Sahabe ve Hadis Rivayeti

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun…

Bu yazıyla beraber Sünnet üzerine yazı dizimizde yeni bir konuya geçiyoruz: “Sahabe ve hadis rivayeti”. Bu bölümde şu meseleleri incelemeye gayret edeceğiz: Sahabenin tanımı, İslam’daki yerleri, hadis rivayetindeki rolleri, Sünnete bağlılıkları, öğrenme, öğretme ve muhafaza gayretleri…

Önce sahabe kavramı hakkında bilgi sahibi olalım:

Sahabe Kimdir?[1]

Sahabe “صُحْبَةٌ” kökünden türemiştir. Lugatta “kişinin bir başkasına arkadaşlık etmesi, beraber bulunması” anlamına gelir. Birlikteliğin süresi önemli değildir. Az da olabilir, çok da olabilir. Uzun da olabilir, kısa da olabilir, fark etmez.

Sahabenin ıstılah anlamına baktığımızda farklı görüşler bulunduğunu görmekteyiz. Bu görüşleri iki başlık altında değerlendirebiliriz:

Hadis Âlimlerinin Yanında Sahabe

Sahabenin tarifi hakkında hadis âlimlerinden birçok görüş nakledilmiştir. Bu tariflerin en güzeli İbni Hacer’in yaptığı tariftir:

“Sahabe, mü’min olarak Peygamberle karşılaşan ve imanla vefat eden kimsedir. Peygamber’le görüşmesinin uzun veya kısa sürmesi; ondan hadis rivayet edip etmemesi, onunla birlikte savaşıp savaşmaması, onunla hiç konuşmadan sadece bir kere görmüş olması ya da âmâ olduğu için hiç görememiş olması söz konusu şahsın sahabi sayılmasına engel değildir.”[2]

Bazı âlimler birçok fıkıh usulü âliminin tercihinin de bu yönde olduğunu belirtir.[3]

Bu tanıma göre:

Allah Resûlü’nü gördüğünde küfür üzere olan, o vefat ettikten sonra iman eden kişiler sahabi değildir. Mesela, sonradan İslam’a giren Kayser’in elçisi sahabi sayılmamıştır.

Allah Resûlü (sav) vefat ettikten sonra irtidat eden ve küfür üzere ölenler sahabi sayılmazlar. Abdullah ibni Hatal bunun örneğidir. İslam’a girmiş, Medine’ye hicret etmiştir. Sonra bir Müslim’i öldürmüş, kısastan kurtulmak için Mekke’ye kaçmış, irtidat etmiştir. Mekke’nin Fethi’nde Kâbe’nin örtüsüne sarılı olduğu hâlde öldürülmüştür.

İrtidat etmiş ancak Allah Resûlü (sav) hayattayken iman etmişse sahabi sayılır. İrtidat edip Mekke’nin Fethi’nde İslam’a giren Abdullah ibni Ebi’s Serh bunun örneğidir…

İrtidat etmiş ve Allah Resûlü (sav) vefat ettikten sonra İslam’a girmişlerse sahabi sayılıp sayılmama konusunda ihtilaf vardır. Allah (cc) en doğrusunu bilir.

Allah Resûlü (sav) hayattayken iman eden ancak onu göremeyenler sahabi sayılmazlar. Tabiinin büyüklerinden Ebu’r Reca el-Utaridi, Şureyh ibni Haris el-Kindi, Ebu Osman en-Nehdi bunun örneklerindendir.

Allah Resûlü’nü (sav) gözle görmek sahabi olmak için şart değildir. Önemli olan onunla karşılaşmaktır. Mesela, Abdullah ibni Ümmi Mektum gözleri görmeyen biriydi. Ancak sahabi oluşuyla ilgili hiçbir tereddüt yoktur.

Sahabi olmak için savaşa katılmak şart değildir. Örneğin, Hassan ibni Sabit herhangi bir savaşa katılmamıştır, ama sahabidir. Rivayette bulunması da şart değildir. Sahabe olup kendisinden rivayet aktarılmamış birçok kişi vardır.

Fıkıh Usulü Âlimlerinin Yanında Sahabe:

Fıkıh Usulü âlimlerinin yanında sahabe, Allah Resûlü (sav) ile birlikte uzun bir süre beraber kalan kişilerdir. Bu sürenin miktarında farklı görüşler vardır. Altı ay, bir iki sene veya bir iki gazveye katılma gibi ölçüler verilir. Bazıları da bir ölçü vermez, bunun takriben tespit edilebileceğini belirtir.

Tanımların Değerlendirilmesi

Bu iki tanımla ilgili şu hususlara dikkat çekebiliriz:

a. Hadis âlimlerinin tanımının dayanağı lugattır. Çünkü lugatta az ya da çok birliktelik sohbet sayılır. Hâliyle Allah Resûlü’yle az da olsa birlikte bulunan, karşılaşan kişiler sahabi sayılırlar. Usul âlimlerinin tanımının dayanağı ise örftür. Çünkü örfte az süre; sohbet, arkadaşlık için yeterli değildir. Sohbet, arkadaşlık uzun bir süre birlikteliği gerektirir. Ancak bu sürenin ne kadar olacağı konusunda kesin bir karara sahip değillerdir.

b. Hadis âlimlerinin yaptığı tanımda genişlik vardır. Allah Resûlü’nü (sav) -kısa bir süre de olsa- gören herkesi kapsar. Usul âlimlerinin tanımında ise daraltma vardır. Çünkü onların tanımına göre Allah Resûlü’nü (sav) her gören veya az da olsa birlikte bulunan değil, uzun süre birlikte olan sahabi sayılır. Tanım böyle olunca sahabi sayısı azalır. Hâliyle usul âlimlerinin yanında sahabe olanlar hadis âlimlerinin yanında da sahabedir. Ancak hadis âlimlerinin yanında sahabi olan herkes usul âlimlerince sahabi addedilmez.

c. Neden farklı tanımlar var? Usul âlimleri neden farklı bir tanım yaptı? Bunun nedeni şu olabilir: Bir şeyi tanımlamada her bir ilim dalı diğerinden farklılık gösterebilir. Çünkü her birinin kendine özgü değerlendirme ölçütleri vardır ve gayeleri farklıdır.

Hadis usulünün gayesi bir haberin Allah Resûlü’nden (sav) hiçbir kopukluk olmadan geldiğini tespit etmektir. Hâliyle muhaddisler sahabe kavramını buna göre tanımlamış, “Allah Resûlü’nü görmüş olmak” hem sahabilik için hem de rivayetin Allah Resûlü’ne (sav) nispeti için yeterli sayılmıştır.

Fıkıh Usulü’nün gayesi ise deliller, delillerden istinbat metodlarıdır. Fıkıh Usulü’nde bu konunun gündeme geldiği yer sahabenin Allah Resûlü’nden (sav) rivayetleri değil, sahabenin kendi sözleridir. Yani, “Sahabe sözü delil sayılır mı? Bunun şartları nedir? Sahabinin sözünün kuvveti nedir?” gibi konular Fıkıh Usulü’nün konusudur. Hâliyle Fıkıh Usulü’nde sahabe kavramı “hakkında delil bulunmayan konularda sahabe görüşlerinin yeri” açısından tanımlanmıştır. Sahabe görüşünün kuvveti açısından da uzun süre birliktelik şartını koymuşlardır. Hâliyle her bir tanım kendi dalında doğru sayılabilir. Allah (cc) en doğrusunu bilir.[4]

Burada şuna da dikkat çekebiliriz: Allah Resûlü’nü (sav) bir defa da olsa gören sahabi sayılır. Ancak bu onların Allah Resûlü’yle (sav) sürekli beraber olan sahabilerin derecesinde olacakları anlamına gelmez. Yani, Allah Resûlü’yle yirmi üç sene beraber olan Ebû Bekir’le (ra) onu bir defa görüp çölde yaşayan bir sahabi aynı fazilete sahip değildir. Ancak ortak yönleri, biri meşhur olmamış olsa da ikisinin de sahabi olmasıdır.[5] Enes ibni Mâlik’ten aktarılan şu sözü de böyle anlayabiliriz:

Mûsâ es-Sebelâni şöyle der:

“Enes ibni Mâlik’e dedim ki: ‘Allah Resûlü’nün (sav) ashabından, senden başka kimse kaldı mı?’ O şöyle dedi: ‘Bedevilerden onu görmüş olan bazı insanlar var. Onunla dostluk (sohbet) eden kimse ise kalmamıştır.’ ”[6]

d. Fıkıh Usulü âlimlerinin tanımı “uzun süre birlikteliği, bir iki savaşa katılmışlığı, Allah Resûlü’nden rivayeti olmayanlar mutlak olarak sahabe değildir” diye anlaşılırsa çıkışı mümkün olmayan bir çıkmaza düşülür. Şöyle ki, sahabi oluşlarında ihtilaf bulunmayan ama belirtilen ölçülere uymayan kimseler vardır.

Örneğin, Cerir ibni Abdullah ve Abdullah ibni Sercis ittifakla sahabidir. Ama Allah Resûlü’nü (sav) az görmüşlerdir. Yine Hassan ibni Sabit sahabidir. Ancak hiçbir gazveye katılmamıştır. Ayrıca sahabi olup rivayette bulunmayanlar çoktur…

e. Fıkıh Usulü âlimlerinin tanımıyla ilgili şuna dikkat edilmesi gerekir: Bu tanım yanlış anlaşılabiliyor veya bazı kötü niyetli kişiler tarafından kullanılabiliyor. Şöyle ki; bazı kişiler, bu tanımı istismar ederek sahabeliği ve adaleti sabit olan kişileri sahabi görmeyebilir, adaletlerini sorgulayabilir, onlara ta’n edebilir, rivayet ettiklerinde kuşku duyabilir veya kuşku uyandırma gayretine malzeme yapabilir. Eğer bu tanım, bu görüşe hizmet edecek bir manayla alınırsa kuşkusuz batıl bir tanımdır. Zira İslam’ı tahrif etmeye çalışan zındıklara bir giriş kapısı olur.

Ebû Zur’a Er-Râzî (rh) şöyle der:

“Eğer Allah Resulü’nün (sav) ashabından birini ayıplayıp duran herhangi birini görürsen bil ki o zındıktır. Zira Allah Resulü (sav) bizim yanımızda haktır. Kur’an haktır. Getirdiği şeyler de haktır. Bütün bunları bizlere ileten ise hiç şüphesiz sahabedir. Bu zındıklar Kur’an ve Sünneti yok etmek amacıyla bizim şahitlerimizi (sahabeyi) cerh etmek istiyorlar. Öyleyse onları cerh etmek daha evladır, onlar zındıktır.”[7]

f. Bu bölümü muhaddislerin tanımını tercih ettiğimizi belirterek ve buna dair şu delilleri zikrederek kapatalım:

“Sahabe” kavramının tam olarak ne anlama geldiğini Allah Resûlü’nün (sav) ve ashabının kullanımlarından anlayabiliriz:

Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Öyle bir zaman gelecek ki insanlar arasında savaşlar olacak. Savaşçılara, ‘İçinizde Resûlullah’ın (sav) ashabından/onunla sohbette bulunan biri var mı?’ diye sorulacak ve ‘Evet.’ cevabı verilecek. O sahabe sebebiyle zafer elde edilecek ve fetih gerçekleşecek…”[8]

İmam Müslim’in rivayet ettiği bir başka lafızda. “Onlara, ‘İçinizde Resûlullah’ı gören bir kimse var mı?’ diye sorulur…”[9]

Dikkat edilirse Buhari’nin lafzında “Resûlullah’ın (sav) ashabından/onunla sohbette bulunan” diye geçen kısım, Müslim’in lafzında “Resûlullah’ı gören bir kimse” olarak yer alır. Bu iki lafız birbirini açıklamaktadır: sahabe, Allah Resûlü’nü (sav) gören kişidir.

Vasile ibni el-Eska’dan (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Aranızda beni gören ve arkadaşlık (sohbet) yapan kişiler (sahabe) bulundukça hayır üzere olmaya devam edeceksiniz. Allah’a yemin olsun ki aranızda beni göreni ve arkadaşlık (sohbet) yapanı gören ve arkadaşlık yapan kişiler (tabiin) oldukça hayır üzere kalmaya devam edeceksiniz.”[10]

Hadis, sahabenin Allah Resûlü’nü (sav) gören kişiler olduğunu net bir şekilde göstermektedir.

Ebû Saîd El-Hudrî (ra) şöyle der:

“…Sonra o bedevinin Ömer ibni’l Hattâb’a getirildiğini gördüm. Bu kişi Ensâr için hoş olmayan sözler söylemişti. Ömer (ra) onlara dedi ki: ‘Onun Allah Resûlü’yle (sav) sohbeti olmasaydı ona ne yapacağımı bilirdim. Ancak onun Allah Resûlü’yle sohbeti vardır.’ ”[11]

Bedeviler çölde yaşayan, nadiren şehre inen insanlardır. Hâliyle bu bedevinin Allah Resûlü’yle (sav) sohbeti/birlikteliği uzun, fazla değildir. Buna rağmen Ömer (ra) onun Allah Resûlü’yle (sav) sohbetinin bulunduğu söyler. Bu, kısa da olsa Allah Resûlü’yle (sav) birlikte bulunanların sahabe sayıldığını gösterir.

✽ ✽ ✽

Bir sonraki sayımızın sayfa aralarında buluşmak duasıyla…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun…


[1]. bk. Tedrîbu’r Râvî (Çeviri), Suyuti, 2/1168; Sahabe ve Hadis Rivayeti, Prof. Dr. Nevzat Âşık, s. 15; Mine’n Nebiy ile’l Buhâri, Dr. Ahmed Snober, s. 39

[2]. El-İsâbe fî Temyîzi’s Sahâbe, 1/158

[3]. El-Bahru’l Muhît, Zerkeşî, 6/ 190

[4]. bk. Cuhûdu’s Sahabe fî Rivâyeti’s Sünneti ve Tedvînihâ ve Medâ Tesebbutihim fi’r Rivâye, Hişâm Yusrî Muhammed el-Arabi, s. 215

[5]. bk. Telkîhu Fuhûmi Ehli’l Eser, İbnu’l Cevzi, s. 72

[6]. El-Bâisu’l Hasîs, Ahmed Şakir, s. 365 (39. Bölüm)

[7]. El-Kifâye fî İlmi’r Rivâye, Hatîb el-Bağdâdî, s. 49

[8]. Buhari, 2897; Müslim, 2532

[9]. Müslim, 2532

[10]. Musannef-i İbn Ebi Şeybe, 32417

[11]. El-İsâbe fi Temyîzi’s Sahâbe, 1/164

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver