Nasihat etmeyi, dinin özü kılan Allah’a hamd, ‘Din nasihattir’ öğüdü ile bize en güzel nasihatte bulunan Rasûlullah’a salât ve selam olsun.
Müslümanların ortamlarına ve Müslüman kardeşlerin birbirleriyle münasebetlerine bakıldığında, göze çarpan eksiklerden biri birbirlerine nasihatte bulunmamalarıdır. Kimisi kendisini nasihat etme konumunda görmediğinden, kimisi ‘kardeşimin zaten nasihat alacak kadar programı vardır’ diye düşündüğünden, kimisi başkaları nasihat etmektedir benim nasihat yapmama gerek yoktur dediğinden, kimisi de kardeşime nasihatte bulunursam yanlış anlar kardeşliğimiz biter diye korkuya kapıldığından nasihat etmeyi terk etmiştir. Sebepler ve mazeretler farklı farklı olsa da sonuç itibari ile terk edilen Peygamberimizin sünnetidir.
Nasihat dinimizin özü ve en önemli amellerindendir. Çünkü dinimizin yani imanımızın bekası ve muhafazası nasihate bağlıdır. Hikmeti bu olsa gerek ki Allah Rasûlü din kavramını nasihat diye isimlendirmiştir.
Peygamberimiz “Din nasihattir” diye buyurdu. Sahabeler “Kime nasihattir ya Rasûlullah?” diye sordular. Peygamberimiz “Allah’a, Rasûlü’ne, Müslümanlara ve Müslümanların emirlerinedir” diye cevap verdi.
Sahabenin Peygamberimizden ve birbirlerinden nasihat talep ettikleri veya birbirlerine nasihat ettikleri gibi, imanını güzelleştirmek ve dinini ayakta tutmak isteyenlerin de kardeşlerinden, hocalarından nasihat talep etmesi veya başkalarına nasihat etmesi gerekmektedir. Nasihati terk etmek ise, dini ve imanı kendi hâline bırakmaktır. Ki bu da kişinin imanını, ahlakını ve amellerini yok eder.
Nasihat imanı muhafaza ettiği gibi kardeşliği, birlik ve beraberliği de muhafaza etmektedir. Nasihat edersem kardeşim yanlış anlar ve kardeşliğimiz biter diye bunda tereddüt yaşayanlar, zikrettiğimiz hadisin üzerinde iyi düşünmelidir. Peygamberimiz kardeşliği muhafaza etmenin yöntemi olarak nasihat etmemizi bizden istemektedir. O kadar ki Peygamberimiz, nasihat etmeyi, kardeşin, kardeşi üzerindeki hakkı olarak görmüştür.
“Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Karşılaştığın zaman selam ver, seni davet ederse icabet et, senden nasihat isterse nasihat et, aksırınca Allah’a hamd ederse yerhamukellah de, hastalandığında onu ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinin ardından git.” [1]
Biliyoruz ki bu hayat, bütün ayıpların ve kusurların ortaya çıkacağı ve hesabının tek tek görüleceği güne doğru gitmektedir. O gün gelince, insanlar ayıplarını ve kusurlarını örtmek için evladını, malını fidye vermek isteyecek fakat bunlar fayda vermeyecektir. Ancak dünyada Müslümanın kusur ve ayıplarını örtmüş ise bu amelinden dolayı Allah da onun ayıplarını ve kusurlarını örtecektir. Bu sebeple Müslüman Müslümanın hatasını ve ayıbını örtmek ile mükelleftir.
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” [2]
Ayıpları ve kusurları örtmek denilince genellikle bunları başkalarına anlatmamak, ifşa etmemek anlaşılmaktadır. Bu doğru bir anlam olsa da eksiktir. Çünkü İslam ayıp ve kusurları izale etmemizi de bizden istemektedir. İşte nasihat etmek, hikmetli bir şekilde öğüt vermek, hataları izale ettiği gibi aynı zaman da kusurları da en güzel şekilde örter.
Müslüman, Müslüman kardeşinin ayıplarını ve kusurlarını görmezlikten gelemez. ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ diyerek kardeşimin ayıbı ve kusuru beni ilgilendirmez diyemez. Bilakis toplumda işlenen küfür, şirk veya bir kardeşimizin kusur ve ayıpları bizi yakından ilgilendirmektedir. Eğer bizler nasihat etmek sureti ile onların ellerinden tutmazsak, o bataklıktan çıkartıp üzerindeki sivrisinekleri defetmez isek, onları helak eden amel, bizi de helak edecektir.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur;
“Allah’ın emirlerine uyanlarla uymayanların durumu, bir gemi için kura çekenlere benzer. Bir bölümü geminin üst kısmına düşmüş, diğerleri de alt kısmına düşmüştür. Alt kısımda kalanlar, su ihtiyacı olduğu zaman üst güverteye çıkıp su ihtiyacını gidermektedirler. Onlar şöyle derler: ‘Bizim bölümden bir delik delelim de üsttekilere eziyet etmeyelim.’ Eğer üsttekiler, onlara ilişmez de serbest bırakırsa, hepsi helak olur. Ellerinden tutup engel olurlarsa onlar da kurtulur, kendileri de.” [3]
Bütün Peygamberler, Allah’ın kelamını insanlara ulaştırmak yani nasihat etmek üzere gönderilmişlerdir.
Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurur:
“İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere Peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” [4]
“Peygamberleri müjdeciler ve azab habercileri olarak gönderdik ki, Peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah mutlak üstündür, yegane hikmet sahibidir.” [5]
Fetret dönemlerine baktığımızda ise insanların başka bir ilaha taptığını, fuhşiyatın ve kötülüğün arttığını, adaletin yerini zulmün aldığını açık bir şekilde görmekteyiz. Bunun sebebini düşündüğümüz zaman uyarıcı ve nasihat edici Peygamberlerin gönderilmemesi olduğunu farkedebiliriz.
Burada anlatmak istediğimiz, nasihat etmek, Peygamberlerin sünnetini, onların davasını ve görevlerini ihya etmektir. Müslümanlar olaraktan yeryüzünü tekrardan imar etmek, gönüllerimizi Rabbimize ve şeriatına bağlamak, edebimizi ve ahlakımızı imanımıza yakışır bir konuma getirmek için hep beraber birbirimize ve başka kavimlere nasihat edeceğiz. Umulur ki, Rabbimiz bizlere merhamet eder.
Nasihat, sadece hata ve kusurlara karşı yapılmamalıdır. Nasihati bu çembere sıkıştırmak doğru değildir. Bunun bir ölçüsü yoktur. Müslüman, Müslüman kardeşi ile bir araya geldiği andan, ayrıldığı ana kadar birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmelidir. Nasihat etmek için birbirlerinin hata ve kusur işlemelerini beklemeleri beyhude bir bekleyiş olur. Maalesef bu gün Müslümanların durumu böyledir.
‘Bu konu ile alakalı eksiğimiz yok’, ‘Falanca hoca geçen gün bununla alakalı nasihat etmişti tekrardan bunu dillendirmeye gerek yok’, ‘Zaten bu konuları ders olarak görüyor ve ezberliyoruz. Nasihate ihtiyaç yok’ gibi şeytanın tuzaklarından dolayı İslam’ın emir ve nehiylerini nasihat etmeyi terk ediyor, onun yerine Allah ve Rasûlü’nün nefret ettiği boş, faydasız, gereksiz konular ile meşgul oluyoruz.
Dünya ve içindekileri onarmaktan, imanımız ve ahlakımız yıkılmış, tul-i emeller peşinde koşmaktan cennetin Firdevs’ini kaybetmiş durumdayız. Oysa Müslüman hangi ortamda bulunursa bulunsun, hangi konumda olursa olsun ya hayır konuşur, hakkı tavsiye eder ya da susar.
Rabbim bizleri hakkı yaşayan ve nasihat eden kullarından eylesin. Rabbim bizleri boş konuşmaktan, tul-i emeller peşinde koşmaktan korusun. Bizleri kendi dininin yardımcıları kılsın. Allahumme âmin.
Davamızın sonu âlemlerin Rabbine hamd etmektir.
Bir sonraki yazımızda görüşmek ümidi ile…
[1] . Müslim
[2] . Buhari, Müslim.
[3] . Buhari
[4] . 2/Bakara, 213
[5] . 4/Nisa, 165
İlk Yorumu Sen Yap