Allah’ın adıyla,
Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.
Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu.
Rabbim her birinize af ve afiyet ihsan eylesin. Sizleri rahmetiyle kuşatsın. Yüce Allah’a hamdolsun, ben iyiyim. Sizlerin dualarıyla daha iyi olmayı ümit etmekteyim.
Bu ay (ve nasip olursa önümüzdeki ay), Furkân Suresi’nin son pasajı olan 63 ila 77. ayetlerini okumaya, tedebbür etmeye ve öğüt almaya çalışacağız. Bu pasajda Yüce Allah; sevdiği, razı olduğu ve cennette özel misafir olarak ağırlayacağı[1] seçkin kulların sıfatlarını anlatır. Onlar “Rahmân’ın kulları/ibadurrahmân” olan kullardır. Umulur ki bu anlama ve öğüt alma çabası, o insanlardan olmaya veya o insanları bihakkın tanımaya vesile olur. Çaba bizden, başarı Allah’tandır.
✽ ✽ ✽
وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا
“Rahmân’ın kulları yeryüzünde tevazu ile yürür. Cahiller kendilerine sataştığı zaman: ‘Selam olsun size!’ derler.”[2]
Rahmân’ın Kulları
Bu izafe/tamlama, teşrif ve ikram izafesidir. Bir şeyin değerini ortaya koymak için çok daha değerli bir şeye izafe edilmesiyle elde edilir. Allah’ın evi, Allah’ın devesi gibi.[3] Okuduğumuz ayette kullar Rahmân’a izafe edilerek, O’na (cc) gönüllü kulluk edenler övülmüş ve ikrama nail olmuşlardır.[4] Ayetlere muhatap olan müminler olarak bizler de bu izzet ve şerefi hissetmeli, “Ben Rahmân’ın kuluyum.” diyebilmeliyiz. Ayrıca bu ifadeden kendimize önemli bir pay çıkarmalı, nefsimizi ıslah ve arınma çabasında “Rahmân’ın kulları” ifadesinden istifade etmeliyiz. Şöyle ki;
Kur’ân’ın incelikli bir üslubu vardır. Kimi yerlerde Allah ve Resûl’ünü, müminler üzerinden tanıtır. Örneğin müşrikler, “Muhammed şair, Kur’ân da şiirdir.” der. Allah (cc) şöyle bir ayet indirir:
“Şairlere ise azgınlar uymaktadır. Onların her vadide şuursuzca dolandığını görmedin mi? Ve onlar, yapmadıkları şeyleri (yapmış gibi) söylüyorlar.”[5]
Normalde “Muhammed şairdir.” iftirasının cevabı, “Muhammed şair değildir.” olmalıdır. Ancak Rabbimiz, “Şairlere azgınlar uymaktadır.” diye cevap verir. Yani şunu der: “Bakın bakalım Muhammed’e tabi olanlara, ona uyanlar azgın kişiler midir? Ona uyanlar vakur, ağırbaşlı, ahlaklı insanlardır. Öyleyse Muhammed şair değildir.” Burada Allah Resûlü’nün nübüvveti, ona tabi olan müminlerin ğavi/azgın olmayışıyla ispat edilmiştir. Furkân Suresi’nin bu ayetlerinde de benzer bir üslup vardır. Surenin 60. ayetinde müşriklerin, “Rahmân da nedir?” deyip inkârcı bir tavır takındıkları haber verilir.[6] Yüce Allah, Surenin 61 ve 62. ayetlerinde secde edilmesi gereken Rahmân’ı tanıtır.[7] Açıklayacağımız 63 ila 77. ayetlerde ise Rahmân’ın kullarının sıfatlarını zikreder. Bir nevi şöyle der: “Sizin inkâr ettiğiniz Rahmân, öyle bir ilahtır ki O’na gönüllü kulluk edenler bu sıfatlara sahiptir. Bakın bu sıfattaki insanlara; böyle insanlar, olmayan/batıl bir şeye kulluk ederler mi?” Bunun Rahmân’ın kulları için ne büyük bir şeref, aynı zamanda ne büyük bir sorumluluk olduğunu anlayabiliyor muyuz? Allah (cc); varlığına, birliğine ve en güzel isimlerinin hak olduğuna 63 ila 77. ayetlerdeki sıfatlara sahip kullarını şahit gösteriyor. Her birimize de şunu diyor: Öyle bir olun ki size bakan insanlar, “Böyle güzel insanların kulluk ettiği Rahmân da güzel olmalıdır.” desin. Kur’ân’ın bu incelikli üslubu müminlerin, “Allah’ın yeryüzündeki şahitleri” olması ilkesini de açıklar gibidir.
Enes ibni Mâlik’ten (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Bir cenaze yanımızdan geçti, onu hayırla yâd ettik. Bunun üzerine Nebi (sav), ‘Vacip (gerekli) oldu.’ buyurdu.
Daha sonra bir başka cenazeye rast geldik, onun kötülüklerinden bahsedildi. Bunun üzerine Nebi (sav) yine, ‘Vacip oldu.’ buyurdu.
Ömer ibni Hattâb, ‘Ne vacip oldu?’ diye sordu.
Nebi (sav) şöyle buyurdu: ‘Şunu hayırla yâd ettiniz, cennet onun için vacip oldu. Şunu da şer ile yâd ettiniz, onun için de ateş (cehennem) vacip oldu. Siz, Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz.’ ”[8]
Müminler yeryüzünde Allah’ın şahitleridir. Şahitliğin onlara yüklediği bir sorumluluk da temsiliyettir. Rahmân’ın kulu olmak, “Rahmân da neymiş/kimmiş?” diyenlere, “Hayatımızda gördüğünüz tüm güzelliklerin kaynağıdır.” diyebilmektir.
Yeryüzünde Tevazuyla Yürümek
Rahmân’ın kulları yeryüzünde tevazuyla yürürler. Kelimenin aslı olan “h-v-n” kolaylık, rahatlık gibi anlamlara gelir. Araplar ağır, vakur, mütevazı yürüyüş için de bu kelimeyi kullanırlar.[9] Kastedilen; kibir, çalım, gösteriş, zorlama ve yapmacık hareketlerin olmadığı; kolay, içten gelen ve yumuşak bir yürüyüştür. Peki, insan nasıl yürüdüğünde ayette zikredilen sıfatlara uygun yürümüş olur?
– Ne çalımla ne de hasta gibi yürümek, yürüyüşte orta yollu olmak
“İnsanlara yüzünü çevirme! Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah büyüklük taslayan ve böbürlenen kimseyi sevmez. Yürüyüşünde dengeli ol, sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, merkep sesidir.”[10]
“Yeryüzünde kibir ve şımarıklıkla yürüme! Çünkü sen, ne yeri delebilirsin ne de dağların boyuna erişebilirsin.”[11]
Çalım satarak, böbürlenerek, kibir ve ucub içinde yürümek; Allah’ın hoşnut olmadığı amellerdendir. Buna mukabil Rabbimiz (cc) hastalıklı, zayıf ya da ayakların sürüyerek yapıldığı yürüyüşten de hoşnut olmaz. Orta yollu, dengeli, yapmacıklıktan uzak; ancak vakur ve mütevazı bir yürüyüş ister.
İbni Kesir (rh) şöyle der:
“Seleften bazı kimseler kendisini güçsüz gösterecek ve yapmacık bir şekilde yürümekten hoşlanmamıştır. Öyle ki Ömer’den rivayet edildiğine göre o, yavaş yürüyen bir genç görmüş ve ona, ‘Neyin var, hasta mısın?’ demiş.
Genç, ‘Hayır, ey Müminlerin Emiri!’ demiş.
O da elindeki kamçıyı kaldırarak güçlü bir şekilde yürümesini emir buyurmuş.
Burada yavaş yürümekten kasıt; sükûnet ve vakar ile yürümektir. Nitekim Resûlullah (sav) şöyle buyurmaktadır:
‘Namaza gelecek olursanız koşarak gelmeyiniz. Namaza ağır başlılıkla (vakar ile) geliniz. Bundan sonra da yetiştiğiniz rekâtları kılınız, yetişemediklerinizi tamamlayınız.’ ”[12]
– Hayâ ile yürümek
“O ikisinden biri (edep ve) hayâ ile yürüyerek (Musa’nın) yanına geldi…”[13]
Hayâ ile yürümek, Yüce Allah’ın razı olduğu amellerdendir. Bakışlarıyla, sesiyle ve yürüyüşüyle insanlara rahatsızlık vermeden, adap kurallarına riayet ederek yürümektir. Zira yürüdüğümüz/oturduğumuz yolun da üzerimizde hakkı vardır.
Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Nebi (sav), ‘Yollarda oturmaktan uzak durunuz.’ buyurdu.
Bunun üzerine, ‘Bizim yolda oturmaktan başka çaremiz yok. Orada buluşur, sohbet ederiz.’ dediler.
Buna karşılık Nebi (sav), ‘O zaman oturma yerlerine geldiğinizde yolun hakkını verin.’ buyurdu.
‘Yolun hakkı nedir?’ diye sordular.
‘Gözü yere indirmek, insanlara sıkıntı vermemek, selam almak ve iyiliği emredip kötülüğü yasaklamaktır.’ buyurdu.”[14]
Cahillerle Muhatap Olmamak
Kur’ân-ı Kerim; bilmemek ile cehalet kelimelerini farklı anlamlarda kullanır. Bir şeye dair bilgisizlik için, ilme delalet eden kelimeleri olumsuzluk edatlarıyla kullanır. Bildiği hâlde gereğiyle amel etmemek, haddini bilmemek, dürtüleriyle hareket etmek anlamında ise cehalet kelimesini kullanır.[15] Ayette kastedilen cahiller; haddini bilmeyen, ahlaksız, seviyesiz Mekke müşrikleri ve onların her çağdaki ardıllarıdır. Bunlar cahillikleri nedeniyle Rahmân’ın kullarına sataşır, laf atarlar. Dinlerine, Nebi’ye (sav) olan bağlılıklarına, sayılarının azlığına, tesettürlerine… Mutlaka laf atacak bir şey bulur, karşılık bulma ümidiyle hakaret ederler.
Rahmân’ın kulları ise yürüyüşlerinde mütevazı ve ilişkilerinde seviyelidir. Bu sataşmalara, “Selam olsun.” diye karşılık verirler. Bu, “Selam olsun/Esenlikle kalın.” sözü olabileceği gibi onların seviyesine inmedikleri adil, müstakim ve günaha düşürmeyen bir söz de olabilir.[16]
Rahmân’ın kullarının bu tavrı korkaklıktan, çekingenlikten, aman ağzımızın tadı bozulmasın anlayışından kaynaklanmaz. Öyle olsa kurulu düzene itiraz etmez, gücün karşısında Nebi (sav) ve mustazaflarla saf tutmazlardı. Onları böyle davranmaya iten, kulu oldukları Rahmân’ın bu merhalede onlardan istediğidir. Cahillerin seviyesine inmemek, onların boş/faydasız lakırdılarına ortak olmamaktır.
“Boş/amaçsız/faydasız şeyi duyduklarında ondan yüz çevirir ve: ‘Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size. Size selam olsun, biz cahillerden olmak istemiyoruz.’ derler.”[17]
Müminler ya iktidardır ya da mustazaftır. Onların iktidar olduğu yerde adalet, esenlik ve huzur vardır. Kimsenin insanları yollarda taciz etmesine, sosyal mecralardan hakaret edip aşağılamasına müsaade edilmez. Müminlerin mustazaf oldukları yerlerde ise Yüce Allah onlardan sabırlı olmalarını, cahillerin seviyesine inmemelerini istemiştir.
Rahmân’ın kullarını tanıtan bu ayetten -yukarıda zikredilenlere ek olarak- şunları anlıyoruz:
– İnsanın yürüyüşü ve üslubu, onun kimliğidir. “Üslubu beyan, ayniyle insan” vecizesi, Kur’ân’ın da onayladığı bir vecizedir.
– Ayetin indiği toplumun “güç” anlayışı, cahilî temellere dayanırdı. Onların şairleri şunu diyebiliyordu: “Kimse bize cahillik/hadsizlik etmesin, bizden göreceği daha beter bir cahilliktir/hadsizliktir.” İslam, bu cahilî anlayışı değiştirdi. Asıl gücün ahlaki üstünlük, olgunluk ve vakar olduğunu gösterdi.[18] Peygamberimiz de (sav) vahyin güç anlayışını şöyle özetler:
Ebû Hureyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Güçlü insan, güreşte güçlü olan değildir. Güçlü insan, öfkelendiği zaman nefsine ve öfkesine hâkim olabilen insandır.”[19]
– Şayet Rahmân’ın kulları, düşmanlarına karşı dahi bu seviyeyi koruyorsa acaba dostlarına karşı nasıl bir edebe sahiptir, düşünülmesi gerekir.
– Allah Resûlü (sav) evinden çıktığında zalimlik etmekten, zulme uğramaktan, cahilce davranmaktan veya cahilce davranışlara muhatap olmaktan Allah’a sığınır; bir nevi Furkân Suresi’nin 63. ayetindeki ahlakla ahlaklanmayı dilerdi.
Ummu Seleme Annemizden (r.anha) şöyle rivayet edilmiştir:
“Allah Resûlü (sav) benim evimden her çıktığında mutlaka bakışlarını semaya diker ve şöyle derdi:
اللَّهُمَّ اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَضِلَّ اَوْ اُضَلَّ اَوْ اَزِلَّ اَوْ اُزَلَّ اَوْ اَظْلِمَ اَوْ اُظْلَمَ اَوْ اَجْهَلَ اَوْ يُجْهَلَ عَلَيَّ
‘Allah’ım! Dalalete düşmekten veya başkalarını dalalete düşürmekten, hataya düşmekten veya başkasını hataya düşürmekten, zulmetmekten veya zulme uğramaktan, cahillik etmekten veya bana cahilce muamele edilmesinden sana sığınırım.’ ”[20]
✽ ✽ ✽
وَالَّذ۪ينَ يَب۪يتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا
“Onlar, geceyi Rabbleri için secdede ve kıyamda geçirirler.”[21]
Rahmân’ın Kullarının Gece Hayatı
Rahmân’ın kulları, şirk ehlinin sataşmalarıyla ilgilenmez. Çünkü onların daha önemli işleri, daha öncelikli sorumlulukları vardır. Bunlardan biri de geceyi Rabblerinin huzurunda kıyamda ve secdede geçirmektir. Yürüyüşlerinde ve sözlerinde dengeli oldukları gibi uykularında da dengelilerdir. Uyumayı ihmal etmedikleri gibi Rabblerinin huzurunda durmayı da ihmal etmezler. Kalp ve zihinleri müşrik sataşması gibi önemsiz meselelerle meşgul olmadığından hafiftir. Yürüyüşlerindeki, sözlerindeki ve kalplerindeki bu hafiflik, onların geceleri kıyamda ve secdede durmasını kolaylaştırır.
Kur’ân-ı Kerim ne zaman müminleri gece ibadetiyle övecek olsa orada müminler ile müşrikler arasında bir karşılaştırma vardır. Okuduğumuz surede önce müşrikler yerilmiş, ardından Rahmân’ın kulları gece ibadetiyle övülmüştür:
“Onlara: ‘Rahmân’a secde edin.’ denildiğinde: ‘Rahmân da nedir?’ derler. ‘Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz?’ (Bu,) onların kaçıp uzaklaşmalarını arttırdı.”[22]
“Onlar, geceyi Rabbleri için secdede ve kıyamda geçirirler.”[23]
Benzer bir karşılaştırma Secde, Zümer ve Zâriyat Surelerinde de vardır:
“Mücrimlerin, Rabbleri huzurunda başlarını öne eğmiş: ‘Rabbimiz! Gördük, işittik. Bizi geri çevir, salih ameller işleyelim. Artık şüphesiz bizler yakinen inanmaktayız.’ dedikleri o hâllerini bir görseydin! Şayet dileseydik her nefse hidayetini verirdik. Fakat: ‘Andolsun ki cehennemi cinlerden ve insanlardan (kâfir olanlarla) dolduracağım.’ sözüm hak olmuştur. (Onlara denilecek ki:) ‘Bu karşılaşma gününüzü unutmanıza karşılık (azabı) tadın. Hiç şüphesiz biz de sizi unutacak (kendi hâlinize terk edeceğiz). Yaptıklarınıza karşılık, sonsuzluk azabını tadın (bakalım).’ Ayetlerimize (gerçek anlamda şu kimseler) inanır: (Ayetlerimiz) kendilerine hatırlatıldığı zaman secdeye kapanan, Rabblerini hamd ile tesbih eden ve (ayetlerimize karşı) büyüklenmeyenler… Yanları (geceyi ibadetle geçirmek için) yataktan uzaklaşan, Rablerine korku ve umutla dua eden ve onlara verdiğimiz rızıktan infak edenler… Hiçbir nefis, yaptıklarının mükâfatı olarak, kendileri için hazırlanmış göz aydınlığı (nimetlerin) ne olduğunu bilmez. Hiç müminle fasık olan kimse bir olur mu? Bir olmazlar!”[24]
“İnsana bir sıkıntı dokunduğunda, Rabbine yönelerek dua eder. Sonra (o sıkıntı yerine) kendi katından nimet verdiğinde, daha önce dua ettiği şeyi unutur ve O’nun yolundan saptırmak için Allah’a ortaklar/eşler koşmaya başlar. De ki: ‘Küfrünle az bir şey daha keyif sür. Çünkü sen ateşin ehlindensin.’ (Bu mu,) yoksa geceleri secdede ve kıyamda geçiren, ahiret (azabından) sakınan ve Rabbinin rahmetini umarak gönülden ve sürekli (Allah’a kulluk eden mi daha hayırlıdır)? De ki: Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Ancak akıl sahipleri öğüt alır.”[25]
“Kahrolsun varsayımcı zancılar! Onlar ki cehalet ve körlük içinde, gafillerdir. ‘Din/Kıyamet Günü ne zamandır?’ diye sorarlar. O gün, ateşte yakılıp azap edilirler. (Onlara denir ki:) ‘Tadın fitneniz (olan azabı). Bu, (dünyadayken ‘Nerede bu azap?’ diye) acele ettiğiniz şeydir.’ Hiç kuşkusuz muttakiler, cennetlerde ve pınarlardadır. Rabblerinin kendilerine verdiği (nimetleri) alırlar. Çünkü onlar, bundan önce muhsinler/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanlar idi. Geceleri pek az uyurlardı. Seherlerde istiğfarda bulunurlardı.”[26]
Yüce Allah gönülden O’na inanmış kullarıyla; Rahmân’ı inkâr eden, Din Günü’nü yalanlayan, başı sıkıştı mı Allah’ı anan kâfirleri gece ibadetiyle birbirinden ayırır. Müşriklerin geceleri eğlence, boş söz ve gevezelikten ibarettir. Müminlerin gecesi ise secde, zikir, dua ve tilavettir.
“(Mescid-i Haram’ın ehli olduğunuzu ileri sürüp) onunla büyüklük taslıyor, geceleri (bir araya toplandığınızda Kur’ân okumayı ve Allah’ı zikretmeyi) terk ediyordunuz.”[27] [28]
✽ ✽ ✽
وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَۗ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًاۗ اِنَّهَا سَٓاءَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا
“Onlar ki: ‘Rabbimiz! Cehennem azabını bizden çevir. Şüphesiz ki onun azabı, sürekli ve katlanılması zor bir cezadır.’ derler. Şüphesiz ki o, ne kötü bir yerleşim yeri ve ne kötü bir konaktır.”[29]
Rahmân’ın Kulları Hassas Kalplere Sahiptir
O müminlerin yürüyüş ve sözlerindeki güzellik, gecelerini kıyamda ve secdede geçirmeleri asla onları kibre sevk etmez. Yaptıkları amellerle, “Kazandım, oldum, bitirdim.” duygusuna kapılmazlar. Zira onları bu amellere sevk eden; Allah’ı (cc) hakkıyla tanımış olmaları, ne yaparlarsa yapsınlar O’nun nimetlerine hakkıyla şükredemeyeceklerini bilmeleridir. Yürüyüş ve sözleri güzelse bu, İslam ahlakının güzelliğindendir. Geceleri kıyamda ve secdede geçiriyorlarsa bu, Yüce Allah’ın onları salih amele muvaffak kılmasındandır. İşte bu bilinç, onları salih amelin afeti olan kibirden korur. Ne kadar çok amel yaparlarsa Yüce Allah’a o kadar şükran, minnet ve tazarruyla dolarlar.
Müminlerin cehennem azabına karşı duydukları bu endişe, ahirete imanın dillerine yansımasıdır. Onların dualarının çoğu bu imanın söze dökülmüş hâlidir:
“Bazısı da (dua ederken) şöyle der: ‘Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru.’ Bunların yaptıkları amellerden ötürü (güzel) bir nasipleri vardır. Allah, hesabı çabuk görendir.”[30]
“Yapmaları gereken (tüm sorumluluklarını) yerine getirmelerine rağmen, Rablerine dönecekleri için (ya kabul edilmezse ya Allah’ın şanına yakışır şekilde yapamamışsam diye) kalpleri titreyenler, İşte bunlar, hayırlarda yarışmakta ve bundan dolayı öne geçmektelerdir.”[31]
“Derler ki: ‘Biz daha önce ailemizin arasında (azaptan) korkardık. Allah bize lütfetti de bizi yakıp kavuran cehennem azabından korudu. Şüphesiz ki biz, bundan önce O’na dua ederdik. Doğrusu O, (çokça iyilik yapan) El-Berr, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.’ ”[32]
Yukarıda gece namazını anlatırken, üç ayrı sureden ayetler naklettik. O pasajlardan Secde Suresi’nin 16., Zümer Suresi’nin 19. ve Zâriyat Suresi’nin 17 ile 18. ayetlerini tekrar okuyun; Furkân Suresi’nin 64 ila 66. ayetleriyle benzerlik bulacaksınız. Geceyi kıyamda geçirenlerin, Rabblerine korku ve umut içinde dua ettiğini; ahiret azabından sakınıp Rabblerinin rahmetini umduğunu ve gecenin ardından gelen seherde oturup günahlarından bağışlanma dilediklerini göreceksiniz. Bu, bir taraftan Kur’ân ayetlerinin eşsiz uyumunu gösterir, diğer taraftan da gece ibadetiyle ahlaklanan müminlerin ortak özelliğine işaret eder. Bu da ahiret endişesi, kalplerin ürpertisi ve Yüce Allah’ın rahmetine olan ihtiyaç duygusudur. Sözün özü, kulluk bilincidir.
✽ ✽ ✽
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذٰلِكَ قَوَامًا
“Onlar, harcadıklarında israf ve cimrilik etmez, bu ikisi arasında (dengeli) bir yol tutarlar.”[33]
Harcamalarda Denge
Rahmân’ın kulları harcamalarında dengelidir. Ne israfa kaçar ne de eli sıkılık ederler; orta yollu, maruf, ölçüsü içinde harcama yaparlar. Allah (cc), Resûl’üne (sav) -ve onun şahsında bizlere- şöyle emreder:
“Elini boynunda bağlı tutma (eli sıkılık/cimrilik etme), onu tamamen açma (müsriflik edip saçıp savurma da). Yoksa ayıplanmış ve bitkin düşmüş olarak kalakalırsın.”[34]
Cahiliyede harcama yapılırken şu ölçüye riayet edilirdi: İnsanlar toplum tarafından övgü alan içki, kumar ve fuhşiyat meclislerine fazla para harcar; ailesine, yoksullara ve yolda kalmışa cimrilik ederlerdi.[35]
Yüce Allah bu cahilî ölçüyü değiştirdi, israf ve cimriliğe kaçmadan orta yollu bir harcamayı emretti.
İslam’ın harcamalara getirdiği bu denge, toplumun iktisadi hayatına da isitkrar sağladı. Özel mülkiyet hakkını tanıyan İslam, denge politikasıyla harcamalara sınırlama getirdi. Kişi özel mülkünü dilediği gibi harcayıp toplumu dejenere edemez. Aynı zamanda malı elinde tutup toplumu malın dolaşımından mahrum edemez.[36]
Dengeli harcama kişiden kişiye değişir. Biri için ihtiyaç olan şey bir diğeri için israf olabilir. Örneğin bir yazılımcı için ihtiyaç olan akıllı cihaz, esnaf için israf olabilir. Bir yönetici için cimrilik sayılacak bir davranış, kendi hâlinde bir vatandaş için dengeli harcama olabilir. Kişi kendi konumunu, örfü ve şer’i yönlendirmeleri bilmeli, harcamalarını bu üç ölçüye uygun yapmalıdır.
✽ ✽ ✽
وَالَّذ۪ينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَامًاۙ يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَيَخْلُدْ ف۪يه۪ مُهَانًاۗ اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا وَمَنْ تَابَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَاِنَّهُ يَتُوبُ اِلَى اللّٰهِ مَتَابًا
“Onlar, Allah’la beraber başka bir ilaha dua etmez, (İslam’ın izin verdiği kısas gibi meşru bir) hak olmaksızın, Allah’ın haram kıldığı cana kıymaz ve zina da etmezler. Kim de bunları yaparsa bir cezayla karşılaşacaktır. Kıyamet Günü’nde azabı kat kat arttırılacak, (azabın içinde) aşağılanmış bir hâlde ebediyen kalacaktır. (Fakat) tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyenler bunun dışındadır. Allah, bunların günahlarını sevaba çevirir (ya da şirklerini imana, cinayetlerini ıslaha, zinalarını iffete çevirir). Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. Kim de tevbe edip salih ameller işlerse şüphesiz ki o, tevbesi makbul olarak Allah’a dönmüş olur.”[37]
Bilinçli Kulluk
Okuduğumuz ayetler, Rahmân’ın kullarının üç büyük günahtan sakındığını gösterir. Bunlar şirk, cinayet ve zinadır. Aslında büyük günahlar bundan çok daha fazladır, Allah (cc) o dönemde en yaygın üç günaha vurgu yapmıştır. Resûlullah da (sav) benzer bir metod izlemiştir.
Abdullah ibni Mes’ûd’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“ ‘Ey Allah’ın Resûlü! (Allah katında) en büyük günah hangisidir?’ diye sordum.
‘Seni yaratmış olmasına rağmen Allah’a eş/denk/benzer koşmandır!’ buyurdular.
‘Sonra hangisidir?’ dedim.
‘Rızık endişesiyle çocuğunu öldürmendir!’ buyurdular.
Ben yine, ‘Sonra hangisidir?’ dedim.
‘Komşunun eşiyle zina etmendir!’ buyurdular.”[38]
Burada Rahmân’ın kullarına önemli bir kulluk kaidesi öğretilir. Şirk, zina ve cinayetten bilinçli olarak uzak durulursa bu, insanı Allah’a yakınlaştıran bir haslete dönüşür. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Rahmân’ın kulları niyet sahibi insanlardır. Emirlerin ve nehiylerin alışkanlığa dönüşmesine müsaade etmezler. Kulluk bilinci, onların eylem ve söylemlerine anlam katar. Yaptıkları ve kaçındıkları ne varsa Allah emrettiği için yapar ve yine O (cc) nehyettiği için uzak dururlar.
Bu bilinci yitirdiğimizde tevhid ve takva kaynaklı amellerimizden ecir alır, fakat lezzet almayız. Lezzet alınmayan ameller yorucu olur. Onları yapmak için fazladan efor harcarız. Kulluk bilinci yittiğinde ameller donuklaşır ve ondan aldığımız manevi haz, bizi daha fazlasını yapmaya, yeni kulluk lezzetlerini tatmaya teşvik etmez. Her bir amel için yeni teşviklere ihtiyaç duyarız. Kulluk bilincini yitirmemek için insanın niyet sahibi olması gerekir. Her amelini ele alıp, “Bu ameli niye yapıyorum, bu amelden ne umuyorum?” sorusunu sorması gerekir. Niyeti muhafaza çabası, çabaların en değerlisidir. Zira bu çaba; önce amel ile amele kaynaklık eden nas, sonra nas ile iman arasında bağ kurar. Bu da kalbimizde Allah’ın nuru olarak ışıldayan imanın canlı, parlak ve sıcak kalmasını sağlar. Kulluğumuzun derinliği, kurduğumuz ilim ve hikmet bağlarının derinliğiyle orantılıdır. Amel ile nas, nas ile iman arasında bağ kurdukça amelimiz ilim ve hikmetimizi, ilim ve hikmet de imanımızı besleyen birer kaynağa dönüşür.
Günah İşleyenlere Ümit
Okuduğumuz ayetler şirk, cinayet ve zina suçunu işleyenlere tüm kapıların kapalı olmadığını, onların da tevbeyle Rahmân’ın kulları arasına katılabileceğini gösterir.
İbni Abbas’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“Şirk ehlinden bir grup insan, adam öldürmüş, birçok cana kıymış, zina etmiş ve zinada da ileri gitmişti. Nihayet Muhammed’e (sav) geldiler ve şöyle dediler: ‘Senin söylediklerin ve davet ettiğin yol güzel. Bize bir haber versen, şu yaptıklarımızın bir kefareti var mı?’
Bunun üzerine Yüce Allah şu iki ayeti indirdi:
‘Onlar, Allah’la beraber başka bir ilaha dua etmez, (İslam’ın izin verdiği kısas gibi meşru bir) hak olmaksızın, Allah’ın haram kıldığı cana kıymaz ve zina da etmezler. Kim de bunları yaparsa bir cezayla karşılaşacaktır.’[39]
‘De ki: ‘Ey (çokça günah işleyerek) nefisleri hakkında aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, (evet,) O (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.’[40] ”[41]
Abdullah ibni Abbas’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:
“ ‘Onlar, Allah’la beraber başka bir ilaha dua etmez, (İslam’ın izin verdiği kısas gibi meşru bir) hak olmaksızın, Allah’ın haram kıldığı cana kıymaz ve zina da etmezler. Kim de bunları yaparsa bir cezayla karşılaşacaktır.’[42] ayeti indirildiğinde bu ayet Müslimlere ağır geldi ve şöyle dediler: ‘Bizden hiç kimse yoktur ki mutlaka şirk koşmuş, adam öldürmüş, zina yapmıştır.’
Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi: ‘De ki: ‘Ey (çokça günah işleyerek) nefisleri hakkında aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, (evet,) O (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.’[43]
‘Ayetler, bu (günahları) şirk içindeyken yapanlar hakkındadır.’ denildi. Bundan sonra şu ayet indirildi: ‘(Fakat) tevbe eden, iman eden ve salih amel işleyenler bunun dışındadır. Allah, bunların günahlarını sevaba çevirir (ya da şirklerini imana, cinayetlerini ıslaha, zinalarını iffete çevirir). Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.’[44] Allah onların küfürlerini İslam ile, masiyetlerini itaatle, inkârlarını marifetle ve cehaletlerini ilimle değiştirdi.”[45]
İnsanı yaratan Allah’tır (cc). Ve onu en iyi tanıyan da O’dur. İnsanın en tehlikeli zaaflarından biri de “geri dönüşün olmadığını” düşünerek suç/günah batağına saplanmasıdır. Doksan dokuz kişiyi öldüren seri katilin kıssası, zikrettiğimiz zaafın açık delillerinden biridir. Tevbesinin olmadığını duyunca bir cinayet daha işleyen katil, tevbe edebileceğini duyunca salih bir kul olmuştur. Demek ki tevbe kapısının açıklığı ile insanın hâlini ıslah etmesi ve o kapının kapalı olması ile de suça batma arasında güçlü bir ilişki vardır.
Ebû Saîd El-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Sizden önceki ümmetler içinde bir adam vardı ki doksan dokuz kişi öldürmüştü. Bu adam, yeryüzü halkının en âlim insanının kim olduğunu sordu. Ona bir rahip gösterildi. O da rahibe gidip kendisinin doksan dokuz kişi öldürdüğünü söyledi ve tevbesinin kabul edilip edilmeyeceğini sordu. Rahip, ‘Hayır! (Kabul edilmez.)’ diye cevap verdi.
Adam bu cevabın üzerine onu da öldürdü ve bununla yüze tamamladı. Sonra tekrar yeryüzü halkının en âliminin kim olduğunu sordu. Ona âlim bir kimse gösterildi. Adam ona da giderek kendisinin yüz kişi öldürdüğünü arz etti ve tevbesinin kabul edilip edilmeyeceğini sordu. Âlim, ‘Evet, kabul edilir. Seninle tevben arasına kim girebilir? Filan yere git. Orada Allah’a ibadet eden insanlar vardır. Onlarla birlikte Allah’a ibadet et! Memleketine dönme! Çünkü orası kötü yerdir.’ dedi…”[46]
Bu ilkeyi anlayan mümin, şeytanın neden, “Senden adam olmaz, sen düzelmezsin, tevbe etsen ne olacak?” düşüncesiyle insanı yorduğunu daha iyi anlar. Çünkü bu düşünce günahın kendisinden daha tehlikelidir ve bir bataklık gibi insanı dibe çeker. Ayrıca bu vesveseler, insanı itikadi bir çıkmaza sürükler. Zamanla kişi Allah’ın (cc) rahmetinden ümit keser, günahını O’nun rahmetinden daha büyük görür.
“ ‘Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser ki?’ demişti.”[47]
“Allah’ın rahmetinden/yardımından ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.”[48]
Günahların Ecre Dönüşmesi
Rahmân’ın kulları tevbeyle Allah’a (cc) yöneldiğinde Yüce Allah, kötülüklerini iyiliğe çevireceğini vadeder. Bu vaat iki anlama gelebilir:
Yüce Allah onların hâlini ıslah eder. Şirk koşmayı bırakıp tevhid üzere Allah’a kulluk ederler. Masiyetleri bırakıp takva üzere kulluk ederler. Değişen şey, hâllerinin ıslah edilmesidir.
Geçmişte yaptıkları günahları siler, onun yerine ecir yazar.
Tefsirde zikredilen her iki anlam da sahih, şer’i usullere uygundur. Birincisi açıktır. İman ve tevbeyle Allah’a yönelen her kulun hayatında değişiklikler olur. Dün onu Allah’tan uzaklaştıran yaşantısı, bugün onu Allah’a yakınlaştırır. İkincisi ise Yüce Allah’ın lütfu ve ikramıdır. O (cc), dilediği kuluna dilediği kadar ihsan eder. Kötülükleri yerine iyilik yazılanlara örnek, şu ahiret sahnesidir:
Ebû Zerr’den (ra) rivayet edildiğine göre Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur:
“ ‘Ben, cehennemden en son çıkacak ve cennete en son girecek olanı bilmekteyim. O kimse Kıyamet Günü getirilir ve kendisine, ‘Bu adamın küçük günahlarını kendisine gösterin, büyük günahlarını gözünün önünden kaldırın.’ denilir.
Bunun üzerine küçük günahları kendisine gösterilir ve ‘Şu gün şunu, şunu, şunu işledin. Şu gün şunu, şunu, şunu işledin.’ denilir.
O da, ‘Evet işledim.’ diyecek ve bunları inkâr edemeyecektir. Ancak büyük günahlarının gösterilmesinden korkmaya başlar.
Bu sırada kendisine, ‘Senin için, her kötülüğün yerine bir iyilik vardır.’ denilir.
Bunun üzerine adam (daha fazla iyilik almak için), ‘Ey Rabbim, ben burada görmediğim birtakım günahlar da işlemiştim.’ der.’
Bu söz üzerine Resûlullah’ın (sav) azı dişleri görünene kadar güldüğünü gördüm.”[49] [50]
Tevbe, İman ve Salih Amel
Yüce Allah, Rahmân’ın kullarına tevbeyle birlikte iman edip salih amel işleme yolunu gösterir. İman açıktır; şayet kişi şirkten tevbe ediyorsa tevbesine iman eşlik etmeli, İslam’a girmelidir. Aksi hâlde tevbenin bir faydası olmaz. Şayet kişi Müslim ise ve tevbe ediyorsa bilinçli tevbe etmeli, tevbesi imanından kaynaklanmalıdır. Salih amele gelince; kişi günahı bıraktıktan sonra hayatında bir boşluk oluşur. Şayet o boşluk salih amelle imar edilmezse nefis geçmişe meyleder ve alışkanlıklarına geri döner. Malumdur ki tabiat boşluk kabul etmez. Boşluklar salih amellerle doldurulmazsa şeytan ve nefis masiyetle/malayaniyle o boşluğu doldurur. Bu da tevbeyi bozmak ve gerisin geriye masiyete dönmekle neticelenir, Allah muhafaza.[51]
Kullarını tevbeye teşvik eden Rabbimiz, iki şeye dikkatimizi çeker. İlki, 70. ayetin sonunda yer alan iki güzel ismidir. Tevbe eden her kul O’nun (cc) Er-Rahîm ve El-Ğafûr isimlerine muhatap olacak, bu iki güzel ismin gölgesinde kulluk edecektir. İkincisi, 71. ayetin sonunda yer alan tevbenin metab/dönüş olmasıdır. Tevbe eden her kul yüzünü Rabbine döner. Evden kaçmış bir çocuğun, günün sonunda yuvasına dönmesi gibi tevbe, yuvaya dönüştür. İnsanın Rabbine, dostuna, sahibine ilticasıdır. En güzel isimlerin bilinci ve Allah’a dönüş duygusu tevbeye eşlik ederse o tevbe uzun soluklu, sağlam, nasuh bir tevbe olur.
Buraya kadar Rahmân’ın kullarının bazı sıfatlarını görmüş olduk. Allah (cc) nasip ederse diğer sıfatlara bir sonraki ay devam edeceğiz. Önümüzde koca bir ay var. Her birimiz sıfatları elimizden geldiğince hayatımıza geçirmeye çalışabilir, yüzümüzü Yüce Allah’a dönebiliriz. Umulur ki Rahmân’ın kullarından olma çabamız, bizi O’na yakınlaştırır, iman ve salih ameli kolaylaştırır ve O’nun rahmetine nail olanlardan oluruz.
[1]. bk. 25/Furkân, 75-76
[2]. 25/Furkân, 63
[3]. bk. 11/Hûd, 64
[4]. bk. Hedâiku’r Revhi ve’r Reyhân, 20/106; Tefsîru’s Sâdî, 3/533; Furkân Suresi, 63. ayetin tefsirleri
[5]. 26/Şuarâ, 224-226
[6]. “Onlara: ‘Rahmân’a secde edin.’ denildiğinde: ‘Rahmân da nedir?’ derler. ‘Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz?’ (Bu,) onların kaçıp uzaklaşmalarını arttırdı.” (25/Furkân, 60)
[7]. “Gökte burçlar yaratan, orada bir kandil ve ışık saçan bir Ay yaratan (Allah) ne yüce, ne mübarektir. Dileyenin öğüt alması ya da şükretmesi için geceyi ve gündüzü birbiri ardınca kılan O’dur.” (25/Furkân, 61-62)
[8]. Buhari, 1367; Müslim, 949
[9]. bk. Bedâiu’t Tefsîr, 3/199, Furkân Suresi, 63. ayetin tefsiri
[10]. 31/Lokmân, 18-19
[11]. 17/İsrâ, 37
[12]. İbn-i Kesîr Tefsîri, 8/60, Furkân Suresi, 63. ayetin tefsiri
[13]. 28/Kasas, 25
[14]. Buhari, 2465; Müslim, 2121
[15]. Cehalet kelimesinin Kur’ân’daki kullanımı için bk. Tevhid İnancını İnşa Eden Kavramlar, s. 550
[16]. bk. Zâdu’l Mesîr, 4/428, Furkân Suresi, 63. ayetin tefsiri
[17]. 28/Kasas, 55
[18]. bk. Sıfatu İbâdi’r Rahmân fi’l Kur’ân, Abdurrahman Hasan Habenneke, s. 34
[19]. Buhari, 6114; Müslim, 2609
[20]. Ebu Davud, 5094; Tirmizi, 3427
[21]. 25/Furkân, 64
[22]. 25/Furkân, 60
[23]. 25/Furkân, 64
[24]. 32/Secde, 12-18
[25]. 39/Zümer, 8-9
[26]. 51/Zariyât, 10-18
[27]. 23/Mü’mînun, 67
[28]. Gece namazının fazileti ve gece kıyamını kolaylaştıran etkenler için bk. Fıkhu’l Hadis Sünnet İlmihâli, 2/226-236
[29]. 25/Furkân, 65-66
[30]. 2/Bakara, 201-202
[31]. 23/Mü’minûn, 60-61
[32]. 52/Tûr, 26-28
[33]. 25/Furkân, 67
[34]. 17/İsrâ, 29
[35]. bk. Et-Tahrîr ve’t Tenvîr, 19/71-72, Furkân Suresi, 67. ayetin tefsiri
[36]. bk. Fî Zılâl-il Kur’ân, 10/564-565, Furkân Suresi 67. ayetin tefsiri
[37]. 25/Furkân, 68-71
[38]. Buhari, 4477; Müslim, 86
[39]. 25/Furkân, 68
[40]. 39/Zümer, 53
[41]. Buhari, 4810; Müslim, 122
[42]. 25/Furkân, 68
[43]. 39/Zümer, 53
[44]. 25/Furkân, 70
[45]. Mevsuâtu’t Tefsîri’l Me’sûr, 16/180, 55349 No.lu rivayet
[46]. Buhari, 3470; Müslim, 2766
[47]. 15/Hicr, 56
[48]. 12/Yûsuf, 87
[49]. Müslim, 190
[50]. Müfessirler arasında iyiliklerin kötülüğe çevrilmesi konusunda bir tartışma yaşanmış, bazı âlimler kötülüğün iyiliğe dönüşmesini şer’i naslara aykırı bulmuşlardır. (bk. Bedâiu’t Tefsîr, 3/201-212, Furkân Suresi, 66-69. ayetlerin tefsiri) Unutmamak gerekir ki tevbe başlı başına salih ameldir. Tevbesine sadık kalan insan, sürekli bir hasene/iyilik içindedir ve o, hâlini korudukça geçmişin kötülükleri iyiliğe dönüşmektedir. Ayrıca geçmişte yapılan tüm kötülüklerden kaçınma gayreti de bir çabadır ve hayra yönelik her çaba kişiye ecir getirir. (bk. age.) Kişinin geçmişe yönelik pişmanlığı dahi bir kulluk mertebesidir, ona ecir olarak yansır. (bk. El-Esâs fi’t Tefsîr, 10/226) Sonuç olarak “Kötülükler iyilik olarak yazılmaz.” düşüncesi, içinde Yüce Allah’ı sınırlayan bir nüve taşır. Bu düşünceyi savunan âlimler Yüce Allah’ı sınırlama fikrinden münezzeh olsa da… Allah (cc) en doğrusunu bilir.
[51]. bk. Fî Zılâl-il Kur’ân, 10/567
İlk Yorumu Sen Yap