Allah’ın Adıyla…
Varlığı yoktan yaratan, en güzel şekilde şekillendiren, eksiksiz bir nizam üzere düzenleyen, kerhen ve tav’en kendine boyun eğdiren, bu sebeple tüm ibadetleri hak eden Allah’a
subhanehu ve teâla
hamd olsun.
Salât ve selam insanları ‘Dini Allah’a halis kılmaya davet eden’, “Sadece Allah’a ibadet edilsin ve hiçbir şey O’na ortak koşulmasın diye gönderildim” diyen Muhammed Mustafa’ya olsun.
Tasavvuf ehlinde var olan ve bu yazımızın konusunu oluşturan ‘İstiğase’ meselesi tasavvuf ehlinin açık eylemlerinden biridir. İstiğasenin anlamı, tasavvufta var olan örnekleri, bu eylemin sebepleri ve şer’i sonuçları bu ayki makalemizin ana konusudur.
İstiğasenin Anlamı
Kelime ğa-ve-se/غوث kökünden gelir. Kök anlamı yardımdır. İstiğase ise içinde bulunulan sıkıntıda bir başkasından yardım talebinde bulunmaktır. (El-Külliyyat 1/114, Tacu’l A’rus 5/314.)
Tasavvuf ıstılahında istiğase ise, darda olanın Allah katında değeri olduğuna inandığı salih birinden yardım istemesidir. Yardım istenilen şahsın ölü veya diri olmasında, ortamda hazır bulunması veya uzakta olmasında bir fark yoktur. Kişinin, ‘Medet ya Rasûlallah, Medet ya Abdulkadir el-Geylani, Medet ya Seyyid Ahmed el-Bedevi!’ ve benzeri lafızlarla durumunu şeyhe arz edip içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtulmak için arayış içerisine girmesidir.
Yakınımızda bulunan birinden beşerin güç yetirebileceği bir yardım talebinde bulunmanın caiz olduğu Kur’an ve Sünnet naslarıyla sabittir.
“… Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan (Musa’dan) yardım istedi…” (28/Kasas, 15)
İhtilaflı olan ise beşerin gücünün yetmediği, sadece Allah’ın subhanehu ve teâla kudretinde olan bir hususun salihlerden istenmesi veya ibadet olan dua/yardım talebinin salihlere yapılmasıdır. ‘Ey falan günahlarımı bağışla, tevbemi kabul et, şifa ver, cenneti istiyorum’ gibi sadece Allah’ın yapacağı şeyleri istemek bu babtandır. Yine sıkıntıyı gidermesi için ‘Medet ey falan’ diye ölü ya da uzakta olan birini yardıma çağırmak gibi. Medet umulanın; yardım isteyenin sesini duyması, onun olduğu yeri bilmesi, onun sıkıntısını giderecek kudrete sahip olması gerekir. Beşerin işitmesi, bilgisi ve kudreti sınırlı olduğundan bunlar sadece Allah’ın güç yetireceği şeylerdendir.
İstiğase Örnekleri
Tasavvuf ehli, nebilere ve velilere istiğase yapmanın, sıkıntı zamanlarında onların isimlerinden yardım talep etmenin cevazına dair mustakil kitaplar kaleme almışlardır.
• Misbahu’l Zalam Fi’l Musteğisine bi Hayri’l Enam Fi’l Yakazati ve’l Menam
(Kitabın Türkçe ismi: Yaratılmışların en hayırlısına uykuda ve uyanıklık hâlinde istiğase yapanların karanlığını aydınlatan kandil.)
• Tahridu’l Ağbiya A’la İstiğaset-i bi’l Evliya-i ve’l Enbiy
a (Ahmakları Nebiler ve Velilerle İstiğaseye Teşvik.)
• Envaru’l İntibah bi Hilli en-Nida biya Rasûlillah
(Ya Rasûlullah diye nida etmenin helal olduğuna dair bilinç nurları.)
• Şevahidu’l Hak fi’l İstiğaseti bi Seyyidi’l Halk
(Yaratılmışların efendisine istiğase yapmanın cevazına dair hak şahitler/deliller.)
Tasavvuf ehlinin kitaplarından bazı örnekleri inceleyelim:
” …Abdulkadir el-Geylani der ki: Kim bir derdi olduğunda benden yardım talep ederse onun derdini gideririm. Kim bir sıkıntısında benim ismimi nida ederse sıkıntısını çözerim. Kim bir ihtiyacında benimle Allah’a tevessül ederse sıkıntısı giderilir…” (Becetu’l Esrar 197. Tasavvuf ehli salihlere istiğasenin caiz olduğuna dair Abdulkadir el-Geylani’ye bu ve benzeri sözleri nispet etseler de onun kendi kitaplarında tam zıttı bir görüş mevcuttur.
’يا من يشكو إلى الخلق مصائبه إيش ينفعك شكواك إلى الخلق لا ينفعونك ولا يضرونك، وإذا اعتمدت عليهم وأشركت في باب الحق يبعدونك وفي سخطه يوقعونك وعنه يحجبونك…
Ey yaratılmışlara sıkıntılarını şekva eden kişi! Onlara yaptığın şekvanın sana ne faydası olacak ki? Sana fayda da zarar da veremezler. Onlara dayanıp onları Rabbine ortak koşsan seni O’ndan uzaklaştıracak, O’nun subhanehu ve teâla öfkesine düçar edecek, ondan perdeleyeceklerdir.’ (El-Fethu’l Rabbani 117))
“Faide: Efendimiz ve dayanağımız olan Ğavs-i A’zama nisbet olan istiğasenin keyfiyeti: Senin bir derdin olursa ve bunu Allah’ın gidermesini istersen şöyle yap: Yatsı namazından sonra ya da seher vaktinde iki rekât namaz kıl. Her rekâtta Fatiha’dan sonra on bir İhlas suresi okursun. Selam verdikten sonra Allah’a secde edersin. İhtiyacını ister ve Allah Rasûlü’ne on bir defa salavat getirirsin. Sonra kalkar ve kıblenin sağ tarafına Irak yönüne doğru on bir adım atarsın. Birinci adımda ‘Ya Şeyh Muhyiddin’ dersin. İkinci de ‘Ya Mevlana Muhyiddin’ de. On birincide ‘Ya seyyidu’l Sadat/Efendiler efendisi Abdulkadir Muhyiddin Ya Ubeydullah beni Allah’ın izniyle kurtar. Ya Şeyhu’l Sakaleyn/İnsanların ve cinlerin şeyhi beni kurtar ve ihtiyacımın giderilmesinde bana yardım et.’ Sonra üç defa şu duayı okursun: Allah’ım her şey senden, seninle ve sanadır. Sen Her şeyin her şeyisin. Ey merhametlilerin en merhametlisi senden rahmetinle istiyorum.” (Fuyudatu’l Rabbaniyye fi’l Measir ve Vurud el-Kadiriyye 42-43.)
Bir başkası Allah’tan başkasına dua etmeyi ve İstiğase yapmayı üç kısma ayırır:
“Allah’tan başkasına dua etmek ve onlara istiğase üç vecih üzeredir:
Sadece o kişinin ismini çağırmasıdır. Ya Muhammed, Ya Ali, Ya Abdulkadir , Ya Evliyaullah ve Ya ehlibeyt diye çağırması gibi.
Şöyle demesidir: ‘Ey Falan sıkıntımın giderilmesi için Allah’ a benim şefaatçim ol veya Allah’a dua et ihtiyacımı gidersin.’
Şöyle demesidir: ‘Ey Falanca benim borcumu öde, hastama şifa ver ya da düşmanlarıma karşı bana yardım et.
Bu üç kısmı yapmamızın küfür olması bir yana yapılmasında bir engel ve sakınca dahi yoktur.” (Keşfu’l İrtiyab 274.)
Mahmut Ustaosmanoğlu şöyle der:
‘İmdad; yardım, yardıma yetişmek demektir. Hazreti Rasûlullah’ın yardım etmesi hakkında, sağlığında neyse yardım edebilir ama öldükten sonra ne yapabilir denilemez. Çünkü onun Peygamberliği vefat etmesiyle bozulmamıştır…’ (Risale-i Kudsiyye Şerh ve İzahı 2/521.)
Tasavvuf ehlinden olan Yusuf en-Nebehani bazı alimlerinin(!) Allah Rasûlü’yle istiğaseye cevaz vermemenin küfür olduğunu söylediklerini aktarır!
“…Hatta Rasûl’le tevessül ve onunla istiğasenin meşru olduğunu bilmek alimlerin tamamının ve İslam ehlinden avamın yanında dinde zorunlu bilinmesi gereken/Ma’lum mine’l din bid-darure meselelerdendir. Öyleki es-Subki’nin ‘Şifau’l Sikam’ da, İbni Hacer’in ‘Cevherı-u’l Munazzam’ da Maliki imamlarından aktardığına göre bazısı bunu yasaklayanların kafir olduklarına inanmıştır. Ancak bu görüş itimat edilen bir görüş değildir…” (Şevahidu’l Hak 106.)
Bazısı bir adım ileri giderek aracılardan yardım talep etmenin Allah’tan yardım talep etmekten daha evla olduğunu, salihlerin yardım taleplerine daha hızlı cevap verdiğini iddia eder ki İslam milletinden zerre kadar nasibi olan birinin böylesi bir şirk saçmalığına tahammül etmesi dahi mümkün değildir. (Nakiller için bknz: Cuhudu’l Ulema el-Hanefiyye Fi İbtali Akaidi’l Kuburiyye 2/1055-1065.)
“Cüneyd el-Bağdadi Dicle nehrini geçmek için geldi. Ya Allah dedi ve yerde yürüdüğü gibi suyun üzerinde yürümeye başladı. Onu gören bir adam Dicle nehrinden geçmek istedi fakat gemi bulamadı. Cüneyd’e: ‘Ben bu nehri geçmek istiyorum. Yol nedir?’ diye sordu. Cüneyd dedi ki: ‘Ya Cüneyd Ya Cüneyd diyerek geçebilirsin’. Adam onun ismini çağırarak nehirde yürümeye başladı. Nehrin ortasına geldiğinde şeytan ona vesvese vermeye başladı. ‘Cüneyd ya Allah diyerek nehri geçmesine rağmen sana ya Cüneyd diyerek geçmeni tavsiye etti. Sen neden ya Allah demeyesin ki?’ Adam ‘Ya Allah’ diyerek yürümek istedi suyun içine battı. Adam Cüneyd’e seslendi: ‘Ya Hazret batıyorum.’ Cüneyd: ‘Defalarca Ya Cüneyd de’ dedi. Adam dediğini yapınca boğulmaktan kurtuldu ve nehri geçti. Adam bunun sırrını Cüneyd’e sordu…Cüneyd: ‘Ey ahmak! Sen henüz Cüneyd’in makamına ulaşmış değilken, direkt Allah’a ulaşmayı mı umuyorsun? Allahu Ekber.” (El-Melfuzat 1/131.)
Zındıkların dahi söylemeye cesaret edemeyeceği bu sözleri ilim ve irfan adına kitaplarına alan bu taifeye en güzel cevabı Rabbimiz vermiştir.
“Kullarım beni sana soracak olursa, muhakkak ki ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” (2/Bakara, 186)
İmam Alusi Nahl suresi 54. ayet tefsirinde çocukken başından geçen bir meseleye değinir:
“Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah’tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O’na yalvarmaktasınız. Sonra sizden zararı kaldırdığında, sizden bir grup (hemen) Rabblerine şirk koşar.”
Ayet gösterir ki bugün avamdan çoğu insanın onlar için hiçbir şeye malik olmayan hatta kendileri için dahi fayda ve zararı olmayan Allah’ın dışındaki varlıklara yönelmeleri ve Allah’a duadan tamamen yüz çevirmeleri büyük bir akılsızlık ve eskilerin sapıklığından daha şiddetli yeni bir sapıklıktır. Tüyleri ürperten ise; ben çocukken sahte şeyhlerden birinin bana söylediği şu sözlerdir:’Sakın ama sakın bir iş başına geldiğinde Allah’tan yardım isteme. Çünkü senin hâlinin kötülüğü Allah’ı ilgilendirmez ve sana hemen yardım etmez. Geçmiş velilerden yardım istemeye bak. Onlar senin sıkıntını hemen giderirler, senin kötü hâlin onları ilgilendirir.’ (Ruhu’l Meani 14/166.)
Zümer suresi 45. ayet tefsirinde ise şunu aktarır:
‘Onlardan bazısından ‘Veli Allah’tan daha hızlı yardım talebine icabet eder’ dediğini duydum.’ (A.g.e 11/24.)
Allah’a subhanehu ve teâla ve O’nun pak dinine iftira eden ve Kur’an’ın ifadesiyle ‘Yalancı Kafirlerin’ sözlerini yine Rabbimiz çürütür:
“(O ortak koştukları mı hayırlı) Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt alıp düşünüyorsunuz.” (27/Neml, 62)
Tasavvuf ehlinde var olan bu sapkın inanç sadece geçmiş olanlarda var olmamış, günümüz mutasavvıflarına da intikal etmiştir.
Menzil tarikatına ait olan Semerkant TV’de Regaib kandili özel programında konuşan bir hoca şu kıssayı anlatır:
‘Ebu Hasan el-Harakani’yi bir grup mürid ziyaret eder. Oradan ayrılıp gidecekleri zaman Ebu Hasan el-Harakani onlara: Başınıza herhangi bir şey gelirse beni vesile ederek Allah’tan yardım isteyiniz. Beni aracı yapınız’ diyor. Kafile oradan ayrılıyor memleketlerine giderken gecenin bir vaktinde hırsızlar, yol kesiciler, eşkıyalar kervanı soyuyor. Ve bu arada kervanda bulunan insanların tamamı ‘Allah, Allah’ diye bağırıyor ve Allah’tan yardım istiyor. Amma o anda müridlerden birisi Ebu Hasan el-Harakani’nin nasihatini hatırlıyor. ‘Ne olur Ebu Hasan hürmetine bizi kurtar’ diyor. Ve sabah olduğunda bakıyorlar herkes soyulmuş, malı mülkü her şeyi alınmış. Ama ‘Ya Ebu Hasan’ diyen kişiye hiçbir şey olmamış. Sabah olunca tekrar hazrete gidiyorlar, diyorlar efendim, biz ‘Allah’ dedik soyulduk bu ‘Ebu Hasan’ diyen kurtuldu. Bunun sırrı nedir? Ebu Hasan el-Harakani diyor ki: ‘Evlatlarım ben size söylemiştim, siz isyan ettiğiniz için günah işlediğiniz için Allah sizin duanıza icabet etmez. Ama o beni aracı yapınca ben Allah’a dua ettim. Allah benim duamı kabul etti.’ ‘ (https://www.youtube.com/watch?v=D9IH3b4psvk.)
Allah subhanehu ve teâla günahkar kulları için şöyle der:
“De ki: Ey kendi nefislerine karşı günah işlemekte aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlayıcıdır. O, çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” (39/Zümer, 53)
Bir başka Nakşibendi Cübbeli Ahmet şöyle diyor:
“Ey Şah-ı Nakşibendim sensin benim efendim. Yetiş imdadımıza. Ey Allah’ın dostu selam olsun sana. Fatihalarımız hediye olsun sana. Yetiş bize imdadımıza. Tut elimizden. Ya veliyullah. Ey yolun Kutbu, ey Yaratılmışların Ğavsı/Kurtarıcısı. Ğavstır o. Büyük O…” (https://www.youtube.com/watch?v=IL-iMDJqSoY.)
“Çıkmış oraya söylediği şeye bak. Konuştuğu laflara bak. Ancak Allah yetişir başkası yetişemez. Ancak Allah’tan istenir. Doktordan, manavdan, bakkaldan istiyorsun. Hanımdan bile istiyorsun. Sonra evliyadan istedin mi gavur oluyorsun. Ne alakası var. Yaratan ancak Allah’tır. Bunu böyle bilmek lazım. Şah-ı Nakşibend bir şey yaratmaz. Abdulkadir Geylani bir şey yaratamaz. Ama Allah onlara keramet vermiş. Abdulkadir Geylani sözü: ‘Mahmut efendi bana bunu okudu’ diyor. Doğru, okudu sana, sen anlamadın ki. Ne diyor: ‘Müridim dağda, taşta, doğuda, batıda nerede olsa ya Ğavs yetiş dese yetişirim.’ Allah verdi bunu. İmam Rabbani’de de var bu. ‘Bismillah ya İmam-ı Rabbani’ dediğin anda gelir. Kaç kere Haceru’l Esved’de sıkıştım, ben zaten zayıf adamım kıracaklar bir tarafımı. Bir kaç kere kırdım parmağımı orada. Ama çok darda ‘Bismillah ya İmam-ı Rabbani dedim’ açıldı. Ben bunu denedim. Ne var bunda? E Allah’tan isteyin. Yav kardeşim Allah diyor: ‘Aracı koyun Ona vesile arayın’ diyor. Benim Allah’a çok yüzüm yok ki. O aracının yüzü suyu hürmetine ben istiyorum. Ben İmam-ı Rabbani gibi, Şah-ı Nakşibend gibi hatırlı bir adam değilim ki. O zaman aracı koyarım. Ne var bunda. Dünya işlerinizde aracı koymuyor musunuz. Aracısız iş dönmüyor ki. Aracılıkta bir günah yok ki. Sevap var. İyi bir şeye aracılık yaparsan ondan sana da nasip var. Birini birine isteyecek, gidemiyor. Diyor sen aramıza gir ben falancanın kızını istiyorum. İyidir, aracılık iyidir… Aracılık İslam’da var. Zahiren de var, batının da var. Aralarında ne fark var. Nasıl bir adama ‘gel şu işimde aracı ol’ diyorsun burada da ‘Ey Ebu Eyyub el-Ensari Rabbimle arama seni koyuyorum, senin yüzü suyun hürmetine Allah’tan istiyorum, sen bu işime aracı ol’ diyorsun. Ne var bunda? Bunu anlamayacak ne var? Bu Allah’tan başka yaratan var demek mi hâşâ. Ama getiriyor konuyu Allah’tan başka istenecek yok diyor. O zaman doktora gitme, şunu yapma, bunu yapma. Yok onlar başka. Doktorun yaratma durumu yok ki. O da sebep bu da sebep. Nasıl eczaneden ilaç alacaksın? Nasıl doktora gideceksin? Allah hikmetini böyle yaptı. Burada da sebepler yarattı. Sebeplere sarılacaksın. Yok efendim aracı maracı tanımıyorum. Burada şu kadar kablo var. Şu ışığın gelmesi için, hoparlöre ses gelmesi için arada bu kadar kablo var. Ceryan nereden nereden geliyor. Arkasında trafo var. Yok ben kabloya, fişe bağlanmam. Ben direkt ana trafoya bağlanacağım. Patlatırsın kardeşim. Gider dumanın çıkar. Ben Allah’a direkt bağlanayım. Peygamberi, evliyayı, müçtehidleri devreden çıkar. Şeytana bağlanırsın. Direkt Allah’a bağlanayım diyen şeytana bağlanır.” (https://www.youtube.com/watch?v=OV-Jj6lzNgg.)
İlerleyen sayfalarda geleceği üzere tarih boyunca müşriklerin temel sorunu Allah’ı subhanehu ve teâla hakkıyla takdir edemeyip O’nu beşere ve somut şeylere kıyas etmek ve Allah hakkında hüküm vermektir. Bir çoğu meşru olan sebeplerle meşru olmayanları ayıramamış yanlış kıyas yaparak meşru olanları zikredip meşru olmadığına dair nas bulunan gayrı meşru sebeplerin meşruiyetine inanmışlardır.
Kitap ve Sünnette İstiğase
İstiğase duanın kısımlarındandır. ‘Dua kök olarak ses ya da söz ile bir şeyin sana meyl etmesini sağlamandır.’ (Mekayisu’l Luğa 2/280.) Şer’i olarak ise: ‘İçtenlikle Allah’tan istemek ve O’nun yanındaki hayra rağbet etmektir.’ (Misbahu’l Munir 1/194.) Hatırlayacağımız üzere istiğasenin tanımı ‘İçinde bulunulan sıkıntıda bir başkasından yardım talebinde bulunmaktır.’ (El-Külliyyat 1/114, Tacu’l A’rus 5/314.) Kişi hazırda bulunmayan birinden ya da ölüden yardım talebinde bulunarak aslında dua etmiş olur. Allah subhanehu ve teâla istiğaseyi Kur’an’da dua olarak isimlendirir.
“Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur’an)’den şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sure getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah’tan başka şahitlerinize dua edin/çağırın.” (2/Bakara, 23)
Kur’an surelerine benzer bir sure getirmeleri konusunda kendilerine meydan okunan müşriklere yol gösteriliyor. Şahitlerinize yani Allah’ın dışında size fayda ve zarar verdiğine inandığınız salihlerin/meleklerin/nebilerin heykellerine dua edin diyor. Burada duadan kast edilen istiğasedir. Onların yardıma çağrılması isteniyor.
‘Allah’tan başka şahitlerinize dua edin/çağırın. Dua edin size bu konuda yardım etsinler. Burada duadan kast edilen istiğasedir.’ (Ğaribu’l Kur’an İbni Kuteybe 1/43.)
Dua İbadettir
İstiğase yapan kişi de Allah’tan başkasına ibadet etmiş olur.
“De ki: ‘Ben, sizin Allah’tan başka dua etmekte olduklarınıza ibadet etmekten nehyedildim.’ De ki: ‘Ben sizin heva (istek ve tutku)larınıza uymam; yoksa bu durumda şaşırıp sapmış ve doğru yolu bulmamışlardan olurum.’ ” (6/En’am, 56)
“Rabbiniz dedi ki: ‘Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir.’ ” (40/Mümin, 60)
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Dua ibadetin ta kendisidir.” (Müsned, 18352; Tirmizi, 2969.)
Genel Anlamda İbadet Özel Olarak da Dua Sadece Allah’a Yapılır:
“Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın…” (4/Nisa, 36)
“O diridir, O’ndan başka ilah yoktur. Şu hâlde dini yalnız kendisine halis kılarak sadece O’na dua edin. Hamd alemlerin Rabbi Allah’adır.” (40/Mümin, 65)
Allah’tan Başkasına Dua Etmek Şirk, Dua Eden de Müşriktir
“De ki: ‘Ben ancak Rabbime dua ediyor ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmuyorum.’ ” (72/Cin, 20)
“Sakın müşriklerden olma. Ve Allah ile beraber başka bir ilaha dua etme… ” (28/Kasas, 87-88)
“Onlar gemiye bindikleri zaman, dini yalnızca O’na ‘halis kılan gönülden bağlılar’ olarak, Allah’a yalvarıp yakarırlar. Ama onları karaya çıkarıp kurtarınca, hemen şirk koşarlar.” (29/Ankebut, 65)
“De ki: ‘Düşündünüz mü hiç; eğer size Allah’ın azabı gelirse ya da saat (kıyamet) gelip çatarsa, Allah’tan başkasına mı dua edeceksiniz? Eğer doğru sözlüler iseniz (çağırın bakalım). Hayır, yalnızca O’na dua edersiniz, dilerse kendisini çağırdığınız şeyi açar (giderir) ve şirk koşmakta olduklarınızı/Allah’ın dışında dua edilenleri unutursunuz.” (6/En’am, 40-41)
“O şirk koşanlar, şirk koştuklarını gördükleri zaman: ‘Rabbimiz, seni bırakıp bizim dua ettiğimiz ortaklarımız bunlardır’ diyecekler. (Onlar da bunlara:) ‘Siz gerçekten yalan söyleyenlersiniz’ diye sözü (geri çevirip) fırlatacaklar.” (16/Nahl, 86)
“Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah’ındır. Allah’tan başkasına dua edenler bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler.” (10/Yunus, 66)
Allah’tan Başkasına Dua Etmek Küfür, Dua Eden de Kafirdir:
“Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) ‘Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.’ Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (39/Zümer, 3)
“Sonra onlara denilecek: ‘Şirk koştuklarınız nerede?’ Allah’ın dışında (dua ettikleriniz).’ Dediler ki: ‘Bizi bırakıp kayboluverdiler. Hayır, biz önceleri (meğer) hiçbir şeye dua eder değilmişiz.’ İşte Allah, kafirleri böyle şaşırtıp saptırır.” (40/Mümin, 73-74)
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine dua eder. Sonra ona kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O’na dua ettiğini unutur ve O’nun yolundan saptırmak amacıyla Allah’a eşler koşmaya başlar. De ki: ‘Küfrünle biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın.” (39/Zümer, 8)
Allah’tan Başkasına Dua Eden Onu İlah Edinmiş Olur:
“Ve Allah ile beraber başka bir ilaha dua etme. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun vechinden başka her şey helak olucudur. Hüküm O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz.” (28/Kasas, 88)
“Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt alıp düşünüyorsunuz.” (27/Neml, 62)
Çünkü bir insanın birine dua etmesi için öncelikle onun olağanüstü güçlere sahip olmasına itikad etmesi gerekir. Genelde şirkin özü olan Allah’a ait sıfatların Allah dışında varlıklara verilmesi söz konusudur. Mutasavvıfların şeyh/veli inancına bakıldığında bu durum açıkça görülmektedir. ‘Tasavvufta Veli/Şeyh Tasavvuru’ yazımızda bunun örneklerini kaynaklarıyla zikretmiştik.
Allah’ın Dışında Dua Edilenler İstekleri Yerine Getiremezler:
“Hak olan çağrı (dua, ibadet) yalnızca O’na (olan)dır. Onların Allah’tan başka dua ettikleri ise, onlara hiçbir şeyle cevap veremezler. (Onların durumu) yalnızca, ağzına gelsin diye, iki avucunu suya uzatan(ın boşuna beklemesi) gibidir. Oysa ona gelmez. Kafirlerin duası, sapıklık içinde olmaktan başkası değildir.” (13/Ra’d, 14)
“(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp katar, gündüzü de geceye bağlayıp katar; güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O’nundur. O’ndan başka dua ettikleriniz ise, bir çekirdeğin incecik zarına bile malik olamazlar. Eğer onlara dua ederseniz, duanızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet gününde ise, sizin şirk koşmanızı tanımayacaklardır. (Bunu her şeyden) Haberi olan Allah gibi sana (hiç kimse) haber vermez.” (35/Fatır, 13-14)
“O’ndan başka dua ettiğiniz şeyler (çağırdıklarınız) size yardım etmeye muktedir değillerdir (güç yetiremezler) ve kendilerine de yardım edemezler.” (7/Araf, 197)
“Allah’tan başka dua ettikleri hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar.” (16/Nahl, 20)
İstiğase/Dua Şirkine Dair En Kapsayıcı Cevap
Tarih boyunca Allah’ın dışında salih olduğuna inanılan insanlardan yardım talep edenler onlar hakkında bazı inançlara sahip olmuşlardır. Bu inançları şöyle özetlenebilir:
• Dua edilen varlığın fayda ve zarar vermeye muktedir olduğu, varlık üzerinde tasarruf edebilme yetkisine sahip olduğuna inanma.
• Dua edilenin mülk ve tasarrufta asıl yetkili olmasa da asıl yetkiliye bu konuda ortak olduğu veya kendisine yetki ortaklığı verildiğine inanma.
• Dua edilenin asıl yetkili ya da ortak olmasa da asıl yetki sahibine yardımcı olduğu, işlerinde ona destek verdiğine inanma.
• Asıl yetki, ortaklık ve yardımcılığın olmadığı yerde dua edilen asıl yetkilinin yanında değerinin olduğu, bu sebeple aracılık edeceğine inanmak.
“De ki: “Allah’ın dışında (haklarında güzel zan besleyip değer verdiklerinizi) çağırın. Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile (hiçbir şeye) güçleri yetmez, onların bu ikisinde hiçbir ortaklığı olmadığı gibi, O’nun bunlardan hiçbir destekçi/yardımcı olanı da yoktur. O’nun katında izin verdiğinin dışında (hiç kimsenin) şefaati/aracılığı yarar sağlamaz…” (34/Sebe, 22-23)
Ayet-i kerime tarih boyunca müşriklerin tutunduğu tüm sebepleri ellerinden almış ve hiçbir varlığın zannedilen bu yetkilerden birine tamamen ya da kısmen sahip olmadığını, olamayacağını buna binaen de sadece âlemlerin Rabbi olan Allah’a dua edilmesi ve O’ndan yardım talep edilmesi gerektiğini belirtmiştir. (Ayetin tefsiri için bknz: es-Sava’iku’l Mürsele 2/461, Medaricu’s Salikin 1/351.)
İnsanlar arasından Allah’a subhanehu ve teâla en sevimli olan ve Rabbi katında Makam-ı Mahmud sahibi olan Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem şöyle söylenmesi istenmiştir:
“De ki: ‘Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim.’ ” (7/Araf, 188)
Allah katındaki değerine rağmen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem dahi ne kendisi ne de başkası için elinde bir şey bulundurmuyorsa, ondan daha değersiz olduğu mutasavvıflar tarafından kabul edilen şeyhler/velilerin böylesi bir yetkiye sahip olması düşünülemez. Kaldı ki Mekkeli müşriklerin o gün için dua ettiği ve Allah’ın yanında değerli olduklarına inandıkları nebiler, salihler ve meleklerin kabir ve heykelleri için Allah subhanehu ve teâla şöyle buyurmuştur:
“Allah’tan başka dua ettikleriniz sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler.” (7/Araf, 194)
Ayet açıkça ifade eder ki; Allah’ın dışında olan yani kul olan hiçbir varlık dua edilmeye ve yardım talep edilmeye uygun değildir.
Dua ve İstiğase Şirkinin Tasavvufa Bulaşma Nedeni
Bunca nassın varlığına rağmen tasavvuf ehlinin Allah’tan başkasına dua edip istiğase yapmasının bazı nedenleri vardır. Bu nedenler aynı zamanda ayetleri yanlış anlayıp, tahrif etmelerine neden olmuştur. Bunların tümünü zikretmek bir dergi yazısı için mümkün değildir. Bunlardan en önemli gördüğümüz nedenleri zikretmeye çalışacağız.
Yanlış Kıyas
Yaratılmışların Allah’ın emirlerine karşı isyan etmelerinin ilk nedeni ölçüsüz ve hatalı kıyastır. Allah subhanehu ve teâla İblis’e Âdem’e aleyhisselam secde etmesini emrettiğinde İblis, Allah’ın emrini yerine getirmek yerine kıyas yapmış, kendi ham maddesi olan ateşin Âdem’in ham maddesi olan topraktan üstün olduğunu iddia etmiş ve bu kıyas sonucunda Rabbine isyan etmiştir.
“(Allah) buyurdu: ‘Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ (İblis): ‘Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.’ ” (7/Araf, 12)
Bu batıl kıyasa Rabbimizin cevabı şöyle olmuştur:
“(Allah) buyurdu: ‘Öyleyse oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın.’ ” (7/Araf, 13)
İblis’in Allah’ın subhanehu ve teâla huzurundan kovulma ve şeytanlaşma sürecinde batıl kıyas başat sebep olduğundan, düşmanı olan insanoğlunu batıl kıyasla aldatıp kandırmıştır. İnsanı ebedi olarak Allah’ın mağfiret ve rahmetinden uzaklaştıran şirk necasetini bu yolla insanoğluna süslemiş ve onu yaptığı bu yanlışa ikna etmiştir.
Kulları Allah’a Kıyas
Tasavvuf ehlinin temel sıkıntısı Allah’a subhanehu ve teâla kulluk yaparken yanlış kıyasla yola çıkıp hatalı bir sonuç elde etmeleridir. Çoğu zaman fasit örnekler vererek içinde bulundukları durumu meşrulaştırmaya gayret ederler. Efendim, bir şirket müdürüne ulaşmak için araya aracı koymak gerekirmiş. Direkt ulaşmaya çalıştığımız takdirde mümkün olmaz, istediğimizi elde edemezmişiz. Bu nedenle müdüre yakın birilerini bulup, onların müdür yanındaki değerinden istifade ederek müdüre ulaşmamız gerekirmiş. Dualarımız da böyleymiş. Bizler günahkar olduğumuzda Allah’tan subhanehu ve teâla çok uzaklaşmışız. O’na ellerimizi açıp direkt yalvarsak bile dualarımız O’na ulaşmazmış. Zaten haddini bilen kul bunca günahıyla böyle bir şeye kalkışmazmış. Bunun için Allah’ın yanında değerli olan salihlere duamızı ve istiğasemizi sunmalıymışız.
Bu nasıl da çirkin bir kıyastır! Muvahhid bir Müslümanın duyduğunda dehşete düşüp ürperdiği ‘Yuh olsun Rabbini şirket müdürüne kıyas eden akla’ diyeceği türden bir kıyas.
“Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir.” (22/Hac, 74)
“Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O’nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.” (39/Zümer, 67)
İnsan nasıl Rabbini şirket müdürüne kıyas eder? Bilmez mi ki onun Rabbi hiçbir şeyin kendine kıyas edilemeyeceği kadar yüce ve büyüktür.
“O’nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir.” (42/Şura, 11)
“Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu hâlde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı olan/dengi/onunla beraber ismi anılmaya layık birini biliyor musun?” (19/Meryem, 65)
“Hiçbir kimse onun dengi değildir.” (112/İhlas, 4)
Dua ve istiğase konusunda kudret ve azamet sahibi Rabbini aciz ve küçük olan insana kıyas etmek teknik olarak mümkün olmadığı gibi aklen de mümkün değildir. Teknik olarak kıyas yapabilmek için konu hakkında nas olmaması ve iki kıyas edilen arasında ortak bir illet olması gerekir. Kıyasın tanımı:
‘Hakkında açık hüküm bulunmayan bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak özelliğe veya benzerliğe dayanarak hükmü açıkça belirtilen meseleye göre belirlemektir.’
Allah’tan başkasına dua edilemeyeceği, istiğasede bulunulamayacağı konusunda yüzlerce delaleti kat’i nas vardır. Nassın olduğu yerde kıyas olmayacağından bu kıyas baştan ölçüsüzdür. Kıyas yapılanla kendine kıyas edilen arasında hiçbir ortak nokta olmadığı gibi bütünüyle birbirine zıttır.
Biri yaratan Allah, diğeri yaratılan kuldur.
Biri her şeyi gören, işiten ve bilen tüm güzel isimlerin ve yüce sıfatların sahibi Allah, diğeri duyması, görmesi ve işitmesi sınırlı olan insandır.
Biri her istenileni verebilecek güce sahip olan Allah; diğeri fakr ve zilleti, acziyet ve küçüklüğü yaratılışı gereği olan insandır.
Biri kendisinden istenilmesinden hoşnut olur ve istemeyen kullarına öfkelenir, diğeri kendisinden istenilmesinden rahatsız olur.
Zinayı evliliğe kıyas eden, içkiyi meşrubata kıyas eden ne kadar bozuk bir akla ve adaletsiz bir ölçüye sahipse dua konusunda Rabbini şirket müdürüne kıyas eden ondan daha ahmak ve ölçüsüzdür.
Berzah Hayatıyla Dünya Hayatını Kıyas Etmek
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘Ölüler’ saymayın. Hayır, onlar, Rabbleri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.” (3/Âl-i İmran, 169)
“Peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar.” (Heysemi Mecmu’l Zevaid’de (8/368): ‘Ebu Ya’la ve Bezzar rivayet etmiştir. Ebı Ya’la’nın ricali sikattır/güvenilirdir.’ demiştir.)
Ölmüş olan salihlerin yaşadığını, yaşadıkları içinde tasarruf edebileceklerine inanırlar. Onlara yapılan duaları işittikleri ve bunlara cevap verebileceklerini düşünürler. Yaşarken onlarla konuşup talepte bulundukları gibi, berzah hayatında da bunun mümkün olduğunu savunurlar.
Oysa berzah ve dünya hayatı birçok yönden birbirinden farklı olan iki ayrı hayattır. Birbirlerine kıyas edilmeleri mümkün değildir. Aradaki farkı anlamamız açısından Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem açıklamalarına bakalım:
“Rasûlullah, Cabir bin Abdullah ile karşılaştı. Onu üzgün görünce: ‘Üzgün olduğunu görmekteyim. Seni üzen nedir?’ diye sordu. Cabir: ‘Babam şehid oldu. Geride de bakıma muhtaç çocuklar ve ödenmesi gereken borçlar bıraktı. Bunun için üzülüyorum.’ dedi. Rasûlullah ona: ‘Allah’ın babana ne mükafat verdiğini sana haber vereyim mi?’ dedi. Cabir: ‘Evet’ dedi. Rasûlullah şöyle buyurdu: ‘Allah baban dışında herkesle bir hicab (perde) arkasından konuştu. Fakat babanla arada hiçbir hicab bulunmaksızın konuştu ve ona şöyle dedi: ‘Ey Kulum! Benden ne istersen iste, sana vereyim.’ O: ‘Ey Rabbim! Ruhumu tekrar geri döndür de senin yolunda tekrar öleyim.’ dedi. Allah ona: ‘Ben, dünyada ölen kimseleri tekrar dünyaya döndürmeyeceğimi daha önce bildirmiştim. Bunun için senin tekrar dünyaya dönmen mümkün değildir.’ dedi. O: ‘Ey Rabbim! O zaman, benim şu an içinde bulunduğum hâli, bana verilen nimeti benim gibi şehid ölmeyen kimselere bildir.’ dedi. Bunun üzerine Allah Âl-i İmran 169. ayetini indirdi.’ ” (Tirmizi, 3010; İbni Mace, 190, 2800.)
Onların diri olduğunu ispat eden şeriat aynı zamanda onların dünyaya dönemeyeceğini, tekrar salih amel yapma isteklerinin Allah tarafından geri çevrildiğini açıkça belirtmiştir. Yine Peygemberlerin kabirlerinde diri olduğunu söyleyen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kabirlerin putlaştırılmasını yani putlara yapılan eylemlerin kabirlere yapılmasını yasaklamıştır. Rabbine yaptığı dualardan biri de şöyledir:
“Allah’ım benim kabrimi bir put kılma. Allah Peygemberlerinin kabrini mescit edinenlere lanet etsin.” (Müsned, 7358.)
Meşru Olmayan Sebepleri Meşru Sebeplere Kıyas Etme
Yukarıda Cübbeli Ahmed’in bir konuşmasının deşifresini zikretmiştik. Orada şöyle diyordu:
‘… ‘Allah’tan başka istenecek yok diyor.’ O zaman doktora gitme, şunu yapma, bunu yapma. Yok onlar başka. Doktorun yaratma durumu yok ki. O da sebep bu da sebep. Nasıl eczaneden ilaç alacaksın? Nasıl doktora gideceksin. Allah hikmetini böyle yaptı. Burada da sebepler yarattı. Sebeplere sarılacaksın. Yok efendim aracı maracı tanımıyorum. Burada şu kadar kablo var. Şu ışığın gelmesi için, hoparlöre ses gelmesi için arada bu kadar kablo var. Ceryan nereden nereden geliyor. Arkasında trafo var. Yok ben kabloya fişe bağlanmam. Ben direkt ana trafoya bağlanacağım. Patlatırsın kardeşim. Gider dumanın çıkar. Ben Allah’a direkt bağlanayım. Peygamberi, evliyayı, müçtehidleri devreden çıkar. Şeytana bağlanırsın. Direkt Allah’a bağlanayım diyen şeytana bağlanır.”
Maalesef bu tarz ifadeleri çokça duyuyor ve okuyoruz. ‘Hastalığa asıl şifa veren Allah ancak, sebep olarak doktora gidiyor, ilaç kullanıyoruz. Bunun gibi asıl yaratan, veren, sıkıntıları gideren Allah, bizler sebep olarak salihlerden istiyoruz’ diyorlar.
Oysa Allah subhanehu ve teâla bazı sebepleri meşru kılmış bazısını yasaklamıştır. Her sebebi birbirine kıyas etmek doğru değildir. Doktora gidiyor ve ilaç kullanıyor oluşumuzun nedeni şeriatın bunları meşru sebep kabul edip insanları teşvik etmesindendir.
“Tedavi olunuz ey Allah’ın kulları. Çünkü Allah indirdiği her hastalığın -ölüm ve yaşlılık müstesna- mutlaka dermanını da indirmiştir.” (Müsned, 18455.)
“Şifa üç şeydedir: Bal içmek, hacamat ve ateşle dağlanmak. Ben ümmetimi ateşle dağlanmaktan men ediyorum.” (Buhari, 5680; Müslim, 2205.)
Görüldüğü gibi tedavi ve ilaç, şeriat tarafından meşru kabul edilmiş ve insanlara ihtiyaçlarını giderme yolu olarak gösterilmiştir. Allah’tan başkasına dua etmek, istiğasede bulunmak ise yukarıda zikrettiğimiz onlarca ayette yasaklanmıştır. Bunun Allah’a yaklaştıran bir sebep olmadığı, bilakis insanı Allah’tan ebediyen uzaklaştıran ve O’nun rahmetinden mahrum eden bir sebep olduğu belirtilmiştir.
Bu meşrebe sahip olan insanların dillerine doladıkları “Allah’a vesile arayınız” ayeti için de aynısı geçerlidir. Vesilenin ne olduğu ayetin bizzat kendisinde açıklanmış, birçok ayette de meşru olan vesileler insanoğluna gösterilmiş, meşru olmayanlar ise müşrikler üzerinden anlatılmıştır.
“Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve O’na vesile arayın. O’nun yolunda cihad edin umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (5/Maide, 35)
Allah’a yaklaştıran vesile Allah yolunda cihad ve onun gibi salih amellerden olup şeriatın onay verdiği amellerdir. İnsanın meşru gördüğü her vesile, vesile olmayabilir. Buna en güzel örnek müşriklerin Allah’ın yanında değerli olduklarına inandıkları nebi, melek ve salih insanlara dua etmeleridir.
“Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) ‘Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.’ Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (39/Zümer, 3)
Müşriklerin Allah’ı memnun etmek adına Kabe’yi çıplak tavaf etmeleri de buna örnek gösterilebilir. Günah işledikleri elbiselerle Kabe etrafında bulunmayı Allah’a yakıştırmayan bu insanlar çıplak tavaf ettikleri takdirde Allah’ı hoşnut edeceklerine inanmışlardı. Oysa avreti örtmek Allah’ın subhanehu ve teâla emriydi. Kimse Allah’a nasıl yakınlaşılacağını, hangi vesilenin meşru olduğunu Allah’tan daha iyi bilemezdi.
“Onlar, ‘çirkin bir hayâsızlık’ işlediklerinde: ‘Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti.’ derler. De ki: ‘Şüphesiz Allah, ‘çirkin hayâsızlıkları’ emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?’ ” (7/Araf, 28)
Allah’tan subhanehu ve teâla başkasına dua etmek meşru bir vesile ve sebep olmadığından meşru olana kıyas edilmesi şer’an ve aklen batıldır.
Bizim Dua/İstiğasemizle Müşriklerin Yaptığı Birçok Yönden Farklıdır
Tasavvuf ehli kendi yaptıkları ile müşriklerin yaptıkları arasında fark olduğunu iddia ederler. Zikrettikleri farkları şöyle özetleyebiliriz:
• Onlar putlarına dua ediyorlar bizler ise salih insanlardan istiyoruz.
• Onlar yaptıklarına ibadet, putlarına da ilah diyorlar. Biz ise sadece Allah’a ibadet edileceğine inanıyor ve Allah’tan başka ilah olmadığına inanıyoruz.
• Onlar putların yarattığına ve direkt dualara icabet ettiğine inanıyorlar. Biz ise asıl yaratanın Allah olduğuna inanıyoruz.
Bu zikrettikleri farklar nedeniyle yukarıda verdiğimiz ayetlerin kendilerini kapsamadığını iddia ediyorlar. Oysa dikkatle incelendiğinde müşriklerin inanç ve mezhebini yanlış anladıklarından böylesi farklar tespit ettikleri anlaşılır.
Putların Mahiyeti
Müşriklerin Allah’ın dışında dua ettiği ve istiğasede bulunduğu heykeller, nebi olduğuna inandıkları, salih olduğunu düşündükleri insanların heykel ve kabirlerinden başka bir şey değildir. Kimi putların ise Allah’ın kızları olduğuna inandıkları melekler olduğuna itikad ederlerdi.
En meşhur üç put yakından incelendiğinde bu hakikat gündüzün aydınlığı gibi açığa çıkacaktır:
“Gördünüz mü? Haber verin; Lat ve Uzza’yı. Ve üçüncü (put) olan Menat’ı(n herhangi bir güçleri var mı)? Erkek (evlat) sizin, dişi O’nun mu?” (53/Necm, 19-21)
“…Lat, Uzza ve Menat: Müşrikler putlarını Allah’ın isimleriyle isimlendirdiler. Lat ismi Allah’tan, Uzza El-Azizi’den, Menat ise El-Mennan isminden gelir dediler. Ve onların Allah’ın kızları olduğuna inandılar…
Lat için İbni Abbas, Mücahid ve Ebu Salih dedi ki: O hacılara sevik (bulamaç) yemeği hazırlayan bir adamdı. Ölünce kabrinin başında beklediler ve ona ibadet ettiler…
Uzza için ise ilim ehli ihtilaf etti. Kimisi der ki: o ibadet ettikleri küçük ağaçlardı. Bazısı beyaz bir taş olduğunu söyledi. Kimisi Sakif kabilesinin ibadet ettiği, Taif’te bir ev olduğunu söyler…” (Taberi Tefsiri ilgili ayetler özetle…)
Görüldüğü gibi en meşhur putlar melekleri temsil ettiğine inandıkları heykeller ya da hacılara hizmet ettiğini düşündükleri salih insanların kabirleridir. Bazısı da günümüzde ev benzeri inşa edilen türbeler gibi evden ibaret ya da bez bağlanan, dilek umulan ağaçlar misali ağaçlardır.
Aslında put denilen şeyin dikine veya suret sahibi bir heykel olması şart değildir. Put kendisine ibadet edilen her şeydir. Allah’a subhanehu ve teâla yapılması gereken ibadeti neye yaparsanız o sizin putunuz olmuş olur. Bunun bir mezar, ağaç, ev ya da heykel olması arasında fark yoktur.
“De ki: ‘Allah’ın dışında (haklarında güzel zan besleyip değer verdiklerinizi) çağırın. Onlar sizden ne zararı uzaklaştırabilirler, ne de (onu yararınıza) dönüştürebilirler. Onların dua ettikleri de Rabblerine daha yakın olmak için vesile ararlar. O’nun rahmetini dilerler, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur.’ ” (17/İsra, 56-57)
Bu ayet-i kerimede anlatılmak istenen hakikat nüzul sebebi bilindiğinde daha iyi anlaşılacaktır:
Abdullah ibni Mesud radıyallahu anh şöyle demiştir: ‘İnsanlardan bir grup, cinlerden bir gruba tapıyorlardı. Bu cinniler Müslüman oldular. İnsanlar hâlâ bunlara tapmaya devam ettiler. Bunun üzerine ayet nazil oldu.’ (Buhari, 4713.)
Abdullah ibni Abbas radıyallahu anh şöyle demiştir: ‘Şirk ehli derdi ki: Biz İsa, Üzeyr ve meleklere ibadet ediyoruz.’ (İbni Kesir ilgili ayet tefsiri.)
Burada görüyoruz ki müşrikler fayda ve zarar umdukları cinlere ve Peygamberlere dua ediyorlar. Yani Allah’a yapılması gereken dua ibadetini Peygambere yaptıklarında onu put edinmiş oluyorlar. Ayetin bunun yanında verdiği en önemli mesaj ise; bu dua ettikleriniz dahi Allah’a yakınlaşmak için vesile arıyorken, Allah’ın rahmetini umup azabından korktukları için ona kulluk ediyorken siz nasıl onları vesile edinirsiniz. Onlar Allah’a dua edip yalvarırken sizler nasıl onlara dua edip çağırırsınız. Rabbimiz ne de güzel buyurur:
“Allah’ı bırakıp da dua ettikleriniz sizin gibi kullardır. Eğer doğru söyleyenlerseniz onlara yalvarın da size cevap versinler!” (7/Araf, 194)
Bir Varlığa İbadet ve Onu İlah Edinme
İslam ibadet olan şeyleri açıkça belirtmiştir. Konumuz olan duanın ibadet olması ise İslam’ın en açık meselelerindendir. Siz ibadet olan bir eylemi kime yaparsanız onu ilah edinmiş ve ona kulluk yapmış olursunuz. İbadeti bir varlığa yaptıktan sonra bunu nasıl isimlendirdiğinizin hiçbir önemi yoktur.
“Onlar, Allah’tan başka alimlerini, din adamlarını ve Meryemoğlu Mesih’i de rabler olarak kabul ettiler. Oysa tek ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ilah yoktur. Allah koştukları şirkten uzaktır.” (9/Tevbe, 31)
Hristiyanların din adamı ve abidlerine karşı tutumunu anlatan bu ayete göre onlar din büyüklerini ve Peygamberlerini rab edinmiş ve onlara kulluk etmişlerdir. Peki Hristiyanlar bunu kabul ederler mi? Onlardan dinleyelim:
“Adiy bin Hatem, Peygamberin yanına, boynumda altından yapılmış bir haç bulunduğu hâlde vardığımda bana,’Ey Adiy! O putu boynundan çıkar, at! dedi. Peygamber o sırada Tevbe suresini okuyordu. ‘Onlar hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler’ ayetine gelince ben, ‘Ey Allah’ın Rasûlü! onlar hahamlarına ve rahiplerine ibadet etmiyorlar’ dedim. Bunun üzerine Peygamber, ‘O haham ve rahipler Allah’ın helal ettiğini haram kılmıyorlar mı? Onlar da (Yahudi ve Hristiyanlar) da hahamlarının ve rahiplerinin haram ilan ettiklerine haram demiyorlar mı? Yine onlar Allah’ın haram kıldığını helal kılmıyorlar mı ve o millet de onu helal olarak kabul etmiyor mu?’ diye sordu. Ben, ‘Evet, ya Rasûlullah!’ dedim. O da bunun üzerine, ‘İşte onların hahamlarına ve rahiplerine ibadetleri budur’ diye buyurdu.” (İbni Kesir tefsiri ilgili ayet. Bkz: Tirmizi 3095.)
Hristiyanlar hiçbir zaman din adamlarına rab dememiş ve onlara ibadet ettiklerini kabul etmemişlerdir. Ancak Allah’ın hakkı olan teşri/kanun yapma/helal haram belirleme yetkisini din adamlarına vermişlerdi. Yani sadece Allah’a subhanehu ve teâla yapılacak bir ibadeti Allah’tan başkasına yaptılar. Onların bu durumu nasıl algılayıp isimlendirdiklerine bakılmadan bu fiile ibadet, neticeye de din adamlarını rab edinme dendi. Allah’tan başkasına dua edenler de yaptıkları bu fiile ibadet demeyip dua ettiklerinde ilah demeseler de sonuç değişmez. İbadet olan duayı Allah’tan başkasına sarf ettiklerinde hem onlara ibadet etmiş hem de onları Allah’ın dışında ilah edinmiş olurlar.
Kur’an’ı kerimin Müşriklerle ilgili ilginç ifadelerinden biri ‘Nefislerine küfürle şahitlik etmeleri’ dir.
“Müşrikler, üzerlerindeki kafirliğe şahit olup dururlarken Allah’ın mescitlerini onarmaları yakışık almaz. Onların yaptıkları işler boşa gitmiştir. Cehennemde temelli kalacaklardır.” (9/Tevbe, 17)
Biz biliyoruz ki Mekkeliler kendilerine kâfir demiyorlardı. Bilakis Müslümanları kafirlikle suçluyor din dışına çıktı anlamında ‘Sab’i’ diyorlardı. Onlar kendilerine kafir dememelerine rağmen Kur’an nasıl bunu şahitlik kabul ediyordu?
Hasan-ı Basri rahimehullah der ki:
“Onlar biz kafiriz demezlerdi. Lakin küfür sözünü söylemeleri nefislerine kafirlikle şahitlik etmek kabul edildi.” (Tefsiru’l Beğavi ilgili ayet tefsiri.)
İbni Abbas radıyallahu anh der ki:
“Mahluk olduğunu ikrar etmelerine rağmen putlara secde etmeleri nefislerine küfürle şahitlik etmeleridir.” (Camiu’l Ahkam/Kurtubi Tefsiri ilgili ayet.)
Konuyla ilgili farklı görüşler zikredilse de (Fahreddin er-Razi tefsirinde derki: ‘…Bu şâhid oluşun tefsiri hususunda âlimler, birçok izah zikretmişlerdir:
1. En doğrusu olan bu görüşe göre onlar, kendilerinin putlara taptıklarını, Kur’an’ı tekzib ettiklerini ve Muhammed’in Peygamberliğini inkâr ettiklerini açıkça söylüyorlardı. Bütün bunlar küfürdür. Kim, bütün bunların kendisinde bulunduğuna şehadet ederse, aslında, küfür olan bir şey hakkında kendisi aleyhine şehadette bulunmuş olur. Yoksa ayetten murad, “Onlar (açıkça) kendilerinin kafir olduklarını söylerler” manası değildir.
2. Süddî şöyle demiştir: ‘Onların, kendilerinin küfrüne şehadet etmeleri şudur: Bir Hristiyana, ‘Sen kimsin ve nesin?’ denildiğinde o: ‘Ben Hristiyanım’; Yahudi, ‘Ben bir Yahudiyim’; putperest de, ‘Ben bir putperestim’ der. Bu izah, bizim birinci maddede zikrettiğimiz izahla kuvvetlenir.
3. O kafirlerin aşırıları: ‘Biz, Muhammed’in dinini ve Kur’an’ı inkâr ediyoruz!’ diyorlardı. Belki de maksad budur.
4. Onlar, çırılçıplak bir vaziyyette Ka’be’yi tavaf ediyorlar ve: ‘Biz, içinde bulunuyorken Allah’a isyan ettiğimiz elbiselerle Kabe’yi tavaf edemeyiz’ diyorlardı. Kabe’yi her tavaf edişlerinde de, putlarına secde ediyorlardı. İşte bu, onların, kendilerinin küfür ve şirklerine şahitlik etmeleri demektir.
5. Onlar, ‘Lebbeyk Allah’ım… Senin hiçbir şerîkin yok! Ancak aslında senin mahlukun olup, kendisi ve malik olduğu her şey sana ait olan bir şerîkin vardır.’ derlerdi.
6. İbni Abbas’ın şöyle dediği nakledilmiştir: ‘Bu ayetten maksad şudur: Onlar Peygamberin kâfir olduğuna şehâdet ediyorlardı.’) tercih ettiğimiz onların içinde bulundukları hâlin onların aleyhine bir şahitlik olarak kabul edilmesidir.
Müşrikler Putların Yarattığına İnanır Mıydı?
Bu sorunun cevabını Kur’an’da arayalım:
“De ki: ‘Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Kulak ve gözlere hükmeden kimdir? Ölüden diriyi çıkaran; ölüyü de diriden çıkaran kimdir? Her işi düzenleyen kimdir?’ Onlar: ‘Allah’tır! diyecekler. O hâlde O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’ de.”
“De ki: ‘Eğer biliyorsanız söyleyin: Yer ve yerde bulunanlar kime aittir?’ ‘Allah’ındır’ diyecekler. ‘Öyle ise siz hiç düşünüp öğüt almaz mısınız?’ de. De ki: ‘Yedi kat göklerin Rabbi, büyük Arş’ın Rabbi kimdir?’ ‘Allah’ındır’ diyecekler. ‘Öyle ise ona karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’ de. De ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin: Her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi koruyan, kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?’ ‘Allah’ındır’ diyecekler. ‘Öyle ise nasıl aldanıyorsunuz?’ de. Hayır, biz onlara gerçeği getirdik, fakat onlar kesinlikle yalancıdırlar.” (23/Müminun, 84-90)
Müşrikler ayette zikredilen başta yaratma olmak üzere putlardan isteklerinin tümünün Allah’ın elinde olduğuna, O’nun mülkü ve izninde cerayan ettiğine inanıyorlardı. Bundan dolayı onlar tavaf esnasında şöyle telbiye getirirlerdi:
“İbni Abbas anlatıyor: Müşrikler (Telbiyelerinde): ‘Lebbeyke lâ şerike lek’; derlerdi. Senin emrine icabet ettim Allah’ım, Senin hiçbir ortağın yoktur.
Rasûlullah da: ‘Yazık size! Yeter, yeter (Bununla yetinin, burada durum anlamında)’ buyururdu. Bunun üzerine müşrikler: ‘Yalnız bir şerik müstesnâ. O, senin şerikindir. Sen, ona ve onun mâlik olduğu her şeye mâliksin’, derlerdi. Onlar bunu, Kabe’yi tavaf ederken ifade ediyorlardı.” (Müslim, 1185)
Müşrikler dua ettikleri putlarının Allah’ın mülkü olduğuna inanıyorlardı. Açık bir şekilde putların asıl değil, aracı olduğunu söylüyor ve onlara Allah’a yaklaştırsın diye ibadet ettiklerini söylüyorlardı.
“Kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere: Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir/aracılarımızdır, diyerek Allah’tan başkalarına kulluk ederler. De ki: ‘Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?’ Allah, koştukları şirklerden münezzeh ve yücedir.” (10/Yunus, 18)
Bu zikrettiklerimiz göstermiştir ki dün Allah’tan gayrısına dua edenlerle bugün kabirlere/ölülere dua edenler, sıkıştıklarında onlardan medet umanlar arasında hiçbir fark yoktur. Fark olduğu iddia edilen noktalar müşriklerin inanç ve mezhepleri doğru anlaşılmadığından dolayıdır.
Şayet bir fark zikredilecek olursa o da şu olmalıdır: Eski müşrikler rahatlık anında putlarından, darlıkta ise sadece Allah’tan isterlerdi. Günümüz şirk ehliyse rahatlık anında da zorlukta da şeyhlerinden istiyorlar! Şüphesiz Allah subhanehu ve teâla müşriklerin şirk koşmalarından münezzeh ve yücedir.
Davamızın sonu; âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.
İlk Yorumu Sen Yap