SOKAK DÜZENİ VE MADAM BOVARY’NİN KIZLARI
“Aile de ne? Baba evini derhâl terk edin kızlar! Baba evlerinin çoğu tehlikenin merkezidir. Evlilikte mutluluk olmaz, aramayın. Evlerinizden kaçın ve kendinizi sokağın özgürlüğüne bırakın…”
[1]
Beniâdem suretindeki iblisler, fonlandırılıp semirtildikleri fesat merkezlerinden talimatlandırıldıkları gibi on yıllardır durmadan usanmadan kızları aileye, babaya ve evliliğe karşı bilerek ve planlı bir şekilde soğutup kışkırtarak meydan okumaya çağırıyorlar. Bu vahşi çağrı ve çabaların adına da kadın hakları savunuculuğu ve feminizm diyorlar.
Bu ucube ideoloji artık, kadın hakları yerine kadının tüm yerleşik değerlere karşı isyanını tertipleyen bir fesat dalgasına çoktan dönüşmüş vaziyette. Başıbozukluk, ilkesizlik, fıtri ve ahlaki değerleri hiçe sayma bu isyan ruhunun özüdür.
Şeytanın suflesini, “kadın hakları” diye kızlara, kadınlara fısıldar:
“İnanç, ahlak, ibadet, örf ve değerler… Bunlar seni sınırlayan ve özgür ruhunu köleleştiren köhnemiş prangalar! Evlenme. Sen, babadan kocaya teslim edilen bir kargo paketi değilsin. Doğurma. Unutma ki beden senin, karar da senin. Hiç kimse senin hayatına karışamaz. İstediğini yapabilirsin. Kanunlar, kurumlar, medya, bilumum rezil Batı, siyasi iktidar ve kümes bekçisi binlerce tilki seninle! Bunu başarabilirsen senden sonraki nesiller daha da özgürleşecektir. Haydi kızlar, öyleyse özgürleşin ve özgürleştirin!”
Peki “özgürleşmek” için hangi inanca, kime veya kimlere karşı bu isyan?
Dünya hayatında, ebedî esenlik ve saadet yurdu cennetin âdeta bir şubesi mesabesinde olan ve en korunaklı kale hükmündeki aile müessesesine karşı tabii…
Aziz ve Celil olan Allah’a, fıtri ve şer’i değerlere, babaya, aileye ve eve karşı isyan. Evliliğe ve eşe/kocaya karşı isyan.
Saadet ve sekinet yuvası ve hayat mektebi ailenin nezaheti ile baba otoritesini bütünüyle korkunçlaştırma ve çirkinleştirme çabası… Bu tür çabalarla nefaset ile necaset ve otorite ile otoriterlik arasındaki devasa fark silinmeye çalışılır.
Bu güruhların çirkin bakış açılarına göre baba derken sadece baskı, şiddet, korku ve yasak anlaşılır. Babayı ve onun otoritesi/kanatları altındaki aileyi ve evi reddetmek, oradan kaçmak ve onu terk etmek özgürlüğün ta kendisidir.
Bu sakat anlayışa göre ev ve aile, derhâl firar edilmesi gereken bir hapishanedir. Evlilik ise insanı her türlü hürriyetten mahrum bırakan bir kölelik zinciridir. Babaya karşı sokağa çağrılır kızlar. Ev mutsuzluk, sokak mutluluk diye kodlanır.
Özellikle de genç kızlar öncelikle inançsızlığa ve daha sonra babalara karşı isyana ve husumete teşvik edilir. Her türlü masiyet ve mefsedetin mekânı olan sokak yüceltilir ve özgürlüğün, sınırsızlığın, mutluluğun mekânı olarak simgelenir. Hâlbuki günümüzde en tekin olmayan mekânlardır sokaklar.
Sokaklar; fesat baronlarının, mafyöz şebekelerin, çetelerin, fuhuş yatakçılığının ve uyuşturucu satıcılarının kol gezdiği yerlerdir. Kadın hakları savunucusu postuna bürünmüş çakallar, bu sokak düzeninin şiddet üreten patolojisinin faturasını dahi aile yuvasına, babaya ve eşe kesmekteler.
Böyle bir hikâyenin finalinde şu sahnelerden birini görmek kaçınılmazdır: “Baba” artık; mafya babası, şirkin ve anarşizmin temsilciliğini ve sözcülüğünü yapan yazar müsveddeleri, sinema ve dizilerde boy gösteren ahlaksız kevaşe tipler, cürüm çetelerinin reisleri ve sermayeleri yalan ve aldatmacadan başka bir şey olmayan lider konumundaki politikacılardır. Genç kızlar, evdeki müşfik babayı terk ettikleri zaman, Batılı kültür ve laik yaşam tarzının kabartıp yönlendirdiği güdülerle bu “baba”lara koşuyorlar, koşmaktalar.
Fıtri ve şer’i her türlü değer ve donanımdan mahrum bırakılan kızlar, bu habis tiplerin kucağına daha kolay düşmektedir. İtikattan, ibadetten ve temel ahlaki değerlerden bihaber bu kızlar, ellerinin tersiyle ittikleri baba şefkatini, sevgisini ve ilgisini bu “baba” görünümlü İblisî varlıkların yanında ve yakınında harcanmakta ararlar.
Evdeki düzeni ve namus mefhumunu reddederek evden kaçan kızlar, sokağın düzenine ve ahlaksızlığına teslim olurlar. Her biri artık birer Madam Bovary olmaya adaydır.
Kadın cinayetleri diye gazetelerin üçüncü sayfalarına konu olan olaylardaki kurbanların çoğu işte bu sokak düzeni ve normuna teslim olmuş kızlardır. Bunlar; sokağın alkolizm, uyuşturucu, mafya ve gece âlemleri, zinakâr/partner yaşamının ürettiği “sokak düzeninden” fışkırmaktadır.
Madam Bovary, nezih tevhid akidesine sırtını dönen toplumun kızlarına son yüzyıldır model kadın tipi olarak sunulmuştur. Batıl değerlere sahip Batılı bir toplumun, İslam düşmanı bir düzenin, karanlık bir tarihin ve bambaşka bir inancın içinden çıkan kadın imgesi “ideal” diye takdim edilmektedir. Günümüz yerli “Madam Bovary”leri, tam da planlandığı gibi aileye, babaya, eve, eşe ve namus mefhumuna isyan etmektedir. Kızlar ve kadınlar, bu isyan ateşinin yakıtı olduklarının farkına bile varamayacak ölçüde kendinden geçmiş vaziyettedir.
Ev ve aileyi dinamitleyen ideolojinin tohumları dört bir yana savrulmaktadır. “Kadın hakları” diyenler bu türden fesadı yaygınlaştırma çabalarının yanında aslında cinsiyet eşitliği/eşcinsellik için de özgürlük nutukları atmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği ideolojisi, janjanlı cazip paketlerle servis edilmekte. Renk cümbüşü akışkan cinsellik sembolleri ellerde taşınıyor artık.
Kapitalizm ve küfür kombinasyonu; kızları, kadını, evliliği, kocayı ve evi maskaraya çeviren sömürü düzenini tahkim edip sürdürülebilir kılmanın büyük mücadelesini vermektedir. Ultra laik, demokrat, Batıcı burjuva; yönetici kadınlarla erkeğe, babaya ve aileye küfürler savurmaktadır. Kapitalizm ve modernitenin müttefikliğinde İslami değerlere diller ve eller uzatılırken beraberlerinde birkaç tane başörtülüyle poz vermekle de işlerini ne denli ciddiyet ve kararlılıkla yaptıklarını kanıtlamaktalar.
Aile, dayanışma ve paylaşmayı en sahih biçimde temsil eden ortaklık yeridir. Baba; sadakati, beraberliği, bütünlüğü koruyan otoritedir. Sokağa karşı ev; bahçedir, korunaktır, çatıdır, yuvadır. Aile ve ev, insanlığı bekleyen ve sağlıklı bir geleceğe taşıyan yuvadır.
Ailesine bakmak için çoğu zaman rahatından vazgeçer baba. Baba otoritesi, aileyi ayakta tutan temel dinamiktir. Babaya olan inanç zayıfladığında veya yıkıldığında aile bütünlüğü de sarsılmaya, çözülmeye ve yıkılmaya başlar.
Kadın toprak anadır, tarladır.[2] Toprak, hayatın devamı için zaruri olan temel unsurlardandır. Toprak hastalanırsa mahsul vermez. Toprak kalitesiz olursa vereceği ekin de çürük olur. Ekin bozulursa nesil bozulur. Toprak; ekinin, neslin, geleceğin, Ebu Bekirlerin, Halidlerin, Selahaddinlerin ya da insanlık tarihinde şirkin, zulmün ve cehaletin sembolü olan tağutların rahm-ı mâderidir.
Ultra laik bir toplum içerisinde yaşıyor olmanın ürettiği benzer olumsuzluklardan korunabilmenin yolu, mümin aile kalesidir. Farklı coğrafyalarda üzerimize yağdırılan füzeler ve felsefeler kalenin duvarlarını dövüyorken her bir mümin tevhid ve sünnet merkezli ihya, inşa ve tahkim çabasına samimiyetle katkıda bulunmalıdır.
[1]. “Madam Bovary” 19. yüzyıl Fransa’sında yazılmış bir romandır. Romanın Gustav Flaubert isimli yazarı; kocasını, evini ve çocuğunu bir kenara bırakarak mutluluğu sokakta arayan bir kadının hikâyesini anlatır. Kadın, yani Madam Bovary, evi terk ederek sokaklarda mutluluğu ararken “düşen kadın” olur. Aslında yazar, kapitalizmle beraber gelen yeni kültür ve ideolojiler karşısında kadının ve evin kendi dönemi itibarıyla gelecekteki haberini vermektedir. Modernite ambalajına sarılı şirk ve ahlaksız kapitalizm pratiğinde Avrupa’da ve genel anlamda Batı’da kadının düşüşüdür bu.
[2]. bk. 2/Bakara, 223