Taşınması Zor Ağır Yük

1. Hadis

Hadisin Türkçe Anlamı

Ömer ibnu’l-Hattab radiyallahu anh dedi ki: “Ben Rasûlullah’ı şöyle söylerken işittim: ‘Ameller ancak niyetlerledir. Her kişi için niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah’a ve Rasûlü’ne olursa, onun hicreti Allah’a ve Rasûlü’nedir. Kimin hicreti elde edeceği dünyalığa veya evleneceği bir kadına olursa, onun hicreti kendisine hicret etmiş olduğu şeye olur.’ “

■■■

Sehl’e denildi ki: “Nefse en zor gelen şey nedir?” O bu soruya şöyle cevap verdi: “İhlastır. Çünkü nefsin ihlastan bir nasibi yoktur.” [1]

Nefsin ihlastan payı olmadığından zorlanır, sıkılır, vesveseleri ile insanı bir açmaza sokmak için yapabileceklerini yapmaya ahdeder adeta.

Kur’an okuyacak olursun. Etkilenirsin ayetlerden, günahlarını hatırlar, gözyaşlarını tutamazsın. O anda kapının tıkırdadığını duyar gibi olursun. Hemen Kur’an’ı kapatır, elindeki kalemle, bir şeylerle meşgul olursun. Elindeki mendille gözyaşlarını silerken “Bugün acaba nezle mi oldum?” diye selefimizin söylediği gibi söylersin. İşte nefis için sıkıntı buradadır. Nefis ister ki Kur’an okumaya devam edesin, karşıdaki muhatabın görsün Kur’an okuduğunu. Günahlarına ağladığını anlasın da “Ne kadar takvalı bir kuldur!” desin. Nefsin istediğini yaparsan bayram eder. Ama amelin boşa gidecektir. İhlasın gereği olarak amelini gizlediğinde de nefsin zorlanır.

Eğitmensindir. Hem de başarılı bir eğitmen. Etrafında kardeşlerin seni takdir eder. “Hocam, hakkınızı nasıl ödeyeceğiz? Çocuklar çok iyi öğreniyorlar ve öğrenmeyi seninle sevdiler.” der bir kardeşin. “Evet, benim başarımdır.” diyecek olsan iki yanlış yapmış olursun. Bir, diğer kardeşlerinin işinde sana yardımcı olduklarını unutarak, “Sadece ben başardım.” der haksızlık etmiş olursun. İki, çekincesiz başarını kabul edince, amelin boşa gitmeye doğru seyrediyordur. Ama nefsin sevinir. Hoşuna gider. “Hayır, kardeşim, ben değilim bu kadar başarının arkasındaki sır. Programı hazırlayan kardeşlerim. Allah’ın yardımıyla onlar iyi hazırlamışlar. Bir de öğrencilerimde gayret var.” der kendini uzak tutarsın bu övgüden. Nefis patlayacak olur adeta. Zorlanır, yorar seni. Emeklerini, çabalarını, uykusuzluklarını belki de sana hatırlatır da böylece seni yoldan etmeye çalışır.

Davetçi veya ilim ehlisindir. Davetinle binlerce insan hidayet bulur, on binlerce, belki yüz binlercesine tevhidi ulaştırmışsındır. Birileri sana: “Sizin vesileniz ile hidayet bulduk.”, “Davetiniz taa falan yerlerde duyulmuş ve davetinizle şu kadar insan hidayet bulmuştur.” der. Hayırlara vesile olduğun için sevinirsin. Ama hatırlarsın, “Bu beni riyaya götürebilir.” dersin. Hemen yardımcılarını, kardeşlerini gösterir, “Onlar” dersin. “Asıl onlardır daveti yayanlar, her ne kadar arka planda kalsalar da.” Nefis artık dayanamayacak hâldedir. Başkaları sana iyiliklerini sayıp dökerken, birden onların yüzüne toprak çalacak olursun. Bu sırada içinden günahlarını sayarsın. Güzel Peygamber’inin hadisini hatırlarsın:

“— Benim ümmetimden öyle kavimler bilirim ki kıyamet gününde beyaz Tihame dağları kadar hasene/güzel ameller ile gelecekler. Allah o amelleri saçılmış toz zerreciklerine çevirecek. Sevban sorar:

— Onları bize anlat. İyice açıkla. Farkında olmadan böyle insanlardan olmayalım.

— Dikkat ediniz! Onlar sizin kardeşlerinizdir. Sizin cildinizdendir. Sizin gece namazı kıldığınız gibi gece namaz kılarlar.”

Devam eder Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, özelliklerini açıklar:

“Yalnız onlar, Allah’ın haramları ile baş başa kaldıklarında sınırı çiğner/günaha düşerler.” [2]

Hadisi hatırlayınca için için ağlayacak olursun. Oysa kontrolü nefse bıraksan, değil övenlere cevap vermeye çalışmak, sevincinden uçacak olur.[3]

Ahlaklı bir kişiliğe sahip olursun. Etrafında birilerinin seni övdüğünü duyarsın. “Kardeşim, istersen içini bilmediğin bir insanı, beni övme. Herkes kendi nefsini, günahlarını iyi bilir. Günahlarımı bilseydin bunları söylemezdin.” dersin. Ama nefis, nefistir hep. Değişmez ki. Hemen isyan eder içinden.

Gece namaza kalkarsın. Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem kıldığı gibi yedi, dokuz veya on bir rekât gece namazı kılarsın. Kimse görmemiştir namazını. Gün içerisinde nefsin âdeta isyan eder sana. Sürekli kendini, geceye dair bir şeyler konuşmak zorunda hissedersin. Çünkü ihlas nefse ağır gelir, nefis de kendisini bu ağırlıktan kurtarmak için seninle bir iç savaşa girişir. Nefis galebe çalarsa dayanamaz, alakasız bir yerlerden giriş yaparsın.

“Ya bu gece namaza kalktığımda ne kadar yağmur yağıyordu öyle!”

“Ooof, bu çocukta beni perişan edecek. Gece boyunca düzgün bir namaz kıldırmadı bana!”

“Gece namaz kılarken secdedeyken, tam o sırada bir gıcırtı geldi. Amma ne de korktum.”

“Gece namazdayken aklıma geldi de sen şu işi ne yaptın ağabey?”

“…”

Kimimize Rabbimiz rahmet etmiş, bizi İslam’a hizmet etmeye muvaffak kılmıştır. Önemli soru şu: Bu durumda olan kardeşler acaba İslam’a hizmet ederlerken karşılaşacakları afetleri biliyorlar mı? Biliyor muyuz? Yeterince bildiğimizi söylemek pek mümkün değil. Oysa her mümin bireyin, yaptığı işin afetlerini bilmesi vacip değil midir?

Bir örnek verelim mesela, konumuz olan ihlas üzerinden. Allah’ın dini konusunda yaptığımız hizmetleri mi daha çok düşünüyoruz, yapamadıklarımızı mı? Yorgunluğumuzu mu yoksa gevşekliğimizi mi?

Ahiret yurdunun kazanan konuğu olan bahtiyar kul, eksiklerini hatırlar. Yapamadığı hizmetleri hatırlar. Yaptığı hizmetlere nispeten günahlarının çokluğunu hatırlar. Şu cümleleri beraberce okuyalım:

“Ağabey, falan kardeşin evini taşırken çok yorulmuştum. Dinlenemeden uykusuz işe gitmiştim.”

“Kardeş, mescidi süpürmüştüm de o zamandan bu yana belimde bir ağrı var.”

“Zamanında az sıkıntı çekmedik İslam için…”

“Bir işim vardı, kardeşe yardım etmem gerekti. Ancak saat üçte yatabildim.”

“…”

Tanıdık cümleler değil mi? Çünkü etrafta ihlasın ağırlığını kaldıramayan çok nefsi var da ondan. Nefislerimiz riyaya âşık olmuş adeta. Göz önünde olmak, övülmek, takdir edilmek…

Allah’ım! Şu riyadan korunmaktan aciz, şeytana av olmaya aday nefislerimizi sen koru. El-Hayy ve El-Kayyum olan Rabbimiz! Bir an olsun nefislerimiz ile baş başa bırakma bizleri. El-Hafız olan, mümin kullarını rahmeti ile kuşatıp hıfzı ile koruyacak olan yalnızca sensin. İhlas ile yaşayıp ihlas kelimesi ile can vermeyi kolaylaştır. Sen ki hamde layık olan hak İlahsın.

 

 

[1]       .   Muhtasaru Minhaci’l Kasidin (İhyau Ulumi’d Din özü), Guraba yayınları.

[2]       .   İbni Mace, Zühd 29

[3]       .   Burada şunu da söylemek gerekir: Bir mümin bireyin sorumluluğu sadece kendi ihlasını korumak değildir. Kendi ihlasını korumakla beraber kardeşinin de ihlasına zarar vermemek zorundadır. Kişiyi yüzüne karşı övmek, kardeşimizin ihlasına zarar vermektir. Bu hususta Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve övmede çok ileri gittiğini işitti. Bunun üzerine:

            “Adamı mahvettiniz (veya adamın bel kemiğini kırdınız).” buyurdu. (Buhari, Müslim)

            Bir adam Osman’ı radiyallahu anh övmeye başlayınca, Mikdad da dizleri üstüne çökerek metheden kişinin yüzüne çakıl taşları atmaya başladı. Bunun üzerine Osman ona: “Ne yapıyorsun öyle?” deyince Mikdad: “Rasûlullah: ‘Meddahları gördüğünüz zaman yüzlerine toprak serpiniz.’ buyurdu.” diye cevap verdi. (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver