SÜNNETİN MUHAFAZASI VE NEBEVİ EĞİTİM METODU

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Allah Resûlü’nün, Sünnetin öğrenilmesini ve korunmasını kolaylaştıran eğitim metodlarını işlemeye devam ediyoruz.

O (sav), Soru Cevap Metodunu Kullanırdı[1]

Bunu iki başlıkla inceleyebiliriz:

a. Allah Resûlü’ne (sav) soru sorulması[2]

Soru soran kişi, zihnini, cevapla gelecek bilgiye hazır ve açık hâle getirmiştir. Sorularak öğrenilen bir konu, hazır bilgiye kıyasla daha kalıcıdır. Çünkü kişi bunun için çaba harcar; merak eder, sorusunu kalıba döker, soracağı birini bulur, onunla iletişim kurar ve cevabını alır. Her bir çaba, öğrenilen bilgiyi zihne kenetleyen bir halat gibidir. Soruyla muhatap olan eğitimci, önemli bir fırsatla karşı karşıya olduğunu bilmeli ve hikmetle hareket edip bunu iyi değerlendirmelidir:

“Şayet bilmiyorsanız, (vahiy bilgisine sahip) zikir ehline sorun.”[3]

Bilmeyenlere, sormaları emredilir ve zikir ehline yönlendirme yapılır. Ayette zımnen de olsa zikir ehlinin bir görevine de temas edilir: Sorulan sorulara, sahip oldukları vahiy bilgisine/zikre göre cevaplar vermek…

Hatta Cibril (as) bir insan suretinde Allah Resûlü’ne gelmiş; iman, İslam, ihsan, ve kıyamet konusunda sorular sormuş, bunun hikmetini ise Cibril gittikten sonra Allah Resûlü (sav) şöyle açıklamıştır: “O Cibril’di. Size dininizi öğretmek için geldi.”[4] Bir diğer rivayette; “Siz sormayınca o da sizin (dininizi) öğrenmenizi istedi.”[5] diye açıklamıştır. Buradan anlıyoruz ki öğrenme vesilelerinden biri de budur. Cibril (as), ilmî konuların yanında bunu da öğretmiştir.

Yine Allah Resûlü (sav), “Cehaletin ilacı ancak sormaktır.”[6] buyurmuştur.

İbni Abbâs’a (ra) ilimde yüksek dereceler elde edişinin sırrı sorulunca, şöyle demiştir: “Çok soran bir dil ve çok düşünen bir kalple…”[7]

Allah Resûlü (sav) mescidde, evde, yolda, minberde, konuşmasının ortasında, yolculukta, savaşta, gece gündüz vaktinde; hastayken, tek başına veya kalabalık arasındayken… sorulara muhatap olmuş ve bunlara titizlikle cevap vermiştir. Bazen sorulan soruya ihtiyacın olduğunu gözeterek daha fazla cevap vermiş, yahut üzerine fayda bina edilmeyen soruları faydalı tarafa çekmiştir. Ayrıca fazla ve faydasız soru sorulmasına dair inen ayetler olmuş,[8] Allah Resûlü (sav) bu tarz sorulara karşı hoşnutsuzluğunu belli etmiş,[9] böylece bu olgunun zamanla basite alınması ve asıl işlevini yitirecek duruma gelmesi engellenmiştir.

b. Allah Resûlü’nün (sav) soru sorması

Bazen de Allah Resûlü (sav), ashabına soru sorardı. Bunun birçok hikmeti vardır: Ashabın düşünmesini, üretmesini ve öğrenmek için çaba sarf etmesini sağlamak. Muhatabının dikkatini konunun üzerine yoğunlaştırmak, zihnî hazırlık yaptırmak ve anlaşılmasını sağlamak. Eskiden bilinenler ile yeni öğrenilenler arasında bağ kurmak, konuyu tekrar ettirmek ve pekiştirme yapmak. Soru kalıbıyla teşvik etmek veya uyarmak. Muhataplarını en faydalıya yönlendirmek, istenilen noktalar üzerinde yoğunlaşmayı sağlamak. Merak uyandırmak ve bununla öğrenme güdüsünü beslemek… Allah Resûlü (sav) bu metodu tüm yönleriyle kullanmıştır.

Soru cevap tekniğinin; konunun anlaşılması, ikna olunması ve hatırlanması/kalıcılığı yönüyle büyük tesiri vardır. Bazı araştırmalara göre kişi, üzerinden bir ay geçtikten sonra sadece işiterek öğrendiği şeylerin %13’ünü, hem işiterek hem görerek öğrendiklerinin %75’ini, soru cevap ve karşılıklı diyalog tekniğiyle öğrendiklerinin de %95’ini hatırlayabiliyor.[10] Bu teknik, Sünnetin öğrenimini ve muhafazasını kolaylaştıran etkenlerden biridir.

Şimdi bazı örnekler okuyalım:[11]

İbni Ömer’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Resûlü (sav), ‘Ağaçlar arasında bir ağaç vardır ki yaprağı düşmez. Bu ağaç müslime benzer. Bana bu ağacın ne olduğunu söyleyiniz?’ buyurdu.

İnsanlar çöl ağaçlarını saymaya başladılar. Aklıma onun hurma ağacı olduğu geldi. Ancak utandığımdan bunu söylemedim.

Daha sonra ashab-ı kiram, ‘Ey Allah’ın Resûlü, onun ne olduğunu bize bildir.’ dedi.

Bunun üzerine Peygamber (sav), ‘Hurma ağacıdır.’ buyurdu.”[12]

Ebû Bekre, babasından şunu aktarmıştır:

“Peygamber (sav), devesinin üzerine oturdu, bir kişi de devesinin yularını tutuyordu.

Peygamber (sav), ‘Bugün hangi gündür?’ diye sordu.

Biz bugüne başka bir isim vereceğini zannederek sustuk.

Peygamber (sav), ‘Bu, Kurban Bayramı günü değil mi?’ dedi.

Biz, ’Evet.’ dedik.

Peygamber (sav), ‘Bu ay hangi aydır?’ diye sordu.

Biz bu aya başka bir isim vereceğini zannederek sustuk.

Peygamber (sav), ‘Bu, Zilhicce ayı değil mi?’ dedi.

Biz, ‘Evet.’ dedik.

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: ‘Şüphesiz ki bu gününüzün, bu ayınızın, bu beldenizin haram olması gibi, canlarınız mallarınız, ırz ve namuslarınız aranızda haramdır. Burada olan, olmayanlara tebliğ etsin. Burada olan, kendisinden daha iyi kavrayacak birine tebliğ etmiş olabilir.’ ”[13]

Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayın.”[14]

Enes ibni Mâlik’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir adam Peygamber’e (sav), ‘Ey Allah’ın elçisi! Kıyamet Günü kâfir nasıl yüzükoyun haşredilir?’ diye sordu. Bunun üzerine Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘Dünyada onu ayakları üstünde yürütmeye kadir olan, Kıyamet Günü onu yüzükoyun yürütemez mi?’ ”[15]

O (sav), Ashabının Merak Duygusunu Canlandırırdı[16]

Merak, her insanda bulunan fıtri bir duygudur. Öğrenmenin gerisinde merak duygusu vardır. Kişi önce merak eder, sonra merak ettiği şeyi öğrenmeye, hakkında bilgi sahibi olmaya çalışır. Kişi merak ettikçe bilgisi artar. Bilgisi arttıkça merakı da artar. Bu -faydalı şeylere yönelmek kaydıyla- kişiyi geliştirici bir döngü olur. Merak duygusu körelmemiş/köreltilmemiş, aksine bilenmiş birey, bilgiye/gelişime açıktır. Her insanda var olan bu özellik, etkileyici bir dokunuşla uyandırılır, isabetli bir şekilde yönlendirilir ve ciddiye alınırsa eğitimde başarı sağlanır, eğitimcinin de işi kolaylaşır. Ayrıca merakın sevk etmesiyle öğrenilenler, hazır bilgiden daha kalıcıdır.

Allah Resûlü (sav) ashabının merakını canlandırmış ve yönlendirmiştir. Bunu bazen soru sorarak, bazen de merak uyandıracak şekilde konuşarak/davranarak yapmıştır. Böylece ashabının merakını celbetmiş ve ashab da meraklarını peşi sıra takip edip öğrenmek için çaba sarf etmiş, sormuş veya araştırmıştır. Bu da Sünnetinin öğrenilmesini kolaylaştırarak kalıcılığı sağlamıştır.

Şimdi bazı örnekler okuyalım:

Enes ibni Mâlik’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir cenaze yanımızdan geçti, onu hayırla yâd ettik.

Bunun üzerine Peygamber (sav) ‘Vacip (gerekli) oldu.’ buyurdu.

Daha sonra bir başka cenazeye rast geldik, onun da kötülüklerinden bahsedildi.

Bunun üzerine Peygamber (sav) yine, ‘Vacip oldu.’ buyurdu.

Ömer ibni’l Hattâb, ‘Ne vacip oldu?’ diye sordu.

Peygamber (sav) şöyle buyurdu: ‘Şunu hayırla yâd ettiniz, cennet onun için vacip oldu. Şunu da şerle yâd ettiniz, onun için de ateş (cehennem) vacip oldu. Siz Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz.’ ”[17]

Ebû Şureyh’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Peygamber (sav) şöyle buyurdu: ‘Allah’a yemin ederim iman etmiş olmaz, Allah’a yemin ederim iman etmiş olmaz, Allah’a yemin ederim iman etmiş olmaz.’

‘Kim, ey Allah’ın Resûlü?’ diye soruldu.

O (sav), ‘Komşusu sıkıntılarından yana emin olmayan kimse.’ buyurdu.”[18]

Ebû Hureyre’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Peygamber (sav) minbere çıkıp, ‘Âmin, âmin, âmin.’ deyince, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Minbere çıktığında, ‘Âmin, âmin, âmin.’ dediniz (bunun sebebi nedir?)’ dediler.

Bunun üzerine Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Cibril bana geldi ve ‘Kim, Ramazan ayına ulaşır da bağışlanmazsa ve ölüp de cehenneme giderse, Allah onu (rahmetinden) uzaklaştırsın. ‘Âmin’ de.’ deyince, ben de, ‘Âmin.’ dedim. Cibril, ‘Kim, anne ve babasına veya onlardan birine yetiştiği hâlde onlara iyi davranmazsa ve ölüp de Cehenneme girerse Allah onu (rahmetinden) uzaklaştırsın. ‘Âmin.’ de.’ deyince, ben de, ‘Âmin’ dedim. Cibril, ‘Kim, yanında anıldığın hâlde sana salâvat getirmezse Allah onu (rahmetinden) uzaklaştırsın. ‘Âmin.’ de.’ deyince, ben de, ‘Âmin’ dedim.”[19]

Enes ibni Malik’in (ra) anlattığına göre, ashabıyla oturmakta olan Allah Resûlü’nün (sav), “Şimdi cennet ehlinden biri gelecek.” demesiyle herkesin gözü girişe dikilir. Sakallarından abdest suyu damlayan, sol ellerine nalınlarını asmış bir Ensari içeri girer. Allah Resûlü (sav) ertesi iki gün de aynısını söyler ve aynı kişi içeri girer. Abdullah ibni Amr (ra) bunu çok merak eder ve adamı takip eder. Bir bahaneyle üç gün yanında kalır. Ancak dikkatini çeken bir ibadetle karşılaşmaz. Niçin kendisinde kalmak istediğini izah eder ve tam geri dönecekken adamdan işin sırrını öğrenir. Onun bu merakı ve araştırması bizim de öğrenmemizi sağlamıştır elbette:

“Benim durumum senin gördüğünden ibaret. Ancak benim içimde hiçbir Müslim’e karşı bir kin/kötü düşünce yoktur. Ayrıca ben hiçbir Müslim’i Allah’ın ihsan ettiği hayırdan dolayı kıskanmam.”

Abdullah ibni Amr (ra) da şöyle der: “Seni bu dereceye ulaştıran şey budur ki biz bunu beceremiyoruz.”[20]

✽ ✽ ✽

Bir sonraki yazımızda buluşmak duasıyla…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.


[1]. bk. Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed, Abdullah Özbek, s. 145; Hz. Peygamber’in (sav) Eğitimciliği Çerçevesinde Modern Öğretim İlke ve Kuramlarının Değerlendirmesi, Sümeyye Öztürk, s. 72; Başyazı, Tevhid Dergisi, S 56, s. 16

[2]. Örnekler için bk. Resulullah (sav) Efendimizin Fetvaları, İbn Kayyim El-Cevziyye, Risale Yayınları (kitap “İ’lamu’l Muvakki’în” kitabının bir bölümüdür, müstakil olarak basılmıştır.); Es-Sahabiyyu Yes’elu ve’n Nebiyyu (sav) Yucibu, Selman Nasif Ed-Dahduh

[3]. bk. 16/Nahl, 43

[4]. Buhari, 50; Müslim, 9

[5]. Müslim, 10

[6]. Ebû Davud, 336

[7]. Fedailu’s Sahabe, İmam Ahmed, 1903

[8]. bk. 5/Mâide, 101

[9]. bk. Buhari, 4622; Müslim, 1337

[10]. Es’iletu’r Resul (sav) fi’s Sahiheyn ve Tatbikatuha’t Terbeviyye, Ni’mat Muhammed El-Ca’feri, s. 19

[11]. Başka örnekler için bk. Es’iletu’r Resul (sav) fi’s Sahiheyn ve Tatbikatuha’t Terbeviyye, Ni’mat Muhammed El-Ca’feri

[12]. Buhari, 61; Müslim, 2811

[13]. Buhari, 67; Müslim, 1679

[14]. Müslim, 54; Ebu Davud, 5193

[15]. Buhari, 6523; Müslim, 2806

[16]. bk. Gençlerle Hasbihâl, Halis Bayancuk, Tevhid Basım Yayın, s. 24-28

[17]. Buhari, 1367; Müslim, 949

[18]. Buhari, 6016; Müslim, 46

[19]. İbn Huzeyme, 1888; İbn Hibban, 907

[20]. bk. Ahmed, 12697

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver