Seccadeli Zerdüştler – 3

Bestami ile Nurettin, günün neredeyse tamamında şirk havası solumakla kalmıyor; soludukları bu katıksız şirki daha da çoğaltıp, Kürt kimliğinde ortaya çıkarak her gün bir başka maskeyle varlığına devam etmeye çalışan küfür lokomotifine yakıt olma yolunda daha yoğun çabalar göstermeye yöneliyorlardı.

Oğuz, şahit olduğu bu vakıa karşısında daha gerçekçi bir tutum içerisindeydi:

— Bu hâlleriyle kıldıkları kılacakları namazın Allah subhanehu ve teâlâ katında hiçbir değerinin olmadığından şüphem yok. Fakat şu son birkaç haftadır Bestami ile Nurettin’in artık namaz falan da kılmadıklarından eminim. Hem bu Abraş mıdır Habreş midir nedir, onlarla beraber olduğu müddetçe İslam hakkında tek kelime etmekten tırsar bu çocuklar. Örgüt disiplini var ya… Kaldı ki kendi aralarında gündemleştirseler dahi zındıkların diliyle konuşacakları da muhakkaktır.

Şair Amedî de Oğuz’u tasdik eder mahiyette sözler söyledi:

— Ağız alışkanlığıyla çocuk mocuk diyoruz ama bu gençlerin beyin küfesi gün geçtikçe şirk itikadıyla doluyor. Özellikle F tipi hapishanelere mahsus şöyle bir durum var: Katı bir tecrit, izolasyon ve psikolojik baskı uygulamalarının sıradanlaştığı bu tip hapishaneden oto teybi çaldığı için içeri giren bir hırsız dahi yaptığı bu cürmü bir süre sonra ‘dava’ olarak görüp sahip çıkmaya çalışır. Bu açıdan baktığımızda, bambaşka psikolojik bir atmosfer olduğunu görürüz burada. Bunu bir de şirk ideolojisi temelinde yapılanan örgütlere kıyısından köşesinden dahi bulaşanlarda bir süre geçtikten sonra daha net görmek mümkündür.

— Ağzın bal yutsun… Sözünü böldüm. Bahsettiğin tiplerden bir kaçıyla bizzat karşılaştım, konuştum. Boynuz, kulağı geçer misali bir kanaate vardım. Bu tip insanlarda müspet olarak istisnai örnekler var mıdır, hiç duymadım doğrusu.

— Var var, Oğuz abi. Dediğin gibi istisnai de olsa tevhid davetine samimi bir şekilde icabet eden ender şahsiyetler de çıkıyor bunların arasından.

— Bunu duyduğuma sevindim, elhamdulillah.

— Bestami ile Nurettin’i hepimiz tanıyoruz artık. Hem irade hem de fikir ve inanç bakımından gevşek ve zayıf tipler olduğu çıktı ortaya. Böyle tiplerin hâlâ Stalinist özellikler taşıyan bir küfür örgütü içerisinde şahsiyetli bir tutum ve duruş sergilemeleri mümkün değildir. Bu tip insanların, kendi örgütleri içerisinde velev ki yapıcı da olsa muhalif bir tavır geliştirebilmeleri şöyle dursun, önder diye tapındıkları tağuta ve örgütsel ilkelere mutlak itaatte en küçük bir zaafiyetleri dahi asla hoş görülmez.

— Sen bunları söylerken aklıma mürşidinin karşısında gassalın elindeki meyyit gibi olması gerektiği telkin edilen gariban sofiler geldi abi…

— Aslında bahsettiğim yönden benzerlikleri var ama sonuçta bunlar en önde giden İslam düşmanlarıdır. Bunlardaki eleştiri, muhalefet, kin, düşmanlık, yalan, iftira ve saldırganlık vs… Eğer karşıdaki Müslüman ise bunlar da hemen o çok sevdikleri devrimcilik trenine binerler. Bu sınıf insanlar, karşılarında ya da tepelerinde otoriter bir lider yahut güçlü organize bir kuvvet buldular mı huzurda secdeye kapanmaya hazır, edilgen tiplerdir. Demagojilerle, hoppalıklarla dağ gibi görünüyor olsalar da kökleri kıldan ibarettir.

Şair Amedî, Zahid mollanın şevkinin kırılmamasına da özen göstermek gereğini hatırlayıp sözlerini daha önce şahit olduğu bir meseleyi aktararak sürdürdü:

— Geçen seneydi sanırım. Duruşmaya çıkarılmayı beklerken bunlardan birkaçıyla aynı nezarethanede tutuluyorduk.

— Abi normalde aynı yerde tutulmamanız gerekmiyor mu?

— Haklısın. Bazen sırf provokasyona kapı aralamak amacıyla, kalabalık olan grubun tek veya çok az olan karşı gruba saldırmasına ortam hazırlıyorlar. Birçok örnekleri de yaşanmıştır yani. Bu Kürt Baasçıları da kalabalık olup fırsat bulduklarında tıpkı Siyonist Yahudiler gibi tahmin edilmeyecek ölçüsüzlükte küstahlaşıp barbarlaşırlar. Ben de böyle birkaçına denk gelmişim o sırada. Söz dönüp dolaşırken İslam ve Müslümanlar hakkında bir şeyler gevelemeye çalışıyorlar ama henüz ilk anda ortaya koyduğum sert tavırdan dolayı, o cesareti gösteremiyorlar bir türlü. Karınlarında taş varmış gibi de kıvranıp duruyorlar. İçlerini yakan o gayz, rahat bırakmıyor onları. Neyse, bir fırsatını bulup ağızlarındaki baklayı çıkardılar nihayet. İslam’dan ve Müslümanlardan beri olduklarını ilan ediverdiler orada…

— Bunca senedir apaçık şirkten ve müşriklerden, İbrahim aleyhisselam atamız gibi beraatlerini ilan etmek bir yana, dilbazlık ve kalemşörlükleriyle muvahhidlere hasım kesilen zavallılara ithaf etmeli bu tavırlarını.

— Selahaddin abi, eminim ki bu tavrı da, aralarındaki rezil belamlar vasıtasıyla İslam’dan öğrenmişlerdir.

— Onda hiç şüphe yok Zahid abi.

— Sonra abi…

— Sonra Oğuz abi, İslam’dan ve Müslümanlardan beraat ilanının hemen ardından şunu söylediler: ‘Biz halkımızın kadim dini(!) olan Zerdüştlüğü benimsiyoruz.’

— Allah Allah! Abi hani bunların ideolojisinde din namına hiçbir şeye yer yoktu?

— Onlarda kesinlikle olmayan şey İslam’dır, azizim. Zerdüştlüğü benimsediklerini bizzat kendileri söylüyor zaten. Konuştuğum grubun başı gibi davranan eleman da Zerdüşt’ün mücessem hâli gibiydi. Bir de kendi aralarında birtakım ibadetler icat etmişler. Mesela yılda üç gün oruç tutarlar. Bu orucu, kendilerine ilah edindikleri tağuta adarlar.

— La havle vela kuvvete illa billah…

— Cık, cık, cık…

— Selahaddin abi, bunlar aslandan kaçalım derken Mekke müşriklerinin bile şarap renkli yüzlerini kızartacak kadar gerisin geriye gidivermişler.

— Abi bunlar gericilerin önde gideniymiş yahu!

— Bunların gerçek yüzünü halkın arasında bilenlerin olmadığına, olsa dahi çok azını bildiklerine inanıyorum.

— Doğrusu ben de bu kadarını bilmiyordum. Bu keferetu’l fecerenin hakiki yüzünü hapishanede tanıyor olmak da hayli ilginç bir durum doğrusu.

— Çünkü hiçbir insan ya da örgüt, hapishanede gerçek yüzünü gizlemeye güç yetiremez.

— Gerçekten de öyle. Fikirler, duygular, ahlak… Her şey, en yalın hâliyle ortada. İnsan, fert olarak gizlemeye güç yetiremiyorsa bir şirk örgütü buna nasıl güç yetirebilir ki?

— Bunların da hapishanede kimliklerini ve ideolojilerini gizleme saklama gibi bir dertleri yok, gördüğümüz gibi.

— Evet, evet. Daha geçen hafta İranlı Mazdek midir ne karın ağrısıysa, onun komün öğretisiyle ilgili ders yaptıklarını bizzat kendileri söylemişti.

— İranlıymış ha, o Mazdek dedikleri kaltaban.

— Öyle demişti Bestami.

Dudaklarda acı bir tebessüm yayıldı. Zahid, Şair Amedî’ye dönerek:

— Abi, şimdi bu gençler bize seslendiklerinde ne yapalım, ilişkimizi kesecek miyiz yoksa devam mı edelim?

— Şu ana dek yaptığınız gibi asli uğraşlarımıza mani olmayacak şekilde devam etmemiz daha iyi olur. Hiç değilse iletişim kanallarının açık olmasında fayda var. Aslında bunların örgütsel tavrı, tıpkı Êzidiler gibi, kendilerinden başka hiç kimseyle iletişime geçmemektir. İletişimin, örgüt talimatıyla yasaklanmadığı dönemlerde, birkaç mensupları daveti kabul etmişti. Bu tür meseleler yaşandıktan sonra, hapishanelerde Êzidi modeli kapalı bir topluluk hâline geldiler.

— Êzidilerin piri olan Şeyh Adî Musafir de bu batağa sapmadan önce tasavvuf ehliymiş Selahaddin abi.

— Allah subhanehu ve teâlâ razı olsun… Dışarıdaki insanlar için Google neyse, burada ansiklopedik Oğuz abimiz odur bizim için.

— Estağfirullah abi…

— Konumuza dönecek olursak; Bunlar ayıkıp kendi kabuklarına çekilmeden önce herhangi bir talepte bulunduklarında uygun zamanı kendimiz tayin ederek onlar için faydalı olacak şeyler anlatmaya ve davete devam ederiz. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Mekke’deki şirk önderlerine yüzlerce kez davette bulunmuştur. Üstelik birkaç istisna hariç davet hususunda Rasûlullah’tan bu yönde herhangi bir talepleri de yoktu. Bizler şöyle bir beklentiye de kapılmamalıyız: Bestami ile Nurettin’e aylardır hakkı anlatıp davette bulunmamızın somut neticesini yarın alacakmış veya almamız gerekiyormuş gibi yanlış beklentilere kapılarımızı kapatalım. Bu tür durumlarda Rasûlullah’tan örnek verdim. Ayrıca Nuh’un aleyhisselam yüzyıllar boyunca yaptığı davetin çok az kişi dışında somut bir karşılık bulmadığı örneği de önümüzde. Aslında bu da bir süreç ve nasip meselesidir yani. Şu geçen aylar boyunca yaptığımız ve bundan sonra yapacağımız davet ile serpeceğimiz itikadî ve fikrî tohum, tahmin edemeyeceğimiz bir dönemde zihinlerde veya kalplerinde çatlayıp filizlenmeye başlayabilir. Her halükârda ümitvar olup gayret göstermeye devam inşallah. Muvaffakiyet Allah’tandır.

Delik sohbetleri, Bestami ile Nurettin için tiryakilik olmuştu adeta. Son zamanlarda daha çok gayb âlemiyle ilgili sorular sormaya başladılar. Dahil edildikleri ‘yoğunlaştırılmış kadro’ çalışmasındaki temel konulardan biri, geleneksel de olsa gayba dair tüm bilinç ve inançlarının temelden yıkılmasıyla ilgiliydi. Materyalist bir felsefeyi, yani kısaca, gözle görülmeyen deneysel çerçevede olmayan hiçbir şeyin varlığına inanmamak gibi bir şirk inancını genç zihinlerde sağlam bir şekilde yerleştirebilmenin en başta gelen şartı, gayb inancını tamamen ortadan kaldırmaktır. Bestami ile Nurettin, Müslümanların bunun farkında olmadıklarını zannediyorlardı ama özellikle gayba iman hususunda dinledikleri hakikatlerden sonra bu konuyla ilgili sorular sormaktan vazgeçtiler. Habreş tarafından vazgeçirilmiş olmaları daha güçlü bir ihtimaldi tabii.

Haftalar, aylar geçtikçe Bestami ile Nurettin’deki değişiklikler daha da belirginleşmişti. En başta, daha öncekilerden farklı olarak sohbetleri kendi açılarından kahve muhabbeti kıvamında bir sosyal faaliyet düzeyine indirgeme yönünde bir yaklaşım geliştirmeye başlamışlardı. Bu türden köylü kurnazlıklarını fark eden Müslümanlar da dönüşümlü olarak günde bir kez ve kısa süreli yaptıkları sohbetleri haftada üç, bazen de iki kez yapmaya başladılar.

Bestami ile Nurettin’in konuştuğu dil, aradan geçen beş altı aylık sürede diğer arkadaşların kullandığı dile benzemeye başlamıştı. Tıpkı Habreş’in kullandığı dil gibi. Bu değişiklik, tutum ve davranışlarında da fark ediliyordu. Anlaşılan o ki Habreş, hapishanedeki diğer arkadaşlarının da destek ve katkılarıyla ve sıkı bir örgütsel disiplin ile düzenli, devamlı ve yoğunlaştırılmış kadro çalışması dedikleri eğitim faaliyetleriyle Bestami ile Nurettin’i de önder dedikleri tağuta kulluk çemberine sokmakta başarılı olmuş gibiydi.

Zahid, en son geçen hafta görüştüğü sırada kendisi konuşurken Bestami’nin suratında zaman zaman beliren keyifli ve hainane anlık sırıtışlardan rahatsız olmuştu.

Önceki konuşmalarının birinde Bestami’nin anlattığına göre, babası diyanete bağlı bir camide imamlık yapıyormuş. Nurettin’in hikayesi de ilginç. Kendisi gözaltına alınıp tutuklandığı günlerde annesiyle babası umre ziyareti için Mekke-i Mükerreme’delermiş.

Şirk ve zan üzerine bina edilmeye çalışılan bir ‘din’ anlayışı, sonradan gelen nesilleri nitelikli şirk ideolojilerine yönelten itici bir kuvvete dönüşmekte âdeta.

Çelişkiler dünyası ya da hakikatlerin hayatın tüm lezzetini acılara çeviren sarsıcı darbeleriyle yüzleşilmesi…

Elindeki bastonu kuma birkaç santim gömdüğünde fidan diktiğini zanneden tevhidsiz, yakinsiz, şuursuz ve sorumsuz ebeveynler…

İslam’ın nezdinde Allah’ın ayetlerinden bir ayet olan dili, varlıklarının en yüce değeri ve hakikati olarak görüp mücadelelerinde temel bir amaç hâline getirebilecek ölçüde fıtratlarından, hayatın gerçeklerinden ve yaratıcılarından uzaklaşan bir nesil…

Sert virajlar ve sonu gelmeyen tehlikelerle dolu uzun bir yolda yavaşlatılmayan bir hızla yol alırken, kendilerini hasret ve pişmanlık uçurumuna yuvarlayacak küfür önderlerine tabi olan, iğfal ve ifsat edilmiş, sonra da ifsadın faili hâline getirilmiş nesiller…

Kış mevsiminin yarısı geride kaldığı halde hapishanede hâlâ kaloriferler çalışmıyordu. Soğuklar, mahpusluğu daha da zorlaştırır. Soğukların şiddetlendiği zamanlarda herkes yanına bir sıcak su torbası alıp ranzada oturmaya mahkûm olur. Sıcak su torbası bulabilenler de talihli sayılırlar. Bulamayanlar ise pet şişeleri bu amaçla kullanır. Altı üstü dört tarafı beton ve demir olan hapishanede bu tür mahrumiyetler genellikle kasıtlı ve planlı olarak yapılır, idare tarafından. Maksat, tağuti düzeni tanımayan ve sistemle problemli olan Müslüman mahpuslar ile diğer mahkûmları, kendilerince cezalandırmaktır. Böyle durumlarda Müslüman mahpuslar da genellikle hareket hâlinde olmaya çalışırlar. Mesela Kur’an-ı Kerim ezberi yapıp daha önceki tekrarlarına çalışan Zahid, bunu sürekli olarak yürüyüş hâlinde yapardı. Yatakta oturmakla büzülüp titreyerek verim kaybı yaşamaktansa, böylelikle hem ezberlerini yapmış hem tekrarlarını çalışmış, hem spor yapmış, hem de gayet güzel ısınmış olurdu.

Oğuz da aynı yöntemi uyguluyor ve okuduğu kitabı yağış olmayan günlerde bahçede gezine gezine okuyordu. İlk zamanlar bu yaptığını kendisi de yadırgamıştı ama sonraları o kadar alıştık ki bu duruma, dergilerle gazeteleri de yürüyüş sırasında okuyordu artık.

Hapishanede mahpusluğun daha az kötü veya insanı dinginleştiren yönlerinden birisi de, kışın dondurucu soğuğunda sıcak bir hücrede olmaktır. Hücrede de olsa mahpus bitmesini istemediği ve hissetmekten duyamadığı bir güven hissine kapılıyor o sıcak ortamda.

Şair Amedî ve arkadaşları soğuk hücreyi ısıtmaya çalışıyorlarmış gibi buhar tüttüren çay bardaklarının olduğu masanın etrafında oturmuş, bugün mahkemeye giden komşularından konuşuyorlardı. Son birkaç haftadır hiç görüşmemişlerdi onlarla.

— Selahaddin abi, her halükârda bu gençlerin tahliye olmasını istiyorum. Burası onlar için dışardan çok daha tehlikeli.

— Haklısın. Burada yirmi dört saat örgüt gözetimi ve şirk eğitimi var. Dışarıda isteseler de böyle bir mesai imkânı bulamazlar. Fakat benim kanaatime göre bugüne kadar olan olmuştur artık. Onlar için içerisi dışarısı pek fark etmez yani…

İkindiye yakın bir vakitte kapıların açılmasıyla beraber, bir hareketlilik başladı komşu hücrede. Bestami ve arkadaşları, mahkemeden dönmüşlerdi demek. Bestami ile Nurettin, yakın koğuşlardaki diğer arkadaşlarına sesleniyor, seslerindeki sevinç dalgaları her tarafa yayılıyordu. Kısa bir süre sonra Müslümanlara seslendiler:

— Selahaddin Hoca, top geliyor!

Attıkları biraz irice topun içerisinde geldikleri ilk gün seccade olarak kullanmak için Müslümanlardan istedikleri nevresim vardı. Topu attıktan sonra delikten de çağırdılar Müslümanları. Belli ki bir şeyler söylemek istiyorlardı. Şair Amedî, sevinçle parlayan gözler ve kabak çiçeği gibi açılmış yüzleri görünce tahliye olduklarını anladı, gençlerin.

— Bestami, tahliye mi oldunuz?

— He valla, tahliye olduk Selahaddin Hoca.

— Gözün aydın, hayır olur inşallah.

— Sağ olasın, Selahaddin Hoca. Birazdan çıkıp gideceğiz. Geldiğimiz günden beri sizden iyilik dışında başka bir şey görmedik. Bunun için ben ve Nurettin heval sizlere minnettarız, çok teşekkür ederiz yaptıklarınız için.

— Komşuluk hukukunun gereğini yerine getirmeye çalıştık.

— Biz, bu hapishanede hakikaten çok önemli şeyler öğrendik. Bizce en başta geleni de asimile edilip unutturulan asıl kimliğimizi bulmuş olmamızdır. Hapishane sürecindeki en önemli kazanımımız Zerdüşt kimliğimizi yeniden keşfetmiş olmamızdır. Bana kalsa salt bu kimliğini yeniden bulması için her bir Kürt gencinin beş altı ay hapishanede yatmasını isterim yani…

Bestami ile Nurettin’in bu aşikâre şirk ilanına Müslümanlar hiç şaşırmadı. Öyle ya küpte ne varsa o sızar! Bunların da küpü yarım yıldır şirk ile doldurulmuştu ve şimdi sızan da oydu. İradeleri mefluç ve kalplerine zift püskürtülmüş bu gençlere, Şair Amedî’nin deyimiyle ‘pepuk’lere artık acıma hissi de duymuyorlardı.

Şair Amedî, kükürtle boyanmış muşmulayı andıran suratları bir süre süzdükten sonra yol verdi onlara:

— Haydi bakalım, selametle…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver