Yeryüzünde tevhid ehli ile şirk güçleri arasındaki mücadele, tartışma ve sıcak çatışma merhaleleri de dahil olmak üzere tüm boyutlarıyla devam etmektedir. Bu, yüce Allah’ın hayatta cari olan sünnetinin gereğidir. Sünnetullah’ın tahakkuk etmesidir.
Şirk, tuğyan ve fücurda ileri giden kavimler daha önce aynı şenâetleri yapmış olan geçmiş kavimlerin başlarına gelen akıbete müstahak olurlar.
“Andolsun biz, sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Düşünüp öğüt alan yok mudur?” (54/Kamer, 51)
Kur’an-ı Kerim’de helak edilen kavimler ve o kavimlerin helak edilmesinin sebepleri hakkında birçok ayet vardır.
Allahu Teala bununla beraber en güzel isim ve sıfatlara sahip olarak yüce zatına özgü olan bu isim ve sıfatların etki ve sonuçlarının ortaya çıkması için kullarına hilm ile muamelede bulunur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi ortadan kaldırır ve günah işleyen, sonra da Allah’tan bağışlanma dileyen ve O’nun da affedeceği bir topluluk getirirdi.” (Müslim)
Yüce Allah subhanehu ve teâlâ, Er-Rahim, El-Gaffur, Et-Tevvab, Er-Rezzak ve El-Halim gibi isim ve sıfatlarının kulları üzerinde (görülmesi, belirmesi, zuhur etmesi anlamında) tecelli etmesi için bu şekilde tanıtma yollarını kullanmak suretiyle kendisini mahlukatına tanıtmıştır. Yarattığı kullarının aklına ve idrakine uygun delillerle onlara yol göstermiş, yol göstericiler göndermiş, bütün hidayet yollarını onlara açmış ve bunun için sayısız vesile ve vasıtalar yaratmıştır.
“…Ta ki helak olan kişi apaçık bir delil(i gözüyle gördük)den sonra helak olsun, hayatta kalan da yine apaçık bir delili (gözleriyle) görerek hayatta kalsın. Şüphesiz Allah hakkıyla işiten, kemaliyle bilendir.” (8/Enfal, 42)
Hak ehli ile batıl taraftarları arasındaki mücadele alanı olan yeryüzünde melekler topluluğu gibi masum olan bir kavme yer olmadığı gibi, mühlet verilenlerin mühletleri tamamlandığında şirk, tuğyan, küfür, fısk, zulüm ve fücurda haddi aşanların da önceki kavimlerin akıbeti ile karşılaşmaları kaçınılmazdır. Allah subhanehu ve teâlâ haddi aşan bu tür mahlukat hakkında şöyle buyurur:
“Onlara mühlet veriyorum, çünkü benim cezam çetindir.” (7/Araf, 183)
Allah’a karşı haddi aşmış olan müşrik kavimlere karşı süregiden savaşın/mücadelenin ortaya koyduğu şeyler yer, zaman ve kişiler/suretler değişse de aynıdır.
Yerel, bölgesel ve uluslararası şirk ve küfür taraftarları her zaman ve her halükârda hakkın ve hak ehlinin karşısında konumlanmıştır. Hakkı reddetmiş, yalanla, iftirayla, aldatmayla, istihzayla, komplolarla, iğrenç propagandalarla ve asgarî ahlaki kıstaslardan yoksun sayısız yöntemlerle bu savaştan galip çıkmaya çalışmışlardır.
Münâkaşadan mevzideki çatışmaya kadarki bütün merhalelerde Müslümanlara has yüksek ahlaki meziyetler rüşd, mürüvvet ve faziletler ortaya çıkmaktadır.
Müslümanlar ilim tahsilinde, davet çalışmalarında yahut cihad alanlarında kısaca hayatın her aşamasında rüşd cevherinden mürüvvet ziynetiyle bezenmiş olurlar. Durumların ve ortamların kolay kolay etkilenmediği sağlam karakter anlamında mürüvvet sahibidirler. Talebe, davetçi, esnaf, çiftçi, kadın, erkek, mahpus, mücahid… Bütün Müslümanlar için ciddi bir mesuliyettir mürüvveti korumak.
Mürüvvetin korunması bir manada da insanı ve insanlığı şeytanlaşmaktan yahut hayvanileşmekten korumaya çalışmaktır. Yer, zaman ve şartlara göre aile ocağı, medrese, mektep ve hatta eğitim kampları dahi mürüvvetin sağlanması ile kemale ulaşması maksadının gerçekleştirilmesi için münasip mekanlardır.
Selim fıtratın ve fıtratın en tabii halini yansıtan saf çocuksu ruhun korunabilmesi için tıpkı pamuğun ceviz iriliğindeki kozasında olgunlaşması gibi, kişinin de en başta aile ocağı ‘koza’sında rüşd ve mürüvvet merhalelerinin özenle takip edilmesi gerekir.
Bu merhalelerin tamamlanması, kemale ulaştırılması için çalışılmalıdır demek, oldukça büyük bir iddia olur. Bunun yerine özellikle de mürüvvetle ilgili hususların merhale merhale özenle takibi ile doğru istikamete yönlendirilmesi gerekir ifadesi daha isabetli olacaktır. Zira hem dünyevî hem de uhrevî yönleri itibariyle rüşd ve mürüvveti tam manasıyla kemale ulaşmış olanlar ancak Peygamberlerdir aleyhimusselam. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ muvahhidlerin atası İbrahim aleyhisselam hakkında şöyle buyurur:
“Andolsun biz İbrahim’e daha önce rüşdünü vermiştik…” (21/Enbiya, 51)
Tefsirlerde ayetteki ‘rüşd’den kastın İbrahim’in aleyhisselam risaletten önce sahip olduğu hidayet ve olgunluk ile sonradan verilen Peygamberlik olduğu belirtilmektedir.
Rüşd, yukarıdaki ayette belirtilen anlamı dışında Kur’an-ı Kerim’de bir çocuğun olgunlaşması/yetişkinliğe ulaşması gibi farklı mânâda da kullanılmıştır:
“Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin. Eğer onlarda rüşd (olgunlaşma) görürseniz mallarını kendilerine verin.” (4/Nisa, 6)
Rüşd; doğru yolu bulma, doğru yolda gitme, doğru düşünerek doğru bilip kendisi için faydalı olanları ayırt edebilecek olgunluk ve kemal seviyesinde bulunmaktır.
Modern Cahiliyede Selim Fıtrat
Kur’an-ı Kerim’de(A’raf 172-174. ayetlerde) Adem aleyhisselam yaratılmadan evvel onun zürriyetinden kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların ruhlar aleminde Allah subhanehu ve teâlâ ile aralarında gerçekleşen ve kendilerinin de şahitlikte bulundukları bir sözleşme (misak) anlatılır. Bu misak hadisesinin insan aklının ve tasavvurunun tam olarak idrak edemeyeceği çok farklı bir buûdu/boyutu vardır. Bundan dolayı hiç kimse misak (Kalû Belâ) hadisesini bir anı olarak hatırlamaz.
Yüce Allah’ın hidayet rehberi olarak gönderdiği vahiy kaynaklı kitaplar ve hayatlarının her alanında bu kitapların müfessiri olan Peygamberlerin bildirmesi ile vahye muhatap olan herkes bu misaktan da haberdar olmuştur.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yeni doğan bir çocuğun (İslam) fıtrat(ı) üzere doğduğunu bildirmiştir. İnsan ilk yaratılış durumuyla yani o bozulmamış, kirlenmemiş, katışıksız, duru fıtrat haliyle temiz ve günahsız olarak doğar.
İnsan, Allah’a kul olmanın ve bu kullukla beraber onurlu bir fert olarak yaşamak için selim fıtrat üzere terbiye, eğitim, gelişim ve olgunlaşmaya elverişli bir varlık olarak bu fıtrî konumunu muhafaza edebilsin diye gerekli olan tüm imkan ve kabiliyetlerle donanmış olarak dünyaya gelir. Bu potansiyelin hangi alanlara/mecralara yöneltileceği hususunun gereği gibi önemsendiğini söylemek mümkün değildir. Halbuki durum toplumun zannettiğinden çok daha önemli ve ciddidir. Kişinin rüşd ile beraber mürüvvet sahibi olması söz konusu potansiyelin doğru mecrada, doğru zamanda, rüşd ve mürüvvet sahibi muallimlerin terbiye ve eğitimiyle mümkün ve kolay olabilecektir.
Temiz, arı, duru, katışıksız fıtrat üzere doğan çocuğun nezih bir aile ocağında büyüyen güzel ahlaklı ve sağlam karakterli (mürüvvet sahibi) muvahhid bir genç olarak yetişmesinde/yetiştirilmesinde iki husus oldukça mühimdir:
Birincisi; Allah’ın subhanehu ve teâlâ büyük bir bağışı olarak fıtraten güzel bir ahlak üzere yaratılmış olmasıdır. Bu durum kısmi olarak da olsa ırsidir/genetiktir. Huy ve ahlak itibariyle güzel ve övgüye değer bazı vasıflar kişiye annesinden ya da babasından yahut her ikisinden genetik olarak tevarüs etmiş olabilir. Bunun aksi de gayet tabi ki mümkündür.
İkinci olarak; ahlakın güzelleşmesi ve sağlam bir karakterin (mürüvvetin) oluşabilmesi için sonradan alınacak terbiye ve eğitim. Bilgi, eğitim, terbiye ve tezkiye ile beraber gösterilecek ısrarlı gayretler aileden, sokaktan, çevreden (eğer geçmişinde böyle bir hikayesi varsa) laik okul ortamı ve müfredatından kaynaklı yanlış inanç ve fikirler ile olumsuz söz ve davranışlarından uzaklaşabilecek ve fıtrat ayarlarına dönüşümü sağlayabilecektir. Bunun gerçekleşmesinden sonra hidayet üzere mürüvvet sahibi bir muvahhid olmak istikametinde ciddi mesafeler kat etmesi kolay olur biiznillah.
Güzel ahlak üzere yaratılmış olmak özellikle de tevhid davasının genç muvahhidleri için çok büyük bir ilahi ikramdır. Çokça şükredilmesi gereken bu ilahi ikramı koruyup daha da güzelleştirmek muvahhid genç için en başta gelen önemli işlerdendir. Günümüz modern cahiliye toplumunda yüce Allah’ın hoşnut olduğu güzel ahlakı muhafaza edebilmenin zorlukları da ortadadır. Bu ise Allah’ın subhanehu ve teâlâ yardımı ve kolaylaştırmasıyla her kişinin değil, er muvahhidin kârıdır.
Modern cahiliye toplumunda doğmuş ve büyümüş olan muvahhid gencin durumu ferdin güçlü ve sıhhatli olması için en temel gıdalardan olan içimi hoş halis süt gibidir.
Şirkin, küfrün, zulmün, fıskın ve fücurun her şekliyle ve rengiyle giderek daha da yaygınlaşıp görünür olduğu toplumumuzdaki muvahhid gencin bu toplumdaki hali ile sütün meydana geliş merhalesi arasında (aynı cinsten değilse de) güzel bir benzerlik bulunmaktadır.
“Sizin için süt veren hayvanlarda da bir ibret vardır. Size onların karnında kan ile fışkı arasından (gelen) boğazdan kolay geçen halis bir süt içiririz.” (16/Nahl, 66)
Mesuliyet ve Mürüvvet
Güzel ahlaki özellikler üzere yaratılmış olmakla beraber ilk terbiye ve talimini mümin bir aile ocağında alan ve nezih bir çevrede yetişmiş muvahhid bir genç de, kan ile fışkı arasından çıkan halis süt misali çevresine ve davasına güç ve dinamizm katacaktır.
Kişi hem yaratılış itibariyle güzel huylarla donatılmış hem de hidayet üzere olan bir çevrede yetişmiş olabileceği gibi bunların birinden veya her ikisinden mahrum bir durumda da bulunabilir. Bu hususlardan birinin olmaması halinde genel manada bir takım beşerî eksikliklerle malul olsa dahi muvahhid genç, karakterinin sağlamlığı ve duygularına hakim olabildiği ölçüde İslam’ın ideal ahlakına ve fıtrat ayarlarına en yakın bir konumda olur. Modern cahiliye toplumu içerisinde âdeta toza bulanmış altın gibidir.
İtikadi, fikrî, fıtri ve ahlaki özellikleri itibariyle modern cahiliye toplumuyla (doğal olarak) ciddi anlamda bir uyuşmazlık ve zaman zaman da çatışma içerisinde olacaktır. Bu durum hem mürüvvet sahibi genç muvahhidler, hem de cahiliye toplumu için geçerlidir. Zira günümüz cahiliye toplumunun problemi sadece itikadi sapmayla sınırlı değildir. Giderek çığırından çıkan, yaygınlaşan ve derinleşen sosyal, kültürel ve ahlaki yozlaşmalar zaman zaman katlanılmaz boyutlarda ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle geçmiş birçok kavimden çok daha gerici bir toplumsal yapıyla karşı karşıya olduğumuz apaçık görülmektedir.
Bencilliğin ve sahte özgürlük avuntularının tetiklediği yalnızlık ve yabancılaşma duygusu özellikle de itikadi ve manevî boşlukta bir oraya bir buraya savrulan gençleri bizzat kendi öz nefislerine, ailelerine, ümmete ve yüce Allah’a karşı görevlerini yerine getirmek hususunda sorumluluk duygusuyla hareket etmekten alıkoyar, rehavete sürükler. Bu rehavet, gevşeme ve duyarsızlık o kişiyi adeta mezbahaneye dönüştürülen ümmet coğrafyasında yaşananları anlaması, anlamlandırması ve asıl/öz inanç ve kimliğine münasip bir tutum takınması hususlarında da hassasiyet göstermekten yahut herhangi bir mesuliyet yüklenmekten kaçınmasına sebep olur. Daha da kötüsü dışarıdan yapılan, tevhid davetine ve muvahhidlere yönelik kötü maksatlı propaganda ve yönlendirmelerin etkisinde kalır.
Mürüvvet sahibi genç muvahhid açısından ise durum daha net, derinlikli ve kapsayıcıdır. Zira barış ve savaş halleri de dahil olmak üzere Müslümanın hayatındaki bütün amelleri Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızasını kazanmaya ve şer’î şerifin hükümlerini hakim kılmaya odaklıdır. Bu ulvî hedefe ulaşmak için gösterilen çabaların giderek güçlenip yaygınlaşan bir şekilde günümüzde de sürdürülüyor olması ise Sünnetullah’ın tahakkuk etmesinden başka bir şey değildir.
“Yarattıklarımızdan, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir ümmet bulunur.” (7/A’raf, 181)
Hakka ileten ve adaleti hak üzere yerine getiren bu ümmet; elest bezminde Allah’a subhanehu ve teâlâ verdiği söze (misaka) sadık kalan, selim fıtratını ve safiyeti ifade eden o çocuksu ruhunu en güzel bir şekilde koruyarak Allah’ın subhanehu ve teâlâ bahşetmiş olduğu büyük potansiyeli O’nun rızası için harekete geçirmeye muvaffak kılınan ve devr-i saadet ashabını radıyallahu anhum andıran gayretli, gayretli oldukları kadar da azimli Müslümanlardır.
İslam’ın temel değerlerinin aşındırılmak istendiği, öz ve esasının sulandırılıp bulandırılmaya çalışıldığı daha da kötüsü ülkemizde (İslam coğrafyasında) büyük ölçüde başarılı olduğu günümüzde koca kalabalıklar arasında fert fert korkunç yalnızlıklar yaşanmaktadır.
Rüşdden (hidayetten) nasipsizlik ve temiz fıtrat temelinde sağlam karakterden (mürüvvetten) mahrumiyet, kadın-erkek veya genç-yaşlı insanları nefislerini şeytanın ‘ahlakı’ ile ahlaklanmaya yöneltmektedir.
Rüşdden ve mürüvvetten mahrum olan günümüz cahiliye toplumunun çok büyük bir çoğunluğu bu halleriyle tevhid akidesinden de uzaklaşmış, yabancılaşmış ve kısmen de olsa tevhide düşmanlaşmıştır. Toplum, tevhidden uzaklaşmakla tevhid dışındaki her şey ile vasfolunmayı hak edecek şekilde koyu ve derin bir cahiliyeye doğru sürüklenmektedir. Eş zamanlı olarak fert de toplumdan uzaklaşıp kopmakta ve yalnızlaşmaktadır. Ferdin topluma yabancılaşması ile tevhidden (uzaklaşması değil) daha da uzaklaşması aynı sıralarda gerçekleşir. Bu durumda fert ve toplumun ortaklaştıkları bir alan çıkıyor ortaya: Tevhid akidesinden uzaklaşmak, yabancılaşmak ve (kısmi de olsa) düşmanlaşmak. Burada hangisi diğerini etkiliyor, nasıl etkiliyor gibi teferruatlara girmeye lüzum yoktur. Zira fert ve toplumun şu an içinde bulunduğu durumu resmeden tek bir karelik görüntüye bakmak dahi birçok insanın meseleyi anlaması için yeterlidir.
İslam’ın özü/esası olan tevhid akidesinden uzaklaşmak denildiğinde şu hakikati de görmek gerekir. Günümüzde tevhidden yüz çevirmenin niteliği farklılaşmıştır. Esas itibariyle tevhidi bozan nitelikteki inanç, fikir ve ameller; itidal, hoşgörü ve uzlaşı adına hazfedilip (yok sayılıp) hazmedilebilir bir hale getirilmiştir.
Bu öyle sinsi ve marazi bir hale dönüştürülmüş ki, tevhidin ve İslami yaşayışın hayatın birçok alanından kazınmakta olduğunun ve özden kopuşun ne anlama geldiğinin farkında olan ve bu farkındalığı davetçi kimliğiyle insanlara anlatan sorumluluk sahibi ilim ehli muvahhidlerin sesi soluğu da bir daha çıkmamacasına bastırılmaya çalışılmaktadır.
Mürüvvet Sahibi Genç Muvahhid
Rüşd, mürüvvet ve fazilet, temiz fıtrat sahibi olan ve saf çocuksu ruhunu korumaya muvaffak kılınan Müslüman gencin içinde yaşadığı çağdaş cahiliye toplumu ile arasındaki en başta gelen farklardır.
Cahiliye toplumunun başta gelen özelliği bünyesinde barındırdığı tüm kötülüklerin, olduğu gibi fertlerde ortaya çıkmasına imkan vermesi ve teşvik etmesidir. Cahiliye toplumunun ferdi; itikadi, fikrî yahut amelî olarak nefsini şeytani ve hayvani vasıflarla vasıflandıracak türlü türlü şenaet ve denaetlerde bulunur.
Mürüvvet sahibi genç muvahhid ise rüşd ile itikadi ve fikrî netliğe; mürüvvet ile de söz, davranış ve duygulardaki olgunlukla sağlam karakterli bir dava eri olarak Peygamberlerin ve hatta meleklerin ahlakı ile ahlaklanmaya çalışır.
Kulun dünya hayatında rızıklandırıldığı/elde etmeye muvaffak kılındığı en büyük nimet hiç şüphesiz hidayet nimetidir. Mürüvvet sahibi genç muvahhid rızıklandırıldığı bu büyük nimetin kıymetini idrak ederek güç yetirebildiği kadar çokça şükretmelidir.
Mürüvvet sahibi genç muvahhid; Allah’ı ve Rasûlü’nü sevendir. Allah’ın subhanehu ve teâlâ, her nefes alışverişinde hatta her anında içinde bulunduğu (zahir veya batın) tüm hallerine muttali olduğunu bilendir, bu şuuru ve hassasiyeti süreklileştirendir.
Mürüvvet sahibi genç muvahhid; Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem siyerini en güzel bir şekilde öğrenen, sünnetini ihya eden, kıyamet gününde hamd sancağının altında onun önderliğinde haşr olunmak için dünya hayatında yegane rehber olarak Rasûlullah’ı gören ve ihsan üzere ona tabi olandır. Gayri İslami cerayanlara kapılmadan istikamet üzere sebat edebilendir.
Mürüvvet sahibi genç muvahhid; hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan hakkı söyleyen, eğip bükmeden tevhide davet eden ve adaletle hakkı ayakta tutmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayandır.
Mürüvvet sahibi genç muvahhidin kızgınlığı, muhabbeti, gayreti, emeği, dostluğu ve düşmanlığı ancak ve yalnızca Allah subhanehu ve teâlâ içindir.
Mürüvvet sahibi genç muvahhid, zayıf ve güçsüzlere meleklerin:”Ne işte/ne durumda idiniz! Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” (4/Nisa, 97)şeklindeki hitabına muhatap olmamak için hak ehlinin safında yer alır.
Mürüvvet sahibi genç muvahhid, “Rabbinizin bağışını ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!” (3/Âl-i İmran, 133)çağrısını okuduktan/işittikten sonra ‘Lebbeyk!’ diyerek elest bezmindeki misakını pekiştirerek Rabbe teslimiyetin zirvesine yükselmeye gayret gösterendir.
Mürüvvet sahibi genç muvahhid, karşılaşacağı bela ve musibetler karşısında gevşeklik göstermez, üzüntüye yahut ümitsizliğe kapılmaz ve bilir ki önünde sonunda muvaffakiyet ve zafer müminlerindir (biiznillah).
Mürüvvet sahibi genç muvahhid, Allah’a yaklaştıkça Allah’ın da kendisini izzet, ilim, zenginlik ve ülfet ile rızıklandırıp mutlu edeceğinin şuurunda olan marifet sahibidir.
Allah’ın razı ve hoşnut olacağı her halûkarda O’na hamd ederiz. En üstün salât ve selamlar Efendimiz, dostumuz ve önderimiz Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem, pak ehlibeytine ve seçkin ve saygı değer ashabı ile kıyamete kadar en güzel bir şekilde ona tabi olan müminlerin üzerin olsun.
İlk Yorumu Sen Yap