cezayı verdik. Biz, kafirden başkasına ceza vermeyiz.”           (34/Sebe, 17)

Hariciler bu ayete dayanarak demişler ki, Allah subhanehu ve teâlâ ayette “Biz, kafirden başkasına ceza vermeyiz.” demiştir. Onun için her günah işleyen insan, her cezayı hak eden; beraberinde kafir ismini alır.

Haricilerin yanında, Allah subhanehu ve teâlâ hangi günaha ceza vadetmişse mutlaka onu yerine getirmek zorundadır. Allah, içki içen ateşe girecek demişse onu ateşe sokmak zorundadır.

Ehli Sünnet’in yanında, Allah’ın subhanehu ve teâlâ Müslümanlara vadettiği faziletin fazlasını vermesi O’nun keremindendir. Aynı şekilde insanlara ceza olarak vadettiklerini affetmesi de O’nun subhanehu ve teâlâ sonsuz keremindendir. Ve bu, O’nun subhanehu ve teâlâ isim ve sıfatlarının gereğidir.

Üçüncü Delil

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:

“O gün bazı yüzler aydınlanır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara: ‘İmanınızdan sonra küfre mi girdiniz? Öyle ise küfre girmenize karşılık azabı tadın’ denilir.” (3/Âl-i İmran, 106)

Hariciler bu ve bu mealde olan ayetleri delil alarak derler ki; büyük günah işleyen, fıskından dolayı fasık ismini alır. Fasık olanlar, ahirette yüzü aydınlananlar değil kararanların sınıfına dahildir. O zaman ahirette yüzü kararan herkes, ayetteki ‘İmanınızdan sonra küfre mi girdiniz?’ hitabına muhataptır. Allah’ın insanların yüzünü karartması küfürlerinden dolayıdır. Fasık olanların yüzünün kararması, işledikleri günahların küfür olduğunu gösterir.

Ayrıca bazı hadislerin zahirinde günahların imanı nefyettiği varid olmuştur. Hariciler bu manadaki hadislere dayanarak; günahların, imanın aslını nefyettiğini ileri sürmüşlerdir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse zina yaptığı zaman mümin olarak zina yapmaz. Hırsız çaldığı sırada mümin olarak hırsızlık yapmaz. İçki içtiği zaman mümin olarak içki içmez.” (Buhari, Müslim)

Bu hadisin zahiri, sarih olarak Haricilerin mezheplerini desteklemektedir. Bundan dolayı Hariciler en çok bu hadisi delil alırlar. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hadiste büyük günah işleyen insanlardan iman ismini nefyetmiştir.

Bu delillerin bu şekilde zahiri üzere anlaşılması doğru değildir. Ehli Sünnet’in yanında, Şâri herhangi bir amele küfür ismini nispet etmişse veya yapandan iman ismini nefyetmişse; asıl olanın hakiki anlamda ele alınmasıdır. Yani o ameli yapanın küfre girmesidir. Fakat başka bir delil gelir, bu naslardan kastedilenin büyük küfür olmadığını veya kâmil imanı nefyetmek olduğunu ifade ederse, o zaman nasların zahir hükümlerinden sarf edilmesi gerekir.

Bu hadislerde Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem muradı, büyük günah işleyenlerden iman ismini nefyetmek değildir. Kastedilen, bu insanların kâmil anlamda mümin olmadıklarıdır. Bu minvaldeki hadislerin zahirî anlamda anlaşılmamasını gerekli kılacak birden fazla nas ve Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem uygulaması varid olmuştur.

Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Müminlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.” (49/Hucurat, 9)

Sahabe diyor ki:

“Rasûlullah zamanında ‘Hımar’ lakabında bir adam vardı. Rasûlullah bu adama içki suçuyla had uygulamıştı. Yine bir gün içki içtiği için Rasûlullah’a getirildi. Rasûlullah o adama sopa vurulmasını emretti. Cemaatten birisi: ‘Allah’ım şu adama lanet et. Ne kadar da çok Rasûlullah’a getiriliyor’ Rasûlullah: ‘Ona lanet etmeyin. Allah’a yemin ederim ki, onun hakkında bildiğim tek şey Allah’ı ve Rasûlü’nü sevmesidir.” (Buhari) dedi.

Bu rivayette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem içki içen adama mümin muamelesi yapmıştır.

“Cuheyne kabilesinden zina ederek gebe kalmış bir kadın Rasûlullah’ın huzuruna geldi ve: ‘Ya Rasûlullah! Cezayı gerektiren bir suç işledim, cezamı ver.’ dedi. Bunun üzerine Peygamber, kadının velisini çağırttı ona: ‘Bu kadına iyi davran, doğum yapınca bana getir’ buyurdu. Adam Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem emrettiğini yaptı, kadın doğurup Peygamber’e getirilince kadının elbisesinin sıkıca bağlanmasını emretti ve Peygamber’in emriyle kadın taşlandı. Peygamberimiz de cenaze namazını kıldı. Bunun üzerine Ömer ‘Ya Rasûlullah zina etmiş bir kadının namazını mı kılıyorsun?’ deyince Peygamberimiz şöyle cevap verdi: ‘O kadın öyle bir tevbe etmiştir ki, onun tevbesi Medine halkından yetmiş kişiye dağıtılsaydı hepsine bol bol yeterdi. Sen Allah’ın rızasını kazanmak için can vermekten daha iyi bir şey biliyor musun?’ ” (Müslim)

Bu rivayette Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zina yapan kadına recmi uygulamış, bizzat kendisi cenaze namazını kılmış ve Müslümanların mezarlığına gömülmesini emretmiştir.

Yine Rasûlullah mürted olanları öldürürken, hırsızlık yapanların sadece ellerini kesmiştir. O zaman bu hadislerden kastedilen büyük günahlarla insanın küfre girmesi değildir. Sadece kâmil imanın insandan gitmesidir. Şayet Haricilerin anladığı şekilde olmuş olsaydı, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem hırsızlık yapanı da mürted olarak öldürmesi gerekirdi.

İmamet Meselesinde Haricilerin İnançları

İmamet, sadece Haricilerin değil bütün fırkaların Ehli Sünnet’ten ayrıldıkları en önemli meseledir. Fırkalar arasında bu meseleyi en çok öne çıkaran ve bayraklaştıran fırka, Haricilerdir.

Ehli Sünnet’in inancına göre imamet konusu, özet olarak şöyledir; Müslümanların başında mutlaka sözü dinlenen ve kendisine itaat edilen bir imam olmalıdır. Eğer bu imam, İmam-u Âmm/bütün ümmetin imamı ise, Kureyşli olması gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem imamet için şöyle der:

“Hilafet Kureyş’tedir. Kada Ensar’dadır. Ezan Habeşlilerdedir. Emanet Yemen’dedir.” (Tirmizi)

Evla olan imamın, abid, muttaki ve alim olmasıdır. Fakat bu olmadığı zaman fasık biri için de imamet sahihtir.

Hariciler de kendi aralarında imamet meselesinde farklı düşünmüşlerdir. Bazıları, Müslümanların başında bir imamın olmasının şart olmadığını söylemişler. ‘Çünkü imam, Müslümanların arasındaki problemleri çözmek ve aralarında fazileti icra etmek için vardır. Şayet Müslümanlar kendi aralarında bunu icra edebiliyorlarsa imamın olmasına gerek yoktur.’ demişler.

Haricilerin umumu ise, imamın gerekliliğine inanmışlardır. Fakat onların yanında birinin imam olması için bazı şartlar aramışlardır. Haricilerin imamet konusunda getirdikleri şartlar;

İmamın kafir olmamasıdır. Bu şart, Ehli Sünnet’in imamet konusunda getirdiği şartlardan bir tanesidir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurmaktadır::

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin.” (4/Nisa, 59)

Başka bir ayette ise:

“Allah, kafirlere mü’minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez.” (4/Nisa, 141) denilmektedir.

Bu delilerden dolayı müminler, kafirleri emir ve vali tayin edemezler. Hariciler bu şart ile Ehli Sünnet’e muvafakat etmiştir. Fakat büyük günahı işleyenleri tekfir ederek Ehli Sünnet’e muhalefet etmiştir. Doğal olarak mezheplerinin lazımı gereği, imamın masum olması lazımdır. Yani günah işlememesi gerekir.

İmam-u Âmm’ın Kureyş’ ten olması şart değildir. Haricilerin bu şartı kabul etmemeleri onların kavmiyetçiliğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Haricilerin geneli Rabia kabilesine mensuptur. İslam’dan önce Rabia ve Kureyş kabileleri arasında husumet vardı. Bu husumetin sebebi ise, Kureyş’in sair Arap kabilelerine karşı hem dinî hem de stratejik birtakım üstünlüklerinin olmasıdır. İslam geldikten sonra hem Peygamberliğin hem de halifeliğin Kureyş’te kalması, var olan husumeti daha arttırmıştır. Bundan dolayı Hariciler ‘imametin Kureyş’ten olma’ şartını kabul etmezler. Onlara göre herhangi bir Müslüman imam olabilir.

İmamın, abid olması gerekir. Haricilerin yanında, takva imanın kendisidir. Abidlik takvaya denk geldiği için imam, zahid ve ibadetlerini yerine getiren biri olmalıdır.

Haricilerin imametin sahih olması için getirdikleri şartlar hakkında şunun bilinmesi gerekir; bu şartların hepsi Haricilerin bedevilikleriyle alakalıdır. Bu şarta uygun olan bir imam kontrole ve yönlendirilmeye müsaittir. Bundan dolayı Hariciler başlarında bir imamın olmasından ziyade, kontrol edebilecekleri bir kukla peşindeler. Çünkü çoğu zaman bu şartlara kendileri uymamışlar, imama isyan etmişlerdir. Bu da Haricilerin kendi şartlarında samimi olmadıklarını göstermektedir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver