Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,
Rabbimiz canlıları yaratırken onların ihtiyaçlarını da bilmiş ve vücuduna bazı mekanizmalar yerleştirmiştir. Bu sayımızda da insanı hayatta tutan en önemli reflekslerden biri olan “savaş ya da kaç” tepkisi olarak bilinen mekanizmadan bahsetmeye çalışacağız. Çaba bizden, başarı Allah’tandır (cc).
Yolda yürüyorsunuz, âniden karşınıza bir köpek çıktı; kocaman ve ağzından salyalar akıyor, agresif olduğu her hâlinden belli, sizi kovalamaya başladı… İşte tam bu ânda devreye giren, bizi koruyan, hayatta kalmamızı sağlayan bir mekanizmadır savaş ya da kaç tepkisi. Bir saniyeden bile kısa sürede kanımızda adrenalin miktarı artmaya başlar, durumun ciddiyetine göre birtakım bedensel değişiklikler yaşanır ve kişi hayatta kalabilmek için ya köpekten kaçmaya karar verir ya da kalıp köpekle savaşmaya.
Kanımızda adrenalin miktarı arttıkça beden uyanır, daha dinç ve zinde olur. Hem savaşmak hem de kaçmak için hantal bir vücut işe yaramayacağı için kişi her hücresinin aktifleştiğini, uyandığını hissedebilir.
Artan adrenalinin etkisiyle kalp daha güçlü ve daha hızlı çalışmaya başlar. Kan basıncımız yükselir.
Kan dolaşımı yeniden düzenlenir. Savaşırken ve kaçarken kollarımız ve bacaklarımızdaki kaslar yüksek performansla çalışmalı; kaçarken hızlı koşmalı, savaşırken güçlü darbeler indirmelidir. Kişinin bedenindeki kan genital bölgeden, sindirim ve boşaltım sisteminden çekilir; kaslara yönlendirilir, ihtiyacı olan oksijeni ve enerji kaynağı şekeri kandan karşılayabilir.
Adrenalin seviyesi arttıkça dikkatimiz ve konsantrasyonumuz da artar. “Kaçarken hangi yolu izleyeceğiz, engeller çıktığında üstünden mi atlayacağız, yoksa çevresinden mi dolanacağız, savaşırken hamle nereden gelecek, kendimizi nasıl koruyabiliriz veya biz nasıl hamle yapabiliriz?” gibi soruların hepsini bir saniyeden bile kısa sürede hesaplayıp karar vermeliyiz ve eyleme geçmeliyiz. Aksi takdirde hayatta kalamayız. Beynimizin ânlık değerlendirme yapıp bir ânda karar verebilme kapasitesi artar.
İnsan kanındaki şeker; beyin ve kas hücreleri tarafından en kolay kullanılan enerji kaynağıdır. Savaşacağımız veya kaçacağımız zaman çok fazla enerjiye ihtiyacımız vardır. Vücuttaki şeker depolarının kapıları açılır, karbonhidrat (şeker) kana yönlendirilir; enerji ihtiyaçlarını karşılamaları için kaslarımızın, beynimizin ve hücrelerimizin kullanımına sunulur.
Kaçarken ya da savaşırken vücudumuzun oksijen ihtiyacı da artar. Artan oksijen ihtiyacını karşılayabilmek için akciğerler de çalışma kapasitesini arttırır. Bir nefeste alınan soluk miktarı artar ve nefes alışverişi hızlanır.
Tehlikeyle karşılaşan kişinin kaçarken birtakım engellere takılıp düşmemesi için göz bebekleri büyür ve daha iyi bir görüş elde edilir. Vücut savaşırken veya kaçarken artan metabolizmanın etkisiyle ısınmaya başlar. Yüksek sıcaklığın vücut dengelerini bozmaması için soğutma mekanizması devreye girer ve kişi terler. Savaşırken veya kaçarken olası bir yaralanma durumunda kişinin kan kaybından ölmemesi için pıhtılaşma sistemi aktifleşir ve tetikte bekletilir.
Vücut savaş ya da kaç tepkisi verirken aynı zamanda iki sistem kapatılır, üreme ve sindirim sistemi. Kan, bu iki sistemden alınıp kaslara ve beyne yönlendirildiği için bağırsakların ve genital organların çalışması durdurulur. İdrar ve dışkı yapma ihtiyacı ortadan kalkar. Kimse salyaları akan bir köpekten kaçarken neslin devamlılığını (cinselliği) ya da yemek yemeyi düşünemez.
Adrenalin miktarı vücutta arttıkça bazı duyular körelir. Kişi ağrı ve acı hissetmez. Öyle ki kırılmış ayağıyla koşabilir, kopan uzvundan geriye kalanlarla kendisini savunabilir. Can havliyle kaçarken veya kendisini savunurken bedenindeki ağrıların, kırıkların, kopukların farkına varmazken can korkusunu üzerinden atıp sakin bir nefes aldığında, bedenindeki zararı gördüğünde, aklı devreye girip yaşadığı olayı değerlendirmeye ve anlamaya başladığında ağrı duymaya başlar. Halk arasında bilinen “Olayın sıcağıyla ağrı hissetmezsin.” cümlesi doğrudur ve buradan gelir.
Adrenalin kanda yükseldikçe kişide coşku ve kahramanlık duygularını tetikler. Bu, aynı zamanda korkuyla da yakından ilgilidir.
Savaş ya da kaç tepkisi beden için çok verimli gibi gözükse de kişinin gücü artıp beyni daha iyi çalışabiliyor gibi dursa da aslında insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği olan aklın muhakeme gücü, yani olayları iç yüzüyle birlikte değerlendirip kişinin faydasına olacak sonucu çıkarabilme yeteneği çalışmaz; hikmet ve basiret körelir. Beyin “Koşuyorsun, önünde engel var, üstünden atla.” gibi basit refleksleri hızla yerine getirir. Fakat olayların iç yüzünü anlayıp değerlendirmeye vakit yoktur. Uzun süreli bellek de işlevsizdir. Çoğu zaman olayı genel hatlarıyla hatırlar, hatırladıklarında boşluklar ve kopukluklar vardır.
Korku ve adrenalinin hâkim olduğu hayatta kalma mücadelesi veren toplumlar; olayların iç yüzünü, başlangıç noktasını, nasıl ilerlediğini hikmet ve basiret üzere değerlendirip mantıklı çıkarımlar yapamazlar. Böyle toplumlardaki insanlarda bir ânlık coşkuyla veya korkuyla duygusal kararlar, saman alevi gibi parlayıp sönen tepkiler hâkimdir. Firavuni sistemler bir toplumu kontrol altına almak istediğinde o bölgede korku ve savaş üzerine bir düzen kurup insanları can derdiyle yaşamaya mecbur bırakır. Çünkü canının derdine düşmüş, savaş ya da kaç yanıtıyla sürekli tetikte yaşayan toplumdan âlim, bilim insanı, meslek erbabı, ehil kişiler çok zor çıkar.
Adrenalin yanıtını en iyi müşahede ettiğimiz toplum Mûsâ’nın (as) toplumudur. Mûsâ’nın (as) doğduğu yıl Firavun’un emriyle erkek çocuklar öldürülüyordu,[1] toplumda savaş ya da kaç tepkisi zirvedeydi. Güçsüz, korkan, can derdiyle yaşayan bir toplum vardı.[2] Mûsâ (as) yetişkinlik ve olgunluk çağına gelip peygamber olarak Firavun’a gönderilene kadar toplum bu hâlde yaşadı. Olayların iç yüzünü değerlendiremiyor, asıl düşmanı göremiyorlardı. Rabbimiz, İsrailoğullarına peş peşe ayetlerini gönderip[3] Firavun’un acizliğini ortaya çıkarmasına rağmen, “Biz bu kadar yıl aciz bir insandan korkarak yaşamışız, Allah (cc) bizimle beraber, Peygamberi Mûsâ bize yol gösteriyor.” diyemediler; “Sen gelmeden önce de eziyet görüyorduk, sen geldikten sonra da eziyet görüyoruz.” dediler.[4] Nitekim adrenalin yanıtına çok uzun yıllar maruz kalmak, sürekli canını kurtarma endişesi ve korku psikolojisiyle yaşamak kişinin akli melekelerini körleştirir. Toplum olarak Mûsâ’nın (as) sihirbazlara galip gelişine, sihirbazların iman edişine şahit oldular;[5] peşi sıra gelen mucizeler yaşadılar, en sonunda da Peygamberleri önderliğinde o beldeden çıktılar.[6] Bir müddet yol alıp denize vardıklarında arkalarındaki Firavun ve ordusunu fark ettiklerinde, “Biz toplum olarak neler yaşadık, defalarca Firavun’un acizliğini gördük, Allah ve Resûl’ü bizimle beraber!” diyemediler; “Bittik biz, ey Mûsâ!” dediler.[7] Allah (cc) yine onları yardımsız bırakmadı; denizi önlerinde yardı, dev dalgaları gördüler, içinden geçtiler ve Firavun ile ordusunun orada boğulduğuna,[8] Firavun’un imanına şahitlik ettiler.[9] Fakat ayaklarının suyu kurumadan gördükleri ilk kavimdeki putu Mûsâ’dan (as) ilah olarak istediler.[10] Ardından Mûsâ (as), Allah (cc) ile buluşmak için ayrıldığında[11] Sâmirî’ye uyup süs eşyalarını eritip buzağı putunu yaptılar.[12] Allah (cc) onlardan durumunu ıslah edenleri affetti.[13]
Rabbimiz (cc) insanı yaratan ve onun ihtiyaçlarını en iyi bilendir; insanın kendisini koruyup hayatta kalabilmesi için “savaş ya da kaç” tepkisini de tam zıddı olan “ye, iç, keyfine bak” tepkisini de fıtratına yerleştirendir. Bu iki sistem, tahterevallideki iki çocuk gibidir. Tahterevallinin bir ucunda savaş ya da kaç, diğer ucunda ye, iç, keyfine bak tepkisi vardır. Biri artarken muhakkak diğeri azalır. İnsanın bu iki sistemi dengelemesi gerekir.
Savaş ya da kaç tepkisinde insan canının derdine düşer, karın tokluğuna yaşar, o günü sağ çıkarmaya çalışır. Aklın kullanılmadığı bu toplumda vahşi doğa kanunları geçerlidir; daha güçlü olan hayatta kalır ve çok olan topluluk galip gelir. O yüzden bu toplumlar güce meyleder, her zaman gücün etrafında toplanmaya çalışır. Çoğunluk, hayatta kalabilmeleri için onlarda önemli bir kriterdir.
Rabbimiz (cc) İsrailoğullarına nimetler verdi, yaşayacakları bir belde gösterdi,[14] peygamberler gönderdi.[15] Ama ne zaman ki artık savaş ya da kaç tepkisinin etkileri azaldı, o toplum bunun tam zıddı olan mekanizmaya kaymaya başladı. Ye, iç, keyfine bak tepkisi devreye girdi; geçmişlerini unuttular, alaycı,[16] inkâr eden nankör bir topluma dönüştüler.[17] O zaman Allah (cc) onları yakaladı ve hayvanlara, aşağılık maymunlara çevirdi.[18]
Terazinin dengesi bozulmuş insan ne zaman can derdinden kurtulur ve nimetler ona her yerden yağmaya başlarsa işte o zaman da keyfine düşkünleşir. Yer, içer, cinselliğini önceler, keyfine göre yaşar; âdeta hayvandan farkı kalmaz. Hatta aklı olduğu hâlde hayvan gibi yaşadığı için hayvandan daha aşağı konuma düşer.[19] Birinde can korkusu aklını örter, diğerinde şehvetlerin lezzeti. Her iki durumda da fıtratının peşinden gidemez, olaylara hikmet ve basiret penceresinden bakamaz. Birinde korku psikolojisiyle, kırbaç şaklamasıyla yönlendirilir ve anlık coşkularla galeyana gelir, içi boş değerlerin etrafında toplanıp sömürülür; diğerinde şehevi arzularla yönlendirilir, nefsin istekleri doğrultusunda harekete geçer, hayatını şeytanın ve nefsin elinde oyuncak eder. Her iki toplumla da mantıklı konuşmak zordur. Her iki topluma da gerçekleri göstermek güçtür. Her iki toplumu da fıtrata davet etmek sabır ister. Bugün dünyada Orta Doğu toplumları savaş ya da kaç tepkisiyle yaşarken Batı toplumları da ye, iç, keyfine bak tepkisiyle hayatını devam ettirmektedir.
Rabbimiz (cc) hem kendimizi ıslah etmeyi, bedeni ve ruhu dengelemeyi hem de toplumları hakka davet etmeyi bizlere kolaylaştırsın, ayaklarımızı hak dini üzere sabit kılsın.
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.
[1]. “(Hatırlayın!) Hani sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık. Size işkencenin en kötüsünü reva görüyor, erkek çocuklarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.” (2/Bakara, 49)
[2]. “Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde üstünlük tasladı. Oranın halkını gruplara ayırıp onlardan bir bölümünü mustazaflaştırıyor/güçsüzleştiriyor; erkek çocuklarını boğazlayıp, kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.” (28/Kasas, 4)
[3]. “Andolsun ki Musa’ya, dokuz apaçık ayet/mucize verdik. Sor İsrailoğullarına! Hani (Musa) onlara geldiğinde Firavun ona: ‘Ey Musa! Ben, senin kesinlikle büyülenmiş biri olduğuna inanıyorum.’ demişti.” (17/İsrâ, 101)
[4]. “Demişlerdi ki: “Sen gelmeden önce de eziyet görüyorduk; sen geldikten sonra da eziyet görmeye devam ediyoruz!” Demişti ki: “(Böyle düşünmeyin!) Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak eder ve sizi yeryüzünün halifeleri (onların yerine geçen yöneticileri) kılar. Böylece sizin nasıl işler yapacağınızı gözler.” (7/A’râf, 129)
[5]. “(Yaşananlar üzerine) sihirbazlar secdeye kapanmış: ‘Harun’un ve Musa’nın Rabbine iman ettik.’ demişlerdi.” (20/Tâhâ, 70)
[6]. “Musa’ya: ‘Kullarımla yola çık. Siz, takip edileceksiniz.’ diye vahyetmiştik.” (26/Şuarâ, 52)
[7]. “İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın arkadaşları: ‘Kesinlikle biz yakalandık.’ demişlerdi.” (26/Şuarâ, 61)
[8]. “(Hatırlayın!) Hani sizin için denizi yarmış, sizi kurtarmış ve sizler bakıp dururken/gözlerinizin önünde Firavun ailesini boğmuştuk.” (2/Bakara, 50)
[9]. “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları takibe koyuldu. Nihayet boğulma hâli onu yakalayıverince: ‘İsrailoğullarının inandığı (gibi) O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah olmadığına inandım. Ve ben Müslimlerdenim/şirki terk ederek tevhidle (Allah’a) yönelen kullardanım.’ demişti.” (10/Yûnus, 90)
[10]. “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Kendilerine ait putları olan ve sürekli o (putlara) tapan bir kavme geldiler. ‘Ey Musa! Onların ilahları olduğu gibi sen de bize bir ilah yap.’ demişlerdi. ‘Şüphesiz sizler, cahillik eden bir topluluksunuz.’ demişti.” (7/A’râf, 138)
[11]. “Musa ile otuz gece için sözleştik. Buna ayrıca on gün ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre kırk güne tamamlandı. Musa kardeşi Harun’a dedi ki: ‘Kavmimde benim yerime geç. Islah et ve bozguncuların yoluna uyma.’ ” (7/A’râf, 142)
[12]. “Musa’nın kavmi onun ardından süs eşyalarından yapılmış, (aldığı hava nedeniyle) ses çıkaran bir buzağı heykelini ilah edindi. O (buzağının) onlarla konuşmadığını ve onları doğru yola hidayet edemediğini görmediler mi? Onu (ilah) edindiler ve (zaten) zalim idiler (veya onu ilah edinmekle zalim/müşrik oldular).” (7/A’râf, 148)
[13]. “Kötülükler işleyip, sonrasında tevbe edip iman edenlere gelince; hiç şüphesiz Rabbin, onun ardından (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.” (7/A’râf, 153)
[14]. “Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı mukaddes topraklara girin, (kaçmak için) arkanızı dönmeyin. (O hâlde) hüsrana uğrayanlar olarak geri dönersiniz.” (5/Mâide, 21)
[15]. “(Hatırlayın!) Hani Musa kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Sizlerin içinden nebiler göndermiş, sizleri hükümdar yapmış ve âlemlerden kimseye vermediği (hayır ve güzellikleri) size vermiştir.’ ” (5/Mâide, 20)
[16]. “Dediler ki: ‘Ey Musa! (O güçlü topluluk) orada olduğu müddetçe ebediyen oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidip savaşın. Biz burada bekliyor olacağız.’ ” (5/Mâide, 24)
[17]. “(Hatırlayın!) Hani: ‘Ey Musa! (Sadece kudret helvası ve bıldırcın eti yiyerek) bir tek yiyeceğe katlanamayacağız. Rabbine dua et de bize yeryüzünün bitirdiklerinden; baklasından, salatalığından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın.’ dediniz. Musa dedi ki: ‘En hayırlı olanı bu değersiz olanlarla mı değiştiriyorsunuz? Şehre inin orada istedikleriniz vardır.’ (Bu nankörlüklerinden sonra) onlara alçaklık ve yoksulluk damgası vuruldu ve Allah’ın gazabına uğradılar. Bu (ceza), Allah’ın ayetlerine karşı kâfir olmaları ve peygamberlerini haksız yere öldürmeleri sebebiyledir. Bu (ceza), isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir.” (2/Bakara, 61)
[18]. “Andolsun, içinizden Cumartesi Yasağı konusunda haddi aşanları biliyordunuz. Biz onlara: ‘Alçak/Aşağılık maymunlar olun.’ dedik.” (2/Bakara, 65)
[19]. “Sen, onların çoğunun dinleyip aklettiğini mi sanıyorsun? Onlar, yalnızca hayvanlar gibilerdir. Hayır, hayır yolca daha sapkınlardır.” (25/Furkân, 44)
İlk Yorumu Sen Yap