Rasûlullah’ın yetim olarak büyümesini takdir eden ve onu koruyup kollayan âlemlerin Rabb’ine hamd olsun. Yetimlerin peygamberine, onları el üstünde tutan, vefa ile muamele eden Muhammed Mustafa’ya salât ve selam olsun.
Değerli kardeşim! Sünnete olan ihtiyacımıza değindikten sonra hayatımızda olmayan, terk ettiğimiz veya unuttuğumuz sünnetler üzerine nasihatleşmeye başlayabiliriz. Allah, Rasûlü’nü yetim kıldı ve ona risaleti bahşetti. Bunda elbet bir hikmet vardı. Ben de terk edilmiş sünnetler konusuna başlarken istedim ki ilk olarak yetimlere ve öksüzlere karşı olan sorumluluklarımızı hatırlatayım. Rabbim bizlere, yetimlerimize karşı vefalı olmayı nasip etsin. (Allahumme âmin)
Eski cahiliye Araplar’ında savaş ve boşanmalar çok olduğu için geride kalan yetim ve öksüzler de fazla oluyordu. Fakat Araplar yetime zulmediyorlardı. Onların yalnızlığına bir darbe daha vurup o yetimlere sahip çıkmıyor ve onların mallarına el koyuyorlardı. Onları köle olarak kullanmaları veya kendi mallarıymış gibi üzerlerinde tahakküm etmeleri de cahiliye Arapları’nı vicdansızlığını ortaya koyuyordu.
Bu hâl, âlemlerin Rabb’inin hoşuna gitmiyordu elbette. Allah, Rasûl-u Ekrem’ini yetim olarak dünyaya gelmesini takdir ederek, ümmete bir ibret ve ders vermek istiyordu. Peygamber’imiz yetim ve öksüz olarak büyüdüğü o yalnızlık döneminde Allah “O seni yetim bulup barındırmadı mı?” (93/Duhâ, 6) buyruğu ile çeşitli vesilelerle onu koruyup, sahip çıktığını belirtti.
Ve “Öyleyse yetimi hor görme!” (93/Duhâ, 9) buyruğu ile de Rasûlullah’a kendisinin korunduğu gibi diğer yetimleri ve öksüzleri korumasını, onlara sahip çıkması gerektiğini hatırlattı. Allah’tan gelen bu emir üzerine Peygamber, öksüz ve yetimlere sahip çıkmış, onları, başlarına gelecek musibetlerden de korumuştur.
Rasûl-u Ekrem’in yetimlerle ilgilenmesi ve onların haklarıyla alakalı düzenlemelerde bulunması risâletin ilk yıllarından itibaren başlamıştır. Habeşistan’a giden muhacirlerin başkanı Cafer bin Ebu Talib, Necâşî’nin huzurunda İslâm’ı ve Müslümanları savunmak maksadıyla yaptığı konuşmada, Cahiliye döneminde, kuvvetlilerin zayıfları ezdiğini, Peygamberin ise güçsüzlerin yanında yer alarak onların haklarına sahip çıktığını ve “yetim malını yemeyi” yasakladığını belirtmiştir. (İbni Hişâm, I, 359)
Değerli kardeşim! Rasûlullah’ın siretini okurken senin de dikkatini çekmiştir ki; Peygamber’imizin hayatında yetimlere ilgi gösterdiğine ve değer verdiğine dair oldukça fazla örnek vardır. Konunun ehemmiyetinin anlaşılması için bunlardan birkaçını zikretmek istiyorum:
Cafer bin Ebu Talib’in Şehadeti ve Çocuklarının Yetim Kalması…
Peygamber’imiz Mûte muharebesinde Cafer bin Ebu Talib’in şehadetini duyunca hemen onun evine koşmuş, gözyaşları içinde çocuklarını bağrına basıp koklamış, ardından yasları sebebiyle Cafer ailesine yemek hazırlanmasını emretmiştir. (İbni Hişâm, III, 436)
Efendimizin daha sonra da bu aileyle yakından ilgilendiğini görmekteyiz. Cafer’in oğlu Abdullah, Allah Rasûlü’nün kendileriyle yakından ilgilendiğini gösteren şu tatlı hâtırayı nakletmektedir:
“İyi hatırlıyorum, ben ve Abbas’ın iki oğlu Kusem ile Ubeydullah çocukken bir gün sokakta oynuyorduk. Allah Rasûlü bir binekle yanımıza çıkageldi. Beni göstererek:
“Şunu bana kaldırın!” dedi ve beni ön tarafına oturttu. Kusem’i de göstererek:
“Şunu da kaldırın!” dedi. Onu da terikisine aldı.
Efendimiz’in amcası olan Abbas, Kusem’den çok Ubeydullah’ı severdi. Buna rağmen Rasûlullah Efendimiz, amcasından çekinmedi ve terkisine Kusem’i bindirdi. Sonra üç defa başımı okşadı ve her okşayışında:
“Allah’ım! Cafer’in evlatlarına sen sâhip çık!” diye dua buyurdu.” (İbni Hanbel, I, 205; Hâkim, III, 655)
Yine bir gün Efendimiz çocuklarla birlikte pazarda satış yapan Abdullah bin Cafer’in yanına uğramış, onun hakkında:
“Allah’ım! Bu çocuğun satışını bereketli kıl.” diye dua etmiştir. (İbni Hacer, el-İsâbe, II, 289)
Akrabe’nin Şehadeti ve Çocuklarının Yetim Kalması…
Peygamber’imizin yetimlerle yakından ilgilendiğini gösteren en güzel kısslardandır.
Beşir (Bişr) bin Akrabe der ki:
Babam Akrabe, Uhud günü şehid olunca, ağlayarak Peygamber’e gittim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu görünce şöyle seslendi:
“Ey sevgilicik! Sen ne diye ağlıyorsun? Sus ağlama! Senin baban ben olsam, annen de Aişe olsa, razı olmaz mısın?” buyurdu.
‘Anam babam sana feda olsun ya Rasûlullah razı olurum,’ dedim.
‘Bunun üzerine Efendimiz eliyle başımı okşadı. (Şu anda) saçlarım ağardığı hâlde Rasûlullah’ın elinin başıma değdiği yerler hala siyah kalmıştır.’ (Buhari, et-Târîhu’l-Kebir)
Ebu Lubabe ile Bir Yetim Arasındaki Anlaşmazlık Olayı…
Rasûlullah’ın yetimin yanında yer aldığını, onlara şefkat kanatlarını gerdiğini gösteren hadiselerdendir.
“Bir gün Ebu Lubabe isminde bir sahabe ile bir yetim arasında bahçe konusunda bir anlaşmazlık çıktı. Peygamber’in yanına bu konu için geldiler. Ebu Lubabe normalde haklıydı fakat Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yetimin boynunu bükük bırakmak istemedi ve : “Ey Ebu Lubabe, bahçe senindir ama onu yetime ver.” dedi. Ebu Lubabe: ‘Hayır ya Rasûlullah’ dedi. Peygamber “Ey Ebu Lubabe, bahçe senindir ama onu yetime ver. Umulur ki Allah sana cennette daha büyüğünü nasip eder.” dedi. Ebu Lubabe: ‘Hayır ya Rasûlullah’ dedi. İbnu’d Dahdah isminde bir sahabe bunu duydu ve koşarak Ebu Lubabe’nin yanına geldi ve dedi ki: ‘Ey Ebu Lubabe, bana bahçeni satar mısın?’ Ebu Lubabe kabul etti ve bahçeyi ona sattı. Ta ki Peygamber’in müjdesine nail olabilmek için İbnu’d Dahdah çocuğa dedi ki: ‘Ey çocuk, bu bahçe senindir.’ İbnu’d Dahdah, Uhud günü şehid olduğunda Peygamber (bu yaptığı iyiliği unutmayıp ve çok hoşuna gittiğinden dolayı) onun için: “Ben bunun için cennette çok büyük hurmalıkların olacağını umuyorum.” dedi.” (İmam Beyhaki)
Bu üç misal ve Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem hayatından verebileceğimiz daha birçok misal bizlere, yetimleri hatırlatmalıdır. Belki de ne zamandır rahmet kanatlarımızı gerip bir yetimin başını okşamıyoruz. Onlara moral olacak maddi ve manevi desteklerde bulunmuyoruz? Amellerimizi muhasebe ettiğimizde Rasûlullah’ın bu sünnetini yani yetimlerimizi unuttuğumuz aşikârdır. Her konuda Rasûlullah’ı örnek aldığımız gibi bu sünnetine de azı dişlerimiz ile yapışmalı, bu sünneti hayatımıza yansıtmalıyız.
Değerli kardeşim! Allah katında değer gören, fazilet elde eden evler; içerisinde yetimlerin ağırlandığı, yetimlerin barındırıldığı evlerdir. Kendi evlerimizin de Allah’ın sevdiği evlerden olması için Peygamber’imizin şu hadisine amellerimizde yer vermemiz gerekiyor:
“En hayırlı ev, içinde kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. En kötü ev de, içinde kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.” (İbni Mâce, Edeb, 6)
Üzülerek belirtmek istiyorum ki, bizler sadece yetimlerle ilgilenen kurumlara yardımda bulunarak yetimlerle uzaktan ilgileniyoruz. Elbette bu fiil yanlıştır diyemeyiz. Fakat yetimlere ilgiyi uzaktan göstermek onların gönüllerini alma konusunda faydasızdır.
Unutmayalım ki, yetimler gülerse hem biz güleriz hem de tüm dünya güler. Bu nedenle her birimizin evleri yetim barındıran evler olmalıdır. Yetimlerimizi kendi evladımız gibi kabul etmeliyiz. Rasûlullah gibi onlara anne-babası olduğumuz hissini vermeliyiz. Yetimlere böyle muamele edersek Rabb’imizin rızasını, yetimlerimizin de kalbini kazanırız. İkimiz için de örnek olan Rasûlullah, evinde çoğu kez yetim ağırlamıştır. Bu sünneti bizler de ihya etmeliyiz.
Yetimlere Karşı Sorumluluklarımız
Değerli kardeşim! Eşimize, çocuklarımıza karşı yerine getirmemiz gereken sorumluluklarımız olduğu gibi yetimlere karşı da dikkat etmemiz gereken sorumluluklarımız vardır. Ayrım yapmaksızın kime karşı sorumluluğumuz varsa onları yerine getirmede hassasiyet göstermeliyiz.
Bugün bizlerin unuttuğu yetimleri Rasûlullah unutmamış, bizlerin terk ettiği yetimleri Rasûlullah terk etmemiştir. Her dönemde geçerli olacak, bin dört yüz senedir nakledilen ve nakledilmeye de devam edilecek olan yetimlere karşı sorumlulukları hadislerinde beyan etmiştir.
Bu sorumluluklarımıza geçmeden önce İslamî camialarla beraber hareket eden Müslümanların düştüğü bir hatayı hatırlatmak istiyorum. Genelde Müslümanlar, yazacağım sorumlulukları cemaatlerin yerine getirmesi gerektiğini veya cemaatlerin yerine getirmesinden dolayı kendisinin yapmasına gerek kalmadığını düşünür. Bu cehaletin verdiği yanlış bir algıdır. Yetimlere karşı belirteceğim sorumluluklardan hepimiz tek tek sorumluyuz. Ve ferdî olarak yerine getirmemiz gerekiyor. Bunun için bizleri ne cemaat görevlendirmeli ne de bunun için kurumlar kurulmalıdır.
Bu önemli noktayı belirttikten sonra sünnetten yetimlere karşı sorumluluklarımızı hatırlatmaya geçebiliriz:
1. Yetimlerin Mallarını Muhafaza Etmek
Cahiliye Arapları yetimin mal varlığına el koyar ve anne-babasından miras olarak kalan malı yetime vermezlerdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vahyin emri ile yetimin malını ve canını koruma altına almıştır. Ve İslam yetim malı yemeyi büyük günahlardan saymıştır. Bizlere emredilen emir apaçık bellidir: Yetimin malına güzel yoldan yaklaşmak. Yani onu koruyacak ve muhafaza edecek yöntemlerle yetimlerimize sahip çıkacağız.
“Yetimin malına en güzel bir yoldan başkası ile yaklaşma.” (17/İsra, 34)
“Yetimlerin malına yaklaşmayın (hiç bir suretle tecavüz etmeyin) Ancak yetimin malını muhafaza ve verimli bir hale getirmek gibi en güzel tasarruf tarzı müstesnadır.” (6/En’am, 152)
“Yetimlerin mallarını verin, temizi murdara değiştirmeyin. Onların malları ile kendi mallarınızı karıştırarak yemeyin. Çünkü bu büyük bir suçtur.” (4/Nisa, 2)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Siz (fertlerin ve milletlerin helakına sebep olan) helak edici yedi günahtan sakınınız.
– Ya Rasûlullah, bunlar hangileridir? diye sordular.
Peygamber’imiz şöyle cevap verdi:
– Allah’a şirk koşmak, büyü yapmak, Allah’ın -haklı olarak öldürülen müstesna- katlini haram kıldığı kimseyi öldürmek, tefecilik etmek, yetim malı yemek, düşman ile muharebe yapılırken kaçmak, evli ve hiç bir şeyden haberi olmayan namuslu bir kadına zina isnat ve iftira etmektir.” (Buhari, Müslim)
Değerli kardeşim! Yetimler mustaz’af olan güçsüz insanlardır. Unutmayalım ki, ümmetin rızıklandırılmasının ve mücadelelerinin zaferle sonuçlanmasının müsebbiplerinden biri de yetimlerdir. Eğer ümmet yetimlere zulmeder, onların mallarına el koymak sureti ile haklarına girerlerse, Allah o topluluğu açlık ve mağlubiyetle cezalandırır. Mazlumun ahı ile âbad olmaya çalışmayalım. Hiç kimse mazlumun ve mustazafın ahı ile âbad olmamıştır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Allah’ım! Ben şu iki yetimin ve kadının haklarına karşı (onların haklarını zayi edenleri) şiddetle uyarıyorum.” (Nesai)
“Beni zayıfların arasında arayın! Çünkü siz, ancak zayıflarınız sayesinde rızıklandırılıyor ve muzaffer oluyorsunuz.” (Ebu Davud)
“Zayıflarınız olmasa, size zafer ve rızık verilir mi sanıyorsunuz.” (Buhari)
2. Yetimin Başını Okşamak ve Ona Dua Etmek
Değerli kardeşim! Şunu unutmamalıyız ki, bizim dinimizin temelini merhamet oluşturmaktadır. Allah kullarına merhametle muamele ettiği gibi Rasûl’ünü de âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Yetime değer vermek, onun başını okşamak merhametin sembolüdür. Yetimi önemsemeyen, toplumda ona yer vermeyen, onları hakir ve küçük gören insanların en büyük problemi cahiliye Araplar’ında olduğu gibi kalplerindeki merhamet duygusunun kaybolmuş olmasıdır.
Yetimin başını okşamak, ona sahip çıkmak kalbi inceltir. Kalp inceldiği zaman kişi, Allah’a olan kulluğuna, davaya, kardeşlerine, ev halkına ve topluma karşı olan sorumluluklarına daha çok dikkat eder. Yaptığı amellerinden lezzet alır. Haramlara ve günahlara karşı şuurlanır.
Fakat kalbi katı olan kişinin hayatı, yazdıklarımızın tam ters istikametine ilerler. Katı kalp, ölü hükmündedir. İtaatsizliğin elemini, günahın zararını hissetmez. Şeytanın tuzaklarına karşı kendini emniyet içerisinde görür. Kötü ile iyiyi ayırt edemez. Hayatında hep istikametsizlik vardır. Müslümanı bu durumdan kurtaracak ilaç, kalbini inceltmesidir. İşte kalbi incelten yöntemlerden biri de yetimin başını okşamaktır.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan fakiri doyur, yetimin başını okşa!” (İbni Hanbel, II, 263, 387)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim Allah’ın rızasını gözeterek bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu (yetimin başındaki) saç sayısınca kendisine sevap verilir. Ve her kim de eli altındaki bir yetime iyilik yapar (güzel muamelede bulunursa) -işaret ve orta parmaklarını açarak-, işte ben ve o, cennette bu iki parmağın birbirine yakınlığı gibi birbirimize yakınız.” (Ahmed bin Hanbel, V, 250)
Rasûlullah’ın hayatından yetimin başını okşayıp ona dua ettiğine dair yazımın ilk kısımlarımda verdiğim örneği bu başlığımızı aydınlatması için burada tekrar vermek istiyorum:
Peygamber’imiz Mûte muharebesinde de Cafer bin Ebu Talib’in şehadetini duyunca hemen onun evine koşmuş gözyaşları içinde çocuklarını bağrına basıp koklamış, ardından yasları sebebiyle Cafer ailesine yemek hazırlanmasını emretmiştir. (İbni Hişâm, III, 436)
Efendimizin daha sonra da bu aileyle yakından ilgilendiğini görmekteyiz. Cafer’in oğlu Abdullah, Allah Rasûlü’nün kendileriyle yakından ilgilendiğini gösteren şu tatlı hâtırayı nakletmektedir:
“İyi hatırlıyorum, ben ve Abbas’ın iki oğlu Kusem ile Ubeydullah çocukken bir gün sokakta oynuyorduk. Allah Rasûlü bir binekle yanımıza çıkageldi. Beni göstererek:
“Şunu bana kaldırın!” dedi ve beni ön tarafına oturttu. Kusem’i de göstererek:
“Şunu da kaldırın!” dedi. Onu da terkisine aldı.
Efendimiz’in amcası olan Abbas, Kusem’den çok Ubeydullah’ı severdi. Buna rağmen Rasûlullah Efendimiz, amcasından çekinmedi ve terikisine Kusem’i bindirdi. Sonra üç defa başımı okşadı ve her okşayışında:
“Allah’ım! Cafer’in evlatlarına sen sâhip çık!” diye dua buyurdu.” (İbni Hanbel, I, 205; Hâkim, III, 655)
Yine bir gün Efendimiz çocuklarla birlikte pazarda satış yapan Abdullah bin Cafer’in yanına uğramış, onun hakkında:
“Allah’ım! Bu çocuğun satışını bereketli kıl.” diye dua etmiştir. (İbni Hacer, el-İsâbe, II, 289)
3. Hakkımızdan Feragat Etmek
Değerli kardeşim! Ticarette, iş hayatında, evlilikte, arkadaş çevresinde, toplu ortamlarda ve hayatın birçok alanında yetimlerle muamelede bulunuyoruz. Bu tür durumlarda hakkımızı yetime sunmamız, hakkımızdan fedakârlık yapmamız dünyada ve ahirette bizim için ecirdir. Kayıp değildir inşaallah. Peygamber de ashabını yetimlere karşı haklarından feragat etmeye teşvik etmiştir. Burada Ebu Lubabe ile bir yetim arasında meydana gelen anlaşmasızlığı tekrardan hatırlayalım:
“Bir gün Ebu Lubabe isminde bir sahabe ile bir yetim arasında bahçe konusunda bir anlaşmazlık çıktı. Peygamber’in yanına bu konu için geldiler. Ebu Lubabe normalde haklıydı fakat Peygamber yetimin boynunu bükük bırakmak istemedi ve : “Ey Ebu Lubabe, bahçe senindir ama onu yetime ver.” dedi. Ebu Lubabe: ‘Hayır ya Rasûlullah’ dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Ey Ebu Lubabe, bahçe senindir ama onu yetime ver. Umulur ki Allah sana cennette daha büyüğünü nasip eder.” dedi. Ebu Lubabe: ‘Hayır ya Rasûlullah’ dedi. İbnu’d Dahdah isminde bir sahabe bunu duydu ve koşarak Ebu Lubabe’nin yanına geldi ve dedi ki: ‘Ey Ebu Lubabe, bana bahçeni satar mısın?’ Ebu Lubabe kabul etti ve bahçeyi ona sattı. -ta ki Peygamber’in müjdesine nail olabilmek için- İbnu’d Dahdah çocuğa dedi ki: ‘Ey çocuk, bu bahçe senindir.’ İbnu’d Dahdah, Uhud günü şehid olduğunda Peygamber (bu yaptığı iyiliği unutmayıp ve çok hoşuna gittiğinden dolayı) onun için: “Ben bunun için cennette çok büyük hurmalıkların olacağını umuyorum.” dedi.” (İmam Beyhaki)
4. Yetimlerin Nafakası ile İlgilenmek
Değerli kardeşim! Yetimler denilince ilk aklımıza gelen bu başlıktır. Yetiştiğimiz toplumda yetimlerin nafakası hayat-memat meselesidir. Özellikle Ramazan aylarında herkes yetimi yedirir, giydirir. Durumu olup da yetime infakta bulunmayan, ihtiyaçlarını gidermeyen toplum tarafından kınanır.
Fakat toplumumuz veya Müslümanlar tarafından yapılan yanlış ise yetimin nafakasını karşılamayı Ramazan ayı gibi sadece özel günlere has kılmalarıdır. Bu da örften kaynaklanan yanlış algıdır. Yetimlerimizi özel günlerde hatırlayıp hayatın geri kalanında unutamayız. Çocuğumuzun rızkını, geleceğini, giyeceğini her gün için düşünüp temin ettiğimiz gibi yetimleri de her gün düşünmeli ve onların temel ihtiyaçlarını imkân buldukça günlük karşılamalıyız. Kim yetimi kendi evladı gibi görür nafakasını karşılarsa Peygamber’imizin hadislerde belirttiği şu müjdelere nail olacaktır:
“Kim üç yetimi yetiştirir, nafakasını temin ederse, sanki ömrü boyu geceleri namaz kılmış, gündüzleri oruç tutmuş ve sabahtan akşama kadar yalın kılıçla Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap alır. Keza, ben ve o, şu iki parmak gibi cennette kardeş oluruz.” (İbni Mâce, Edep, 6) buyurmuş ve ardından şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yapıştırmıştır.
“Bir kimse, Müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizi, Birr, 14)
“En hayırlı ev, içinde kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. En kötü ev de, içinde kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir.” (İbni Mâce, Edep, 6)
5. Yetimlerin Sosyal Alanları ile İlgilenmek
Değerli kardeşim! Yetimlere karşı en çok ihmal edilen sorumluluk, sosyal alanlardır. Sosyal alanlardan kastım; gezmeye götürmek, oyun alanlarında oynamasını sağlamak, denize veya havuza yüzmeye götürmek, oturup onunla muhabbet edip onu dinlemek vb şeylerdir. Belki de bu saydıklarım çocukların en çok ihtiyaç duyduğu ve yapıldığı zaman da en çok sevindikleri şeylerdir.
Yetim çocuğun sosyal alana duyduğu ihtiyacı anlayabilmek için, eve gittiğimizde kendi çocuğumuzun bizden talep ettiklerine bakmamız yeterlidir. Hiçbir çocuk babası eve geldiği zaman onunla beraber oturup yemek yeme talebinde bulunmaz. Fakat her çocuk babası ile oynamayı, onunla güreşmeyi, babasının omzuna binmeyi, hayal ettiklerini ve başından geçen olayları saatlerce anlatmayı ve babasının da sözünü bölmeden dinlemesini ister. O gün bir de hafta sonu ise çocuğun istekleri bitmek bilmez.
Şimdi sana sormak istiyorum kardeşim! Çocuğunun istemekle bitiremediği bu talepleri yetim çocuklar, kimsesiz yavrular istemiyor mu? Bütün çocuklar oyun, eğlence konusunda aynı fıtrata sahip değiller mi?
Evet, yetimler de senin çocuğun gibidir. Onların taleplerini senin çocuğunun taleplerinden ayıran hiçbir şey yoktur. Sadece bizler ayırıyoruz. Kendi çocuğumuzun taleplerini yerine getirmek için her şeyi göze alırken yetimleri unutuyoruz. ‘Yetimlerimiz var’ deyip onlara da yürek, sevgi, bir el uzatmıyoruz.
Oysa kardeşim! Bu yetimler bizim evlatlarımızdır. Bu yetimler bizim şehidlerimizin emanetleridir. Bu yetimler, esirlerimizin kendi yerlerine bıraktıkları ümmetin geleceğidir. Bu yetimler, biz dinimizi rahat yaşayalım diye babalarına hasrettirler. Bu yetimler bizim sancağımızın, davamızın büyümesi için babalarının şehadetiyle yetim kaldılar.
Onlar dinimiz ve davamız uğrunda, bizler yetim kalmayalım diye babalarını kaybetmişken, biz onlar için ne yapıyoruz? Şehidlerin, esirlerin geride kalan emanetlerine ne kadar sahip çıkıyoruz? Onların gönüllerini rahatlatacak bir kucaklama, başını okşama ve çamsakızı çoban armağanı bir hediye sunabiliyor muyuz? Kendime ve kardeşime Rasûlullah’ın yetimlere gösterdiği gibi vefalı olmayı tekrar tekrar hatırlatmak istiyorum. Yetimlerimize karşı vefalı olursak, şehidlerin, esirlerin ve bu davaya yönelenlerin güvenini elde eder ve onların gözlerini arkada bırakmamış oluruz.
Rabb’im bizleri yetimlere karşı vefalı olanlardan eylesin. Rabb’im yetimlere karşı sorumluluklarımızı yerine getiren kullarından eylesin. Şehidlerimizin ve esirlerimizin emanetlerine hainlik eden kullarından eylemesin. (Allahumme Âmin) Bir sonraki yazımızda görüşme duası ile…
Davamızın sonu âlemlerin Rabb’ine hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap