TAKVA, DOĞRU SÖZ VE SORUMLULUK

اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولً لِيُعَذِّبَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا

“Şüphesiz ki biz; göklere, yere ve dağlara emaneti (şer’i sorumluluğu/irade ve mükellefiyeti) teklif ettik. Onu yüklenmekten kaçındılar. Ve ondan endişeye kapıldılar. (Ama) insan onu yüklendi. Çünkü o, pek zalim, pek cahildir. (Bu teklif) Allah’ın münafık erkek ve münafık kadınlara, müşrik erkek ve müşrik kadınlara azap etmesi; mümin erkek ve mümin kadınların da tevbelerini kabul edip (onları bağışlaması) içindir. Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[1]

Allah’ın (cc) adıyla,

Allah’a (cc) hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun

Bir önceki yazımızda insanın yaratılış amaçlarından biri olan imtihanlara karşı takva ve doğru sözlü olmanın önemini kaleme almıştık. Bu bağlamda, Allah’ın (cc) kullarına yüklemiş olduğu şer’i sorumluluklarda takvanın ve doğru sözlü olmanın önemini anlatmaya çalışacağız.

“Şüphesiz ki biz; göklere, yere ve dağlara emaneti (şer’i sorumluluğu/irade ve mükellefiyeti) teklif ettik. Onu yüklenmekten kaçındılar. Ve ondan endişeye kapıldılar.”

Allah’ın (cc) göklere, yere ve dağlara teklif ettiği emanetin ne olduğu konusunda müfessirler arasında farklı görüşler nakledilmiş olup genel olarak bu emanet “şer’i sorumluluklar” olarak tefsir edilmiştir.

İbni Ömer’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah (cc) göklere, yere ve dağlara emirler ve masiyetler konusunda mükellefiyeti/emaneti arz etmiş, ancak onlar kabul etmemiştir. Allah (cc) emaneti Âdem’e (as) teklif ettiğinde Âdem (as) ‘O nedir?’ diye sordu.

Allah (cc) şöyle buyurdu: ‘Güzel amelinin karşılığında güzellikle karşılık bulursun. Kötülük yaparsan ise karşılığında ceza vardır.’

Âdem, ‘Evet (kabul ettim).’ dedi.”[2]

İbni Abbâs (ra) emaneti şu şekilde açıklamıştır: “Emanet, farzlardır. Allah bu farzları göklere, yere ve dağlara teklif etti. Eğer eksiksiz olarak emanetin gereğini yerine getirirlerse onları mükâfatlandıracağını, onu zayi edecek olurlarsa azaplandıracağını söyledi. Bu işten hoşlanmadılar ve çekindiler, ancak bu bir masiyet kastıyla değil, gereğini yerine getiremezler korkusuyla Yüce Allah’ın dinini tazim ettiklerinden böyle tavır takınmışlardı. Daha sonra Yüce Allah, bu emaneti Âdem’e teklif etti, o da içindekilerle beraber kabul etti.”[3]

Gökler, yeryüzü, dağlar ve sair mahlukat, Allah’ın (cc) kendilerine yüklemiş olduğu sorumlulukları mükemmel ve eksiksiz bir şekilde yerine getirmektedir. Ve bunu hiçbir karşılık beklemeksizin yaparlar. Güneş, her gün emredilen saatte ve yerde doğar, yine emredilen saatte ve yerde batar. Ay, yıldızlar, bulutlar… hepsi Allah’ın (cc) kendilerine yüklediği sorumlulukları yerine getirir.

“(Ama) insan onu yüklendi.”

İnsan, Allah’ın (cc) şer’i sorumluluğunu kabul etmiştir. Allah (cc) insana bu yükün altından nasıl kalkacağını vahiyle öğretmiş ve yaratılışına bu yükü kaldırabilecek donanımları yerleştirmiştir. Tefsirini yaptığımız bir önceki ayette geçtiği üzere konuşmak, görmek gibi özellikler bu donanımlardandır.

İbni Cerîr (rh) şöyle dedi:

“İbni Zeyd (rh) bu ayet hakkında demiştir ki: ‘Allah onlara emaneti teklif etti, yani dinin gereklerini yerine getirmeyi üzerlerine farz kıldı. Buna karşılık onlara sevap ve mükâfat vereceğini ve dini kendilerine emanet olarak bırakacağını söyledi. Onlar, ‘Hayır, biz zaten senin emrine musâhhar kılındık, sevap da ceza da istemiyoruz.’ dediler. Allah (cc) bunu Âdem’e de teklif etti, ‘O, başım gözüm üzerine.’ dedi. Bunun üzerine Yüce Allah ona dedi ki: ‘Madem sen bunu yüklendin, ben de sana yardımcı olacağım. Gözün için bir perde yaratacağım. Sana helal olmayacak şeylere bakmaktan korkarsan bu perdeyi gözüne indir. Diline bir kapı ve bir kilit yaratacağım. Korkarsan kapıyı kilitle. Fercin için bir elbise yaratacağım, onu sana helal kıldığımdan başkasına açma.’ ’ ”[4]

İnsanın emaneti zayi etmesi, bu donanımları yaratılış amacına uygun kullanmamasıdır:

“Andolsun ki cehennemi, kalpleri olup da onunla (hakikati) anlamayan, gözleri olup da onunla (hakikati) görmeyen; kulakları olup da onunla (hakikati) duymayan insanlar ve cinlerin çoğunluğu için yarattık/hazırladık. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta (hayvanlardan) daha sapkınlardır. Bunlar gafillerin ta kendileridir.”[5]

“Andolsun ki, onlara size vermediğimiz gücü/iktidarı/imkânları verdik. Onlara kulak, göz ve kalpler verdik. Ne kulakları ne gözleri ne de kalpleri onlara fayda sağladı. Çünkü Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlardı. Ve alaya aldıkları (azap), onları çepeçevre kuşattı.”[6]

“Çünkü o, pek zalim, pek cahildir.”

Ayetin bu bağlamında insanın zalim ve cahil olması, yüklenmiş olduğu bu emaneti zayi ederek nefsine zulmetmesi ve bunun sonucunu bilmemesi yönünde tefsirler aktarılmıştır. Bir sonraki ayette ise emaneti zayi edenlerin kimler olduğunu görüyor ve buradaki zulümle cehaleti daha iyi anlıyoruz.

(Bu teklif) Allah’ın münafık erkek ve münafık kadınlara, müşrik erkek ve müşrik kadınlara azap etmesi (içindir)

Münafıklar ve müşrikler, zalim ve cahil oldukları için Allah’ın (cc) kendilerine yüklemiş olduğu emaneti zayi etmiş kişilerdir.

En büyük zulüm, şirktir ve Allah’a (cc) şirk koşanlar ancak kendi nefislerine zulüm ederler;

“Hani Lokman, oğluna öğüt verirken demişti ki: ‘Oğulcuğum! Allah’a şirk koşma! Şüphesiz ki şirk, en büyük zulümdür.’ ”[7]

“Biz, onlara zulmetmemiştik; fakat onlar, kendilerine zulmetmekteydiler. Rabbinin (helaka dair) emri geldiğinde, Allah’ı bırakıp da dua ettikleri ilahlarının onlara hiçbir faydası olmamıştı. (Evet,) onlara yıkım ve hasardan başka bir katkıları olmamıştı.”[8]

Müşrikler, Allah’ın (cc) hakkını Allah’tan (cc) başkasına vererek en büyük zulmü yapan kimselerdir.

Münafıklar ise iman etmedikleri hâlde iman etmiş gibi görünerek, en büyük zulüm olan şirki gizlice işlerler ve hatta dost edindikleri kâfirlerin yanında bunu açıklarlar.

“O (münafıklar) ki sizin durumunuzu gözetlerler. Size Allah’tan bir yardım gelecek olsa: ‘Sizinle beraber değil miydik?’ derler. Kâfirlerin (zaferden) bir payı olacak olsa (bu sefer onlara:) ‘Size dostluk edip, müminlerden korumadık mı?’ derler.”[9]

“Münafıklık eden kimseleri görmedin mi? Ehl-i Kitap’tan kâfir olan kardeşlerine derler ki: ‘Şayet (yurtlarınızdan) çıkarılırsanız, biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinize (olacak bir hükümde) hiç kimseye ebediyen itaat etmeyiz. Şayet sizinle savaşılırsa kesinlikle size yardım ederiz.’ Allah, onların yalancılar olduğuna şahitlik eder.”[10]

Onların bu beraberlikleri, cehennem azabında da devam etmektedir:

“Allah, erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini vadetti. O, onlara yeter. Allah, onlara lanet etmiştir. Ve onlar için sürekli olan bir azap vardır.”[11]

Kur’ân-ı Kerim’de peygamberlerin kavimlerine yapmış oldukları davetleri okuduğumuzda şunu görmekteyiz: Peygamberler kavimlerini tevhide çağırdıklarında ve kavimleri onlara karşı çıkıp itiraz ettiklerinde peygamberler onlara, “Siz cahillik ediyorsunuz.” demiştir. Yani cehalet, tevhid davetine itiraz eden müşriklerin belirgin bir özelliğidir:

“Ey kavmim! (Davetim karşılığında) sizden mal talep etmiyorum. Benim ücretim Allah’a aittir. Ben, iman edenleri kovacak değilim. Onlar Rableri ile karşılaşacaklardır. Fakat ben, sizlerin cahillik eden bir topluluk olduğunuzu düşünüyorum.”[12]

“De ki: ‘Ey cahiller! Bana, Allah’tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz?’ ”[13]

“Dedi ki: ‘(Azabın ne zaman geleceğine dair) bilgi Allah’ın katındadır. Ben ise kendisiyle gönderildiğim (hakikatleri) size tebliğ ediyorum. Fakat ben, sizi cahillik eden bir toplum olarak görüyorum.’ ”[14]

Münafıklar da cahil ve bilmeyen kimselerdir. Bu bilgisizliklerinden dolayı, olmadıkları gibi görünmüş ve sadece Allah’a (cc) ait olanı Allah’tan (cc) başkalarının yanında aramışlardır:

“Münafıklara, kendileri için can yakıcı bir azap olduğunu müjdele! Onlar ki müminleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet mi arıyorlar? Hiç şüphesiz, izzetin tamamı Allah’a aittir.”[15]

“İzzet, Allah’ın, Resûl’ünün ve müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.”[16]

“Mümin erkek ve mümin kadınların da tevbelerini kabul edip (onları bağışlaması) içindir.”

Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten çekindikleri, ancak insanın yüklenmiş olduğu emanet/şer’i sorumluluklar bir yük ve zorluk değildir. Aksine Rabbimiz merhametiyle kulları için daima kolaylığı diler:

“Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez.”[17]

Bizler, ne yazık ki cahiliyenin en koyu hâliyle hüküm sürdüğü bir toplumda yaşıyoruz. Nerede olursak olalım, ya Allah’ın (cc) haram kıldığı bir durumla karşılaşıyoruz ya da Allah’ın (cc) bize farz kıldığı bir ameli yaparken engellerle karşılaşıyoruz. Bu durumlarda insan ister istemez zorlanabilir, yorulabilir ve kendince “işlerini yapamadığını” düşünebilir. Ancak Rabbimizin şeriatı bize bir emanettir ve bu emanet bize bir zorluk olsun diye değil, günahlarımızın bağışlanması için sunulmuştur.

Ayetin öncesinde geçen takva ve doğru sözlü olmayı bu bağlamda değerlendirdiğimizde, bu emanetin hakkını ancak takva ve doğru sözlü olmakla eda edebileceğimizi anlıyoruz. Dikenlerle dolu bir yolda yürüyor gibi kulluk emanetimizi kollamalı ve kendi nefsimize, “Bu, Rabbimin bana emridir, bunu yapmam gerekir, ben kulluk emanetimi zayi etmeyeceğim.” diyerek doğru sözle nasihat etmemiz gerekir.

“Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”

Allah (cc), yaşadığımız bu zamanın fitnelerinden bizleri korusun ve bilerek ya da bilmeyerek yaptığımız hatalarımızı affetsin. Bizi emanetine riayet eden kullarından kılsın. Allahumme âmin.


[1] 33/Ahzâb, 72-73

[2] Beyhaki, Ez-Zuhdu’l Kebîr, 711; Mevsûatu’t Tefsîri’l Me’sûr, 68967 No.lu nakil

[3] Suyûtî, Ed-Durru’l Mensûr, 12/155; İbni Cerîr, 19/197,198; İbnu’l Enbarî, 389, 390

[4] Tefsîru’t Taberî, 20/339; İbni Kesir Tefsiri, 9/56

[5] 7/A’râf, 179

[6] 46/Ahkâf, 26

[7] 31/Lokmân, 13

[8] 11/Hûd, 101

[9] bk. 4/Nisâ, 141

[10] 59/Haşr, 11

[11] 9/Tevbe, 68

[12] 11/Hûd, 29

[13] 39/Zumer, 64

[14] 46/Ahkâf, 23

[15] 4/Nisâ, 138-139

[16] bk. 63/Munafikûn, 8

[17] bk. 2/Bakara, 185

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver