Sürüden ayrılanı kurt kapar mı?
Sürüden ayrılanı kurt kapar mı? Ya da koyunu yiyen çoban mıdır? Belki de öndeki koyun uçurumdan hiç atlamamalıydı.
Her üç durumda da akıbet bellidir. Neticeyi belirleyen aslında ne kurt ne çoban ne de öndeki koyundur.
Neticeyi belirleyen, sürü psikolojisidir.
İnsanı koyunlardan ya da diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği aklı ve ruhudur. Akıl, beynin ötesinde bir kavramdır. Hatta beyin birçok kez akletmez ve fark oluşturamaz. Akletmek birçok ayette; öğüt almak, idrak etmek, düşünmek gibi derin anlamlarda kullanılmıştır. Bu derinliğin fıtri olduğu kadar öğrenilebileceğini ve geliştirilebileceğini düşünüyorum. Bu, belki ayrı bir yazı konusu olabilir.
Yüce Allah, değerli kıldığı insana; öğüt alma, düşünme, öğrenme, analiz etme ve karar verme… gibi bazı yetiler vermiştir. İnsan bu özellikleriyle yaşar ve gelişir.
Bilgiye ulaşan insan düşünmeye ve öğrenmeye başlar. Bu durum bireyde davranışsal ve organiktir çoğu zaman. Zor olan, bir sonraki süreçtir. Analiz etme ve karar verme süreci… Salt bilgi, kabul edilip bir davranış hâline gelmeden evvel analiz edilmek üzere beynin “frontal lob” denilen bölgesinde işlenmeye başlar. Bu bölge kişiliğimizin, duygularımızın, eğilim ve yargılarımızın belirlendiği bölümdür. Bu bölümde beyin, yürütme işlevine başlar. İyi kötü ya da doğru yanlış burada analiz edilir ve karar verilir. Sosyal olaylara ve hareketlere vereceğimiz tepkiler burada şekillenir. Karakter burada oluşur. Beynin bu bölgesinin gelişimi insan için son derece önemlidir. Bu bölgenin gelişimi; insanın eğitimi, tecrübeleri ve inançlarıyla doğru orantılıdır.
Ortalama bir insanda sürecin yeterince gelişmediği durumlarda sosyal faktörlerin de etkisiyle kişinin yanlış kararlar ve yargılar oluşturması muhtemeldir. Sosyal çevre bu tip insanların kararlarında etkili olur. Bu açıdan insan, uçurumdan atlayan koyunlara benzer. Martin Heidegger’in dediği gibi onlar “Das Man” insanıdır, (sürü insanı, belirsiz insan, hiç kimse ya da herkes olma durumu). Analiz edemeyen, düşünemeyen insan için toplumsal kararlara uymak daha basittir. Onlar için ölmek, düşünmekten daha kolaydır.
Ortalama üstü insanlarda süreç daha farklı işler. Onlar kısmen eğitimlidir ve Sokratik metodla düşünebilirler. İnançlarını ve düşüncelerini ifade edebilir, klişeleri eleştirebilir ve bir eşiğe kadar mücadele edebilirler. Bu kritik eşik; isyankâr, ukala ve sıra dışı görünme korkusudur. Toplumsal baskıyı en çok hisseden grup, onlardır. Kamuoyu denilen mit, aslında birkaç kişinin görüşü ya da kararıdır. Bu kişiler bir fikir, bir felsefe ortaya koyar ve buna destek ararlar. Bu felsefeyi etkili pazarlayan bu grup, yeterli desteği bulduğunda düşünce kurumsallaşır ve toplumun yargısı hâline gelir. Bu pazarlama süreci kritik ve tehlikeli bir süreçtir. İnsanlara doğrultulan yazılı, görsel ve sosyal medya silahı acımasızca kullanılır. Bilgi ve veriler çok hızlı akar ve değişir. Akademik bilgi, yerini popülist bilgiye bırakır.
Toplumsal yargı ilk denemesinde teklif ve ikna metodunu kullanır. Postmodern tekliflerle karşımıza çıkarlar. Algı ve manipülasyon tekniklerini uygularken retorik kabiliyetlerine hayran kalırsınız. Sizin gibi düşündüklerini ve inandıklarını ifade ederler. Zamanla istek ve arzular kamçılanır, etik ve dinî değerler görmezden gelinir. Şovenist liderler ve popülist kahramanlar, kitleleri harekete geçirir. İnanç ve özgürlüklerin sınırları çizilir, güncellemeler yapılır. Kitaplar tozlu raflarda eskimeye, insanlar klavye başında çürümeye başlar. Tüm standartları belirleyen bu yapının doğruları mutlak doğru, yanlışları yanılma ya da aldatılma olarak kalır.
Bilginin kaynağı artık değişmiştir. Bilgi, düşünce ve inançlarıyla yaşadığı içsel çatışmaları çoğu kez kaybeden insan, artık sosyolojik argümanlara ve çoğunluğa teslim olur. Bir süre sonra onların da sürüye uyum sağladığını görürsünüz. İkna olmuş ve düşünceyi içselleştirmiş sürü artık bilginin nereden geldiğini unutmuş, o felsefenin trolü ya da savunucusu olmuştur. Sürünün liderleri, sürüden farklı düşünenleri izler ve onların düşüncelerinin doğruluğunu bilir, ancak ayrılıkçı duruşlarını isyan kabul eder. Ve bir sabah uyandığınızda kendinizi ayrılıkçı bir grubun üyesi ya da lideri olarak bulursunuz. Psikolojik baskı giderek yerini sosyolojik baskıya bırakır. İşte tam da bu sırada sürü psikolojisi etkisini hissettirmeye başlar ve yeni bir sürece geçeriz. Yığınların ikna edilme süreci…
Yığınlar… Rabbini ve benliğini unutmuş, yarı insan yarı cyborg bu kalabalıklar, yazılan kodlara uygun davranırlar. Yazılımları belirli zamanlarda güncellenir. Konjonktürel ihtiyaçlar tespit edilir, yeni talimatlar yüklenir. “Tarih” ve “din” alanında yüklenen verilerin doğruluğu, kitle için hiç önemli değildir. Onlar için önemli olan keyif ve adrenalin seviyelerinin yükselmesidir. Sonrası malum… Bu kalabalıkları meydanlarda bolca görürsünüz. Renkli bayrakları ve slogan atmayı severler. Yorulduklarında kendilerine fırlatılan sandviçleri yemek onlar için büyük bir keyiftir. Sürümü güncellenmeyen cyborg, rakip tarikata ya da partiye geçebilir. Çünkü cyborg için önemli olan ver(i)dir. Verirsen senindir. Vermezsen belki de hiç senin olmamıştır da diyebiliriz. Yani son derece romantik ya da pragmatiklerdir…
Toplum tarafından dışlanmak istemeyen insan, doğrularıyla savaşır. Çoğunluğun, liderlerin ve ataların hata yapmayacağı inancı güçlenir. Bu psikolojik mukallitliğin hakikatini Rabbimiz (cc) bize birçok ayette bildirmiştir. Vahiyden uzak kalan, düşünme yetisini kaybeden ve âdeta hipnotize olan insan, hak olanı bildiği hâlde zamanla ondan uzaklaşır. Bu uzaklaşma süreci uzadıkça kişinin doğruları değişmeye ve dönüşmeye başlar. Bu dönüşüm sürecinin en acıklı tarafı ise kişinin inanmadığı bilginin robotik destekçisi oluşudur.
1951 yılında Psikolog Salomon Asch’in yaptığı sosyal uyum deneyi bunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Swarthmore College’den elli öğrenci, laboratuvar ortamında bir “görsel algı” testine tabi tutulur. Bir kartona uzunlamasına bir çizgi çizilir ve onun yanına A, B ve C olarak farklı uzunluklarda üç çizgi daha çizilir. Bu çizgilerden sadece biri, kartona çizilen çizgiyle aynı boydadır.
Katılımcılardan doğru cevaplar istenir. Katılımcılardan yedi kişi, deneyden haberi olan ve kurgulanmış kişilerdir. İlk etapta, kurgulanan bu kişiler doğru cevabı vererek diğer katılımcıların güvenini kazanır. İkinci ve üçüncü etaplarda, kurgulanan yedi kişi yanlış cevabı verir. Deneklerin tepkileri ve cevapları izlenir. Deneyin sonucunda katılımcıların %75’i en az bir kere bilerek yanlış cevap vermiştir. %37’sinin de deneyin yarısından fazlasında bilerek yanlış cevap verdikleri görülmüştür. %5’i her seferinde çoğunluğa uymayı tercih etmiştir. Deney sonrası katılımcıların çoğu, verdikleri cevapların doğru olduğuna inanmadıklarını söylemiştir.
Peki, neydi gruba bilerek yanlış cevabı verdiren ve çoğunluğa uymaya teşvik eden etken?
Sürü psikolojisi ve onun şaşırtıcı iki etkisiydi:
Grup tarafından dışlanmayı istememek (normatif etki)
Grubun düşüncesinin daha iyi ve doğru olduğunu düşünmek (enformasyon etkisi)
Hayatımızın büyük bir bölümünde çoğunluğa uymayı tercih ederiz. Normatif etki ve enformasyon etkisi benliğimizi kuşatır. Bize etrafın kurtlarla dolu olduğu ve sürüden ayrılmamamız gerektiği öğretilir. Koyunların uçuruma doğru gitme ihtimalini ya da çobanın bir gün mutlaka acıkacağı gerçeğini görmezden geliriz.
Hasılıkelam; bir insanın yeryüzünde başına gelebilecek en büyük musibet, düşünme ve anlamlandırma yetisini kaybetmesidir. Düşünemeyen, kendisinden vazgeçen kişinin; bir gruba, bir tarikata ya da bir partiye olan aidiyeti samimi değildir.
Kendisi olamayan birey, hakikatte yığınların içerisindeki herkes ya da hiç kimsedir…
Sürü Toplumuna Karşı Cemaat ve İslam Medeniyeti
Bu noktada önemli bir soru sormak durumundayız. Mademki insan tabiatı itibarıyla medenidir/sosyaldir ve insan ancak bir toplum içerisinde toplumsal olarak var olur;[1] öyleyse İslam da insanların cemaat olmasını, kendilerinden olan yöneticilere itaat etmesini emretmektedir.[2]
Peki, “İslam Cemaati” ile “Sürü Toplumu”nu nasıl birbirinden ayıracağız?
Cemaatin ana dinamiklerini yukarıda bahsettiğimiz Kur’ân ve sünnet temelinde vahiy, İlahi bilgi ve hikmet oluştururken sürü toplumunun ana dinamiklerini şeyh, hoca, reis, ağabey temelinde sapkın inançlar, felsefi ve siyasi ideolojiler, mitolojik hikâyeler oluşturur.
Cemaatte tüm bireylerin akide ve menheci anlaması, akide ve menhec birliği sağlanması hedeflenirken[3] sürü toplumunda inanç ve usul kaideleri konjonktürel ihtiyaçlar çerçevesinde tarikat ya da partinin programına göre değişir, güncellenir. Platon’un tabiriyle, şarlatanların vasıfsız insanları etkilediği rejim olan demokrasi ile özgürlük kavramları şık ambalajlarda sunulur ve çok renklilik sağlanır.
Cemaat; değişen şartlarda, istikameti kaybetmeden, Kur’ân ve sünnet rehberliğinde ve istişareyle karar alırken[4] sürü toplumunda kararlar mevcut güç ve iktidar sahiplerinin keyfî istekleri, batıl inançları ya da siyasi menfaatleri doğrultusunda alınır.
Cemaat bireylerinde ihlas ruhuyla dostluk, yardımlaşma, fedakârlık gibi asıllar varken sürü toplumlarında bu kavramların özünde pragmatizm, temelinde toplumsal öğrenme ve uyum sağlama ruhu vardır.
Cemaat, bireylerin ve toplumun sosyal sorumluluklarını, ahlaki ilkelerini ve özgürlüklerinin sınırlarını İlahi nizama göre çizerken sürü toplumunda bu değerler, döneme ve şartlara göre değişen göreceli ve müphem bir şekilde totaliter liderlerin kalemiyle çizilir.
Cemaat, tüm bireylerin öneri ve yapıcı eleştiri kapısını açık tutarak her ferdin sürece katkı sağlamasını hedeflerken[5] sürü toplumunda bireyler, dört yılda bir sandığa giderek seçtikleri siyasi liderlerinin ya da sözde ruhani liderlerinin icraatlarını sosyal, ahlaki ya da dinî kararlarını eleştirme, değiştirme ya da öneri sunma haklarına sahip değildir. Eleştirmek ya da değiştirmeye kalkmak suçtur. Aforoz edilmektir. Davaya ihanettir. Bir değişim ya da güncelleme gerekirse bunu onlar senin adına yaparlar. Çünkü onlar seçilmiştir. Ve onları seçen sensindir.
Cemaat ve sürü toplumu arasındaki zikrettiğimiz ve zikretmediğimiz diğer farklar, temelde İslam medeniyetini oluşturan toplumsal yapı taşlarıdır. Konu İslam medeniyeti olunca Seyyid Kutub’dan (rh) bahsetmemek olmaz sanırım. 10. yüzyılın önemli dil bilimcilerinden, dil felsefesi ve kavramların kökeni konularında uzman olan İbni Cinni’nin meşhur eseri “El Haşa’iş”te medeniyet kavramını incelediğimde Seyyid Kutub’un, emperyalist Batı’nın medeniyet kavramının karşısına koyduğu medeniyet tasavvurunun âdeta bir manifesto niteliğinde olduğunu gördüm:
“İnsani değerler ve insani ahlâk bir toplumun varlığını ayakta tutan üstün değerler olunca o toplum medeni hale gelir ki; bu da ancak İslâm toplumunda mümkündür. İslâm medeniyetinin temel ilkeleri sadece Allah’a kulluk edilmesi, toplumdaki bağın inanca dayanması, insanlığın maddeden üstün tutulması, insanın hayvani yönünü değil insanlığını besleyen değerlerin yüceltilmesi, ailenin dokunulmazlığı, yeryüzünü Allah’a verilen söze ve onun şartlarına göre yönetmektir. Kutub’a göre bugün İslâm’ın çöküşü gibi görünen durumun sorumlusu İslâm değil müslümanlardır. Bu sebeple İslâm’ın reforma ihtiyacı yoktur, müslümanların din karşısındaki tutumlarını düzeltmelerine ihtiyaç vardır.”[6]
Evet, üstadın bu medeniyet tasavvurunu insanlık Asr-ı Saadet Dönemi’nde gördü, yaşadı. Risaletten önce Mekke toplumunda sisteme hizmet eden, öz benliğini kaybetmiş, akledemeyen, kendisi olamamış kölelerin, sürüdeki bireylerin; Kur’ân ve sünnet rehberliğinde kendisinin farkına varan, düşünen, idrak eden, insani ve ahlaki yönden gelişen, izzetli birer şahsiyete dönüştüklerini ve sonrasında sürü psikolojisinden çıkıp cemaat ruhuyla irşad olduklarını gördük. Bu yeni oluşum sadece bir din değil, insanlık tarihinin görmüş olduğu en büyük sosyal devrimdi. Gerçek bir medeniyetti…
Peygamber (sav), onlara (r.anhum) önce bir teklifle geldi. Onlar o ilk teklifi kabul ettiler ve mükellefiyetlerini yerine getirdiler.
Sahi, neydi o ilk teklif?..
Selametle…
[1]. İbni Haldun, Mukaddime, s. 337
[2]. bk. 4/Nisâ, 59
[3]. bk. Tevhid ve Sünnet Cemaati’nin Hedefleri Nelerdir?, Halis Bayancuk, Tevhid Dergisi, S 77
[4]. bk. Tevhid ve Sünnet Cemaati’nin Hedefleri Nelerdir?, Halis Bayancuk, Tevhid Dergisi S 77
[5]. bk. Tevhid ve Sünnet Cemaati’nin Hedefleri Nelerdir?, Halis Bayancuk, Tevhid Dergisi, S 77
[6]. El-Haşa’iş, İbn Cinni, s. 103