Kitabın Künyesi
Kitabın Adı: Tarîkatta Râbıta ve Nakşbendîlik
Kitabın Yazarı: Feriduddîn Aydın
Yayınevi: Tevhid Basım ve Yayın
Sayfa Sayısı: 310
Baskı Yılı: İlaveli 4. Baskı: 2018 (Kitabın ilk baskısı: Ekin Yayınları, 1996)
Basım Yeri: İstanbul
Cilt/Kâğıt: İnce Kapak, Kitap Kâğıdı
Yazara Dair
İlim ehli, araştırmacı yazar Feriduddîn Aydın, Siirt’te Hazînoğulları adıyla tanınan köklü bir aileye mensuptur. Hazînoğulları ailesi 1258 yılındaki Moğol saldırıları üzerine Bağdat’tan Siirt’e hicret etmiştir. Bu aile önceleri Kadîrî iken, daha sonraları nesiller boyu liderliğini yapmış oldukları Nakşîbendî tarikatına intisab etmiştir. Asıl adı Ferîduddin olan yazar 1945 yılı Muş (Til Bucağı, Hars köyü) doğumludur.
Geleneklere göre doğduğunda “Beşik Şeyhi” sayılan yazar, yükseköğrenimini Irak’ta Ez-Zehra Üniversitesinde tamamladı. Sonra aile geleneğine uyarak, 1968 yılında Şeyh Süleyman El-Xalidî’nin gözetiminde özel tasavvuf terbiyesi aldı ve şeyhlik makamına getirildi. Feriduddîn Aydın, bilahare gördüğü klasik ve modern eğitim, yaptığı ilmî çalışmalar ve araştırmalarla tarikat kabuğunun dışına çıkarak yeni bilgiler ve tecrübeler edindi. Arapça ve Farsça dışında Fransızca ve İngilizce dillerine de aşinalık kazandı. 1970’li yılların ortalarından itibaren tasavvuf ve tarikatlar hakkındaki görüşleri tevhid akidesi istikametinde netleşti. Sonrasında da şeyhlik makamından çekildi. Yazarın yayınlanmış diğer kitapları şunlardır:
İslâm Tarihi (Mahmud Şakir’den tercüme -Sekiz Cilt-), Tercüme Sanatının Gerçekleri, Arapçanın Önemi ve Türkiye’de Karşılaştığı Sorunlar, Öteki Türkiye’den Son Manzaralar, Türkiye’de Din Sosyolojisi, İslâm’da İnanç Sistemi ve (otobiyografik tarzda kendi hayatını kaleme aldığı) Yaşam Sahnesinde Sırf Kendimi Oynadım isimli eseridir.
“Tevhide Barikat” Olan Tarikatın Hakikatı
Silsile-i Sâdât, Hatme-i Hacegân, Rabıta, Meditasyon, Yoga, Fenafillah, Tecelli, Cezbe, Nirvana, Tiğ-i Üryan, Wird, Teozofi ve daha birçok kavram bu kitabın ilk yayınlandığı 1996 yılından itibaren İslâmî camiada daha geniş kesimlerde sıklıkla işitilmeye, konuşulmaya ve tartışılmaya başlanmıştır. Zira türlü türlü sapkınlıkların kol gezdiği tasavvufî bazı tarikatların ve anlı şanlı, cüsseli heybetli tarikat şeyhlerinin aynı çevrelerde adetâ (diplomatik değil ama, tabiri caizse) teozofik dokunulmazlıkları vardı. Bu kitap yayınlandıktan sonra tasvvufî tarikatlar, tarikat düzeni, tarikat baronları ve bilhassa uzak doğu Hint kökenli dinlerden kopya edilen bir takım tarikat ayinleri ve ritüelleri artık daha bilinçli, daha ciddî ve daha sarsıcı bir şekilde sorgulanmaya başlamıştır.
Şüphesiz ki herhangi bir şeyin tanımını o alanda uzman ve onu en iyi bilen kimse yapabilir. Yazarın bu alandaki yetkinliğine ve birikimine şu ana dek hiçbir tarikat baronunun benzer bir usûl ile itiraz etme cüretini gösterememiş olması, söz konusu alanda bir reddiye verebilecek aynı kıratta veya daha yetkin hiçbir “Şeyh” sıfatlı tarikat baronunun olmadığını gösterir. Zira tevhid güneşinin aydınlığı karşısında “çuval çuval gölge taşımanın” beyhude bir çaba olacağını en iyi onlar bilir. Müritlere gelince; onların hâli tıpkı şu hadis-i şerifte anlatıldığı gibidir:
“Bir şeye karşı sevgin seni kör ve sağır eder (de onun eksiklerini görmez, kusurlarını işitmez olursun).” [1]
Nakşîbendîlik özelinde tasavvufî tarikatların ve başta rabıta olmak üzere Nakşîbendîlik’e özgü bir takım ayin ve ritüellerin İslâm açısından ne anlama geldiğini sadece teorik açıdan değil, yaşanmışlıklar, pratik örnekler ve tanıklıklarla da aktaran yazarın kitabı 1996 yılında ilk olarak yayınlandığında büyük bir ilgiyle karşılanmış ve kısa bir sürede tükenmişti. Kitap bu alanda büyük bir boşluğu doldurmuş, itikadî sahada netleşme arayışında olan insanların zihin konforunu onların lehine olmak üzere bozmuş ve akıllarda birikmiş istifhamlara net ve doyurucu cevaplarla muarızlarına da adetâ meydan okumuştur.
Yazar kitabında Nakşîbendîlik’in ortaya çıkışı ve gelişim sürecini Nakşîliğin önde gelen bazı mürşitlerinin eserlerinden de alıntılar yaparak okuyucusuna takdim eder. Özellikle de hercümerc dönemlerinde Nakşîbendîlik’in halk arasında ne denli yaygınlaşıp etkinleştiğini ve bunların sebepleri ve sonuçları üzerinde durur.
Nakşîbendîlik’in, etkili olduğu coğrafyamızda tevhid inancı konusunda büyük tahribatlara sebep olduğunu, Türkiye’de gün geçtikçe yaygınlaşan fakat tam olarak tanımlanmayan laik dindar sınıfın oluşmasının temel nedenlerinden birinin Nakşîbendîlik olduğunu ve Nakşîbendîlik’in ülkemizde çok yönlü sosyal, kültürel ve ahlâkî yıkımlara zemin hazırladığını savunur yazar. Yazar, Rabıta’nın İslâm’la ve tevhid akidesiyle uzaktan yakından hiçbir ilgi ve ilintisinin olmadığı hususunda çok açık delillerle okuyucusunu aydınlatır. Temeli Hint mistisizminden mülhem Rabıta’ya dayalı olan Nakşîbendîlik’in etkin ve yaygın olduğu coğrafyalarda yaşayan halklar için bilançosu tahmin bile edilemeyen devasa yıkımlara ve tefessühe sebep olduğu gerçeği de kendiliğinden ortaya çıkmış olmaktadır.
Yazarın ilginç saptamalarından biri de şudur: Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde halk arasında ortaya çıkması ve öngörülemez karışıklıklara evrilmesi beklenen hoşnutsuzlukların önüne geçmek ve hakim otoritenin halk üzerinde tam anlamıyla kontrolünün sürdürülebilir kılınması için Nakşîbendîlik başta olmak üzere tasavvufî tarikatlardan her dönemde yüksek verimlilikle istifade edilmiştir.
“Nakşîbendîlik’in Osmanlı devlet yapısına nüfuz etmesi ve toplumsal anlamda yönlendirici etkiler yapmaya başlaması 1800’lü yılların başından itibarendir.”
“Halk farkında olsun olmasın topyekûn Nakşîbendîleşmiştir.”
“Osmanlı yönetiminin son döneminde ve Cumhuriyet tarihinde, Ortadoğu’da yaşanan dört büyük gelişmenin ardından devletin, askerî ve siyasî stratejilere paralel olarak Nakşîbendî Tarîkatı’nı adetâ gizli bir silah gibi (hatta gerçek anlamda bir barikat gibi) kullandığı bugün artık belgesel bir hakikat olarak ortadadır. Bu olaylara gelince: Kuşkusuz birincisi, 1780’lerin ortalarında patlak veren ve ‘Wehhabiye Hareketi’ olarak isimlendirilen (tewhîdî) harekettir; ikincisi, 20. Yüzyılın başlarından itibaren SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) tarafından yetmiş yıl kadar uygulanan Komünist rejimdir; üçüncüsü, 1979 yılında Humeynî liderliğinde gerçekleştirilen ‘İran Şiî-Farsî Devrim’dir; dördüncüsü ise son yıllarda Türkiye’de ortaya çıkan (Kürt Baasçısı PKK) gerilla hareketidir.”
İlk Yorumu Sen Yap